- 852 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sedef Taşlı Altın Yüzük
Eşi terk etti onu, küçük kızıyla yapayalnız kaldı, ayrıldılar. Büyüdüğü eve geri dönmek için annesini aradı. Geri çevirdi tüm aile kendisini ve çocuğunu. Ne yapacağını bilemedi. Kendisinden dört yaş büyük ağabeyinin evine yerleşmek zorunda kaldı. Zor geçiyordu günler. Küçük kız bakımsızlıktan sürekli hastalanıyordu. Hayat zordu bu şehirde. On yedi yaşında bir küçük anne. ne hayatı bilir ne de anneliği.
Aradan bir yıl geçti. Yandaki bahçeli eve bir misafir genç gelmişti. Karşılaştılar sokakta. Birbirlerine baktılar önce, delikanlı beğenmişti onu. Kız düşündü ne iyi bakıyordu insanın yüzüne, neyse boş ver dedi. Yürüdü gitti.
Batı Karadeniz’in güzel bir ilinde belediyede Fen İşleri Müdürüydü. Ablasına gelmişti yaz tatili için. Kimbilir bu asi kızı ikna eder ve aşık ederdi kendisine. Sonra belki de evlenirlerdi. Yanında küçük bir kız çocuğu vardı, ne farkeder, bakar korurum onu da.
Bir kez daha rastladı yolda, selamlaştılar, elini uzattı delikanlı
- Benim adım Kenan. Şaşırdı kız önce, sonra rahatladı.
- Sen geçen gün yolda bana çok iyi bakan gençsin. Yeliz benim adım.
Flört ettiler uzun süre, Kenan gittiğinde hep aradı onu, mektuplar yazdı. Sonra ertesi yaz tekrar geldi. Evlendiler. Hayat ne kadar güzeldi. Ayça büyüyordu. Önce Sinan, arkasından Selma, sonra da evin gözbebeği Sarp doğdu.
Devlet memurlarına tahsis edilen, bahçesinde büyükçe bir havuzun olduğu güzel bir lojmanda oturuyorlardı. Rüya gibi geçiyordu günler. Okula gitti çocuklar. Anne sosyal klüplere üyeydi, eğlencelere, toplantılara katılıyorlardı. Yazları hep tatildeydiler. Ev misafirlerle dolup taşardı.
Çocuklar o yaz İstanbul’a halalarının yanına tatile gönderilmişti. Gitgide uzuyordu anne ve babanın gelmesi. Sarp o yıl ilkokul birinci sınıfa başlayacaktı tatil bitince ama neredeydiler, neden gelmiyorlardı.
Birgün halaları bembeyaz bir yüzle çocuklara,
- Babanız ölmüş çocuklar, kalp krizi geçirmiş, ölmüş dedi.
Donup kalmıştı hepsi,
- Neden, neden, neden biz.
Eve döndüler apar topar. Ev kalabalıktı. Anne kendinde değil, ne çok severdi Kenan’ı. Daha otuz iki yaşındaydı. Ne iyi bir insandı. Neden gittin Kenan, daha yaşanacak ne güzel günler vardı.
Babanın iş arkadaşları Yeliz’e; gitme, burada kal, çocuklar öğrenimlerine devam eder, hem bu lojmanlarda oturan insanlar çok iyi. Kol kanat gereriz biz size. Sana Kenan’ın ofisinde iş ayarlarız. Gitme kal.
Ama Yeliz’in ailesi hiç rahat bırakır mı, İstanbul’a gel Yeliz. Çocukların halası orada, ağabeyin orda, çocuklarla ilgileniriz. İstanbul’a gel.
Ev, araba satıldı, herşey nakite çevrildi. Yeliz çocuklarını aldı. İstanbul’da bir apartman dairesi tutuldu. Oraya yerleştiler. Yeliz’in elindekini avucundakini hala ve dayılar istedi. Yeliz zaten kendinde değil, çocukların ihtiyacı olurmuş, olmazmış farkında değil. Hiçbir şeyin farkında değil.
