- 1244 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
360 - EN NAFİ
Onur BİLGE
Bu sabah, pencerenin önünde kahvaltı ettim. Saksılarda ara ara boy atan sarımsaklar, soğanlar, onlarla yarışan naneler de vardı. Annemim âdetidir, çiçek saksılarında boş yer bırakmaz, eline geçeni eker durur. Yeşeren sarımsaklara soğanlara yaşama hakkı tanır, nanelere uzunca bir soluk kazandırır. Maydanoz tohumlarının arasından dereotu çıktığı da olur. Çok değil, birkaç köktür nihayetinde ama onlardan koparmak ve taze taze yemek çok hoştur. Maydanoz ne kadar nazlıysa, nane o kadar arsızdır! Yayılır da yayılır…
Bir salı sabahı… Annemler uyanmadan kalktım, çay yaptım, ekmek kızarttım. Üstlerine tereyağı sürdüm, sonra da bal… Peynir dilimlerini de yerleştirdim. Bal yetmezmiş gibi turunç reçeli de çıkardım. Zeytin falan… Elime ne geldiyse… Belki iştah açıcı renkleri cezbetti beni, o kışkırtıcı renkleri, parlaklıkları… Hele o ikisinin rengi… Turunçla zeytinin… Parlak, ballı bir portakal rengine inat ışıl ışıl, kapkara bakan zeytin taneleri… Tabaklar açık yeşil, peynir bembeyaz, çay tavşankanı… Bir de kızarmış ekmek kokusu aldı mı ortalığı!..
Saksılardan da yeşillikler kopardım, yıkadım, öylece bir tabağa yerleştirdim. Yanına salatalık, domates dilimledim… Kim yiyecek bunların hepsini? Galiba ben ama nasıl, hangi birini?
Düşündüm de… Ne çok faydalı şey yaratmış Allah’ım!.. Bu kadar olur yani!.. Her biri birer nimet! Her biri hak edene de etmeyene de ikramı… Tatlısı tuzlusu, acısı, mayhoşu… Ya birbirleriyle uyumu? Çayla şeker, zeytinle tuz, peynirle ekmek…
Bal tatlı, peynir tuzlu… Yağla ekmek susmuş gibi… O ikisi karşılıklı dile gelmekte… Dile gelmekte, ağzımın içinde, dillenmekte… Dile gelmekte ki tatları konuşsun! Dile gelmekte ki damağa varsın! Varsın da damak tadı adını alsın! Damak, sadece tadın adını alıyor bence. Tat falan aldığı yok. Tabanda gezinirken, her yeri kolaçan ederken dil, tembel tembel oturmasın, bir işe yarasın diye tavan, böyle bir değime girivermiş. Boşa yaratılmamış, muhakkak. Kaybını tahayyül edemiyorum! Bir o değil ki! Hiçbir şey boşa yaratılmamış. Akla gelen her yaratığın bir işi, bir işlevi var. O malum böceğe kadar…
Bal dedim de… En faydalıyla en zararlı, aynı canlıda yan yana… Akıl almaz işleri var Allah’ın! Sineğin bir kanadında mikrop, diğer kanadında o mikrobun yok edicisi…
Zerrin Hanım bir olay anlatmıştı. Başlamışken aktarmadan geçmeyim. Şöyle diyordu, ötelerin kızı:
“Şu dünyada ne varsa er şey arika!.. Yaradılmış ne varsa… Galiba bunların içinde insandan kusurlusu yok. Mesela, üsttekiler o kadar çok gürültü yaparlar ki! Yürümezler, sankim tepinirler! Ayaklarında takur tukur terlikler… Bi kapı kapatışları var, aklın durur!.. Kapılar zaten gacur gucur… Kaç kere rica ettim, makine yağı götürdüm, kendi elimle yağladım. Yok, kardeşim! Düşünce diye bi şey yok bunlarda!..
Ayvanlar bile ne zaman bağıracaklarını, ne zaman susacaklarını bilirler. Cırcırböcekleri, kuşlar, orozlar bile gece, erkes uyurken ötmez. İnsanlar, onlardan da mı ibret almaz da başkalarını rahatsız eder, patırtı çıkarırlar?” Annem de ders vermeye başlamıştı, fırsat bu fırsat:
“İnsan var, insancık var, kızım! İyisi de var, kötüsü de… Her insan bir değil… Beş parmağın beşi bir mi! İnsan bu! İyi tarafları da var, kötü tarafları da… Biz de öyleyiz. Değil miyiz? Hele biri bir canımızı sıksın!.. Tepesinden aşağıya iniveririz, Alimallah! Ne yapacaksın? İdare edeceksin! İyi taraflarını görmeye çalışacaksın! Ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin! Başka çare yok! Çatmayacaksın, uğraşmayacaksın! Alttan alacaksın, idare edeceksin! Başka geçim yolu yok! Sabır, sabır, Ya Sabur!..”
