- 2245 Okunma
- 29 Yorum
- 0 Beğeni
HEPİMİZİ KANDIRDILAR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Orada bir kız var. Güneşe dönmüş yüzünü. Belki de kendisi güneş. O bile bilmiyor. Yanıbaşındaki ihtiyara bilmediğim dilden türküler söylüyor. Sesinde titrek bir sabah. Uyanışların en gücü ve en isteksizi biraz da. İhtiyar eliyle kovalıyor yüzündeki sinekleri. Göz çukurunda birikmiş birkaç damla yaş var. Durup durup gülümsüyor arada. Kız ihtiyarın sararmış bıyıklarına bakıyor. Sonra dönüyor tezgahına. Elindeki çömleğe boynu kıvrılmış bir lale çizecek az sonra. Türküsü bitsin hele…
Tepede bir grup atlı görünüyor. Daha doğrusu sarı bir toz bulutundan başka hiçbir şey görünmüyor ama nal seslerinden anlaşılıyor atlıların geldiği. Sağda solda kim varsa elindeki işi bırakıp bir araya toplanıyor. Yüzlerinde derin bir tevekkül var.
Süvariler atlarının başlarını onlardan yana çeviriyor. Şimdi gökyüzüne, tepedeki yorgun atların soluklarından bir bulut yükseliyor.
Bunlar gökten indiler bir gece vakti. Kişneyen atlarını köyün başındaki tepede şaha kaldırdılar. Ay arkalarında durdu en büyük haliyle. Dev gibi dört alaca at ve onların üzerinde dört süvari silueti…İlk gelişlerinde hiçbir şey demeden gittiler. Aya doğru sürdüler atlarını ve kıraç ufuklarda toz duman içinde kayboldular.
İkinci gelişlerinde içlerinden bir tanesi gürz gibi bir sesle kükredi köye doğru:
“Ant olsun ki, biz sizi bilenlerdeniz!” Yine ilk geldikleri gece gibi koca bir ay vardı arkalarında. Huysuzlanan atlarını dizginleyip durdular tepede. İçlerinden biri daha kükredi biraz sonra:
“Biz sizin aydınlık sabahlarınız ve ebedi koruyucularınızız!”
İhtiyar holtenin eğri kemikleri ısındı bu sözler üzerine. Onlara inananlardan oldu. Muhtar şüpheyle baktı süvarilere. Kim bu tepede hayırlar vadettiyse onlara, ardından kan ve ızdırap geldi sonra…Çocuklar hiçbir şey düşünmediler. Yalnızca alaca atların uçuşan yelelerine baktılar hayran hayran. Biraz daha gençler, tozun ve kuraklığın olmadığı yemyeşil bir kasaba hayal ettiler.
Süvariler gözden kaybolurken köy halkı tedirgin bir tartışmanın içine düştü. Muhtar bir kütüğün üzerine çıkıp ahaliye seslendi.
“Ey benim fukara köylüm! Tepede gördüğünüz her muştuya nasıl inanırsınız? Unuttunuz mu ölülerimizi? Gidip dönmeyenlerimizi? Ant olsun ki, ben bu sefer onlara inanlardan olmayacağım.”
Holte hırkasının iç cebinden çıkarttığı mendille ağzının kenarlarını sildi ve muhtara seslendi:
“Artık ipe dizecek biberimiz bile yok. Hiç bebemiz doğmuyor ve hayvanlarımızın kemikleri birbirine karışmış. Ben onlara inanacağım. Çünkü benim beklemek için uzun mevsimlerim olmayacak. Hiç değilse umut ederken ölmek istiyorum.”
Diğer ihtiyarlar holteyi destekledi. Hep beraber bir köşeye ayrıldılar. Muhtar tiksinen gözlerle baktı onlara. Aslında o da ihtiyardı. Bir süre sustu ve düşündü. O sırada kadınlar güçlü atlılardan söz ediyorlardı. Kucaklarında uyuyup kalmış çocuklarına bakıyorlardı bir de. Onların pek çoğunun kocası yoktu.
Muhtar teneke köseleli topuğunu kütüğe vurdu. İnce ses karşı tepelere çarpıp geri döndü. Ahali biraz susar gibi oldu. Üstlerinden yarasalar ve gece böcekleri uçtu. Kalabalığın arka sıralarından bir genç sıyrılıp öne çıktı. Muhtarla göz göze geldiler. Genç elindeki dal parçasıyla yere bir damar çizdi ve dedi ki:
“Fırat bizim kuru tarlalarımıza akacak. İşte böyle damar damar. Nenemin al peştamalı gibi kıpkırmızı domatesler ısıracağız. Kışın bile muhtar! Kışın bile…”
Ben çoktan sönmüş bir kümesin arkasından izledim onları. Ay her birinin yüzünü aşikar ediyordu. Niye orada olduğumu unutacak kadar içlerine karışmıştım. İşin garibi ben de onlar kadar kararsızdım. Muhtarın söz ettiği ölüleri görmüştüm. Bir gece herkesin kapısı ölülerle doldu. Koyun keçi ölüleri, adam ölüleri, ağaç ölüleri…Çeşit çeşit ölümler işte…Ben üç gün saklandığım yerden çıkamadım ve üç gün ağlayıp gözyaşımı içtim. Üç gün düşümde gözleri göğe bakan ölüleri gördüm. Her birinin gözbebeğinde kanatları genişçe açılmış beyaz kuşlar uçuyordu. Dışarı çıktığımda avlular tertemiz yıkanmıştı. Her yan gülsuyu kokuyordu. Ve insanlar şişmiş gözleriyle işlerine devam ediyorlardı.
