- 803 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
DELİ BAHRİ 2
. Ayrılışından 11 yıl sonra, Konya’ya giderek, teyze kızı Miyase Hanım ile evlenmek ister. Zor bir yolculuktan sonra, kız evine doğru yürürken, birden bir kalabalık onu şaşırtır. Bu bir düğündür. Ama, onun istemeye gittiğ,i Miyase Hanımın düğünü. Bahri Baba ,bir an bile, tereddüt etmeden, gelini kucaklayıp, gelin atının süslü eğerine yatırır ve atı mahmuzlar. Düğün evi ,neye uğradığını şaşırır, herkes atın bir yerine yapışıp çekiştirir. At, elli adım zor gider ve düşer. Davetliler Bahri Baba’ya vurmakta, gelini kurtarmak için ellerine geçen her şeyi ,üzerine fırlatmaktadırlar. Kafası yarılan, ağır yaralanan Bahri Baba, iyi de bir dayak yer. Sonra, onu bir ağaca bağlayıp, gelini damat evine götürürler. Bir eski sepet parçasına ,ayağı ile ulaşan Bahri Baba iplerini, bunun kamışları ile keserek kurtulur. Artık hava kararmış gelin ve damat zifaf odalarına çekilmek üzeredir. Gelin evinde olan olaylar, unutulmuş, eğlence, oğlan evinde doruğa ermiştir. Yeni saldırı, her tarafı dayak yemekten ,kan revan içinde kalan Bahri Baba tarafından gecikmez. Yine, gelini belinden yakalamış, bir yirmi adım daha götürebilmiştir. Teyzesi geçmişte ‘Miyase senin sözlün’ diye konuştuğuna bin pişman, ablasının yetim oğluna ,hem acımakta, hem de kızının mutluluğu bozulacak diye korkmaktadır. Daha fazla vurmalarına mani olarak, bağlatıp dayısına teslim ederler. Dayı Bey, Meram’a kadar faytonda ellerini çözmeden, ikna etmeye çalışır. Artık gece yarısını çoktan geçmiş, Meram’da bir bağ evinde, elbiseleri ve ayakkabıları alınmış olarak yatmaktadır. Peki, böyle bir aslanı, elbiseleri yok, ayakları çıplak diye durdurmak mümkün olabilir mi? Gece, dayı bey, uyuduğunda elbiselerini de, dayının yatağı altından alamayınca, üzerinde bir tek külotu ve yalınayak, Meram’dan Konya’ya kadar koşarak gidecek ve yeni evlilerin kaldıkları ,zifaf evinin camlarını kıracak , erkek tarafının kovalaması ile, yeniden Meram’a dönecektir. O uzun yolu bilenler ne başardığını tahmin edebilir. Artık Miyase Hanım da hayatında olmayacaktır
. Bahri Baba, beklenmeyen bir şey yapar ve Konya Muallim Okulu sınavlarına girerek, başarı ile kazanıp muallim olur. 2 yıl Konya’da, Muallimlik yaptıktan sonra yüksek maaşla REJİ memurluğuna geçer. Burada evlenmiş ve 5 çocuk babası olmuştur. 8 yıl’ın sonunda birinci karısı, Tüberküloz’dan ölmüş, cenaze işleri için reji memurluğunu iki günlüğüne bırakarak, eşinin ölüm işleri ile uğraşmaktadır. 