“Sabır, sabır da… Bir yere kadar, ablacığım! Benim de taammülümün bittiği bir yer var! Adi, çocuk falan yapsa, dersin ki: “Çocuktur, yapar!” Ya bu koskoca kadın! Kaç kere dedim, tındığı yok! Eski amam, eski tas!”
“Minare ne kadar büyük olsa, imam bildiğini okur. Anlamıyorsa, anlamak istemiyorsa anlatamazsın! Onun için hanımlığını muhafaza edeceksin. Duymayacaksın, uymayacaksın.”
“Nereye kadar, be ablacığım?”
“Bıçak kemiğe dayanasıya kadar!”
“Şeytan diyor ki: “Çık, kapısına dayan! Ağzına ne gelirse say dök!.. Bir şey derse saçını başını yol, ver eline!”
“Sakın ha! Eşekarısının yuvasına çomak sokma! Durduk yerden başına iş açarsın! Haneye tecavüzden içeri atarlar! Çocuklarını düşün! Sabret bakalım. Gerekirse biz varız burada Bir şeyler yaparız. Güzellikle söyleriz. Anlamazsa, kanun var, nizam var… Hak var hukuk var! Dağ başı mı burası!..”
“Eşekarısı… Aynı eşekarısı… Tövbe tövbe!.. Durduk yerden gıybete de girdik, de mi?”
“Allah affetsin! Onu da bizi de cennetine Cemaline layık kullarından eylesin! Eşekarısı değil de, balarısı iyi örnek, bak! Bir yanı bal şeker, bir yanı zehir… İnsan da öyle… Dokunmayacaksın! Dokundun mu, iğnesini bekle, zehrini damarında bil! Onun yine bir hakkı var. İnsan, her defasında sokar! Arı, son çare olarak sokar ve ölür.”
“Ben çok korkarım onlardan! En çok korktuğum arı, akrep, yılan… Ha, bir de örümcek var. Zeirli örümcek…”
“Konarsa kıpırdamayacaksın! Korkmayacaksın, paniklemeyeceksin, katlanmış bir bezle yavaşça tutup atacaksın! Etrafında geziniyorsa, telaşlanmayacak, kaçmayacaksın. Bir şey yapmaz. O senden korkuyor. Onun için bombasının pimini çekiyor, kendi de ölüyor.”
“Acaba o sokmanın, sonu olacağını biliyor mu? Bilmezdir, değil mi? Nerden bilecek?”
“Kim bilir? Allah bilir onu. Nahl Suresi var ya… Pek nafi olan balarısından bahseder. Allah, ona vahyettiğini bildirir. Mucizevî şeyler yapar onlar. Aralarında anlaşma şekilleri de farklıdır. Mesela, durmadan kilometrelerce uçarlar. Uçarken çeşitli şekiller çizerek birbirlerine kaç kilometre ilerde bal alınabilecek çiçekler olduğunu bildirirler. Birkaç dönüş veya zikzak çizişle öyle güzel adres verirler, o kadar detaylı anlatırlar ki, aklın durur!.. Mübarekler, sanki mühendis olmuşlar, metreyle ölçmüşler!..”
“Sai mi? Bak, bunu iç duymadım! Petekte usta olduklarını, mimarlıklarını bilirim de…”
“Sadece o mu? Kimyagerler de! Bal, mum, polen…”
“Kimyagerdirler de… Bir onlar olsa!.. Bir onlarla kalsalar! Zehir de yaparlar. Bak sana ne anlatacağım! Semiray, sen de kulak ver!”
“Dinliyorum. Bir kulağım sende…”
“Bizim köyde bir kadın vardır. O zamanlar elli yaşındaydı. Ben de gencim daa… Sekiz on sene önce… Bunun iki oğlu var. Büyük evli. İki kızı var onun da… Küçüğü okula gitmezdi daa. Büyük on yaşlarında var yok… Bunun teyzesi kanser olmuş. Gelmiş bunun evine. Onun da bir kızancığı var, başka kimsesi yok. Buna demiş: “Al şu parayı! Bütün param bu! Beni astaneye götür. Ameliyat ettir. Yanımda kal. Dar-ı dünyada bir kızancığım var. Başka kimsem yok! Kim bakacak bana?” “Olur!” demiş bu da. Epey parası varmış. Ölümlük dirimlik… Teslim etmiş buna. Bu da yatırmış onu astaneye. Ameliyat etsinler! Açmışlar, dokunmadan kapatmışlar. Kanser er yeri sarmış!.. Bakmış bakmış, iyileşmez, öyle yatar ölü gibi… Gün günden kötü gelir… Ümit yok! Ayırsever bir kadıncağız vardır, kapı bir komşusu… Onu bırakır başına. Kalkar gelir köye, evcağızına. Boyuna söylenir kendi kendine:
“Va teyzecazım, va!.. Ne kadındı be ya!.. Ölcek yazık!” Anlatır da anlatır… “İşte şöyle güzeldi, böyle güzeldi! Şöyle çapa yapardı, böyle bel bellerdi! Bir yemekler yapardı, parmaklarını yersin! Va talisizim, va!.. Va garibim, va!..” Dayanamadım, dedim ona:
“Namazını kılar mıydı?”
