- 1118 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Canımızı en çok yakınlarımız acıtıyor.
Canımızı hep en yakınlarımız acıtıyor…
”El” oluveriyorlar hiç beklemediğimiz bir anda.
Oysaki ‘el’ denilenlerle öyle dostluklar öyle arkadaşlıklar kuruyoruz ki kan bağı denilen ‘kırmızı pamuk ipliği’ bir gün gelip koparken, o insanlar size sadece el değil; yeri geldiğinde ağlayacak bir omuz, yeri geldiğinde içimizde biriken zehri akıtabildiğimiz okyanus oluyorlar…
“Bir insanı tanımak için zamana ihtiyaç vardır.” Bana göre zaman tek başına yeterli değil bilinenin aksine. İnsanoğlunun evrim geçiren bir varlık olduğu düşünecek olursak, kendisi ile birlikte değişime uğrayan egosunun, ne zaman canavara dönüşüp saldırıya geçeceğini kestirebilmek mümkün olmuyor… Yıllardır tanıyorum dediğimiz insanların içinde ki canavarı uyandırmamanın bazı kuralları var.
1-İtaat edeceksiniz.
2-Kusurlarını görmeyeceksiniz.
3-Eleştirmeyeceksiniz.
4-Duymak istemedikleri bir şeyi söylemeyeceksiniz.
5-Hayal âleminde dolaşmalarına izin vereceksiniz.
6-“Hayır” demeyeceksiniz.
7-Fikriniz sorulduğun da vereceğiniz cevabın, sonuç olumsuz olduğun da, tek suçlusunun siz olacağını bilecek ve kabulleneceksiniz.
Yukarıda ki yedi maddenin de özünde “İtaat etmek” var aslında. Diğer maddeler açılımı oluyor. Yaşadıklarımdan öğrendiğim odur ki; itaat kuralının geçerliliği, direkt ya da endirekt yoldan kişisel menfaatin ön planda tutulduğu ilişkilerde beklentiden de öte, olmazsa olmaz…
Çalışıyorsanız üstlere, patrona itaat edilir. İşsiz kalma korkusu, performans puanının düşürülme endişesi istemeden de olsa itaat etmemizi gerektirir.
Ev de kocaya itaat edilir. Diplomalı, diplomasız, çalışan ya da ev kadını fark etmez. Eşit şartlarda çalışıp, sorumluluk dağılımında 3-0 önde olsanız bile hep bir adım geride durmalısınız. Günümüz gençleri evde ki paylaşımdan çok mutlu. Hayatın müşterek olduğunu sindirmiş, birbirlerine duydukları sevgi ve saygıyla pekiştirmiş görünüyorlar. Fakat her nedense, boşanma fiili her geçen gün katlanarak büyümekte. Çünkü özünde yatan neden karşılıklı menfaatler. İki taraftan biri işsiz kaldığında sevgi ve paylaşım demode olurken, iki ay eve maddi katkıda bulunamayan eş bir anda ezik ve savunmasız hale geçiyor. Çözüm boşanmak. Oysaki özveri de bulunup, mevcut bütçe ile idare etmeye çalışıp, kocanıza itaat etseniz karnı tok bir köle olur, gül gibi geçinir gidersiniz…
Çocuklarımız. Koşulsuz sevdiklerimiz. Elbette ki itaat etmeyiz(!). Sevgi ve saygıyla yaklaşırız. Büyüme aşamasında birçok dönemlerden geçerler. Hep sabırla, anlayışla yaklaşırız. Hayat mektebinde henüz çıraklık dönemindedirler. Biz olumlu olduğumuz sürece olumludurlar. Doğru ya da yanlış “Hayır” sözcüğünün karşılığı “İnatlaşma” olarak geri döner. Uyulması gereken kurallar onun için çiğnenmek içindir. Hayır diyecek olursanız aranızda ki masumiyet kaybolabilir. Sizi karşısına alır. Bunu gözler ve onu kaybetmemek adına susarsınız. Hayır diyemediğiniz tam bu noktada itaate giden yolun kapısı aralanmış olur...
Anne, baba, kardeş ilişkilerin de olay daha da vahim. Yaşam hakkınızdan vazgeçeceksiniz. Uyduları olacaksınız. Çocuk kimliğinizden asla vazgeçmeyeceksiniz. Onların hatırlamak istediği yaşta olacaksınız. Sizden küçük kardeşiniz varsa, bileceksiniz ki sizin hep görevleriniz onun hep lütufları olacaktır. Sizin hatalarınız onun kusurları vardır. Siz ağlama duvarı, o hiçbir şey hissettirilmeyen olacaktır. Siz yardım eden o yardım edilen olacaktır. Ciddi konularda karar merci siz olmalısınız ki o suçlanmasın…
Kavgasız gürültüsüz yaşayıp, karşınızdaki insanlarla iyi ilişkiler içinde olmanın yolu itaat etmekten geçiyor.
