14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2595
Okunma

Bir sünger gibi çekmişti içine o derin boşluğu. Duruşu; rengi benzi atmış, halsiz, umutsuz bir hastayı çağrıştırıyordu. Öylece kıvrılmıştı olduğu yerde. Yüzüstü mü yoksa sırtüstü mü yattığı anlaşılmıyordu bile. Rengi; beyaz, unvanı düzdü. Karesiz, çizgisiz fakat dertli ve kederli bir kâğıttı o!
Yine ona çok yakın bir mesafede, uçlarda yaşayan bir kalem, sahibinin parmak uçlarında kâğıdı süzüyordu. Çıtı çıkmıyordu tıpkı onu sarıp sarmalayanı gibi.
Çakır gözü; bir kâğıda, bir de kaleme ilişti adamın. Biçimli dudakları belli belirsiz kıpırdadı. Kelimeler tam dilinin ucundaydı ama o sadece dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi, ıslattıktan sonra da kaçarcasına yuvasına döndü ve kapattı dudaklarını. Belli ki bıkmıştı hayatın alaca bulaca renklerinden. Adam, hayatı için artık pastel renkler arıyordu.
Son zamanlarda renkten renge, şekilde şekle giren; yüzü değil, avuç içi kadar görünümünden bir hayli uzak kocaman yüreğiydi. Açıktan koyuya, koyudan açığa gölgeler yaşamıştı. Kimi acıtırcasına bastırılmış kimi de oldukça silik.
Artık içinde ne var ne yoksa boşaltmak istiyordu. Titreyen elleri kalemini usulca kağıtla buluşturdu. Gecikmeden kendi de karıştı aralarına yağmur suyu gibi.
Kağıt, kalem ve sahibi o kadar açtı ki. Kalem, sayfanın sonuna geldiğinde yalvarır gibi sordu : “Henüz doymadım. Önüme bir kâğıt daha koyabilir misiniz?”
Adamın gözleri nemlendi ve “Elbette” dedi. Çekmeceden bir kağıt daha çıkardı ve kalemin önüne yavaşça yerleştirdi. Anlatacak o kadar çok şey vardı ki! Adam yüreğine döndü sonra harfler döküldü gözyaşlarıyla birlikte. Hep birlikte kaldıkları yerden hayata devam ettiler. Kâğıt, kalem ve adam yoktu başka ötesi.
Aysel AKSÜMER