Eldeki avuçtaki tüm para bitti. bir konfeksiyon atölyesinde işe girdi Yeliz, Geceyarısına kadar çalışıyor. Sabah işe giderken çocuklar ağlıyor, hele Sarp anne, anne ne olur gitme, bizi bırakma anne diye nasıl ağlıyor. Bir gün anne minibüse binene kadar takip etti Sarp onu koşarak, anne tam minibüse bindi ve Sarp ağlayarak bağırıyordu, anne, anne, gitme, ne olur gitme anne, bizi bırakma, gitme anne.
Anne sanıyor ki çocuklarla ilgileniyorlar. Oysa umurunda mı dayının, halanın, onlar o paralarla işlerini kurmuş, keyifleri tıkırında. Çocuklar evde. büyük abla on yaşında yemek yapıyor çocuklara, çocuklar yemek istemiyorlar annelerini istiyorlar yalnızca ama o gece yarısı geliyor ve uykuda oluyorlar çoğunlukla.
Hep yalnız büyüdüler. Babasız, annesiz ve yalnız.
Çok sıkıntı çektiler, evde çoğunlukla yemek yok. Yiyecek hiçbir şey yok. Hiç kimseden bir şey isteyemezler. Gururlu yetiştirilmişlerdi. Bazen abla okul arkadaşlarından para bulur ve Sarp’a yemek hazırlardı. Sarp yerdi onu ve şaşırırdı, ablası niçin yemiyor, niçin onu seyrediyor?
İlkokula İstanbul’da başladı Sarp, hep aç gitti okula, yemek yemeyince bir şey de anlamıyordu dersten. Öyle de zekiydi ki. Ama dinlemezdi dersi. Camdan dışarıyı seyrederdi. Öğretmen kızdığında da tartışırdı onunla. Günler zor geçiyordu.
Büyük oğlan halasını severdi, tüm gün ordaydı. Okul çıkışı halasına gelir bütün işlere yardım ederdi. Halası Sarp’ı fazla haşarı bulurdu. Hala Sarp’ın annesi için kötü laflar söylediğinde Sarp hiçbir şey demez gider camı kırardı. bahçedeki ağaçların dallarını koparırdı.
Dayısına gittiğinde, diğer dayının çocukları yaramazlık yapıyorlardı. Dayı hiçbir şey yapmayan Sarp’a okkalı bir tokat savurdu diğer çocukları korkutmak için. Tokat şirak diye yüzünde patladı Sarp’ın. Sarp sarsıldı. Hiçbir şey demedi dayısına. Düşündüğü tek şey diğer çocukların babaları ordaydı. O yüzden onlara vuramamıştı dayısı. Ama benim babam yok.
Çok içerledi dayısına onu hiç affetmeyeceğim dedi içinden. Affetmedi de.
Ortaokul yıllarında sigaraya başladı Sarp. Ağabeyinin arkadaşlarından biri vermişti ilk, buldukça içiyordu, bilmiyordu ki zararını, hoş geliyordu. Kendini büyümüş hissediyordu.
Okulda öğretmenler babasının adını sorduklarında sana ne, seni ilgilendirmez der ve sınıfı terk ederdi.
Ticaret lisesine gönderildi. Anne artık bir özel okulda memurluğa başlamıştı. Başı önünde giderdi hep mahallede. Hiç gülmezdi. Hep derdi akraba çevresi sen dul bir kadınsın, kendine dikkat et, namusunu koru.
Sarp hep sokaklarda. Dersler de her nasılsa iyi. Zehir gibi çalışıyor kafası. .ama kavgacı. Bir şey söyleseler hep kavga ediyor, bağırıyor, çağırıyor.
