- 3803 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KÖY ENSTİTÜLERİNDE SANAT VE KÜLTÜR
Aşık Veysel(ortada), resim öğretmeni Nevzat Akoral(sağda)ve Veysel’in yardımcısı İbrahim(solda)
Hasanoğlan’da Hasan Deresi içinde bulunan Hitit Kabartması, bu bölgede Hitit kalıntılarının varlığını kanıtlıyordu. Daha yukarılarda bulunan kaya oyuklarında ise o günlerde yaşamını sürdüren insanlar olduğunu anlatır gibidir. Ancak bugünlerde taş ocakları arasında kaldılar ya da yok oldular.
Ayrıca Hasanoğlan’da eski köyün bulunduğu alan bir höyüktür. Yıkılan önceki yerleşimlerin üzerine köy kurulmuştur. Buralarda açılan temel kazılarında, küçük kullanım eşyaları parçalarına sık sık rastlanmaktadır. Çevrede bulunan arkeolojik buluntular ise köyde ve okulda sergilenmeye başlamış, koruma altına alınmıştır.
1978 yılında kuruluş çalışmalarına başladığım okul müzesi, köyün dikkatini çekmiş ve çevrelerinde bulunan bazı parçaları okula getirip müzeye konmak üzere teslim etmişlerdir. Ya da köyün sokaklarında yer alan bazı buluntuların okula getirilmesine yardımcı olmaktan büyük bir zevk almışlardır.
Hasanoğlan’da Köy Enstitüsü kurulduktan sonra, köyün sanat ve kültür düzeyinde oldukça belirgin gelişmeler görülmeye başlanmıştır. Enstitüde her fırsatta halk oyunları oynanır, sabah sporlarında halkalar oluşturulup halaylar çekilir, hep bir ağızdan türküler söylenirdi. Bu nedenle halk ezgileri ve halk oyunları onların yaşam biçimine dönüşmüştü. Aşık Veysel’den Muzaffer Sarısözen’e dek halk türküleri ustaları Hasanoğlan’da yer aldılar, konserler verdiler. Muzaffer Sarısözen yönetimindeki Ankara radyosu yurttan sesler topluluğu Hasanoğlan Açıkhava Tiyatrosunda çok konserler verdi.
Bunların canlı tanığı olan, Hasanoğlan’da yıllarca okul müdürlüğü yapmış Kemal Üstün;
“Günümüzde her yerde benimsenen ve beğenilen Millî Oyunlar, ve Halk Türküleri; Köy Enstitülerinin yöreden yöreye taşıdığı hareketler, yaydığı seslerdir. “... Bu öncülüğü köy çocukları ve enstitüleri yapmıştır. Şimdi,
millî oyunlarımızın yurt içinde bizi bize; yurt dışında da bizi yabancılara tanıtmada büyük rolü bulunmaktadır. Artık halk türküleri ve millî oyunlarımız okul programlarında yerini almakta ve bir eğitim değeri kazanmış bulunmaktadır...” (1)
Köy enstitüsü öğrencilerinin gösterilerini izleyen Hasanoğlan halkı ve gençleri, zaman zaman oyun ve gösterilere kendileri de katılmıştır. Hatta bununla yetinmeyip kendilerinin hazırladıkları gösteri ve temsilleri, o günlerin okul yemekhanesi ya da Açıkhava Tiyatrosunda sergilemekten geri kalmamışlardır. Bu dayanışma ve kültür akışı, köyün okur-yazar oranında da artışa neden olmuştur. Köy meydanında yapılan Ulusal Bayram kutlamaları halkın konuşma, şiir okuma ve gösteri yapma yönünden bilgiler kazanmasına neden olmuş, sosyal gelişimler içinde olmaları sağlanmıştır. Bu toplumsal gelişme adımları, köye ayrı bir canlılık katmıştır.
Bilindiği gibi “Köy Enstitüleri” savaş yılları içinde oluşmuştu. Birçok sıkıntılar ve yokluklar yaşanıyordu. Köyler ve köy halkı yokluk içinde kıvranıyordu. Öğrencilerin sıkıntıları da giderek artıyor, bazen ekmek bulmakta sıkıntılar yaşanıyordu. Onlar bundan yılmıyor, köy halkının çilesini ve kendi sıkıntılarını şiir, öykü ve oyun haline getirmeyi de ihmal etmiyorlardı.
