- 888 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yüreğimin Nâzım'ı...
Yüreğimin Nazım’ı…
Daha çok sevdiğinde gitmeyeceğim;
Daha çok yanacağım.
Söz veriyorum;
Sen elimi bırakmadan,
G İ T M E Y E C E Ğ İ M !...
Sen gelene kadar Yaz gelmeyecek buralara…
Sen gittiğinde Kış’tı ve ben hiçbir Yaz’la aldatmayacağım gidişini… Gidişin hep soğuk kalacak, hep üşüyeceğim gitmelerinden… Rüzgar gibi eseceksin, başka yönlere, ama ben hep rüzgarındaki soğukluk kalacak…
Her sabah yanaklarımda dolaşan öpüşlerinin izleriyle uyanıyorum… Islak diye mi öptün? Kurusun diye mi öptün? Ne kadar öpsen de, kurur mu? Kurusa bile kalmaz mı tuzlu izleri?... Yeteceğim zannettim Sana , uzaktan da olsa, yetemedim… Kendime azaldığım için yetemedim belki de…. Sen kendinden geçtin de , ben kendime kaldım mı Nazım? Yüreğin yüreğimde değil miydi? Yüreğim şimdi daha da ağrıyor, seni göremeyişimdeki o sonsuz boşluk doldurdu içini… Bu boşluk ağırlaştırıyor yüreğimi, taşınmıyor… Yer değiştirmiyor acının adresi! Hep aynı sızı, azalmıyor!
Kızıl saçlarımı doladım yüreğine… Sarıldım, çıkarma yüreğinden diye. Gidersen eğer, kırmızı saçlarım kan kusar Aşk’a, kana susar, ölmek ister sonra… Gömülmek, kesilmek mesela.. Kanamasın saçlarım, kanamasın yüreğim.. Kan ağlamasın gözlerim.. Sadece kan kırmızısı olsun saçlarım!
Geç kaldım işte sana, ne kadar erken gelmeye çalışsam da bu erkenlik ve bu geçlik yetmeyecek bize. Geçen zaman beni sana yaklaştırdığı kadar uzaklaştırmasının nedeni tam da bu işte… Geç kalıyoruz.. Belirsiz bir zaman diliminde bekliyor bizi ölüm. Geç kalışıma üzüldüğüm biri var işte. Bu üzüntüme seviniyorum. Sessizliğim hep Sensizliğimden… Uykusu kaçtı hep gecelerimin…
Başucumda beklediğin o gecenin sabaha doğuşu ne güzeldi. Güneş geldi ömrüm’e… Güneş açtı kalbime… Ayaklarımı karnımda toplayışım kadardı sana güvenişim… O güvenişim hep kaldı yanımda… Her gece hayalin bekledi beni sabaha kadar yine başucumda… Yorulmadı hiç, hiç uykusu gelmedi gecenin… Ben hep o güvenle uyudum… Bir gün gidersen ben nasıl uyurum? Kar tanesiyken avuçlarında, ısıttın beni, şimdi bir serin damlayım Sol’unda… Düş’en avuçlarında eriyen… Sana gelene kadar ne kadar bulaştım kelimelere, hiçbir kelime eritemedi beni …
Geceler çok soğuk burada, üşüyorum Nazım… Hiç üşenmeden sarsan beni … Sarsan kalbimi… Sensizken yüzüm gülmüyor hiç, gülmeyi istemem ki zaten. Nasıl gülebilir insan yarımken? Sensiz her şey haram bana şimdi… Senin yerine ben kendimi koydum hapise, gözlerim gökyüzünde, sana geleceğim günün hayalini kuruyor… Gökyüzünden bakınca daha bir yakın geliyorsun bana, yakınlaşıyor mesafeler… Bana mı öle geliyor?
Ben de üşüyorum en az yüreğin kadar… Yüreğim hiç ısınmadı sen gittiğinden beri… Buz tuttu, ben tekrar bir kar tanesine dönüşeceğim gece on ikiden sonra, eğer gelmezsen, Tanrı beni gökyüzüne alacak, beraberinde bir melekle… Ben yine yok olacağım… Zaman zaman diyoruz, mesafe, yaşlılık, ölüm diyoruz. Diyoruz da, ya melekler götürürse beni, ya hep yok olursam.. Başka bir ömür de, başka bir mevsim de mi bekleyeceksin beni? Sıram ne zaman gelir bir daha yeryüzüne inmek için? Ne zaman bir daha düşerim avuçlarına, ne kadar eririm bir daha… Kar’a dönüşmeden gel!!!