Fakat Fırat’ın damar damar tarlalara akacağına da inanıyordum. Su kuşlarının bu göklerde uçacağına, papatyalı patika kenarlarında balık kılçıkları göreceğime inanıyordum. Bir ilkokul kitabı resmi gibi rengarenk olacaktı her yan. Bir gün o tozlu tepeden hayırlı bir güneşin doğacağına dair kuşkularım olsa da, en az ihtiyar holte kadar umut içindeydim.
Muhtar kütüğün üzerinden inip gencin iki yakasından tuttu. Gözlerinde dehşetli şimşekler çaktı o an. Şavkı gencin sivilceli yüzünü kararttı. Sonra hırsla bir kenara itti onu. Elindeki dal parçasını alıp, yerdeki damar resmini karaladı.
Tekrar kalabalığa dönüp,
“Halinize bir bakın” dedi. “Çocuklarınızın saçlarına bir bakın!”
Herkes söyleneni yaptı. Önce kendilerine, sonra yanlarındakilere, nihayetinde kucaklardaki kirli ve dolaşık saçlı çocuklara göz attılar. Kimileri eteklerindeki yırtıkları eliyle büzerek saklamaya çalıştı. Kimi başını öne eğdi. Gece biraz daha karardı. Muhtar daha bir şey demedi.
Herkes başı önünde evine gitti. Bir daha kimse bu konu hakkında konuşmadı. Ben ertesi sabah o tepeye çıkıp süvarilerin durduğu yerde oturdum. Kuru toprakta kocaman nal izleri vardı.
Köy buradan bakınca ne kadar da küçük görünüyordu. İçinde olmadığın her şey bu kadar küçüktü demek ki…Tepeden bakınca koskoca evler, yırtık birer kibrit kutusundan, insanlar karıncadan farksızdı. Atlılar yanılıyordu işte. Onların kudreti, tepeden baktıkları bu köyün acılarına son verecek kadar büyük değildi. Ağlasam yeriydi. Ama ağlamadım. Ben bu topraklara ait değildim nihayetinde. İstediğim zaman kırmızı domatesler ısırabileceğim bir yerim vardı.
Bay F. yi arayıp bir an önce geri dönmek istediğimi söyledim. O ise bana gülerek karşılık verdi.
“Seni dayanıklı olduğun için görevlendirdik. Şimdi telefonu kapat ve işinin başına dön!” diye haykırdı sonra. Bay F. piçin teki! Hiçbir şeyden haberi yok onun. Bildirdiğimiz kadarını bilir. Oysa her şeyi bilmeliydi. Ya da biliyor da bizi kandırıyor. Numarayı bir daha tuşladım. Bu sefer kararım kesindi. Ben artık kan ve ölü görmek istemiyordum. Bu kez telefona Bayan K. çıktı. Bay F.’nin kusmak için tuvalete girdiğini söyledi.
Demek böyle tahammül edebiliyordu bildiklerine.
Tepeden inerken ince bir kayısı ağacı var. Dibinden bir parmak kalınlığında su çıkar. Oraya doğru yürüdüm. Yaklaştıkça ağacın dibinde bir siluet irileşti. Birkaç adım sonra bu siluetin holteye ait olduğunu fark ettim. Daha beni kimse görmemişti. Karşılarına çıkmak için doğru bir zaman da değildi. Fakat bu kıraç arazide saklanabileceğim tek bir kuytuluk dahi yoktu. Çaresiz yürümeye devam ettim.
Yaşlı kadın boruya ağzını dayamış su içiyordu. Rahatsız etmek istemedim. Bekledim. Bekledim. Bekledim. Holte hiç kıpırdamadı. Çekinerek yanına gittim ve omzuna dokundum. Yaşlı bedeni bir yana devrildi. Ağzındaki su borusuyla birlikte…Gözleri sımsıkı yumulmuştu. Belli ki isteyerek ama sıkıntıyla boğulmuştu. Ağzındaki boruyu çekip kayısı ağacının dibinde fokurdayan suya geri taktım. Çamurlu su, holtenin lastik ayakkabılarını geçip basma fistanının bacaklarına doldu.
Ona sarılmalıydım. Açık gözlerini kapatıp ‘artık ebediyen güvendesin’ diye fısıldamalıydım kulağına. Fakat yapamadım. Temas, kahrolası kurallarımıza aykırıydı ve biz ne zaman onlardan birine dokunacak olsak merkezin anında haberi oluyor, akabinde üç günlük yevmiyemiz kesiliyordu.
