- 1034 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ALİ OSMAN’DAN ÂL-İ OSMANA -28-
Osmanlı Devleti 1736 da İran ile yapılan antlaşma sayesinde barış ve huzura ulaşamamıştı maalesef. Çünkü aleyhindeki asıl cadı kazanı kuzeyindeki Rusya ile batısındaki Avusturya’da kaynamaktaydı.
Avusturya İmparatoru VI. Karl her ne kadar Komutanı Prens Eugen sayesinde 1718 Pasarofça Antlaşması ile Banat ve Belgratı Osmanlılardan almış ise de 1735-1738 yılları arasında süren Lehistan Veraset Savaşlarında İtlaya’da büyük topraklar kaybetmişti. Bir taraftan Osmanlıların Belgrat’tan vazgeçmeyecekleri endişesi, öte taraftan kaybettiği toprakların yerine yenilerini koyma düşüncesi onun Osmanlı toprağı olan Bosna- Hersek’e göz dikmesine sebep olmuştu. Fakat bunu tek başına gerçekleştirmesi bir hayli zordu.
Rus Çariçesi Anna İvanovna her ne kadar Petersburg Sarayında aşığı ile gününü gün ediyor ise de selefi Çar Petro’nun vasiyetini yerine getirmeyi de ihmal etmemesi gerektiğini düşünmekteydi: ‘’ Akdeniz’e İnmek ‘’ Bunun için de işe önce Karadeniz’den başlamak gerekiyordu. Gerekmesine gerekiyordu da bunu tek başına başarması oldukça zordu. Osmanlı Devleti hâla dünyanın en güçlü devletlerinin başında gelmekteydi. Atılacak bir yanlış adım yine bir Prut faciasına yol açabilirdi.
Yapılacak tek şey vardı: Güçlü bir devletle birlikte hareket etmek…Anna İvanovna İşte bunu gerçekleştirmiş; 1726 da Avusturya ile gizli bir antlaşma imzalamayı başarmıştı. Bu antlaşmaya göre: Rusya ya da Avusturya’nın gireceği bir savaşta en az 30.000 kişilik bir ordu ile yardımda bulunacaklardı birbirlerine. Hatta aralarında bir taksimat da yapmışlardı: İlk Etapta Ruslar Kırım’ı, Avusturya ise Bosna-Hersek’i alacaklardı. Bu ittifak başarıya ulaştığı takdirde daha sonra ele geçirilecek toprakların nasıl paylaşılacağı yine aralarında yapılacak antlaşmalarla belirlenecekti.
1926 yılında Hem VI. Karl, hem de Anna İvanovna ellerini ovuşturmuştu. VI. Karl’’ Aptal Ruslar…Ben Bosna Hersek’i ele geçirdikten ve Osmanlı’yı yıktıktan sonra seni Akdeniz’e indirir miyim hiç? Şimdilik sevin bakalım’’ diye düşünürken Anna İvanovna’da ‘’ Aptal Avusturyalılar…Ben Akdeniz’e indikten sonra Bosna- Hersek sana kalır mı hiç’’ diye sırıtmaktaydı için için. İşte dış siyaset denilen şey böyle bir şeydi.
Dış siyasette tabii ki sadece Avusturya ve Rusya değildi aktörler…Yeni yeni palazlanmaya başlayan İngiltere, Hollanda ve geçmişten günümüze güçlü devletlerin kemik yalayıcısı Fransa da bu sahnede kendilerine rol kapmışlardı. Hatta Fransa basit bir figüran durumunda olmasına rağmen en az baş rol oyuncusu kadar takdir topluyordu.
1736 dan beri Rus ve Avusturya elçileri İstanbul’dan Petersburg’a ya da Viyana’ya raporlar uçuruyorlardı. Raporlarında ise Patona Halil isyanı ile sarsılmış, İran Savaşları ile yıpranmış bir Osmanlı Devleti’ne saldırmak için vaktin geldiğini, hatta Osmanlı İran ile bir barış yaparsa vaktin geç olacağını bildiriyorlardı.
Fransız Elçisi Kont de Villeneuve Osmanlı Padişahı II. Mahmut’un huzuruna çıktığında kafasındaki tek fikir Osmanlı Devleti’ni Avusturya ve Rusya ile bir Savaşa sokmaktı. Kanuni döneminde ayakları dibinde oturup papuçlarını öptükleri Padişahın karşısında bu sefer artık dimdik duruyordu yabancı elçiler. Ve Kont de Villeneuve başladı konuşmaya:
-Yüce Efendim. Bir an öce harekete geçmelisiniz. Rusya ve Avusturya artık hem Avrupa için hem de Yüce Osmanlı Devleti için çok büyük tehlike olmuştur. Lehistan ( Polonya ) tahtına Saksonya Dükü III. Augustus’u getirerek size kafa tuttukları gibi Rusya’nın Kırım, Avusturya’nın Bosna - Hersek üzerindeki emelleri malumdur.
