- 7095 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
DÜDÜKLÜDE KIYMALI BAMYA
Hoppala! Bu da nereden çıktı? Bamya zaten pek öyle herkes tarafından fazlaca sevilen bir sebze çeşidi değildir. Hatta adını duymak istemeyenlere bile rastladım. Ayrıca bamya yemeğini, mutfağa giren her kadın usulünce pişiremez. Bamyanın pişirilmesindeki en önemli nokta, bilinen tabiriyle ‘sümüklendirmeden’ pişirebilmektir. Birkaç tipi olan taze bamyanın iplere asılı kurutulmuş olanları da var. Bunların küçük boylar makbuldür. Kabakgillerden olan bu narin sebze normal tencerede pişerken bile kadının elinin ve gözünün üzerinde olması gerekirken, düdüklü tencerede pişirmeye kalkışmak hangi akl-ı evvel kadının işidir? diye sormak geçiyor aklımdan. Belli olmaz, bu akıl almaz icatlar çağında bamyayı, gerçek kıvamında ve tadında pişirebilen bir düdüklü tencere de dizayn edilmiş de olabilir. Meleklerden de melek annem de parmağından bal damlayan kadınlardandı. Elinin lezzeti gibi bolluğu da dillerdeydi. Tencerelerin kapağı öncelikle komşulara ikram edilmek üzere açılırdı. Kimin elinde bir mendil görse hemen koşar, ya kekik, reyhan, fesleğen gibi baharat ve bitkilerle daha da lezzetlendirdiği tam kıvamında güzel bir yoğurt çorbası. Ya da, üzerlerini mis kokulu tarçınla “afiyet olsun” “geçmiş olsun” yazılarıyla süslediği sütlaç veya muhallebi kaseleriyle çalardı kapılarını. Onu tanıyanların bana rastladıklarında hakkında söyledikleri övgü ve sevgi dolu sözleri yaralı yüreğime melhem oluyor. Ailece çok sevdiğimiz ve önemli, yararlı besin değerleri içeren bamyayı, bir de rahmetli annemin elinden yemenizi isterdim. Yanında sade suya mis gibi pirinç pilavıyla. Kıymalı bamyayı pişirirken, kıymayı bildiğimiz şekilde değil de, soğan ve karabiberle yoğurup, fındık büyüklüğünde yuvarladığı minik köfterler halinde ilave ederdi yemeğe. Çünkü biz üç kardeş de kıymalı yemekleri sevmezdik.
“Düdüklüde Kıymalı Bamya” bir Tiyatro Oyunun adı. Oyunun yazarı Mehmet Baydur. Yazı ve oyunlarında çoğunlukla siyasi politikaların, sosyal ve toplumsal yaşamların çarpıklıklarını irdeleyen, bunları çarpıcı dille hicveden yazar, özellikle genç kuşağa çok şeyler söylüyor. Yaşadığım semtin Gönüllüevi’nin; yaş ortalamaları hayli yüksek, deneyimsiz üyelerinin büyük özveri, müthiş disiplin ve olağanüstü performansla sahiplendikleri oyunun konsndan ve karakterlerin özelliklerinden söz etmeye çalışacağım dilimin döndüğünce. Ayrıca defterdeki sevgili dostlarıma verdiğim bir söz var, onu yerine getireceğim. Yani oyun trajikomik olsa da, ben bu kez olayların hep gülen yanını göreceğim. Tamam ma dostlarım?
Oyun, kadın karakterlerin ağırlıkta olduğu renkli, hareketli ve güncel olayları, gerçek hayatları göz önüne seren kara güldürü türünde. Güldürürken düşündüren. Önemli, şaşırtıcı mesajlar içeren, sürprizli bir sonla gözleri yaşartan güzel bir oyun. Olaylar; gelen-gideni eksik olmayan varlıklı, çok kadınlı, bol kahkahalı bir ailenin yaşadığı evde geçer. Alaturka ve alafrangalık arasında sıkışıp kalmış bu konuksever, sıcak ve neşeli kadınların tekdüze yaşamları televizyon üzerine kuruludur. Yitik değerlerin, önemli kültürlerin ve insan ruhunun bilge kişisi Fahrettin Bey’in eve girmesiyle birlikte ev halkı şiddetli bir deprem yaşar. Ardından artçılar durmak bilmez. Ben ki, zavallı bir dul olarak, bir argo sözcük duyduğumda bile yüzüm kızarırken, provalara başladığımız bir hafta içerisinde yüzden gözden çıkmakla kalmadığım gibi, varlığımdan bile haberleri olmayan koca bir Kadıköy, benim Dul olduğumu bile öğrendi çıktı. Bunun ortalığa düşmesi, Cemile’nin velisi ve de kadın delisi Fahrettin’ nin, gözümün içine bakar bakmaz “Sen dul musun?” teşhisiyle başladı. “Benim dul olduğum neremden belli?” sorusunu her önüme gelene