Telefon çaldı. Açtım. Başımı gökyüzüne kaldırıp yüksekten uçan turnalara baktım. Bay F. Holteye dokunduğumu anlamıştı. Hani suyun başında, omzuna dokunmuştum ya…Sayıp sövdü. Ben gözlerimi kırpmadan turnalara baktım. Uzun boyunları öne doğru uzanmış, bacakları arkalarından geliyor. Kanatlarında sakallı bir zaman var. Herşey geçiyor…Kuru, sessiz, gri…Güneşli…
Holteyi orada bırakıp köye vardım. Saklandığım metruk ahıra girip burnumu tezeklerin içine soktum ve ağladım. Bay F. gözden çıkarıldığımı söyledi. Artık ben de buralıydım…
İki sefer gece gelen süvariler bu kez güpegündüz geldiler. Ben saklandığım ahırın eğreti tahtaları arasından olan biteni izliyorum. Çömlekçi kız elindeki çamuru eteğine silip, elini gözlerine siper etti. Hava çok sıcak. Dudakları kavuracak kadar. Ben o kadar ağlamışım ki, yanaklarımdaki tuz çatlayan derimden içeri girip canımı yakıyor.
Süvariler birer birer atlarından indiler. Tepe hala çok uzak ve adamların yüzü seçilemiyor. Çömlekçi kızın yanında oturan ihtiyar ellerine dayanarak kalkmaya çalıştı fakat başaramadı. Yan tarafının üzerine devrildi. Muhtar elinde tırmıkla çıkageldi. Ardından gençler ve kadınlar…Şimdi iki taraf sessizce bakışıyor.
Holte de burada olmalıydı. Yeniden içim burkuldu.
Süvarilerden biri bir adım öne çıktı. Muhtar da sağına soluna bakıp bir adım öne çıktı ve elindeki tırmığı havaya kaldırdı. Gençlerden biri muhtarın elinden tutup tırmığı aşağıya çekmeye çalıştı ama nafile. Muhtar bronz bir heykel gibi. Yeryüzünde kimsesi kalmamış onun. Hiç kimsesi olamayanın kaybedecek nesi var? Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan adam her zaman tehlikelidir. Genç, muhtara yalvardı:
“Ağam bu savaş işaretidir. Kurban olayım yapma!”
Diğer gençler de öne çıktı ve muhtara ricada bulundular. Muhtar en sonunda sessizliğini bozdu:
“Onlara inanmayın. Bu gece bir rüya gördüm. Güneş devrilip köyümüzü kül ediyordu. Bizden geriye sadece birkaç küp kan kalıyordu. İnanmayın evlatlarım! Bizi kimse sevmiyor. Tanrı bile!”
İhtiyarlar tespihli ellerini semaya açıp tövbe istiğfar çektiler. Gökyüzünde bulut bile yok. “Rabbim bizi muhtarın sözlerinden ötürü gazaba uğratma!”
Telefon çalıyor. Bay F.
“Allah’ın belası çık oradan! Yine seni düşünmeden edemedim. Az sonra orada kıyamet kopacak. Hemen çık ve süvarilere doğru koş!”
Bay F.’ den nefret ediyorum. Telefonu tezek yığınının içine atıp, kalabalığa doğru yürüyorum. Aslında güzel bir gün. Başka yerlerde denize giriyorlardır şimdi. Denize uzak olanlar koca çınarların gölgesinde mangal yapıyordur. Onların ihtiyarları gelinlerinin demlediği çayı içiyorlardır serin balkonlarında. Yanlarında kalın birer kitap bile vardır. Çocukları öğretmenlerinin öğrettiği neşeli oyunları oynuyorlardır.
Belki de bir yerde düğün vardır şu an. İnsanlar hızla halay çekiyorlar. Gelin ve damadın ağzı kocaman açık, gülüyorlar.
Birileri bembeyaz çamaşırlar asıyordur şimdi tele. İşleri bitince dirseklerini balkon demirine dayayıp sokağı seyredecekler.
Çok sıcak. Yer tütüyor.
Görüş menzillerine girdim. Hepsi süvarileri boş vermiş bana bakıyor şimdi. Süvariler de bana bakıyor. Muhtar bir adım daha atmama müsaade etmiyor ve bağırıyor:
“Kimsin lan sen?”
Elindeki tırmığı tehditkar bir şekilde sallıyor. Dilim kurumuş, cevap veremiyorum. Zaten ne önemi var. Bu son değil mi? Kim olduğumu bilse ne değişecek.
Ne güzel bir hayatım vardı. Nenemin mısır ekmeği kokulu eteğine sarılıp uyuyordum. Dedemden gelen üç aylık yetiyordu bize. Mutluyduk. Ta ki, Bay F evimize gelip otuz dört lira yevmiyeli bu işi teklif edene kadar. Ben yine kabul etmezdim. Nenem ısrar etti. “Ölüm var oğul” dedi. “Üç aylık geçici. Sen bir iş tut artık. Ben geceleri beyaz bir örümcekle konuşmaya başladım.” Sarıldık ağlaştık biraz. Sonra Bay F. nin ardına takılıp gittim.
Henüz hiç otuz dört liralık yevmiyemi alamadım. Hep bir bahaneleri oldu kesmek için. Nenem geçen kış banyoda kayıp başını kırdı. Öteki beriki kaldırmış onu.
Süvarilere yüzümü dönüp olanca gücümle bağırdım:
“Bay F. ye söylerin Allah belasını versin!”
Süvariler hareketlendiler.
“Ayrıca şunu da söyleyin, yanındaki çok sevgili bayan K. ile yattım.”