3.gün döndüğünde, yeni bir facia Bahri Babayı beklemektedir. Memurluğun, para kasası kırılarak soyulmuş ve üç yüz lira yok olmuştur. Bunu, gurur meselesi yapan Bahri Baba, elindeki her şeyi satarak parayı yerine koyar. Ama onun yokluğunda olan bu olay Bahri Babayı çok incitir. Şüphelendiği birkaç kişiyi fena halde döver. Fakat, yapılacak bir şey yoktur artık.. Parayı yerine koyup buruk bir şekilde istifa eder. Beş çocuklu, böyle bir adamın yalnızlığı, üstelik cenaze sırasında olan, bu olay onu yıkmıştır. Cenazeyi gömdüğünün 52.günü, Babaannem İffet Hanım ile evlenir. Çok genç bir kızdır İffet. Babaannemin Babası İsmail Efendi, onun Babası Abdullah Efendi (dedemin amcasıdır) Babaannemin Annesi Zahide Hanım, Zahide’nin annesi Azime Hanım, Azime Hanımı babası Bosna Valisi Nurettiin Bey, Azime Hanımın eşi, Hazinedar Ahmet Bey’dir. Babaannemin erkek kardeşi, Şehit Yüzbaşı NAİL Bey’dir. Bu yüzden küçük amcamın ismi Nail konmuştur. Bahri baba 1912 yılında Niğde Devlet Hastanesi’ne, müdür olarak girer, burada 6 yıl çalıştıktan sonra, asıl mesleği olan idareciliğe ,1918 de geri döner. Okuduğu bölüm, Kaymakam dengi olan,, Nahiye Müdürü yetiştiren bir branş iken sırf otoriteye baş eğememesi yüzünden yılarca uzak durduğu Nahiye Müdürlüğüne Hoyran’da başlar. 1919’da Antalya hapishanesi müdürlüğüne atanır. Bahri Baba, Antalya Hapishanesi Müdürü iken, 28 Mart 1919’da, İtalyan işgali başlar. Babama anlattığına göre; Antalyalılar, İtalyanları, beyaz kıyafetli kızların,ellerine çiçekler vererek ve başlarında imamlar olduğu halde, kayıklarla denizden karşılamışlardır. Öyle ki, üzerine doğru yüzlerce kayığın geldiğini gören, İtalyan işgal Komutanı, General Cano Aleksandra korku ile bu karşılayıcılarına makineli tüfeklerini mevzilendirmiş, gemi toplarını tevcii ettirmiştir. Gelenlerin, imam ve genç kızlardan oluştuğunu ve kendilerine çiçek uzattıklarını görünce utanarak çikolata ve sakızlar attırmıştır. Antalya’nın tarihi limanı bu karşılamadan muhakkak ki çok utanmıştır. İlk defa düşman, silah patlatmadan karşılanmaktadır. Ama Hamitoğlu Dündar Bey’in kemiklerinin, sızım sızım sızladığını, mezarında rahatsız olduğunu, Bahri Baba iyi biliyordur. Babama, subay çıktığı günlerde, hasta yatağında ‘Hayatımda Türk’ün düşmanını ,çiçekle karşılamasını görmek kadar, beni hiç bir şey utandırmadı’ demiştir. Böylece Bahri Babanın ceddinin kanla aldığı bu topraklara düşman dost maskesi ile ve vukuatsız ayak basmıştır. İşgalin ilk ayı içinde, durumu kabullenemeyen Bahri Baba, kendisine, bir lider olarak inanan Antalya Hapishanesinin mahkumlarından birlik oluşturmuş, bu birliğin silahları ve cephanesi jandarmalardan temin edilmiş, az sayıda Antalya’lı, infaz memurları ile jandarma müfrezesinin’de katılımıyla, ilk mukavemet örgütü kurulmuştur. Nisan 1919 sonlarına doğru, bu milis gücü ikiyüz mevcudu bulmuştur.
