- 1130 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
348 - ET TEVVAB
Onur BİLGE
Fırsat buldukça Define’ye hayat hikâyesini anlattırıyorduk. Uzun zamandır bir araya gelememiş, anlatması için sıkıştıramamıştık. Bu pazar, Neşe ve Orçun ile beraber tam havasında yakaladık ve yavaş yavaş yüklenmeye başladık.
"Dedeciğim, evi yok pahasına sattın, borçları kapattın, anneni bir eve yerleştirdin, taşraya çıktın. Haritada yer beğendin, kıyı şeridini taradın ve Antalya’da yerleşmeye karar verdin. Bir ev kiraladın. Bir de dükkân buldun. Et yemekleri hazırlamaya ev yemekleri sunmaya başladın..."
“Hatırlatma be Neşe’m! Baştan yanlış işler yaptım, hayatımda.”
“Neler mesela, dede?”
“Neler olacak, Orçun? Hata üstüne hata işte! Yeryüzünde hata namına ne varsa…”
“İçki sigara, kumar, kadın kız?”
“Eh… Sigara hep vardı, şimdi de olduğu gibi… Pipo zevkim, vazgeçilmezim… Onunla bütünleştik.”
“Ya diğerleri?”
“Ah, Semiray! Hayatımın en yanlış adımıydı o! Bir ayağı kesilen insan nasıl olur? İşte öyleydim, yarı yerimi o illete kaptırdığımda. Sonra diğerleri geldi. Çorap söküğü gibi… Her türlü aksilik, bela sökün etti! Uzun hikâye!”
“Yani nasıl?”
“İçkiye el uzatan, kolunu kaptırır. Sadece kolunu olsa iyi! Parasını pulunu, malını mülkünü, işini evini evladını… Maddi manevi bütün varlığını… Her şeyini! Her şeyini!.. Karısını bile kaptıranlar var, ne diyorsun!.. Ben de çok şey kaybettim o illet yüzünden, çok!.. Kesilen bir bacak yerine gelir mi?”
“Ne bacağı, dede? Beni meraklandırma! Yoksa bir bacağın… Olamaz!”
“İkisi de yerinde, Neşe… Atlama hemen! Meraklanma! Demek istediğim başka bir şey… O tür bir kötü alışkanlık, bir bacağın kesilmesi gibidir. Öyle bir hatadır ki telafisi, çoğu zaman mümkün değildir! Geriye dönüp düzeltilemez.”
“Bırakmayı deneseydin! İraden o kadar zayıf değildir senin, dede!”
“Yapamadım işte bir türlü, evlat! Denemedim mi sanıyorsun!.. Oğlum, hayat inişli çıkışlı… Beşer, şaşar düşer… Ayak almadık taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz. Oldu bir kere! Bir rüzgârdı, geldi geçti! Bırakalım şimdi onu! Nerde kalmıştık? Ha… Tamam, hatırladım. Ailevi geçimsizlik ve kutsal bildiğim aşkım nedeniyle sadece özel günlerde bir iki kadeh içmekte olduğum içkiyi gitgide çoğalttım. Son zamanlarda sıkıntım arttıkça arttı, alkol de o şekilde…”
“Eşin ne diyordu bu işe? Annen?”
“Eşimin ne dediğine aldırdığım yoktu. Annemin dedikleri kulağımda hâlâ... “Allah Gafur’dur, affı sever. Tevvab’tır, tövbeleri kabul eder. Belki nadim olur da af diler diye fırsat verir, hemen cezalandırmaz ama mutlaka cezası gelir bu saygısızlığın! Tehir eder, ihmal etmez! Dünyada da ukbada da cezası gelir!” der dururdu, garibim.”
"Allah ihmal etmez, imhal eder! Yani mühlet verir. Cazası gelmez olur mu! Gelecek tabi ki!”
“Geldi de zaten! Neye el attıysam kurudu!.. Tutunduğum her dal elimde kaldı, döndü gözümü oydu, cebime koydu!”
“Alıştıran da oydu, değil mi?”
“Yok, o değildi, babam…”
“Neticede onlardı. Ebeveynin yani…”
“Nasıl yapar bir ana baba bunu evladına, ya?”
“O zamanlar bu bir lükstü, Semiray. Cumhuriyet sonrası... Özenti… Yüksek sosyetenin, olmazsa olmazlarından…"
"Cemiyet hayatının elzemlerinden… O devir, öyle bir devirdi, evlat! Binlercesi gibi bizi de iskambil kâğıtları gibi devirdi!..”
Sohbeti burada bitiriverecek, konuyu değiştirecek ya da son zamanlarda çoğunlukla yaptığı gibi yine yalnız kalmak istediğini söyleyerek bizi başından savacak sandığım için gereksiz, abartılı bir panik ve sesime yansıyan telaşlı heyecanla:
“Afedersin, dede… Lütfen devam et!” diyivermişim.
Hızla başını kaldırınca bir an göz göze geldik. O sesin sahibinin, şaşkınlıktan gözlerini kocaman kocaman açmış, hayretle ona bakmakta olduğunu görünce takılmadan edemedi mutlaka ki:
“Ne yapacaksın kız? Koca koca açmışsın gözlerini, dikkatle dinliyorsun! Romanımı mı yazacaksın? Utanma utanma! Al eline kâğıdı kalemi de not tutmaya başla, hadi! Bedava malzeme, de mi? Seni açıkgöz seni!..” dedi, yan yan gülerek.
“D…” dedim.
“Ne ‘de’ si?”
“Sen D mi dedin?”
“He! Eyle dedim!”