Bu ona yeterdi. Ama keşke gerçek olsaydı son sözlerim. Bayan K. güzel kadın. Köylüler süvarilere karşı olduğumu anlayınca bana daha yumuşak nazarlarla baktılar. Fakat muhtar daima temkinliydi.
“Dur orada! Kimsin sen?”
“Bir dost, diyebilmeyi isterdim. Şimdi bunun önemi yok. Derhal dağılın ve kaçın!”
Gençler mızıldandı. “Ama güzel günler vadediyorlar.”
“Size söz veriyorum, güzel günler gelecek ama şu anda değil. Bu tepedekiler yalancı!”
Muhtar yeniden tırmığı yüzüme doğru uzattı.
“Senin onlardan olmadığını nerden bilelim?”
Küçük bir çocuk annesinin kucağından sıyrılıp öne çıktı. Eliyle beni işaret ederek .
“Bu adamı su başında holtenin ağzına bir şey sokarken gördüm!”
Herkes etrafına bakındı. İhtiyar kadını göremeyince yeniden ve eskisinden daha korkunç bir nefretle bana döndüler. Tam beni daire içine alıp linç edeceklerdi ki tepeden bir ses geldi:
“Ant olsun bir daha ve son kez ki; eğer gençlerinizi bize verirseniz yarın yeniden uyanabileceksiniz! Biz sizler için gönderildik. Atlarımızın terkisinde hepiniz için yer var. O aranızdaki meczuba da güvenmeyin. O Azrail’in oğludur. Yevmiyeyle can alır.”
Bu sesi tanıdım. Bay F. de süvarilerden biriymiş. Daha ağzımı açamadan, muhtar elindeki tırmığı karnıma sapladı ve ahaliye dönüp “ Camiye doğru koşun!” diye bağırdı. Kadınlar ve ihtiyarlar çığlıklar içinde kaçışırken geride kalan birkaç genç erkek “Bu tepenin arkasında gümrah sularıyla Fırat var.” Diyerek süvarilerin olduğu yere doğru koştular. Bay F. muhtarı oracıkta vurdu.
En son atların, üzengilerine bağlanmış genç erkek cesetlerini bir sonraki tepeye doğru sürüklediklerini gördüm. Nenem bir gece gibi üzerime çöktü ve gözlerimi kapattı.
...Benim yalnız ve öksüz Anadoluma...
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
"İçinde olmadığın şey küçüktü" saptaması yazının orta yerine gelip kurulmuş değerli bir taşın gümüş bir gerdanlığın ortasına kurulması gibi.
Pamuklar içinde büyütülmüş bir çocukken, kendimi ülkenin güney sınırında üç dilli bir kentte bulduğum zaman anlamaya başladım ki içinde olmadığın şey küçük hafif ve önemsiz. İÇinde olduğun zaman ise gerçek kadar ağır. Satırlarınız bana o günleri hatırlattı.
İki güzel yazı iki gün içinde ard arda geldi. Bahar başının bereketi olsa gerek. Elinize yüreğinize sağlık.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum her zamanki gibi mutluluk verdiniz.
Sevgiler değerli yazarım.
Aynur Engindeniz
Sayın Oflu aşağıda çok güzel bir yorumu var; insana söyleyecek söz bırakmamış. Gerçekten okuyanı tekrar kendisine döndürten, sonra da yanındakini dürttürüp Sen de bir okusana, bakalım ne diyeceksin? dedirten bir öykü olmuş. Bir takım yeni öyküler için filizler veren, Atlıların, Holte nin, muhtarın öykülerini merak ettiren bir kurgu var elimizde. Saygıyla eğilirim.
Aynur Engindeniz
Çok geniş bir kültür yelpazesine sahip yazarım yazımı beğenmiş...Bu çok güzel birşey. İyi ki tutarlı ve sınırlarını bilen bir insanım. Yoksa bütün bu sözler karşısında "Tamamdır bu iş" diyebilir, çalışmaları yarıda kesebilirdim.
Çok teşekkür ederim İlhan Bey.
Saygılar.
Birileri kandırıyor birileri inanıyor. Zira ''Gevşemeyin, üzülmeyin inanmışsanız üstün gelecek olan sizsiniz'' diyor Mevla.
Sana katılıyorum, dost olarak kalabildiğimiz ve inandığımız sürece yanlış dize gelmek zorundadır. Anlamak ve anlaşılır olmak İnsanın başarması gereken iki değer diye düşünüyorum. Ve diyorum ki düşünme kavramını kazanan her fert birgün güzel günlere ulşamada öncülük etmiş olacaktır. Onlardan biri olarak görüyor ve tebrik ediyorum seni.
Selam ve sevgiler.
Aynur Engindeniz
Toparlanıp insan olabilmeyi diliyorum.
Çok teşekkür ederim, sözlerin onur verdi. Sevgiler.
Nilgün Akçay
Baştan okurken acaba sıkılır mıyım sonunu getirebilir miyim diye düşündüm, okumaya başladım gözümde büyütmüştüm bir kere ama merakta etmiyor değildim başlarken iyi başlamıştı cümle yapısı anlatımı çekiyordu o an unuttum uzunluğunu derin nefes aldım ve sonuna kadar sindire sindire canlandıra canlandıra okudum bu arada hemen söylemek lazım ki isteseniz de istemenizde canlanıyor sahneler. Sonuç olarak da daha uzun bir hikaye olsa kitaplaştırsa okusam diye isteğim oldu. Bu yüzdende teşekkür ederim okumamıza sunduğunuz için..