Şimdi sıra ilk kurşunun sıkılmasına ve direnişin başlatılmasına kalmıştır. İlk kurşunu atmayı, kimseye bırakmayan Bahri Baba, Hapishaneyi boşaltınca başlayan direniş üzerine, gönderilen İtalyan Bölüğünü, pusuya düşürmüş, ancak içindeki sonsuz merhamet ve yiğitlik duyguları ile, Bölük Komutanı Yüzbaşıyı öldürmek yerine, sadece bacağından vurmuştur. ’Neddin Müdür? Gebetivemedin gavırı’ diyenlere, ‘Civanı mert, bi zabıt idi, gıyamadım gavıra’ cevabını vermiştir. Kısa bir müsademe ile ,İtalyanlar püskürtülmüş olup, Kepez, Döşeme Mahallesi ve eski Isparta yolu kavşağı,10 gün kadar Bahri Baba Müfrezesinin elinde kalmıştır. İtalyanlar ,daha sonra bu mukavemet cileri, savundukları yerden atamayınca, bölgeye ağır top ve makineli tüfeklerle takviyeli birlikler getirmişler, uzun direnişi, epey zayiat verdikten sonra, çok zor kırmışlardır. Bölgenin maki ve orman oluşu ve bombardımanda tutuşması, mukavemetin kırılmasıyla sonuçlanmıştır. Ancak bu direniş, ne yazık ki başka grupların katılımı olmadığı ve İtalyanların düşman gibi görünmemesi nedeniyle, sadece kepez bölgesinde olmuştur. Bahri Baba’yı, Kepez’den atan İtalyanlar daha önce çikolata verdikleri gençleri yakaladıları yerde döverek bu direnişin intikamını almışlardır. Ama bu direnenler ; ne şehit ne yaralı, ne malzeme, ne de silah, teslim etmemişlerdir. Isparta’ya çekilirken sırtlarında yaralı arkadaşlarını da getirmişler, şehitleri ise, düşman ellerine bırakmadan, defnetmişlerdir. Burada, Bahri Baba’nın idareci kişiliği büyük rol oynamıştır. Bahri baba bu çekilişten sonra Isparta Sütçülere, Nahiye Müdürü olarak atanmıştır.
Sütçülerde, o yılların en büyük belalısı Eşkiya Kosat yaşamaktadır. Çok kibarca ,evinize bir haberci gelir ve Kosat Efe’nin, selamlarını sunar. ‘Efem diyor ki ,yirmi lirayı köy çıkışındaki çeşmenin taşına bıraksın’. Sıkı mı bırakmamak, oğlunuzun cesedini yolda bulur, getiriverirler. Sütçüler halkı, Bahri Baba’nın tayini ile ümide kapılmış, jandarmalar aldıkları sert emirle, Kosat’ı boş bir tarlada sıkıştırmışlardır. Sütçüler dışındaki müsademeye, Bahri Baba, atını dört nala sürerek gider. Ne yazık ki bir jandarma eri şehit olmuş, diğerleride korku ile yerlerinden kıpırdayamamaktadırlar. Büyük bir tarlanın içinde, taş yığınlarına siper almış olan Kosat, durmaksızın ateş etmekte ve yeni gelen müdüre küfür etmekten geri kalmamaktadır. Bahri Baba önce nasihat ta bulunur,cevap yine küfürdür. Kosat bir kümeden diğerine yer değiştirirken, Bahri Baba’nın filintası ile attığı tek mermi, Kosat’ın göğsünde paralanır. Kosat, yanına gelen Müdürün yüzüne, can havliyle gözlerini son defa açarak bakar. ‘Bana sıkacak kadar cesurmuşsun’ der ve son nefesini verir.