-Rusya’nın da Nemçe ( Avusturya ) Gavurunun da emellerini bilirim. Zaten iki sene önce Rus keferesine savaş açmaya karar verilmiş idi. Lakin İran Savaşları elimizi kolumuzu bağladı. Bu savaşlar biter bitmez haddini bildireceğiz İnşallah.
-Vakit geç olmadan harekete geçmelisiniz Efendim.
-Bre görmez misin Kırım Ordumuz Rus toprağı olan Kuban üzerinden İran’a sefere memur edildi. Biz bilmez miydik Rusların bu orduya karşı durup İran’a geçmesini engellemeye çalışacakların? Bilirdik de bir savaş sebebi lazımdı. İşte bu da bizim savaş sebebimiz olacak. Lakin İran ile Sulh yapılması lazım.
-İran ile sulh yapsanız bile Avusturya var…Onunla da savaşmak zorunda kalacaksınız.
-Evel Allah ikisine de yeter gücümüz. Yeter ki Nadir Şah bir döneklik yapıp da sulhu bozmaya.
-Yüce İsa yardımcınız olsun Padişahım.
Padişah I.Mahmut acı acı güldü.
-Yüce İsa hep bizim yardımımızda zaten de bir de Frenk ( Fransız ) yardımını göreydik? Bize ‘’savaşın’’ dersiniz lakin hiç yardımcı olmaktan söz etmezsiniz?
-Yüce hünkarım biliyorsunuz bizim o kadar çok derdimiz var ki bir taraftan İspanyollar, bir taraftan İngiliz, öte yandan Avusturya…İmkanımız olsa size yardım etmez miyiz?
-Bilmez miyim kont, bilmez miyim, Atam Kanuni döneminde Barbaros Hayreddin Paşa Nis’i Cermenlerden kurtarıp size teslim etmek için geldiğinde sizden tek istediği biraz barut tedarik etmenizdi…Ne buldu peki sizin yardım gemilerinizde?
-Ne buldu hünkarım?
-Şarap.
-Bizim Bordeaux şaraplarımız da çok güzeldir sultanım. Hayreddin Paşa bol bol içeydi bari?
Padişah öfkeden kıpkırmızı oldu ama siyasi bir kriz çıksın da istemezdi…Sadrazamı Gürcü İsmail Paşa’ya seslendi:
-Görür müsün Lala ? Bir zamanlar atalarımızın ayaklarını öpüyorlardı şimdi bizle taşak geçiyorlar.
Kont de Villeneuve ‘’ Taşak geçme’’ ne demektir anlamamıştı. Çok da üzerinde durmadı ama bir Türk deyimi olan ‘’ Eski camlar bardak oldu ‘’ sözünü içinden Fransızca’ya çevirmeden söyledi
I.Mahmut huzurundaki Fransız elçisini sepetlemeden önce son kez hitap etti ona.
-Rus’tan da Nemçe’den de çekinmeyin. Allah’ın inayet ve keremiyle her ikisinin de hakkından geliriz. Ulu dostumuz, Yüce Kralınıza bunu böylece bildirin.
Fransız elçisi huzur-u şahaneden çekilirken sadrazam Gürcü İsmail Paşanın gözlerindeki yaş yaşlı, bembeyaz sakallarına inmeye başlamıştı ‘’ Yüce Kral…Ulu dost ha? ‘’ dedi içinden. I. Mahmut onun gözlerindeki yaşı görünce merakla sordu.
-Hayırdır Lala ne oldu? Niçin ağlarsın? Nedir seni mey’us eden?
-Hiç Padişahım…Gözüme bir şey kaçtı sanırım.
-Bu sineğin bile giremediği odada gözüne bir şey kaçtı ha? Söyle paşam söyle nedir seni böyle kederlendiren
İsmail Paşa Kanuni Sultan Süleyman’ın kendi zamanındaki Fransa kralı Fransuaya yazdığı mektubu okumaya başladı ezberinden
Hazret-i izzet cellet kudretuhu ve allet kelimetuhunun (Allah’ın) inâyeti ve mühr-i sipihr-i nübüvvet ahter-i burc-i fütüvvet-pişvâ-yı zümre-i enbiyâ muktedâ-yı fırka-i asfiyâ Muhammed Mustafâ’nın sallallahu aleyhi vesellem mu‘cizât-ı kesîretü’l-berekâtı ve dört yârinin -ki, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’dir- rıdvânullahi aleyhim ecma‘în onların ervâh-ı mukaddesesi mürâfakati ile,
………….