Aynur Engindeniz
Saygılar çokça.
Sevgili Aynur, ben bu yazıyı okudum, döndüm bir daha okudum. Ne anladığımı sorarsan eğer; doğuda bir yerleri anlatıyorsun. Fırat Nehrinden bahsediyorsun. Vakti zamanı gelince kırmızı domates yiyeceklerinden bahsediyorsun; kışın bile. Atatürk Barajının yapılacağı müjdesini veriyor olmayasın. Ben öyle anladım. Yoksa bu koca öyküden eli boş dönmek istemem. Bir paragrafa gözüm takıldı. Aşağıya alıyorum.
"Yaşlı kadın boruya ağzını dayamış su içiyordu. Rahatsız etmek istemedim. Bekledim. Bekledim. Bekledim. Holte hiç kıpırdamadı. Çekinerek yanına gittim ve omzuna dokundum. Yaşlı bedeni bir yana devrildi. Ağzındaki su borusuyla birlikte…Gözleri sımsıkı yumulmuştu. Belli ki isteyerek ama sıkıntıyla boğulmuştu. Ağzındaki boruyu çekip kayısı ağacının dibinde fokurdayan suya geri taktım. Çamurlu su, holtenin lastik ayakkabılarını geçip basma fistanının bacaklarına doldu."
Çamurlu su, holtenin basma fistanın bacaklarına doldu sözüne takıldım. Benim bildiğim fistan, elbiseyle eş anlamlıdır. Böyle kabul edersek, elbisenin bacaklarına değil, eteklerine olmalıydı. Yoksa, basma şalvarını mı demek istedin. Yanlışım varsa düzelt.
Sürekleyici ve güzel bir öyküydü. Eline sağlık. Biraz beyin jimnastiği yaptırdığın için de teşekkürler.
sevgilerimle...
Aynur Engindeniz
Mekan genel olarak Anadolu, fakat özelde en geri kalmış bölgelerimiz olan Doğu ve Güneydoğu Anadoludur. Yani memleketimde ezilmiş geri kalmış, fukara, unutulmuş her köy bu öykünün kapsamına girebilir. Fırat semboldür. Kırmızı domates semboldür. Bunlardan ne çıkaracağınız öykü içinde gizlidir. Fakat bu sembolleri her okur yazardan bağımsız bir şekilde de cisimlendirebilir. Öykülerimde pek çok kavram göründüğü anlamda değildir. Bunu birşekilde okura sezdirmeye çalışırım. Ne kadar başarılı olurum, tartışılır.
Her okur biçimlendirmesi, benim için ayrı bir renktir. Şimdi sana "Evet doğru anlamışsın" ya da "hayır senin anladığın gibi değil" demem doğru olmaz. Neyi nasıl ve ne kadar anlamışsan kabulümdür ve o anladığın şey benim rengimdir sevgili yazarım.
Teşekkür ediyorum eleştirin için. Senin de daima yolun açık olsun. Sevgiler.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Öykünün konusuna gelince; elbette ezilmiş yoksul bir köy olduğu çok aşikar. Ben suların damar damar akacağını okuyunca Atatürk barajı kurulmadan önce köylünün düşü olarak yorumladım. Cuk oturdu ama:)) Herkes ne anladığını anlatsa kaç tane öykü çıkar değil mi? Güzel olmuş deyip geçmek ne anladığını anlatmaz ki:(
Tekrar tebrikler...
Aynur Engindeniz
Orada baraj var. Ama hala köylüler bundan yararlanıyor denemez. Dileğimiz birgün bütün vatan sathının çok yüksek bir refah düzeyine ulaşması, akan kanın gözyaşının zulümlerin bir an evvel durması, sükunetin oturması, dostluğun kardeşliğin akrabalığın pekişmesidir. Bunu bizler sağlayacağız. Anlayarak, empati yaparak. Gerisi teferruat...
Yeniden teşekkür ediyorum. Fistanın sözlük anlamı neymiş bir de ona bakacağım şimdi:)) Sevgiler.
İlhan Kemal
Yine de bu tarz bir öyküye bu denli detay didiklemesi yapmak doğru değil. Yarı-masalsı doğasını olduğu gibi kabul edip, ayrıntılar üzerinde (Örneğin hep gece mi geliyorlar? Kızın sabah güneşine bakıp şarkı söylemesinin ardından gelmiyorlar mı? Gece ise sarı toz bulutu farketmek ne denli mümkün? vs) fazla durmamak gerekiyor. Bıraktığı tadla yetinilmeli derim.
Aynur Engindeniz
sen canımsın
hayırlı olsun meleğim
ilk okuyandım sanırım ama en son gelen oldum):
sevgimlesin hep
Aynur Engindeniz
Sen hep hayırsın hayatıma...
Hep benimle ol sevgili dostum. Duan yeter...
Sevgiler çok çok...