Yeterince mesafe var aramızda, bir de ayrılık girmesin.. Yoksul kalmasın sevdamız… Bir de kimsesiz… Zaten kimsesiziz… Sen bırakmadıkça elimi, ben hiç gitmeyeceğim Senden Yüreğimin Nazım’ı… Naz’ım, Niyaz’ım…
Bana uzak durma, uzaktan konuşma, uzaktan seslenme! Duyamıyorum sesini… Parmaklıklar ardında da olsa, kulağıma seslen, yüreğime seslen, uzaktan siz’li biz’li konuşmalar yapma bana, yeterince mesafe yok mu aramızda? Senin yolların bana uzak gelmedi hiç, çünkü insan sevince hele hele Pirâye sevince Nazım’ını bekler bin yıl hapiste de olsa… Sevince uzaklıklar yakın olmaz mıydı? Öyle dememiş miydik? Mesafelerden korkmayan sen, ne oldu yüreğine? Şimdi sen mi laf etmeye başladın mesafeleri? Asıl mesafeler yürekle ölçülmez mi? Dünya dediğimiz ne kadar bir yer? Ve Nazım kaç tane var?
Sayıyorsun ya hani beni görmediğin günleri, o günler benim sayamayacağım kadar çok fazla.. Sensiz bir saatim kaç satıra eşdeğer bilir misin?
Gitmiyorum ben bir yere ! Sen kovana kadar gitmiyorum… Gidişlerini sildim hafızamdan, gelişlerini ezberliyorum şimdi… Bizim gidişimiz bile ölüm ölüm kokar.. Gitmeyelim… Bitmeyelim.. Sen elimi bırakana kadar yok olmayacağım söz veriyorum… Sen elimi bırakana kadar bırakmayacağım yüreğini avuçlarımdan… Ölme ! Ölmene gerek yok, ben varım…. Sen gidene kadar söz veriyorum Ö L M E Y E C E Ğ İ M !....
Yüreğimin Nazım’ına….
YirmiYedi-Şubat-İkiBinOnİki-18:45
Nevin Akbulut
YORUMLAR
“Daha çok sevdiğimde gideceksen;
Şimdikinden daha çok yanıcam..
Bi’gün gerçekten gidersen,
’Söz’
Gidişini de sevicem...”
Gelmediğin sabahlar , çok bağrışlı bir hüzünle uyanıyorum. Yanaklarımda geceden başlayan yağmurun izleri. Kendimde değilim, yani beni unuttuğun yerdeyim. Üstelik kendimden geçmişken seni de bulamıyorum. Göğsümde ki bu ağrı da senden kalma, yüzün değmiyor diye. Çok hüzünlü bir özlem / bir tek çok sevende güzel dururmuş. Aynaya bakamayışımda bundan. Garip ama, hüznüme yakışan bir mutluluk sevmek. Yan yana dururken fark ettim, yanına yakıştığımı. Böylesi daha güzeldi. Hiçbir el tutuşması ayrı geçmiyordu.
Ne zamandır penceremin önünde ki yol da duran çakıl taşlarını sayıyorum. Gelişini beklerken zaman ancak böyle geçiyor. Geçen zamanın seni bana yaklaştırdığını düşünürken bir o kadar da uzaklaştırdığı hissi düşüyor aklıma, yüzüme, içime. Kısıtlanıyor zaman. Çünkü ölüme ayarlı birer saatiz. Zaman geçtikçe birbirimizden koptuğumuzun farkında olmadan yaşıyoruz. Çocukluğumun bayram sabahına benzeyen gelişini beklerken buda geliyor aklıma. Geç kalışlarım, zamansızlığım ve ölümüm. İçimde sessizlik. İçimde sensizlik.
