- 782 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk Ruhumuzdaki Asil Yalnızlık!..
Bir kıyım öyküden yola çıkarak hem yıllar öncesine bir nebze yolculuk, hem de sizlerle aşkı, sevdayı ve özetle hayatı konuşacağız. Amacım sizi biraz düşündürmek, yeri geldikçe güldürmek, hatta hüzünlendirmek. Öyküler hepimizin öyküsü, hepimizin hikâyesi ve sonrasında da bizlerin coşkusu, sevinci ve yaşam kilometresi anlayacağınız.
Bir zaman önce, aşağı yukarı 10 yıl kadar evvel yaşadığım bir olayı sizlere aktararak sohbetimizi ilerletmek istiyorum. Küçücük sepetinde pil, oyuncak, jilet, tespih, radyo, tırnak çakısı v.s. gibi şeyleri satarak para biriktiren BAKİRE’nin (Süleyman)’ın hikâyesi bu. Her satışa çıktığı gün gazetemize uğrar, keyifli esprilerimize figüranlık yapardı. Saf yüreği, temiz kişiliği ve cömert insanlığı ile o hepimizin bildiği kişilik, hepimizin bir şekilde tanıdığı insanlıktı.
Onunla olan dostluğumuz çok uzun yıllara dayanırdı. Paranın hesabını bilmez, ne verirseniz alır, toptancılardan elde ettiği öteberiyi sermaye yaparak satışa sunar, elde kalan değerlerle yaşama sarılır, ertesi günü taşıdığı sermayesiz umuduyla hepimizin gönüldaşı olurdu. Her gün değişen tezgâhında aradığınız bir şey mutlaka olurdu, gönlünüzden kopan paralarla onu mutlu ettiğinizin farkına varırdınız ve evlilik için biriktirdiği sermayeye katkınızı koyduğunuzu anlardınız.
Onu evlendireceğimizi söylerdi gazetemizin sahibi Ekrem Şen sık sık. ‘Bul bir kız, seni evlendirelim’ derdi. Garibim de inanırdı ve gözlerinin içi gülerdi. Kim ne yapardı ki Bakire’yi! Kim onun o sıcacık dünyasında konuk olurdu!. Hayatın garip ütopyasında Nisan yağmurları da, Eylül hazanları da vardı. Her gazeteye uğrayışında 8 şekerli çay içirirdik ona, ‘Datlıymış’ der yudumlardı ikram ettiğimiz bol şekerli çayını. ‘Hani bana verdiğiniz söz, kız bulacaktınız bana’ derdi sık sık. Bir gün ona, gönlüne bol gelecek, ama ruhunu besleyecek bir aşk bulduk, güzeller güzeli bir kız. Küçücük bir oyunun içerisine onu da alarak anılarımıza o günleri sermaye ettik.
Reklamcı bir kız gelirdi o zamanlar büromuza. Nefis bir güzelliğe sahipti kız. Bir şiirin sözleri kadar asil, bir aşkın partneri gibi soyluydu. Simsiyah gözlerinden aşk fışkırıyordu hep ve yürüdüğü an vakit durmaya gebeydi ve biz o sessizliğin içerisinde kalakalırdık. Onunla anlaşarak Bakire Süleyman’la tanıştırdık. Onu görünce sanki bayılacak gibi oldu ve o saf aklıyla dudaklarından şu söz döküldü: ‘Bu kız beni beğenir mi!’. Gözlerimiz dolu dolu olmuştu, ancak oyun da başlamıştı. ‘Neden beğenmesin Süleyman! Paran var, pulun var, senden iyisini mi bulacak, senden iyisine mi kadın olacak!’ dediğimizde; ‘Benden iyisini mi bulacak, benden iyisini mi bulacak’ deyip onaylamıştı bizi.
Hep öyle yapardı işine geldiği şeyleri tasvip etmesi gerektiğinde. O saf yüreğindeki gülücükleri etrafa dağıtarak, 8 şekerli çaylardan çürüyen dişlerini altınlarla, gümüşlerle kaplatarak bir anlamda asaletine asalet ilave ederdi kendince, yorgun yüreğinin zaman dişlilerinden kopardığı dostlukları bizlere iade ederken. O ay parçası kızla tanıştıktan sonra ve onunla bir çay sohbetine koyulduğunda farklı resimler yakalamıştık. İnsan yüreğine farklı bir gündü o gün. Ertesi gün yine buluşacaklardı ve Süleyman traş olarak gelmişti gazeteye. ‘Hani yavuklum!’ diye soruvermişti. ‘Yavuklun düğün hazırlıkları yapıyor. Az sonra gelecek’ dediğimizde de o kara gözlerindeki sevinç gerçekten görülmeye değerdi.
Çingene Sevda’yı yazmıştım o günlerde bu aşkın uğruna. Süleyman’ın partneri siyah bakışlı Ayşe de ağlıyordu bu şiiri okuduğunda. ‘Keselim abi’, ‘Ben devam edemeyeceğim’ diyerek adeta yalvarıyordu. Oyunun finaline geldiğimizi biz de biliyorduk, son bir perde kalmıştı geriye ve biz o perdeyi de oynamak için öykünün kahramanlarını bir kez daha buluşturduk.
O çıtlık ağacının altında tekrar buluştuklarında şöyle demişti Süleyman; ‘Gız Ayşe. Ben durumu anama anlattım. Düğün hazırlıklarına başlayalım. Ağırlık olarak ne istersin, birikmiş biraz param var. Davulcu zurnacı da bulurum ben. Sana bir gelinlik bakalım’ dediği an kopmuştuk. Ayşe gözyaşları içerisinde geriye döndüğünde bakireye oynadığımız oyunun farkına vararak buna bir son vermiştik. Her gün geliyordu Süleyman. Sevgilisi, yani Ayşe artık yoktu. O olaydan öyle etkilenmişti ki, bizi bile ziyaret etmek istemiyordu.
Yılları geriye sarınca bu olayın bir anıdan öte, yaşamın içerisindeki gerçeklerden biri olduğunu anlayabiliyorsunuz. O yine bu kentin sokaklarında; ‘Kızılcık varrr’ diyerek tepsisindeki onurunu satıyor. Gülen gözlerindeki yakınlık, parmağındaki sevgi halkasıyla öylesine bağdaşıyor ki, bizler onu her gördüğümüzde bu anıyı hatırlıyoruz. Büromuzu üst kata taşıdığımız için sanırım biraz yılların yorgunluğu, birazcık da gönül kırgınlığı ile bizlere uğramıyor. Ama biliyoruz ki, aklı hep Ayşe’de, hep o Çingene Sevda’sında!..
Sevgiyle.
selahattin Yetgin