- 1452 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
“ÇARIK” NERE “AYAKKABI” NERE?
Yazımıza başlık olan “Çarık” belki birçoklarımızca bilinmeyebilir. Ama “Ayakkabı” yı bilmeyenimiz yoktur. Çünkü evimizde yazlık, kışlık, günlük, hatta misafirlik için çeşit çeşit ayakkabılarımız vardır.
Peki, çarık nedir diyenlere aslında bu ayakkabının ilkel hali diyebiliriz. Türk Dil Kurumu “İşlenmemiş sığır derisinden yapılan ve deliklerine geçirilen şeritle sıkıca bağlanan ayakkabı” diye tanımlamakta.
Yani günümüz terimleri ile biri hammadde biri mamul madde. Biri işlenmemiş diğeri işlenmiş.
Nereden çıktı şimdi bu “Çarık-Ayakkabı” muhabbeti diye hayıflanmayın hemen söylüyorum. 6 Mayıs 2012 günü Anadolu’mun gür sesli âşıklarından Âşık Sefai sevgili Çorumlularla dolu dolu bir gece geçirdi, âşıklığın hakkını fazlasıyla verdi. Zaman nasıl geçti kimse bilmedi. Geceye ‘Türkü gecesi’ denilmişti ama türkü dahil tasavvuf, yunus, Mevlana, Mesnevi hepsi iç içe harmanlanılıp şerbet tadında sohbet havasında geçti zaman. Bendeniz de kendileri ile gönül bağım olmakla birlikte bir türlü tanışamamıştım ki bana bu fırsatı Çorumun öz evladı Sayın Aşık Rifat Kurtoğlu sağladı. Kendilerine buradan özellikle teşekkür etmek istiyorum.
Aşık Sefai kendisini işlenmemiş olarak gördüğü yıllarında ustam dediği Aşık Sümmani’ye tam on üç yıl çıraklık ettiğini bu süre içinde hamlıktan olgunluğa yol aldığını ve hatta daha işin başında olduğunu, kişilerin büyüklük hastalığına tutulmamaları konusunu Mevlana’dan bir hikaye ile açıklığa kavuşturdu.
Hz. Mevlana çarık ile ayakkabının kendi aralarında geçen konuşmalarını bizlere hikâye şeklinde ne güzel anlatıyor bir kulak verelim isterseniz?
“Köylü vatandaşın biri ayağında çarıkla Konya çarşısında gezerken, ayakkabı vitrininin önünde durur. Çarık vitrindeki ayakkabıya:
_ ’Sen de ayakkabı, ben de. Revamıdır ben çamurda, hayvan pisliklerinin içinde. Sen camekânlarda olasın’ der. Vitrindeki ayakkabı:
_’Doğru ikimizin de cinsi aynı. Ancak beni kesip biçtiler, sonra törpülediler, sonra çekiçle dövdüler, sonra diktiler, sonra boyadılar, sonra cilaladılar. Ya seni nasıl yaptılar? Islak gön idin aldılar ağzını büzüp diktiler o kadar. Aramızda kalite farkı var. Bunun için sen orada, ben buradayım’ diye karşılık verir.”
İnsanlar içinde aynı şey geçerli değil midir?
Hiçbir zahmete katlanmayan, herhangi bir konuda taşın altına elini sokmayan belki de günübirlik yaşamayı kazanç zanneden tabiri yerinde ise vurdumduymaz insan ile nefsini terbiye etmiş, ‘ben’ duygusundan sıyrılmış ‘biz’ duygusu ile donanmış, milletinin derdini kendi derdi bilerek “benim olmadığım yerde kimse yoktur” şuuruyla her taşın altına elini sokan ilkeli, ülkü sahibi insan bir tutulabilir mi? Elbette bir tutulamaz.
“Bilenle bilmeyen bir olur mu?” diye sormuyor mu Yüce Rabbimiz?
Günümüz insanı her şeyi bilirim havasında olmasına rağmen iş başa düştüğünde her nedense bu iş beni ilgilendirmez havasına bürünüyor; o işi yapmak isteyen kişileri de en acımasız şekilde eleştirebiliyorlar. Aslında bilmiyorlar ki; eleştirmek, hem de kırıcı eleştirmek en kolay olanıdır. Esas olan yapmak ya da yapıcı eleştirebilmektir.
Madem Aşık Sefai ile başladık yazmaya; o halde yazımızı onunla da bitirelim.
Küçükken kendi başından geçen bir olayı anlatırken yaptığı bir hata yüzünden babasının kendisine kızmasına sinirlenen dedesi, babasına şöyle der: “Adama aklına göre kızılır.”
Bizde; “hep ben” diyenlere akıllarına göre kızalım olmaz mı?
YORUMLAR
kaleminize sağlık.güzel alıntılar ve yazı.Anadolu kokuyor buram buram.
Bende zamanına Amasya'da olduğum yıllar Aşık Sefai'yi izlemiş,yakın olmuştum.Allah uzun ömür versin.Siz dostlarda sağlık mutluluk dilerim.hayırlı günler.
Selam ve sevgiler.
Halil Manuş
Güzel yorumunuz için selam ve saygımla teşekkürler...
Hocam ne fotğraftı bu yazı kutlarım, aynı zamada da geşmişten geleceğe bir yolculuktu çok güzeldi... Selam ve saygıla...
Halil Manuş
Teşekkürlerimle...