sorsam da. Aydınlatıcı bir cevap alamadım yine de. Bizim Cemile’nin “Aman abla, sen biraz işkillisin ya!” sözlerinin ne anlama geldiğini de çözemedim yine. Dünyanın en güzel gülen, kızıl saçlı kadını canım ablam Fazilet, isminin anlamıyla gurur duyarken, bir anda kıçının büyüklüğünü yüzüne vuran bunak Fahrettin’in yüzünden kıçını nerelere saklayacağını bilemedi garibim. Ailemizden biri gibi gördüğümüz, dedikoduyu ve koca parasıyla hava atmayı pek seven üst komşumuz İnci, onun bu haline açık açık gülünce, ablam “Bana bak kız! Senin kıçın benimkinden küçük mü?” diye çıkıştı hırsla. İnci’de “Ayol Fazilet, sabah sabah şeylerimizi mi ölçüşeceğiz?” diyerek karşılık verdi, gülmesini sürdürerek ve içinden biraz da “Oh!” çekerek. Paralı ve güncel olaylardan haberli kocasına bile atıp tutan, bu şen şakrak alımlı kadını, ailece çok severiz yine de. Ablamın şımarık, uyuşuk kızı, benim de canımın içi zarif ve edalı yeğenim Nilgün’ün işi gücü, cep telefonuyla uyumak ve her telden erkeklerle flört etmek. Talihi güzelliği kadar güzel olmayan zavallı ablamın, içtiği gece sütü feci şekilde gaz yapınca “sineklere bile kış diyecek hali yok” dediği eniştemin, “Eyvah! Evi bombalıyor!” diyerek yataktan kalkmaya çalışırken düşüp kolunu kırması onun ne kadar bahtsız bir kadın olduğunu bir kez daha ispat etti. Nilgün’e “Kızım, sen bu gidişle bir gün benim içime indireceksin” dese de, kızın hiç umuru olmuyor. Salak kızımızın son aşkı Postacı Uğur. Nilgün önce, Uğur’ un “manevi babam” dediği Fahrettin’i getirip başımıza attı. Hemen ardından Postacı sevgilisi kapımızı çaldı. Uğur içeriye girer girmez, salondaki kadınlar da şaşkınlık komasına girdiler. Çünkü “Postacı” diye küçümseyip, köklü ailemize yakıştırmadığımız bu geç delikanlı, düşlerden çıkmış soylu bir masal kahramanı gibi duruyordu karşımızda. Fiziği, postacı şapkasının altından sarkan at kuyruğu kırçıllı saçları, güneşin yedi renginin oynaştığı gözleri, hepimizin yüreğini ağzına getirirken, o gayet saygılı ve pek kibar bir şekilde kendisini tanıtmakla yetindi. Bizim sıska kız kedi olalı, nihayet ağaca tırmanabilmişti. Nilgün Fahrettin’i yere göğe sığdıramazken, bizlere etmediğini bırakmıyor. Anlaşılan kaleyi içeriden kuşatmaya çalışıyor. Oysa adam daha kapıdan girer girmez “Burası Kerhane mi?”demez mi? Evet, belki o kadar genişlemedik, ama yine de küçük bir işletme sayılabiliriz. Bizim evin kapısı hiç kilit tutmaz. Gireni çoktur. Çıkana pek rastlanmaz. Korsanlar kralı Fahrettin bile bizim evde kavuştu hakkın rahmetine. Çocukluk ve lise arkadaşımız Beykoz’ lu Hamiyet’ de yine o terelelli Fahrettin’in yüzünden “Şırrak!” diye düşüp bayıldı aniden. Dedesinin Osmanlı Sarayında seyislik yapmış olması, başındaki şık şapkası ve yıllanmış şarap tadındaki güzelliği, onu tutkunu olduğu dizi, Muhteşem Süleyman’ nın gözdesi Hürrem sultan havalarına sokarken. Bizim de, onun oldukça korkak ve çok sabırlı bir kadın olduğunu. Yıllarca içi boş Beykoz kellesi yemekten beyin kıvrımlarının giderek düzleştiğini bunca yıl sonra fark etmemiz, yine o kendini beğenmiş ve çok bilmiş Fahrettin’in sayesinde oldu. Fakat bunun hiç de sandığımız gibi olmadığını. Aslında Hamiyet’in kadın kurnazlığını kullanıp, yalandan düşüp bayılmış olduğunu, bırakın bizlerin anlamasını, her fırsatta kadınlara bayıldığını söyleyen kadın uzmanı Fahrettin’in kendisi bile anlayamadı. Ancak kim ne derse desin, onca yıl birlikte yaşadığımız yakınlarımızın bile bilmediğimiz, göremediğimiz yanlarını İnci’nin “Evliya gibi adam ayol!” dediği ve o konuşurken ağzının suyu aktığı kakao, hindistancevizli bisküvi ve buzağı gözlü kadın müptelası Fahrettin’in sayesinde öğrendik Allah için. Sevgili ablam Fazilet, bir akşam vakti yorgun sesini başına alıp “Dönülmez akşamın