İşte güzel bir örnek:
İvriz Köy Enstitüsü’nü, “1944 yılı baharında zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, okulu ziyaret ediyordu. Gece onuruna bir eğlence yapıldı. Programın ağırlığı bir piyeste toplanıyordu. Piyes, İhsan KOŞAY adlı bir öğrenci tarafından kaleme alınmış (ÖĞRETMEN) adını taşıyordu.” diye anlatan okul müdürü İsmail Safa Güner, oyunda geçen olayı devamla şöyle anlatır;
“Köyde tifüs hastalığı görülmüştür, öğretmen tifüsün belirtilerini saptadığı için ilin Sağlık Müdürlüğüne bildirmeyi görev saydığından hemen bir bildirge yazarak köyün bekçisi ile merkeze göndermeyi planlar. Bir yandan da hastanın kontrol altına alınması önlemlerini düzenler. Bu arada hasta sahiplerine de hastalığın tifüs olabileceğini ve çok bulaşıcı bir hastalık olduğundan dikkatli bulunulması gerektiğini öğütler. (TİFÜS) sözcüğünü köylüler (OFİS) olarak anladıklarından çığlıklar atarak dövünmeye başlarlar. O yıllarda Toprak Mahsulleri Ofisi yeni kurulmuş ve köylülerin tahıllarını rızaları olsa da olmasa da, almaktadır. Bu alımlar öylesine ölçüsünü aşırır ki bazen, yıllık yiyecekleri de ellerinde kalmazdı. Bu nedenle köylüler Ofis sözünü korkunç bir bela bilmektedirler.” diye devam eder. Savaş dönemlerinin kıtlığa karşı, gelecek günlerde sıkıntı çekilmemesi için yapılan bu toplama işlemi, bir devlet kuruluşunu vatandaş gözünde bu hale düşürmüştü.
“Köylülerin bu çığlıklarına şaşıran öğretmen durumu yeniden açıklayıp onları rahatlatmak ister. Bu kez tek tek konuşarak (TİFÜS) kelimesini anlaşılır biçimde seslendirir. O zaman köylüler geniş nefesler alarak çok şükür çekerler. "Biz de (OFİS) sanmıştık, tifüs ise bir şey değil" deyip rahatlarlar.” Köylünün ölüme neden olacak bir bulaşıcı hastalığı halk deyimiyle “ehveni şer” olarak görmesini gülmeceyle anlatır.
“Bu oyun Bakanı can evinden vurmuştur. Oyunun yazarını ve sahneye koyanını ve oyuncularını ayrı ayrı kutlar. Enstitüden ayrılıp kesimi dolaşırken Mersin’de yapılan bürokratlar toplantısında onlara karşı yaptığı konuşmada:
(Aklınızı başınıza toplayınız, bizim çocuklar ofisi, tifüs’ten
daha tehlikeli saymaktadırlar.) dediği öğrenilmiştir.” (2) Sanat buydu, iletilmek isteneni, köylünün çektiğini anlatmak ancak bu kadar güzel olabilirdi.
Daha doğrusu sanatın gücü buydu. Anlatılacakları anlatır, hem de can evinden vururdu.
Bu nedenle şimdi de sanatı can evinden vurma çabası içinde olanlar var.
Olsun. Sanat ne eder, ne yapar bir yerde, bir yerlerde, sözlerde, dizelerde, oyunlarda, gülmecelerde yerini bulur.
Yerini bulur ve de halkın anlatımında, halkın bilincinde yayılır gider.
Çünkü sanat bire kırk veren, bire yüz veren. bire bin, bire dört bin veren,bire on bin veren bir gücün adıdır.
Bu nedenle sanat tükenmez.
Mehmet ERBİL
www.mehmet-erbil.tr.gg
(1) Kemal ÜSTÜN, www.KÖYENSTİTÜSÜ MÜDÜRLERİ ANLATIYOR
(2) İsmail Safa GÜNER, www.KÖYENSTİTÜSÜ MÜDÜRLERİ ANLATIYOR
YORUMLAR
Mehmet Erbil
Bir zamanlar yokluk vardı ama san' at da vardı; "...gücüyle insanı can evinden vuran!"
Ve şimdi;
yokluk değil, tokluk var; aksırana, tıksırana kadar yenilebilen...Yedikçe doyulmayan, doymadıkça yenilen...Ve san' atı can evinden vuran insan var!..
Düşündüren, bir devri irdelerken sorgulayarak bugüne gelen ve bugünün insanına, kurum ve kurallarına, olanak ve olanaksızlıklarına dahası İNSANI ve insanlık ANLAYIŞINA, kültür kavramına satır aralarında derinlikli, mukayeseli açıklamalar getiren bu değerli yazının sevecen ve saygın kalemine teşekkürlerimle, özümden saygı ve dostluk selâmlarımla...
Mehmet Erbil
Değerli Mehmet Erbil önemli ve değerli bilgilerinizi bizlerle paylaştığınız için çok teşekkü ederim. Hep var olun. Saygılar sevgiler