Geceyarılarına kadar sokaktalar, kontrol eden yok, karışan görüşen yok, başlarında bir büyük yok, kimse yok. Tinercilerin yanına gitti. Korkuyordu ama yine de gidiyordu. Yanlarında takıldı onları seyretti bir bir. Boşvermişlerdi hayata, her şeye. Uçmuşlardı. Ayaklarının altından kaymıştı dünya bir yerlere, tutulmuyordu bir türlü, tutunacak dalları yoktu, neye yarardı ki.
Dayak yerdi akrabalarından, ağabeyinden, okuldaki, mahalledeki .oocuklardan. Dayak yiye yiye dayak atmasını öğrendi. Kendini savunmayı öğrendi. Hayatta kalabilmek için güçlü olmanın gerektiğini öğrendi. Oysa bunların hiçbirini vaktinden önce öğrenmek istemiyordu. Ama öğrendi.
Baba sevgisi uzaklarda. Baba özlemi içlerinde. Anneye hep hasret, kimsesiz, korunaksız, birbirlerini koruyarak büyüdüler çocuklar, hepsi vaktinden önce büyüdü.
Çok hızlı yaşadı Sarp, öyle hızlı ki lise ikiye geldiğinde artık bir yerde durmalıyım diyordu. Çevremdeki yanlış insanlardan kurtulmalıyım. Bataktan geliyorum, hiç kirlenmedim. Örselediler. Çok canım yandı. Ama bir şeyler korudu beni ve bizi. Bu neydi.
Anne, neden geldik buraya, neden kalmadık doğduğum şehirde, neden hep kötü insanlarla karşılaştım. Hiç iyi yok mu dünyada varsa da neden bu kadar az. İnsanları sevmiyorum anne, insanları sevmiyorum.
Parasız günler çoktu. Tek tek satıldı annenin altınları. Önce kolye, sonra bilezikler, küpeler ve yüzükler. Yalnız evlilik yüzüğüne dokunamıyordu. Bir gün evde yiyecek hiçbir şey yok. Sarp anneyi seyrediyor. Anne parmağında yüzüğü çeviriyor. Yüzük de öyle güzel ki. Altın yüzük, üzerinde sedefli yeşil değerli bir taş. Anneye öyle güzel yakışıyor ki. Sarp sesleniyor annesine.
- Anne, sakın anne, yapma onu satma anne.
Anne cevap vermiyor. Düşünceli, gözyaşları akıyor sessiz, sessiz. Bir gün Sarp dışardan geldiğinde sehpanın üzerinde sedefli taşı gördü. Tek başına duruyordu boynu bükük. İçi kızgınlıkla doldu Sarp’ın,
- Anne neden yaptın bunu, Baba, canım babam nerdesin!
Ağlayarak yatağına koştu ve hiç kalkmadı o akşam, yüzüğün satıldığı para ile alınan hiçbir şeyi yemedi.
İçinden bir şeyler daha kopup gitmişti o gece.
Büyük abla evlendi. Çok sevdiği biriyle, üç tane şirin çocuk, çok mutlu bir aile. Oysa ne dayaklar yemişti o da evlenene kadar. Rahat tavırlı bir kız diye hala ve dayılar sokakta bile evire çevire dövmüşlerdi kızı, vurdukça vuruyorlardı. Vurdukça vuruyorlardı. Hiç mi insafları yoktu. Neden acımasızdı bu dünya neden. Kimseye bir şey yapmamışlardı oysa.
Sema’nın çalıştığı şirkete girdi staj yapmak için Sarp, son zamanlarda biraz daha güzelleşiyordu herşey. Çok çektikten sonra artık huzur dolu günlere mi sıra geliyordu ne.
Çok neşeliydi Sarp, gülerdi hep, ama bazen içinde fırtınalar kopardı. Kimseyi kırmazdı. Herkese yardım ederdi. Hemen severdi ve benimserdi çevresindekiler onu. Hayır demeyi bilmezdi Sema gibi.