Başucunda beklediğim gecenin kırıntıları var hala üzerimde. Göz göze gelişlerimizin yorgun uykusuz saatleri. Söylenmedikçe hiçbir anlamı olmayan kelimeler taşıdım onca zaman ceplerimde. Boş yere, anlamı yokken, anlamsızken bütün beklemeler. Sonra sen bir gece gökyüzünden yere inen bir kar tanesi gibi usulca düştün sol’uma. Ve ceplerimde taşıdığım kelimeleri çıkarıp tek tek sana söylemeye başladım.
Gecenin hiçbir saatinde uyumama telaşından yüzümde ki derin çizikler. Yokluğunla varlığının arasında ilerleyen saat tik-takları arasında geçiyor bütün ömrüm. Kendimden on yaş daha yaşlandım bugün. Bu sabah uyandım,yerin boş. Üşenmedim, senin olmadığın boş odaları aradım. Bulamayınca üzüldüm. Uzaklığın, saçlarına dokunamayışım. Böyle bir ağırlık hiç binmedi omuzlarıma, hepsi birden ağır geldi. Taşırım dedim kendime sana ait olan her şeyi.
Nasıl özledim teninde anne kokusunu. Böylesi bir sana yakışırdı zaten. Uzaklarda artık karşıma geçip izlediğin gözlerim. Şikayet değil bu ama; ben hep böyle özleyecek miyim seni.
Nasıl acıyor yüzünün değmediği her yanım, nasıl kırgınım, nasıl öksüz, sensiz...
Bugün şubat. Bir şarkı var dilimin ucunda, söylemekten kırıldığım. Biraz yağmur sadece. Hepsi bu kadar demek isterdim. Gördüklerin de demek isterdim ama göremediğin şeylerdi onlar, gözyaşlarım yani. İçime düşen, içime kanayan. Yalınayağım bugünlerde. Buz gibi keskin bir soğuk tenimde. Üşüyorum.
Evet, haklısınız demek isterdim. Defolup gitmeliyim. Siz diye hitap edip, göz uçlarınızda kendimi intihar etmeliyim. Ölmeliyim. Yaşamak size verilmiş bir hediye olmalı. Bana düşen acılarınızın üzerinden geçmeliyim yalınayak. Ya da bir şarkıyı başa sarıp, yaşamak için ne güzel bir gün deyip, ölmekten vazgeçmeliyim. Hayaller anlıktı oysa. Ve ben boğulurken elini uzatmak yerine sessizce izlemeyi seçtin sen.
Gözlerinize dokunmayalı, teninizi izlemeyeli, saçlarınızı öpmeyeli ‘altı gün dört saat’ olmuş olmalı şuan. Ben ki sana böylesine yanmalı mıydım, böylesine tutsak. Oysa benim yollarım sana hep uzak, hep tuzakmış. Giremediğin aydınlık bir yola, ben gözlerimi kapatıp girmeye bile razıydım. Sizin için ölmeye bile razıydım. Kendi isteğimle, kendi özgürlüğümle.
Sokak lambalarının aydınlatmadığı bir sokaktan geçerken, gözlerini kendime yol bilip çıplak mutluluklarımla gelmiştim sana. Acılarım en derinlerde saklıydı. Görünce üzülme diye. Oysa benim içime gömüp yakındığım bir aşk acım olmadı hiç. Ve korkularımda olmamıştı. Seni gördüğüm gün başlayan bir korkuya şimdi şuan eşlik eden bir aşk acısı var içimde, yüzümde, gözbebeklerimde.
Tenimde iz bırakan tırnak yaralarınızın üzerinden geçiriyorum parmak uçlarımı. Her birinde ayrı bir acı, ayrı bir soluk. Ve sevişme sahneleri gözlerimin içinde. Bıraktığın ellerimden başlıyorum kendimi terk etmeye ve bu şehri, hiç görmediğin sokakları ve insanları. Herkesten çok yalnızdım oysa. Ve kimsesizliğime seninle bir isim bulmuşken, yalnızlığıma yeniden bir isim arıyorum. Sözlükten ve dağarcığından kaldırmanı istediğim kelimeleri, başka birimi yerleştirdi oraya. ‘Gitmek’ için mi gelmiştin yani. Farkında değilsin tenime batırdığın kızgın demirlerin canımı nasıl acıttığının.