“Ben de D dedim! De hadi dede! De!” Orçun:
“Sen çoktandır içmiyorsun, öyle değil mi dedeciğim? O illetten kurtulalı yıllar oldu, değil mi? Demek ki azmedince oluyormuş.” dedi. Dede ona cevap verdi ve arkası gelmeye başladı. Çok seviyordum onun hayatını ondan dinlemeyi.
“Öyle de… Vücut çürüdü bir kere! Kaç kere ölüme yattım, kaç kere kefen yırttım!..”
“Neydi zorun, o kadar içecek, dede? Ona ne beden ne de para pul dayanır! Davulhanelerin mi vardı?”
“Başına gelmeyen bilemez, Orçun! Başına gelmeyen bilmez! Bizde o rakı denen zıkkımı, uyusun ve alışsın diye çay kaşığıyla, üç günlük bebelere bile verirler! Ana sütü bir, aslan sütü iki… Hele balıkla ne güzel gider namussuz!.. Tövbe tövbe!.. Tövbemi bozduracaksınız şimdi bana, ya!.. Konuyu değiştirelim!.. Yoksa ben değişeceğim, ha!”
“Değiştirelim!” Değişmektir, tövbenin asıl anlamı; dönmektir. Kulun isyan yolundan dönmesi demektir.”
Sohbet bu şekilde devam ederken dedenin tezgâhına bakmakta olan birileri bir şeyler almaya kalktı. Haliyle dede de kalktı. Kendi aramızda söylenmeye başladık. Uyaklı muyaklı oldu. Herkes art arda söyledi. Karmakarışık bir şeydi. Aklımda kaldığına göre şöyleydi:
“Yine beş dakika ihtiyaç molası…” “Meraktan patlamış mısır arası…” “Uludağ Gazozu, fıstık çekirdek…” “Alışveriş, pazarlık…” “Hep böyle bölük pörçüklük…” “Azar azarlık…” “Dedeye de Maşallah!” “Koca bir nal nazarlık…” “Biz de sandık ki ermiş!” “Nasıl da içermiş!..” “Hiç ermiş gördük mü ya!” “Görmedik, sahi!” “Nasıl olur ki ermişlik?” “Hakka gönül vermişlik…” “O’ndan güller dermişlik…” “Dünyaya boş vermişlik…” “Ukbaya yönelmişlik…”
Şimdi, gecenin bu saatinde, bir yılbaşı gecesi öncesinde, sarı ampul ışığında hızlı hızlı kaleme aldığım bu pişmanlığın bana anımsattıklarını da sıralamadan geçsem olmaz!
Her şey zıddıyla bilinir. Her şeyin bir düşmanı var. Günah, sevabın zıddı… Sevabın da düşmanı var. Hardal tanesi kadar kibir, dağlar kadar sevabı eritir, bitirir.
Günah, kir üstü kir… İşleyende kibir… Oysa hakir mi hakir… Dağlar kadar günahı da pişmanlık eritir. Onca seyyiat, afla silinir. Günahkâr, Rabbinin huzuruna kibirle değil, başı önünde, utançla gelir. Samimi bir gelişle, o huzurdan eli boş dönülmez, eli kolu dolu gidilir.
Kabir, insan bedeni kadardır. Dardır. Günahtan men eden duygunun adı ardır. Sabrın sonunda selamet, ucunda cennet vardır. Farkı fark edene ferahlık, çalışana rahatlık…
Günahla sevap, akıl ve irade sahipleri içindir. Robot varlıklardan farklı olmamız istenmiş. Cebren eğilmemiz değil, irademizle secdemiz… O nedenle hem gizli hem aşikâr olanı; akıl, mantık ve gönülle bulmamız, sevgi ve teslimiyetle O’na ulaşmamız arzulanmış.
Habbe habbe, kubbe kubbe olurken eşref-i mahlûkat küçülür de küçülür…
Günahı ve günaha meyli yaratan, affa hazırdır. Tövbe kapıları gece gündüz kapanmaz. Herkes kapısını kapatır, gönüllerin kapısı da kapanır, tövbe kapısı asla kapanmaz. O kapı Rahmet kapısıdır. Ardına kadar açıktır.
İnsanın bir tarafında nefis, bir tarafında irade… Biri sağ elinden, biri sol elinden çeker, çarmıha gerer. Yasaklar ayakları bağlar, arzular dağlar kadar… Gözler casus… Göz görür, can ister, gönül için için ağlar…
Her yerde tuzak, her adımda ağlar… Birine takılmayan, diğerine takılır. Kafile gider, o geride kalır. Kendisini kurtarması zaman alır. Oysa bir yerlerde zamanı sayan birileri vardır. Vakit uzun gibi görünse de çok ama çok dardır.
İnsan ömrü, saman alevi kadardır. Hemen önünde kabir, ardında hesap vardır.
Kurallar, hatalar ve pişmanlıklar… Kural koyan, uyan uyamayan ve uymak istemeyenler… Düzeni kuran ve işletenin emirleri ve yasakları… Tatbik edenler, edemeyenler, her iki kesimin de müracaat edebilecekleri tek merci… Nihayet hesaplar kapanır. Kimisi kârla kimisi zararla…
Zarar… Neresinden dönülse kâr… Yeryüzünde ve gökyüzünde ne varsa, O’nunla var. Her muhtaç, yalnız O’na bakar.
O’na tapar ya da tapmaz. O’na muhtaç… O ise ihtiyaçtan münezzeh, her yarattığı için daima uyanık ve hep var.
Günah, pişmanlığa kadar… Yanı başında tövbe, akabinde merhametle af var.
***
Onur BİLGE
BİN BİRGECE ÖYKÜLERİ -348