Birgün şirkette bir kız nişanlanmış ve nişan çikolatasını çalışanlara dağıtsın diye Sarp ile başka bir stajyer kıza birakmıştı. Aşağı kattaki muhaberat odasına girdiler, paketi açtılar birer birer yemeye başladılar bir de baktılar ki çikolata bitmiş.
- Şimdi ne yapacağız.
Selda geldiğnde çikolatayı dağıtıp dağıtmadıklarını sordu. Birbirlerinin yüzüne baktı Sarp ve Gülden.
Biz onların hepsini yedik Selda Hanım, geriye hiçbir şey kalmadı.
Önce kızdı Selda, sonra yeni bir çikolata alındı ve başkasına verildi dağıtım işi. Gülerek hatırladılar hep bu olayı.
Sen Hiç Değişme, Hep Böyle Kal
Sarp’ın bir arkadaşı var Ertan adı. Tertemiz bir çocuk, onun gibi ışıl ışıl ve acılar çekmiş. Çocuk biraz aykırı gibi, öyle tatlı ki, parlak bir çocuk, bırakır mı kötüler, taciz etmişler güzelim çocuğu, daha küçücükken, direnmeyi, karşı koymayı henüz bilmezken, örselemişler temiz ruhunu, incitmişler, üstelik en yakınındakiler, dost bildikleri, büyük diye saydıklarından biri ve diğerleri, taciz etmişler sürekli, güzel olmak suç mu, saf olmak, temiz olmak suç mu.
Unutmak istemiş bu olayı, hep aklının en uzak yerine saklamış, gömmüş ve unuttumuş kendisine bile, içini hınçla doldurmuş yerine ancak içindeki boşluğu hiçbir şey dolduramamış bu genç yaşta.
Körpe bir çocuk, koruyanı yok, kollayanı yok, nasıl başa çıkacak bu sorunlarla, ilaç kullanmış kötü arkadaşlar vermiş, içtikçe unutmuş, unutmuş, kendisini unutmak istemiş, bir süre başarabilmiş bunu.
Unutmuş unutmasına da, çocuk parlak diye, nazik ve kibar diye, aptal sıradan insanlardan değil diye, hep biraz farklı davranmışlar ona gittiği yerlerde, çapkın erkekler asılmaya çalışmış güzelim çocuğa, kaba saba adamlar, taciz etmişler onu, karşı çıkmaya çalıştığında kabalaşmışlar, hakaret etmişler ona, oysa o çocuğun diğerlerinden farklı bir yanı yokmuş ki, ağlatmışlar çocuğu, incinmiş, hüngür hüngür ağlamış bu dünya ne kadar zalim, insanlar ne kadar zalim be Ertan.
İncinme sen ne olur, onlar ancak ve sadece kendi kaba, hoyrat yürek bile denmez orada yer alan duyarsız, hayvanlaştıran, hayvana bile hakaret olur, özlerinin gereğidir bu davranışları ve onlar için çok değerli, inci gibi bir gözyaşını bile akıtma, onlar hiçbir şeye değmez, buna değmez ki.
Ve sen hiç değişme, hep böyle kal, onlardan farklılığını hiçbir zaman bozma, ne derlerse desinler, sen bir yere gittiğnde seni aptal yargılarıyla kategorize etmeye çalışsalar da aslında ne kadar küçüldüklerini göremeyecek kadar bile küçüktürler Ertan.
Sarp hep bunları anlattı Ertan’a, hep teselli etti sevgili arkadaşını ve Sarp’ın sayesinde içtiği hapları, esrarı, bazen çektiği tineri, küfür etmeyi, isyan etmeyi bıraktı Ertan.
Ve sağol Sevgili Taner Bey, hep derdin ki bana sen doğruysan, doğru insanlar seni bulur. Ertan’ın doğru insanı Sarp’tı, Ertan’a iyi geldi. Sarp’ın sermayesi sevgiydi, sevgi her şeyi çözüyordu. Sema’nın sermayesi karakterine duyduğu güvendi. Murat İnanç böyle söylerdi Sema’ya, Senin sermayen karakterin. Sema’nın en büyük değeri insanları sevmekti, sevgisi iyi geldi kendisine ve sevdiklerine.