Öncelikle, Edebiyat Defterinde geçirdiğimiz zamanın bir bölümünü yazılar bölümüne ayırmamız gerektiğini, bu bölümü çok ihmal ettiğimizi itiraf etmek istiyorum. İsmen ve çok az tâkip ettiğimiz bu bölümde okunmaya değer örnekleri gördükçe atladıklarımıza hayıflanmamak mümkün değil!
Hece şiiri dışında profesyonel anlamda değil ama bir okuyucu, iyi bir okuyucu olarak edebî türlerin hemen hepsi ile ilgilenmek, onlar hakkında düşünüp fikir jimnastiği yapmak sevdiğim ve beğendiğim meraklarımdan biridir. Bu örneğe de o anlamda yaklaşacağım.
Bana göre; bir haberi okurken, anlatırken ya da dinlerken odaklanılan nokta haberin kendisidir. Oysa edebî metinlerin hemen hepsinde mutlaka anlatılan / anlatılmak istenen merak edilir ama nasıl anlatıldığı daha çok önem arz eder. Meselâ, Dünya Klasiklerindeki her romanın özeti iki ya da üç sayfada çıkarılabilirken onlarca sayfayla sunuma hazır hâle getirilmesindeki amaç kafa karıştırmak ya da ağaç düşmanlığı değildir. Ve, onları o kadar değerli kılan da ifade biçimleridir.
Aynur Hanımın “öykü “ kategorisinde sunduğu bu çalışmanın birebir karşılığı öykü müdür tam olarak karar veremedim. Çünkü, bitirip “ iki üç kelimecik bir not düşeyim “ diye arkama yaslandığımda; bir yandan beyaz perdeye düşmüş Meryem ve Zekeriya kıssası, Kızıldeniz kenarındaki Musa ( a.s) Firavun kıssası fragmanları gözümün önünde canlanırken diğer yandan Nuh tûfanı ve Lût kavminin helakı öncesindeki İslâmi kaynaklarla hikâyelere dönmüş metinler zihnimde işmarlaştılar. Sonra, Muharref İncil’ in Luka hariç Yuhanna, Matta ya da markos örneklerinin her hangi birinin içine numaralandırdığımız bir bab altına bu metni yerleştirseydik eğer, ve ya konuyla alakalı bir senaryonun sayfaları arasına sıkıştırsaydık acaba sırıtır mıydı diye düşünmeden edemedim. Eğer içindeki tanıdık motifleri çıkarsaydık asla fark edilmezdi bile.
O zaman bu metne tam olarak öyküdür demek belki biraz eksik kalacak.
Anlatım biçimindeki üslûp Dünya Edebiyatı örneklerini andıran ama yazanın özgün cümle yapısını fark ettirdiği bu çalışmayı doğrusu çok önemsiyorum. Okuyucunun zihninde farklı çağrışımlar yapan, okuyucuyu sıkmayan ve aynı tempo ile sonuna kadar getiren her çalışma kaliteli çalışmadır. Hatta iki ayrı okuyucuya iki ayrı şey düşündüren çalışmalar bazılarına göre en iyi çalışmalardır. Eğer yorum düşen arkadaşlar buraya ne anladıklarını tam olarak yazsalardı her yorum düşen “ acaba ben mi anlamadım “ diye tekrar tekrar okumak zorunda kalacaktı bana göre…
Çok beğendiğimi, çıtanızın yönünü bir kademe daha yukarıya kaldırmanızı, azimle ve sabırla ama inatla devam etmenizi, çok uzun olmayan bir zaman sonra “ en çok satılanlar “ bölümünde kitaplarınızı görmek istediğimi söylemezsem âdil davranmış olmam diye düşünüyorum Aynur Engindeniz Hanım.
Teşekkürlerimle
Aynur Engindeniz
Yazddığım katagorigori öykü mü, ya da tam olarak ne ben de bilmiyorum. Daha çok monolog- öyküleme gibi. Bazıları bunun kurallara aykırı olduğunu, edebiyatın öykü geleneğinde böyle bir anlatımın olmadığını söylese de, ben bu formu en az klasik öykülemeler kadar çok seviyorum. Sıkı bir Reşat Nuri hayranıyım. Fakat onun tarzında klasik öykü yazmak son derece zor. Neden derseniz klasik öykülerin flaş gibi batlayan bir finalleri vardır. Okuru genellikle ters köşeye yatırıpı şoke ederler. Öykünün sonuna kadar finali beklersiniz. Ama bu yeni öykü formunda okurun genellikle final beklentisi olmaz. Daha çok anlatım ve görsellik hakimdir.
Ben yazarken betimlediğim herşeyi görüyorum. Ağlıyorlarsa benim duygulanmam lazım ki, bu okura geçsin. Güleceklerse önce ben gülmeliyim. Gördüğüm fotoğrafı aktarmayı seviyorum. Bunu şiirsel bir dille anlatabilmek en büyük muradım. O yüzden fantastik ögeler, zaman içinde geri dönmeler öykülerimde çok. Şiirde kullanılan pek çok sanatı elimden geldiğince öyküye karıştırmayı seviyorum. Çünkü şiiri seviyorum ve edebiyatın bu dalını öyküden çok da uzak görmüyorum. Siz daha iyi bilirsinizki her şiir aslında bir öyküdür. Anlamca bakacak olursak...
