"HÜZNÜN EVİ VE İLİKLENEN KALP DÜĞMELERİ"
"HÜZNÜN EVİ VE İLİKLENEN KALP DÜĞMELERİ"
Gömlek cebindeki paketten bir sigara alıp yaktı, kaçırmadan ilk nefesi çekti ve gözlerini kapatarak homurdanır gibi dudaklarını oynatmaya başladı. Çürümüş bedenini düşünüp zar zor adım attı. Yanından, rengini bile fark edemeyecek kadar ani bir araba geçti. Üstüne sıçrayan pis sular ayılttı.
Kalbinin düğmelerini iliklemesi gerekiyordu, zaten neden açtığını da çoktan unutmuş bulanık dünyanın bir tarafına tutunmuştu. Yağmur yağacaktı biraz sonra; bulutlar sanki aslında ıslananlardı ve kaçıyorlardı ıslanmamak için, kendilerinden kaçıyorlardı. Yeryüzünde ise bu telaş henüz başlamamıştı.
Paçalarının dikişleri gene az bir zaman boyunca tutmuş, artık açılmışlar ve ayakkabı topuklarının altına giriyorlardı; o yürüdükçe ıslanacak hatta çamurlanacaklardı, sonra çok fazla ıslanacaklardı belki. Keşke o sonradan bir “sonra” daha olup; ufaklığın tekiyken sokaklarda yalınayak oynayıp, evlerin bahçelerindeki çamurlardan solucanları çıkartıp, saç uçlarından inen damlaları sayıp, eğlene bildiğince eğlenip kış gündüzlerinde, ama sonra; gümbür gümbür yanan soba başına, banyo yaptıktan sonra geçip, salçalı ve margarinli ekmeğin ucundan koparırken, az önceki yaptıklarını bir daha asla yapmayacak olduğunu ve şuan ne kadar huzur dolu olduğunu düşünebilseydi. “onlar” çok eski ve üstleri beş karış tozlanmış anılardı, tıpkı kapatacağı kalbi gibi. Kimi zaman kalbinin avlusunda ağlayıp, kimi zaman çok uzaklardan çocuk seslerine karışarak neşe saçıyorlardı.
Sigarası bitiyordu ve son kez yere attığı küle baktı; kül iniyordu, öyle zarif naif bir kız gibi, sağdan soldan gelen rüzgara karşı gelerek, kendini yer çekimine adayan ona sadık bir aşık gibi etrafa hiç bakmadan iniyordu. Kafasını garip, kalabalığı başından savmış, karanlık ve dar bir sokağa çevirdi izmariti fırlatırken.
Hüzün koyu lacivertti ve sokağın sonunda oturuyordu. Çok misafirperver oluşu bacasından belli ediyordu kendini. Sıcak çorbası hep hazır bulunurdu onun.
/ Vücudunu da çevirdi dar sokağa adımlarını daha kocaman atarak girdi en sondaki eve/
Önce nefis kokan çorbadan içti ve evin en harika koltuğuna oturdu. Elleri gidiyordu kalbine doğru, alttan başlayarak “kalbinin düğmelerini” ilikledi. Bir daha asla, “sonra” olsa da açmamak üzere ilikledi. … ve şiddetle yağmurun sesi kulaklarının içine iner gibi damlıyordu ortalığa... Sayılamayacak kadar çok damla vardı lacivert rahatlıkta...
YORUMLAR
ama kalp bu iliklenmemeli yine de. sıradanlığa kapılıp gitmemeli. nasıl yağmur tanelerini sayıyorsa kalp kırıkları da bir avuçda toplanmalı. neşeyle değil ama hüzünle de sayılmamalı onlarda. küçük bir gülümsemeyle anımsanmalı.
yine duygusal yine benzetmeli harika bir anlatım.
:::)