Ancak prensese iyi gelmedi, çünkü prensesi çok fazla sevmişti Sema. Çok fazla iyi niyet gibi, doğru ve yerinde kullanılmayan sevgi de zarar verebiliyordu çoklukla.
Ama çözeceklerdi biliyordu.
Hasretinle Yandı Gönlüm
Sarp bir mektup aldı babasından rüyasında, hayali bir mektup, kimbilir belki de gerçek.
Biliyorum, beni çok özledin. Biliyorum gecelerin bir yerinde neden ve nasıl olduğunu bilmeden bir şey uyandırdı seni, anlam veremedin, uyumak istedin, uyuyamadın Acaba babam mı geldi, geldi de omuzuma şöyle bir dokundu ve uyan oğlum mu dedi diye düşündün. Sonra beni göremeyince üzüldün, kalktın, balkona çıktın, bir sigara yaktın, üşüdün ama içeri girmedin canım oğlum.
Hani hep merak ettin ya, en kötü olaylarda seni ve ailemizi bir şeyler korudu ve neden korudu bilemedin ama sen zaten bunu biliyorsun, seni ve diğerlerini koruyan bana olan sevginizdi canım oğlum. Hiç bitmeyecek, sonsuza kadar sürecek olan sizde ve bende hep olan o değerli sevgimiz ve bir aradayken mutluluğumuzdu canım oğlum.
Ben biliyorum ki en sıkıntılı durumlarda babam burada olsaydı bunu istemezdi, böyle yapmamı istemezdi, o bize çok şey verdi, bizimle kaldığı kısacık süre içinde mutlu ve huzurlu bir yaşam verdi diye düşündün.
Sen mutluysan ben de mutlu ve huzurluyum. O yüzden işte o yüzden acılı şarkılarda lütfen acılara dalma, bir şarkıcının hasretle gönlünün yanmasına dayanamamazlık yapma ne olur, biliyorum sen bana hasretsin, ben sana hasretim, ben size hasretim, doyamadık diye düşünüyorsun ama bazen kısa bir ömre o kadar çok şey sığar ki ve biz bir aradayken o kadar çok mutluluk biriktirdik ki, bu sana ve hepimize bir ömür boyu yeter canım oğlum ve bir ömür boyu bir arada olup da mutluluk biriktiremeyen o kadar çok insan var ki.
Seni çok sevdiğimi zaten biliyorsun ve ben biliyorum ki sen de benim yetiştirdiğim gibi çok güzel bir cocuk ve veya çocuklar yetiştireceksin, senin gibi ışıl ışıl, gülen, dürüst, onurlu, haksızlıklara karşı savaşan ve ayakları üstünde duran sağlam bireyler.
Ve üzülme, beni rüyalarında görmediğin için üzülme ben senin hep kalbindeyim. İsyan ettin biliyorum, yerinde olsam ve bunları yaşasam ben de aynı şeyleri yapardım canım çocuğum.
Hayat zor canım oğlum, bunu bizzat ve erken yaşta yaşadın ve gördün, bu kadar erken hayatı tanımanı istemezdim ama bazı şeyler oluyor, ne yaparsın, bu kader değil, ama ne bilmiyorum. Şunu bil ki zaten biliyorsun seni çok seviyorum ve seninle gurur duyuyorum, İleride yapacağın çok güzel şeyler olduğunu da biliyorum ve yine söylüyorum seninle gurur duyuyorum. Seni çok seviyorum.
- Kazandım Sema abla, konservatuar sınavını kazandım.
- Bu çok güzel, çok sevindim, seninle gurur duyuyorum.
Artık Sarp için yeni bir dönem başlıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.