ufkundayız/Vakit çok geç!” derken ve bana bakıp ah! çekerken. Postacı Uğur’a aygın-baygın bakan gözleri, vaktin hiç de geç olmadığını söylüyordu mesela. Bense, başında fötr şapkası, şık paltosu ve kendinden emin tavrıyla aniden içeriye giren bu beyefendi görünümlü adama bakıp “işte! kısmet ayağına geldi kızım!” derken içimden. Hemen sonrasında “ne yapabilirsin ki sen bu içi geçmiş, kaba adamla? diye sordum kendime yine içimden. Son ümidimde bitince. Ben de yalnızca artık hayallerimde, düşlerimde yaşatıyorum yaşayamadıklarımı her gece. Zavallı bir dulun en mahrem hisleriyle! Ailemizin yegane yüz akı şüphe yok ki dünyanın en tatlı, en sevimli ve rahmetli babamız Fazıl’ın “Mehparem, ciğerparem” diye ağzının içine baktığı annemiz Mehpare hanımdır hala. Gözü arkada kalmadığına inanarak bizlere emanet edip gittiği, bir zamanların yürek hoplatan Mehpare’si şimdi kulağının az işitir olması ve biraz da bunamaya yüz tutması bir tek onu Fahrettin’in şerrinden korudu çok şükür ki. Fahrettin denen bu garip yaratığın, evimize olanca pişkinliği ve saygısızlığıyla postu sermesi yetmezmiş gibi, eve gelen konuklara bile olmadık laflarla sataşıyor, uyur numarası yapıp şapkasının altından bile posta koyuyor olanca hınzırlığıyla. Oğlu Uğur’un postacılık hevesi, bu yüzden olabilir. Cemile nin gün yüzüne çıkmamış cinsel duygularını ve ilk busesini kimlere verdiğini bile o çıkardı su yüzüne olanca içtenliğiyle. Üstelik Cemile’yi kendisine hayran, bize de düşman edercesine. Fahrettin Bey, ev halkına asıl sürprizini, yine evin hizmetkarı Cemile’yle yaptı gider ayak. Ve hem ailenin, hem eve giren-çıkanların içinde en akıllı, en yaman ve en insan kişinin kim olduğunu gözümüze sokarak.Biz Cemile’nin bize hizmet ettiğini sanırken, o bizi parmağında oynatırmış. Biz onu küçümser, hallerine gülüp geçerken, o bizim hallerimize için için gülermiş. Biz onu bilgi-görgü fukarası sanırken, o bizim bomboş kafamıza, dünya malıyla övünmemize şaşar şaşar dururmuş. Biz onu aşkı bilmez sanırken, o emekçi ve kocaman yürekli kocasının kucağında nice güzelliklere yelken açarmış oysa...
İyi Seyirler.
YORUMLAR
Gerçekten de oldukça komik olayların anlatıldığı,yazım ve noktalama kurallarına sön derece özen gösterilerek oluşturulmuş harika bir anıydı okuduklarımız...
Usta kalemi kutlarım...
TÜLİN ÖZTUNÇ
"Sen oyunu olduğu gibi anlatmışsın" dediler. Bana karşı gelmek kimin haddi! Tabii herkes haddini bildi! Oyuna bekleriz efendim.
Sohbet türü yazıların söyleşi (röportaj) türünde kayda alınmasını bir türlü anlayamıyorum, ama bu sitede pek çok dostumuz bunu yapıyor. Sohbet menüsü olmadığı için onlara da hak vermek gerek, ama sizin bu yazınız ANI türünde de değerlendirilebilinirdi. YAZI YAZMA USTASISINIZ, İNANIN Kİ, ANEKDOTU İŞLEME BİÇİMİNİZ, YAZIYI KURGUNUZ DÖRT DÖRTLÜK; OKUYUP DA, BEN BU YAZIDAN BİR ŞEY ANLAMADIM DİYEBİLECK HİÇ KİMSE ÇIKMAZ. YaZIM KURALLARINDA İSE ZATEN ELİ ÖPÜLECEK KADAR TİTİZSİNİZ... TEBRİKLERİMLE SAYGILARIMLA...
Cemile’yle yaptı gider ayak. Ve hem ailenin, hem eve giren-çıkanların içinde en akıllı, en yaman ve en insan kişinin kim olduğunu gözümüze sokarak.Biz Cemile’nin bize hizmet ettiğini sanırken, o bizi parmağında oynatırmış. Biz onu küçümser, hallerine gülüp geçerken, o bizim hallerimize için için gülermiş. Biz onu bilgi-görgü fukarası sanırken, o bizim bomboş kafamıza, dünya malıyla övünmemize şaşar şaşar dururmuş. Biz onu aşkı bilmez sanırken, o emekçi ve kocaman yürekli kocasının kucağında nice güzelliklere yelken açarmış oysa...
güzeldi anlatım güzeldi dizeler saygımlasın cancazım
TÜLİN ÖZTUNÇ
AYSE 09
ilgine çok teşekkür ediyorum
ama nasıl gelirim aramızda onca yollar var yinede sen beni ön sıralarda bil
böyle bir çalışmanızı bilmiyordum ve çok sevindim inanın
sevgilerimlesin