Kosat’ın cesedi, iki gün Sütlüce Meydanında, halka teşhir edilecek, burnunu ve kulaklarını gece köpekler yiyecektir. Çetesi ise, kendiliğinden dağlara kaçarak dağılacaktır. Kosat’ı gömmek için gelenler, burnu ve kulakları olmayan, bu cesedi, başlarını başka tarafa çevirerek taşıyacaklardır. Sıra Avşar’a gelmiştir. O sıralar Avşar, asker kaçaklarının çok olduğu, cepheden kaçma yolu üzerinde olan bir yerdir. Bir gün, Müdürün odasını basan kaçaklar, Nahiye’ye yaklaşmakta olan bir kalabalığı Demirci Efe Kuvvetleri zannederek Bahri Baba’yı sıkıştırırlar. Başına, silah dayayarak ‘Demirciye ,mektup ney yazan haa’ diye tehdit ederler. Çok korktukları, Demirci Efe, girdiği yerde ,bu gibileri hemen asmaktadır. O sırada ,koşarak gelen bir çocuk, ‘Gelenler Muhacirler’ diye bağırır. Muhacir demek soyulacak insan demektir. Müdürü bırakıp, gelenlere koşarlarken Müdür, Nahiye’nin firar etmemiş, son kalan, iki jandarmasını alıp ,gelenleri soyulmaktan kurtardığı gib, kaçakları da yakalamaya muaffak olur. 1918 yılında yine Hoyran’ı haraca bağlayan bir eşkiya çetesi, gece evleri dolaşıp para toplamakta, gündüz ise küçük bir göl kenarındaki sazlıklarda uyumaktadır. Sazlıklara giremeyen köylü, eşkiyanın yerini tahmin ettikleri halde, yakalanmasını sağlayamamaktadırlar. Bahri Baba, tek başına, filintasını kuşanır ve eşkıya köyde iken ,O, sazlığa giderek, beklemeye başlar. Sabah, eşkıya yataklarında yatan Bahri Baba’yı görünce şaşırır ve hemen hepsi silahlarına davranır. Ama, Bahri Baba çok daha hızlıdır. Tek mermi ile, sağ omuzundan reisi vurarak, bütün eşkiyayı teslim alır. Hoyran yılgın ve ümitsiz günlerini, üzerinden atmış bayram etmekte, Bahri Baba’yı iltifatlara boğmaktadır.
Tarih 15 ağustos 1922; Bahri Baba ,Avşar Nahiye müdürüdür. Avşar’a kalabalık maiyeti ile iki komutan gelir. Bunlar, Garp Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) ile Süvari Grubu Komutanı Refet/Bele)’ dir. Bahri Baba hemen yakındaki evine haber salar, bulgurlar tencere tencere dökülür, gelen Mehmetçiklerin karnı doymalıdır. İsmet’in son tavukların kesilip kaynatılmasına içi tahammül etmez ‘Yeter Müdür, çocukların rızkını kestirme’ diyecek olur ‘.Zaten çocuklarım için kestirdim Paşam’ der . O kadar askere yetece, ne tabak nede, kaşık vardır. Çapraz olarak üst üste konan lavaş ekmeğinin içine, pilav konup üzerine tavuklar yerleştirilerek servisler yapılır. Pilavda öyle güzel düşmüştür ki :15 Eylül 1922 de İsmet Paşa ,teşekkür için yeniden uğradığında ‘ Tadı damağımda kaldı Müdür’ diyecek ve Babaannem yeniden bulgur pilavı yaparak, ikramda bulunacaktır. İsmet Paşa, Nahiye’nin derme çatma, mobilyalı odasında, önünde oturmayı red eden Müdüre ’ Namını, yüreğini bilirim Müdür. Şimdi beni iyi dinle; Düşmandan kaçırılan ve yurtdışından yardım olarak verilen, 200 ton cephane bu bölgededir. Bulabildiğin her kağnı ile cephaneyi Polatlıya taşımanı rica ediyorum. Ama ,bütün atların ve arabaların orduya teslim edildiğini de biliyorum. Acaba 25 kağnı bulabilir misin? Aslında kağnıda kalmadı köylüde. Sana yardımcı olarak tek bir asker bile veremem. Üstelik taarruz zamanı, çok gizli tutulacağı için harekete geçmene, ancak 2 günlük bir zaman var. Daha önceki bir sevkiyat, harekatı deşifre edebilir. Sana güvenebilir miyim? der. Cevap, Bahri Baba’ya yakışanı gibidir. Esas duruşa geçerek, saygıyla ‘Kimseyi istemem, cephaneyi bana teslim edin ve cepheye varış zamanı bildirin yeter ,Paşam’ diye cevap verir. Kasabada ,Orduya verilen atlar ve katırlar Askere teslim edilmekte ve yola çıkmaya hazır beklemektedir. Müdürün, doru kısrağı, tek imtiyazlı hayvan olarak sahibine bırakılmıştır. Müdür, emiri alır almaz kasabayı toplamış tebliğ etmiştir bile. (İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU)
YORUMLAR
kukurikuu
Yorum ve destağiniz için müteşekkirim
Saygı ve teşekkürlerimle.