Yirmibeş yaşımın verdiği bir acı bu, ya da her neyse…
Kalabalığında adımlarımın çoktan silindiği bir kentte tanıdım seni. Öyle sevdim. Uzun ve soluksuz. Martı çığlıklarını melodi yapıp sana dinletirken yüreğimi kıyılarına çoktan demirlemiştim bir daha açılmamak üzere. Ve şehrin tam göbeğindeydi, ayaklarının dibine çöküp seni sevdiğimi söyleyişim. Şimdi katran gecelerin nefessizliğinde boğazıma tıkanan bu hıçkırıklara bir çare bile bulamıyorum. Sana gelirken senden gidebilecek tüm cesaretlerimi ateşe verdim. Bütün kirli geçmişimi temize çekerek. Gittin mi? Terk mi ettin şimdi bu dışı kalabalık yalnızlığımı! Hani bu şehir en çok da sen varken kalabalıklaşırdı ya, şimdi ne yana dönsem, herkes senden ayrılmış gibi.
Nazım’ın Piraye’yi sevdiği kadar kim sevdi ki seni…
Bu durakta bunca zaman seni bekledim yalnızca. Hiçbir gelenin arkasından gitmeden. Ve it gibi titreyerek, üzerimden geçen bütün mevsimlerin altında durmadan adını sayıkladım. Uzak iklimler ısmarlayamıyorum artık dudaklarıma. Nerede bir kış varsa, ben oradayım. Dudaklarıma değen bütün izmaritlerde yokluğunu çekiyorum içime.
Ah Kadın! Bu şehir sen yoksun diye sessiz biraz da. Hiçbir yüz sana benzemiyor. Ayrı yerler de uyanıyoruz. Ayrı şehirler de.
Git mi dedin yoksa gidiyorum mu? Kim siler şimdi yanaklarıma sinen bu acının gözyaşlarını. Boğazıma yapışan özlemlerime kim bir bardak su verir ki? Ne yani, bu kadar mıydı? Bu muydu? Öl mü dedin?
Öldüm…
Özgür Havuz tarafından 3/6/2012 5:31:44 PM zamanında düzenlenmiştir.
Kıpkırmızı
Asena Gülsüm tarafından 10/15/2012 9:07:11 AM zamanında düzenlenmiştir.
Özgür Havuz
İyi okumalısın bence...
Kıpkırmızı
Bazı yerleri bilerek ve isteyerek o şekilde, böldüm, çarptım, çırptım...
Bakış açısı tabii...
Yorumunuza teşekkürler,
Asena Gülsüm
(Örneğin burada ilk virgül bulunmamalı...)
Geçen zaman beni sana yaklaştırdığı kadar uzaklaştırmasının nedeni tam da bu işte…
(Burada geçen zaman değil geçen zamanın olursa anlatım bozukluığunu düzeltirsin.)
Başka bir ömür de, başka bir mevsim de mi bekleyeceksin beni?
(Burada de ekleri bağlaç değildir ve bitişik yazılmalıdır.)
Sonuç itibariyle yazının hepsi için bunu yapamam, sen yapmalısın! Sana söylediğim şey bir eleştiri, yapıcı olan bir eleştiri. Seni herkes pohpohlar seni herkes yere göğe sığdıramaz. Ama ben, bana yapılan eleştirilere değer veririm ve hatamın nerede olduğunu sormayı tercih ederim. Savunma almam...
Ha söylemem gerekiyorsa, erkek arkadaşımla biz birbirimize bu eleştirileri sürekli yaparız ve gelişme kaydetmemize sebeptir bu. Yazına değer vermişim, okumuşum, senin iyiliğin adına gelişme göstermen adına eleştirmiş düzeltirsen iyi olur demişim. Ama rahatsızlık verdiysem, tekrarlamam.
Bu arada sayın Özgür, kelime hatası kelime hatasıdır. Mecaz başka şeydir ki o yazıdaki mecazları anlayabiliyorum; ben de yazıyorum çünkü; kelime hatası ek hatası vs. başka şeydir.
Hoşçakalın