En büyük hatam, çalışmalarımı kısa bir süre içinde yazıp eklemem. Oysa bir çalışma üzerinden en az bir ay geçmeli. Yazar gidip gelip çalışmaya eklemeler yapmalı ya da fazlalıkları yazıdan çıkartmalı. Fakat ben bunu ne zaman denediysem, neticeyi beğenmedim. Sanki ilk hali hep en güzel geldi bana. İş o ilk yazış anında. O anı sağlam tutmak önemli. Birgün bunu başaracağıma inanıyorum.
Bana inanmanız benim için çok değerli. Ben eğer birşeyler yazabiliyorsam bu kesinlikle buradaki arkadaşlarımdan aldığım destek sayesindedir. Siz tecrübeli büyüklerimiz, okuyan değerli kalemlerimiz, arkadaşlarımız olmasaydı hala kendi içine kapanık, bulanık, pesimist, karanlık denemeler yazıyor olurdum.
Kendimce bir yol tutturmaya çalışıyorum. Allah bütün -hayır üzere- azimle çalışanları muvaffak etsin. Eğer birgün bu kalemleri şer üzere çevireceksek tek bir kelime daha yazmak nasip olmasın.
Çok teşekkür ederim. Işığınız, ve temennileriniz için. Yine umut oldunuz.
Saygılar.
Aynur Engindeniz
Saygılar.
Hepimizi ilgilendiren düşündürücü bir yazıydı okuduğum.
Cümleler sıcacık adeta sihirli gibi...Bu harika yazıyı ve yazarını en içten duygularımla kutluyorum
Sevgiyle kal daima...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
insanın sürrealist istekleri keşke gerçek hayatımızla bütünleşse
ne güzel olurdu
- orada bir kız var güneşe dönmüş yüzünü
sevgiler
Aynur Engindeniz
Gerçeklerin örtbas edilmediği, insanların dışlanmadığı, sömürülmediği, ezilmediği bir ülke ütopya değil biliyorum.
Sevgiler toprak kokulum.
Aynur Engindeniz
lacivertiğnedenlik
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
O qué
:p
sevelim sevilelüm
Salvador da sürrealisti
Rob da
Kesin sanat çeşmesi bu sürrdalizm midür nedir
öptüm ikinizide!
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
:))
Teşekkür ederim küçük devim.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Ben de seni yürekten seviyorum, biliyorsun değil mi?
Teşekkürler...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
netin azizliğine uğradım geç kaldım ama kutlamaya yetişdim...kaleme aşinayız kaviliği tescillidir kurgu muhteşem...saygılar usta
Aynur Engindeniz
Sevgiler saygılar çokça.
Bu öyküyü okuyup tekrar hiçbir şey yokmuş gibi uyuyamazdım. Belki bir kaç cümle yazarsam o üç güne dönüşen zamanın içinden çıkıp rüyamda gözleri göğe bakan ölüleri görmem diye giriş yaptım hemen siteye. Ah nasıl bir büyü ki bu o kısa ve net cümlelerin içine çekiyorsunuz okuyanı.
Sizi okumak sakıncalı biraz. Bünyeyi allakbullak ediyorsunuz Aynur Hanım. Koparıyorsunuz oturduğu yerden insanı. Birdenbire satırlar boyut kazanabiliyor.
Ben şimdi bunları yazdım ya, artık rahat rahat uykuya dalabilirim yazınızı okumama neden olan minik oğluma son bir kez daha bakarak.
Emeğiniz ve kaleminizin gücü her daim değer görsün.
Çok sevgiler.
Aynur Engindeniz
Bu yorumu okuyunca hafif yerden kesildi ayağım sanki. Ne yalan söyleyeyim, sizin bakış açınız beni çok etkiliyor. Biliyorum ki, gördüğünüz olumsuzlukları da bu kadar net söyleyebilirsiniz.
Çok teşekkür ederim. Kalpten teşekkürler...
Aynı dilekleri ben de sizin için diliyorum. Sizin de kaleminizin gücü her daim değer görsün.
Sevgiler çokça...
Aynur Engindeniz
Bazen bir kere okumak yetmiyor senin yazılarını. İlle ki, geri dönüp baştan almak gerekiyor ve
sindirerek yeniden okumak. Çünkü derin anlamları var her satırın.
Umutsuzluk ne kadar kötüyse, Umuda yolculuk da o kadar zorlu... Hele sonunda huzura açılan bir kapı yoksa. :((
Yukardaki not kurdeleden önceydi.
Kurdeleden sonra:
Bu kez de tebrik için geri geldim ve sevgilerimi bırakarak çıkıyorum sayfandan :)
Billur T. Phelps tarafından 2/27/2012 1:13:16 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Okuyup değerlendirdiğin için ve bu güzel sözlerin için çok teşekkür ederim sevgili yazarım.
Sevgiler.
Nenemin mısır ekmeği kokulu eteğine sarılıp uyuyordum.
biliyormusunuz ?
bu duyguyu çok az kişi hisseder.
bende bunu yaşayanlardan biriydim..
hatırlattınız ve tekrar yaşattınız..
sağolun varolun..
güçlü bir kalemi okumak kadar keyif veren başka ne olabilirki?
yürekten sevgiler..
Aynur Engindeniz
Aynı frekanstan geçtiğimiz için mutluyum sevgili dostum.