"Ben ki Sultanü’s-salâtin ve bürhânü’l-havâkîn tâc-bahş-ı hüsrevân-ı rû-yı zemîn zıllullahi fi’l-arazîn
Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Diyar-ı Rûm’un ve Karaman’ın ve Vilâyet-i Zülkadriyye’nin ve Diyarbekir’in ve Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın ve Acem’in ve Şam’ın ve Haleb’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve külliyen Diyâr-ı Arab’ın ve Yemen’in ve dahi nice memleketlerin ki, âbâ-yı kirâm ve ecrâd-ı izâmım enârallahu berâhinehüm kuvvet-i kahireleriyle feth ettikleri ve cenâb-ı celâdet-me’âbım dahi tîğ-ı ateş-bâr ve şimşîr-i zafer-nigârım ile feth eylediğim nice diyârın sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım,
Sen ki, Françe vilayetinin Kralı Françesko’sun...
Dergâh-ı selâtîn-penâhıma yarar adamın Frankiyan ile mektup gönderip ve bazı ağız haberi dahi ısmarlayıp memleketlere düşman müstevli olup el-an hapisde idüğünüz i‘lâm edip halâsınız husûsunda bu cânibden inâyet meded ve inâyet eylemişsiz.
Her ne ki, demiş iseniz benim pâye-i serîr-i âlem-masîrime arz olunup alâ-sebîli’t-tafsîl ilm-i şerîfim muhît olup tamam ma‘lûm oldu.
İmdi padişahlara sınmak ve haps olunmak acep değildir. Gönlünüzü hoş tutup âzürde-hâtır olmayasız.
Eyle olsa bizim âbâ-i kirâm ve ecdâd-ı izâmımız nevverallahu merkadehüm dâimâ def‘-i düşmân ve feth-i memâlik için seferden hâli olmayıp biz dahi onların tarikine sâlik olup her zamanda memleketler ve sa‘b ve hasîn kal‘alar feth eyleyip gece ve gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmış ve Hak sübhânehu ve te‘âlâ hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve irâdeti neye müte‘allik olmuş ise vücûda gele.
Bâkî ahvâl ve ahbâr ise mezkûr adamınızdan istintak olunup ma‘lumunuz ola.
Şöyle bilesiz...
Tahrîren fî evâil-i Âhiri’r-Rebî‘ayn li-sene isneyn ve selâsîn ve ti‘a-mi’e.
1 Rebiülahir 932 (15 Ocak 1526)
-Anladım Lala…Ne için ağladığını anladım ya ne yazık ki eski camlar bardak oldu. Alem eski alem değil. Taht yerinde lakin üzerindeki Süleyman değil… Yine de mey’us olma. Bi ümid ( ümitsiz ) olma ‘’ Gün doğmadan neler doğar ‘’
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yıl 2012..
Yer: Herhangi bir okul, ya da internet ortamında tartışma, Veyahut, Tv kanallarından birinde bir Açık oturum.
-Hocam bak…Elimizde kapı gibi belgemiz var..Biz Kürtler değil, bizzat sizin Padişahınız diyor…
-Ne diyormuş bakalım bizim olup da sizin olmayan Padişah ?
-Bak bizim yaşadığımız toprakların Kürdistan olduğunu Sizin Padişahınız Kanuni Bile kabul etmiş. Biz bu gün ‘’Kürdistan’’ dediğimizde ’’siz öyle bir şey yok’’ diyorsunuz.
-Sen bu mektubu böyle mi okuyorsun? Bak ben sana o zaman daha işine yarayacak bir şey söyleyeyim. Bu ülkeyi bölmek yolunda kullanırsınız…TBMMnin ilk kayıtlarında mesela Rize’den ‘’Lazistan’’ olarak bahsedilir. Hatta mesela Tunceli’nin adı Dersim, Bilecik’in adı Ertuğrul olarak geçer…Ama ne Rize’li rahatsızdır ilinin Rize diye anılmasından ne de Bilecikli rahatsızdır ilinin Bilecik olarak anılmasından. Biliyor musun Kürt de rahatsız değildir aslında Dersimden ya da Doğu ve güneydoğu Anadolu’lu olmaktan. O toprakların hepsine birden Anadolu diyoruz biz…Ana - dolu o topraklar…Analarımızla dolu…Geçmişte o topraklarda hepimizin bayrağı olan ay-yıldızlı bayrak dalgalanıyordu…Şimdi ise bazı kendini bilmezler ayrı bir bayrak dalgalandırma sevdasına düşmüşler…İşte bu yüzden oralara ‘’ Kürdistan ‘’ denilemez…Anlayabildin mi?
