Dut Gölgesi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Uyuyarak geçiyorum öğleni, ikindini, akşamı, yatsı ezanıyla dönüyorum eve.
Uyuyorsam da çalışıyorum aslında; saat başı uyanıp su çeken motorun deresini kontrol ediyorum, derenin ördeklerini kovalıyorum, sprinter adını verdiğim cardın’ın dere kenarındaki yuvasının etrafını koklayışını seyrediyorum. Dere kenarındaki karaözer incirin meyvelerini kontrol ediyorum, kime nasip olacak acaba diye soruyorum yılın ilk çiçek inciri. Derenin yukarısındaki bentleri de kontrol ettikten sonra, ayağımı tozuta tozuta varıyorum fıstık tarlasın başına. Yağmurlama serçelerini kontrol ederken ayaklarım çamura beleniyor, gömleğim sulanıp cıbılım çıkıyor. Tıkanmış yağmurlama fıskiyelerini temizler, fıstık hatlarının arasından, zıplaya zıplaya varırım tarlanın takımında, tepenin eteğinde tek başına duran, babamın kökünü toprağa sokmuş olduğu dut ağacının gölgesine. Küçük gölgesinde yüzlerce hayvanata serinlik verir, bu beş altı yaşında ki dut ağacı. Gelir yaslanırım gövdesine dut ağacının, karıncaları rahatsız ettiğimin farkına varır ayağa kalkar, ıslak gömleğimi yere doğru sarkan bir dalına asarım dutun. Ilık ılık bir rüzgâr eser gömlek, dutun yapraklarıyla sallanır, hemen kurur. Her zaman dutun çotunda sakladığım küçük, çiçek desenli yastığımı ve yine her zaman dutun gölgesinde duran kafam kadar taşı alırım, kendime yastık olacak şekilde yerleştiririm toprağa. Topraktaki çukurlukları düzelttikten sonra belimi toprağa koyarım, başımı taşın üstündeki yeğenim kokan yastığa yavaçcarak yaslarım. Sessiz ve hareketsiz durarak dizimdeki ve tabanımdaki sızıltının dinmesini beklerim. Ben bu durumda iken, bir sürü serçe öğle sıcağında biraz dinlenmek için konuk olur, başımın üstündeki dutun yeşil dalları arasına cıvıltılarla. Sızılarımı hissetmez olup, düşüncelerim düş ile gerçek arasında gidip gelirken, serçeler büyük bir hışırtıyla kalkış yaparlar duttan, yalnız birisi atmacanın pençelerindedir. Ne sesi olursa olsun sessizlik daha iyidir. Havada ayaz havası bulutsuzluk ne de güzel, ay Ğavurdağı’nın üstünde tüm tüs duruyor şimdiden. Kuzeyde Toros’lar, hala kar mı, var yücelerinde ne?
Uyandığımda yüzüm güler. Bir iki saat uyku beni yeşertir. Hemen kalkmaz beklerim, önce su çeken traktörün sesini duyarım, sonra tık tık dönerek tarlaya yağmur yağdıran serçelerin sesini. Bu iki ses işler yolunda diyorsa, kaparım gözlerimi. Çatarım kaşlarımı yüzümü güldüren rüyayı ararım zihnimde. Gördüğüm rüya, tekrar uyusam devam eder mi acaba gibi sorular sorarken rüyam, kapalı gözlerimde canlanır yeniden. Kendime anlatamam rüyamı.
Otobanda birbirlerini korna ile selamlayan otobüslerin biri İstanbul’a gider, diğeri İstanbul’dan gelir. İstanbul yolunda, Pozantı’ da kaptanımız mola vermeyeli ne kadar oldu? Aslında böyle iyi ne gerek var rahatsızlığa.
Yine eser bir rüzgâr, bu kez Burnaz yönünden eser, tuz kokar. Bu dut ağacının gölgesinde rüyalar insanı uzaklara baktırır… Vaktin geldiğine karar verdiğimde kalkar, sulanan toprağa girerim, ayaklarım bileklerime kadar çamura batar, tarla sulanmıştır. Dut ağacına döner, yastığımı yanıma alırım. Ayaklarım sıcak toprakta yana yana traktörün yanına varır traktörü sustururum. Derede ayaklarımı yıkar, terliğimi giyer, incir ağaçlarına göz gezdire gezdire eve yollanırım.
YORUMLAR
Emrullah Bey, öncelikle aramıza hoş geldin. Ta uzaklardan tanıdığım toprak kokusunu getirdin. Toprağı yastık yapıp uyumayalı yıllar oldu. Şu an hiç bir şeyde gözüm yok. Öğle sıcağında topraktan bir yastık yapıp, bulgur bulgur terleyerek uyumak istiyorum. Yazın beni maziye götürdü. Çok beğendim.
Teşekkürler paylaşım için.
selam ve saygılar.
Doyduğun yer değil oralar bilirim ama doğduğun yerdi seninle birlikte bu yazıda benim de gidip görüp sevdiğim. "dut" kelimesinin çok fazla yinelenmesine gerek yoktu çünkü zaten çok güzel çizmişsin tasvirlerle yazıdan bir resmi bizim için. Hoş geldin mertoles. Serinledim yine seninle birlikte dut ağacının gölgesinde. Güzeldi...
Hep sevgi...