Teşekkür ediyorum.
Sevgiler çok çok.
Fıratın öteki yakasında yaşanan acı gerçekler, çaresizliğin insanlara yaptırdığı yanlışlar, mecburiyet, mahkûmiyet.
Etkileyici bir öyküydü.
Ama açık sözlüyümdür bilirsiniz:)
Holte ismi çok yabancı geldi bana, sanki öykü Güneydoğuda geçiyor ama isim Teksaslı gibi hissetim:)
Doğuda kullanılan birçok isim biliyorum ama Holte'yi hiç duymadım daha önce.
Bu belki de benim eksikliğim bilemiyorum, belki de en fazla kullanılan anlamlı bir isimlerden biri de ben duymadım.
Ama öykü müthişti yine, sizi okumayı seviyorum.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Okuduğunuz anladığınız ve değerlendirdiğiniz için teşekkür ederim. Dediğim gibi, sayfamda sizi görmek gurur.
Saygılar ve teşekkürler.
(Mustafa Çetiner)
Açıklama için teşekkürler.
Ben sizi okumuyorum, yazdıklarınız bana sizi zorla okutuyor:)
Yaptığınız işi seviyor, emek veriyorsunuz, kendinize ve okuyucuya saygınız var ki sizden hiç uçuk kaçık şeyler okumadım bu güne kadar, kaleminiz hayata güzel dokunuyor.
Bu yüzden sizi okumak boynumun borcu.
hayatımız koca bir kandırmaca benim izlediklerimi izliyorsun biliyorum o yüzden de sen gibi ben de hepimizin kandırıldığının epeyidir farkındayım..tanıdık izler vardı holte benim memlekette bıraktığım teyzem...umutlar... yaşananlardan yana korkular...yarının belirsizliği bir arada işlenmiş... dolu dolu bir hikaye ellerine yüreğine sağlık
Aynur Engindeniz
Sevgiler ve selamlar çokça...
Devletin dumura uğratıldığı, milletin sahipsizlendirildiği ortamlarda kan hiç durmamış ki!.. Tıpkı günümüzde olduğu gibi...
Kan ve gözyaşımızdan başka neyimiz kaldı ki?..
Zeka süzgecinden damlayan altın kelimelerle örülmüş hikayeni kutluyorum abim...
Allah acılar yaşatmasın dieyceğim ama pek inandırıcı olmayacağı için kendimize dönelim, kendi kendimize sahip çıkalım!
Sonra tepelerden herhün gelip bizi öldürecekler... tıpkı şimdi gibi...
Bu Türk milleti aleme ne yaptı hala anlamış değilim!!!
Ağabeyin tebriklerini sunuyor kardeşinin bize tercüman olmuş hikayesine ve yüreğine...
İyi ki varsın kardeşlerimin güzel yüreklisi...
Ağabeyin sessizce boynu bükük selamalrını yolluyor... uzaklardan...
Aynur Engindeniz
Dilerim yarınlar daha güzel olur ve çocuklar bugün olanları birer Kaf Dağı masalı gibi dinler birgün. Hatta hiç dinlemezler...
Teşekkür ediyorum Zafer Abi. Uzaklara da buradan selam olsun.
Saygılar çok ama çok...
Herkesi içine alan bir anlatım... Sıcacık dokunuşları hissetmek zor değil, adeta cümleleri dinliyor gibi gözlerimden çok kulaklarımı çalıştırdım okurken. Hep dolu ayrıldıgım sayfanızdan bu kez de kopmak gelmşyor içimden, inanın. Tebrikler...
Aynur Engindeniz
Kaleminizi çok özledik. Varlığınızı da. Kesin dönüş ne vakit hayırlısıyla. Biraz uzun bir ara olmadı mı?
Ve yine gurur okşayıcı narin sözler...Bunları duymak güzel. Teşekkür ediyorum.
Saygılar çokça değerli yazarım.
Umut Kaygısız
Yorumlarım gücüm yettikçe daima sizlerle olacak...
Aynur Engindeniz
Geri dönmenizi ve yeniden etkin bir şekilde yazmaya devam etmenizi rica ediyorum. Ben yorum istemiyorum. Okumanız yeter. Fakat yazmalısınız...
Hatır sayılıyorsa elbette...
Tekrar saygılar.
Çok düşündürücü ve sürekli yorum yaptıran yazınızı , mutlulukla okudum . elinize sağlık teşekkürler.
Aynur Engindeniz
Köy buradan bakınca ne kadar da küçük görünüyordu. İçinde olmadığın her şey bu kadar küçüktü demek ki…Tepeden bakınca koskoca evler yırtık birer kibrit kutusundan, insanlar karıncadan farksızdı. Atlılar yanılıyordu işte. Onların kudreti, tepeden baktıkları bu köyün acılarına son verecek kadar büyük değildi. Ağlasam yeriydi. Ama ağlamadım. Ben bu topraklara ait değildim nihayetinde. İstediğim zaman kırmızı domatesler ısırabileceğim bir yerim vardı.
Çok hoş..Yürekten kutladım..Selam,saygı...
Aynur Engindeniz
DİLEK YILDIZI tarafından 2/27/2012 9:00:23 PM zamanında düzenlenmiştir.