“Kılardı. Apdezziz yere basmazdı!”
“Orucunu tutar mıydı?”
“Laf diye mi sorarsın şimdik bunu?”
“Yok be ya! Merak ederim de ondan sorarım. Tutardıysa ne acırsın ona? Sen kendiciğine acı!.. Namazını kılar mısın?”
“Ben kılmam da Yonca hiç kaçırmaz! O iyi bilir o işi. Ona sor, bak, nasıl güler ordan!”
“Yaş kaç?”
“Elli…”
“Daha ne beklersin be ya? Em teyzene acırsın, kendine iç acımazsın! Ya emen ölüversen?”
“Allah bilir orasını!”
“Az çok sen de bilirsin! Bilirsin bilirsin de, işine gelmez! Şeytan bırakmaz ki kılasın!”
“Doğru dersin be ya! Biz de zarar ettik biberden bıldır. Cep delik mintan delik… Çalışırız eptencik tarlada tapanda. Yonca evde oturur. Bir ekmek yemek yapar. Temizlik, işte! Çocuk bakar bir de… Elişi yapar, ona buna… O kadar!.. Kılar tabi namazını mamazını. Biz öyle mi be ya? Âşam oldu mu, başlar tabanlarım sızım sızım sızlamaa!”
Daa ne yapsın, garip? O sırada o on yaşındaki kız torunu geldi. Elinde bir tığ, bir yün işi… Şöle küçük bi parça örmüş, elbezi olacak kadar.
“Bak, babaanne ne ördüm! Sana vereyim mi bunu?” diyor. O da diyor:
“Ver babaannene! Yaşa kızım!.. Öldüğümde onla yıkasınlar beni!”
“Ayır dile be ya! Ölüm istenmez!” dedi, gelini. “Azını ayra aç! Bulaşık bezi ördü sana.”
“Nasıl ölecen be ya? İbadet etmezsin, bir de ölümden basedersin!”
“Ederiz be ya! Etmeyiz diyen mi var burada? Ayret be ya!.. Ayret!..”
“Yaş olmuş elli… Olacak olanlar, bu zamana kadar olanlardan belli! Sallan sen daa! Sallan bakalım! Tarlaya tapana koş! Para para para!.. Ayatın para!..”
Aradan çok geçmedi. Bir sene ancak… Ölüm aberi geldi!.. İnanamadım bir türlü!.. Sapasağlam kadın!.. Nasıl olur!..
Bir gün kayalıklardan yaban arıları gelmiş, bulut bulut. Bunun evine doğru… Bu da sevine sevine yakalamış, nasıl yaptıysa, sandıklara kapatmış. Anlarmış arı işinden. Erkeze:
“Bunlar benim uğurum! Bana geldi bunlar! Bana bal yapacaklar! Ellemeyin uğurlarıma benim! Arıcıklarım, arıcıklarım! Sarı sarı safran gibiler… Alis bal yapacaklar bana! ” dermiş.
Bir gün, böyle bir öğlen sonu… Yazın civciv sıcağı… Bir kızan gelmiş, küçük kızla oynamaya. Komşunun kızancığı. Arıları görünce korkmuş, başlamış kıpraşmaya, bağırmaya! Kadın:
“Korkma be ya! Bi şey yapmaz onlar!” diye sarılmış kızana! Arılar da kızmış bu arada! Sarmışlar kadına! Şişlemedikleri yerini bırakmamışlar! Er tarafı iğneli beşikte yatmış gibi olmuş! Yıkarlarken görmüşler. Sırtı delik deşikmiş!.. Kızanı korumuş, kurtarmış, kendi mevta olmuş!”
“Alerjisi mi varmış acaba?” dedi, annem.
“Bir iki değil ki ablacığım! Bütün arılar ücum etmiş!.. O kadar arının zehri!.. Emen astaneye götürmüşler ama gidinceye kadar olan olmuş!..”
“İnsanlarda bir hırs, bir hırs!.. Bak şu işe!.. Kadıncağız, katillerini kendisi yakalamış, hapsetmiş!”
“Irs ki ne ırs!.. Gözü gibi korurmuş onları! Atta kızanları demiş: “Anne satalım bunları! Yan köyden bir adam ister.”Satmam ben onları! Onlar benim uğurum!..” dermiş de başka bir şey demezmiş!”
“Olacakla öleceğin önüne geçilmez!”
“Ayrın içinde şer, şerrin için ayır vardır, de mi ablacığım? İşte böyle bu kadının da ikâyesi!”
“Ölüm: “Geliyorum!..” demez!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 360
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.