Dost ya da arkadaş ilişkilerimiz de ta en başından hayatımıza alıp almama tercihine sahibizdir. Değerli ve önemliyizdir birbirimiz için. Biliriz ki eleştiriler yapıcıdır. Biliriz ki kusurlarımızı gördüğünde ki uyarıları, hataya dönüşmemesi içindir. Birbirimizi kıyasıya eleştirmemiz, sürü-çoban ikilisinin durumunu kabullenmemizden kaynaklanır. Farklı düşünce ve fikirler üreten beyinlerin ürünüdür. Birbirimize ‘hayır’ demek den kaçınmayız. Aksinin tek taraflı özveri olduğunu biliriz.
Hepimizin bazı hayalleri vardır. Hayal kurmakla, kurduğumuz hayal âleminde yaşamak birbirinden çok farklı şeyler. Hayal kurmak ayakları yere basan bir insan için aynı zamanda hedef koymaktır. Diğeri ise ya bir hastalığın habercisi ya da sorumluluk almak istemeyen insanların kaçış planıdır.
Bazen öyle hayaller kurarız ki; beden yaşımızla duygusal yaşımız, zekâmız ve becerilerimizle hayalini kurduğumuz hedef, çocuğumuzun kişiliği ile ona uygun gördüğümüz meslek asla birbiri ile örtüşmez. Her ne kadar hayat yaşayarak öğreniliyor olsa da, temeli olmayan bir binanın üzerine çıkmayı plânladığımız on katın altında, sadece kendimiz değil sevdiklerimiz de kalır. Çevremizi, sevdiklerimizi üzer, yorar ve mutsuz ederiz.
Öz benliğimizle egomuzun mücadelesinde en iyi hakem hayatımıza aldığımız dost ve arkadaşlarımızdır. Tarafsız gözle değerlendirir, gerçekleri haykırırlar. O an kırılmış olsak da biliriz ki amacı bizi uyarmak, korumaktır. Fizik, matematik derslerini ite kaka geçen çocuğumuzun mühendis olabilme ihtimalinin zayıflığını duymak bizi mutsuz etse de, gördüğümüz halde kabullenmek istemediğimiz gerçekle yüzleşmemizi sağlar.
Sorumluluk almaktan hoşlanmadığımız, çıkış saatini sabırsızlıkla beklediğimiz, senenin ilk günü takvimi elimize alıp tatil günlerini hesapladığımız bir kişilik yapımızla CEO olamayacağımızı duymak hayal kırıklığı yaratsa da, hedef küçültüp mutlu olmamızı sağlayacaktır.
Görüldüğü gibi masumiyetin, dürüstlüğün, sevginin olduğu; kişiliğin ön planda kabul gördüğü her ilişki de, yazımın başında ki yedi kural anlamsız kalıyor.
Haksızlığa maruz kaldığımızda, günlük stresler sonucunda ses tonumuz biraz yükseldiğinde “Canın bir şeye mi sıkıldı?” sorusunu hep 3. şahıslar sorar. İnsan olduğunuzun farkındadırlar ve öyle yaklaşırlar. Birinci ve ikinci şahıslar da –istisnalar olmak kaydıyla- söylemler hep aynıdır. “Ne bağırıyorsun?”, “Kendine gel”, “Saygısızlık yapma”, “Çemkirme”…
İnsanın canını en çok en yakınları acıtıyor…
"Anlamaya çalışma hayat böyledir işte! Hep o ’kıyamadıklarınız’ kıyar size." Çehov.
Nurcan Çelik Yalun
14.Şubat.2012
YORUMLAR
Merhaba Nurcan Hanım.
Tespitleriniz çok doğru. Güzel anlatımınızla bu tespitleri okuyana bir güzel dikte ediyorsunuz.
Sizi kutluyorum. Bir tek, dost ve arkadaşlarla ilgili tespitinize biraz muhalifim. Onlar da bazen yanlış yapıyorlar. Dostluk ve arkadaşlıkları baskın geldiğinden ya da üzüntüyü hafifletmek adına "Çok haklısın. O sana yakışmıyordu. Sen bunları hiç hak etmedin," gibi sözlerle destek çıkarak eleştiriyi tek taraflı yapıyorlar.
"İnsanın canını en çok yakınları acıtıyor." Yerden göğe kadar haklısınız. Hele yaşlanıldığında, bu acının üstüne başka yok gibi. Şunları yakınım olan bir baba söyledi. "Onlar için çile çektim. Uğruna canımı verirdim. Yüzüme karşı diyemiyorlar ama, beni birbirlerine sepetlemelerinden ve bakışlarından; ölse de kurtulsak diyorlar."
Nurcan hanım; de, da, ki bağlaç ve eklerinde biraz daha dikkatli olsanız iyi olur.
Başarı dileklerimle saygılar.
Nurcan Çelik Yalun
Veysel Başer
O aksaklığı temelli gidermeniz için şunu öneririm. Kendi yazdığım için
değil, bir başkası da yazmış olsaydı önerirdim. Sayfama giren. Makale bölümünde "Yazın,kütür;yazın sanattır" adlı makalede; de,da, ki,kü bağlaç ve ekleri akılda kalacak şekilde yazılı. Bir göz atın derim.
Başarıları dilerim. Saygılar.