-Ama ana dilde eğitim, özerklik haklarımız?
-Be hey Allah’ın safı…Biraz Tarih oku da gör kimin kucağında oturduğunu…Petrol’un adeta fışkırdığı o toprakları A.B.D sana ‘’ Buyur otur, güle kullan anadilini, Bağımsız ve müstakil bir devlet olarak rahata rahat yaşa diye bırakır mı? ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tarihler 20 Mayıs 1736 yı gösterdiğinde Osmanlı Sadrazamlık makamında artık Gürcü İsmail Paşa değil, Silahtar Mehmet Paşa bulunmaktaydı. I. Mahmut Amcası III. Ahmet’in tavsiye ve öğütlerini dinlemiş ve hiç bir sadrazamı makamında uzun süre tutmamıştı. Evet…Tarihler 20 Mayıs 1736yı gösterdiğinde Rus Orduları ta 1735teki Kırım Hanının Güney Rusya’ya yaptığı akınları bahane ederek harekete geçti. Osmanlı Devleti’nin İran’la barış yapması planlarını bozmuştu aslında. Her halde Anna İvanovna sevgilisi Ernst Johann Biron’un koynundan çıkıp savaş kararını vermekte gecikmişti..Yine de savaş kararından geri adım atmadılar.
Mareşal Burkhard Christoph von Munnich komutasındaki 62.000 kişilik Rusya’nın Dinyeper ordusu 20 Mayıs 1736 tarihinde saldırıya geçti. Osmanlıların elindeki Kırım Yarımdası kıstağındaki Orkapı (şimdiki Perekop ) kalesine hücum ettiler. Bu iyi korunmakta olan mevkiyi eline geçirip Kırım’a girdiler ve 17 Haziran 1736’da Kırım Hanlığı başkenti Bahçesaray’i eline geçirdiler. Daha sonra bu Rus ordusu yayılarak bütün Kırım’ı yakıp yıkıp ve ahaliyi öldürüp bir çöle döndürdü. Fakat tedarik hatları çok uzatıldığı( Yani ordunun her türlü ihtiyaçlarının temin edildiği ana merkezlerden oldukça uzaklaşıldığı için ) ve bunun ortaya çıkardığı zorluklar dolayısıyla askerî iaşe, malzeme ve ek asker gücü takviyesi sağlanamadı. Hastalık ve salgın hastalıklar da bu ordunun büyük insan kaybı vermesine neden oldu.
12 Kasım 1736’da Kırım Hanı II. Fetih Giray aç ve perişan Rus ordusunu Kırım’dan tümüyle geri püskürtmeyi başardı.
İlk Raunt Türklerindi.
YORUMLAR
hocam yazınızın arasındaki o malum tartışmada onlarda biliyor amerikanın demeyeceğini ne varki encan alıcı yeride bu zaten kendi açımdan ben kürdistanı kurayımda kimin kucağına oturusam oturayım her ne olursa olsun yeterki kürdistan olsun şu türklerden ayrılalım mantık bu çünkü benim çalıştığım işyerinin yüzde doksanı kürt kökenli olduğu için zaman zaman tartışmaya giriyor dilimin döndüğünce bilgimin el verdiğince bir şeyler anlatıyorum ama ne varki en azından türkiyeden gördüğümüz baskı kadar baskı görmeyiz diyorlar kısacası türklerle olmak istemiyorlar herşeye rağmen anadolu kürt kentiymiş osmanlı gemiş istila etmiş yerleşmiş eften püftenşeyler hocam başınızı ağrıttım bağışlayın saygılarımla selamlar
sami biberoğulları
Ben de seni selam ve sevgilerimle kucaklıyorum.
sami biberoğulları
Selam ve sygılarımla.
Eskiden neyse şimdi de ayni devletlerin düşünceleri ,petrol olmasaydı veya maden kılını bile oynatmazlar o devletler.Dünkü fransa yine ayni düzenleri
Tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Değişen sadece zaman..Değişmeyen ise ülkelerin emelleri.
Selam ve saygılarımla.