- 1523 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİZİM KÖYDEN MEKTUPLAR - 1
Sevgili Oğlum Mehmet Ali, . 1 .
Senden hayli zamandır mektup gelmedi. Hepimiz merak içinde kaldık. Anan, adresinin yazılı olduğu kağıdı, nereye koyduğunu unutmuş. Bu yüzden geçen gece gözüme bir damla uyku girmedi. Yatağımdan kalktım. Oturma odasında kağıt, mektup, evrak, tapu koyduğumuz sandığı didik didik ederek, bir güzel karıştırdım. Nihayet sabaha yakın, ilk horozlar öterken, adresinin yazılı olduğu kağıdı buldum. Artık bundan sonra sen yazmasan bile, biz buraların hakkında, sana mektup yazacağız. Hiç olmazsa; senin, bizlerden haberin olsun...
Oğlum, sen gideli aşağı yukarı yedi yıl oldu. Hatırlar mısın bilmem? Gitmeden bir kaç ay önce Kızılcakuyu’daki tarlaya elma, kiraz, vişne ve armut fidanları dikmiştik... Çok şükür, onlarda meyveye durdu. Senin diktiğin fidanların meyvesinden yerken; anacığın, sana canı gönülden hayır dua ediyor. Ana duasını almak iyidir: Faydasını mutlaka görürsün.
Mehmet Ali’m, bundan üç ay önce ilçemizin kaymakamı köylere iki jandarma ile katibini salmış. Bu habercileri vasıtasıyla bu yaz „Armut Güzeli“ seçimi olacağını bütün köylere müjdelemiş. Her vilayet veya kasaba, yetiştirdiği ürüne, meyveye göre „Güzellik“ yarışması yapılıyormuş. Bundan bizim haberimiz yoktu. Sanki kulaklarımıza kurşun dökülmüş de dibimizde çalan davulu duyamaz olmuşuz. Ömrü uzun olasıca bu kaymakam sayesinde, komşu illerde, ilçelerde yapılan bu tür festivallerin benzerini, artık pek fazla uzağa gitmeden kendi ilçemizde de görebileceğiz. Çağdaş uygarlık başka şey canım...
Aslında bizim buralarda sadece armut yetişmez. Kılıç gibi biber, kol gibi patlıcan, bol sulu salatalık, etli ve nefis kokulu domatesin yanında maydonoz, marul, ıspanak ve bakla yetişir. Hele Menderes vadisinde olan köylerde kavun, karpuz, kabak gibi ürünlerin tadı dillerde destandır. „Akköy’de yemeli kabağı, sallamalı göbeği“ diye bir de atasözü vardır. En iyi salçalık domatesler, hele turfanda olarak Dereköy’de yetişir.
Kaymakam, ilçenin ileri gelenlerini ve eşrafını toplamış,
„Neyin festivalini yapalım?“ diye sormuş. Orada bulunanların ekserisi;
„Domates güzeli“ demişler. Birden kaymakam yerinden kalkarak;
„Olmaz!“ diye karşılık vermiş. „Daha ilginç bir meyve veya sebze bulalım“ diye serzenişte bulununca; orada bulunanlardan kimisi;
„Biber“ kimisi „karpuz“ kimisi de „hıyar güzeli“ seçelim diye teklif etmişler. Onlar düşündüklerini demişler demesine fakat, kaymakam müdahale ederek;
„Armut güzeli“ diye diretmiş.
Toplantıya katılanlar;
„Uygundur“ deyip bu fikirde karar kılmışlar.
Bilirsin bizim oraların armudu gayet iri, etli ve sulucadır. Yerken bir hoş kokusu olduğu için lezzetine doyulmaz. Iyisini köylüler satar, nerede küçükleri, nerede lekelileri varsa, onları da kendileri yer. Ankara armudu meşhurdur, fakat bizim köyün armudunu tutmaz. Öyle olsaydı, armutların iyisini Ankara’ya mı yollardık? Mübareği fazlaca yersen: Birazcık şişkinlik ve gaz yapar. Gerçi bir iki kere yellenince hemen tesiri ortadan kalkar.
Büyüklerimiz armut güzeli seçimini kasabada kararlaştırmışlar. Bizim köyün ileri gelenleri ile köy odasının önünde toplandık. En iyi armutları götürüp, birinciliği kazanıp, bütün kasabada köyümüze güzel bir ün kazandırmak için muhtarın önünde sözleştik. Köyün öğretmeni bile, bizleri coşturan bir nutuk çekti. Hacı Hafız’ın, en iyi meyveyi yetiştirip, insanlara sunabilmenin fazileti üzerine yapmış olduğu vaazını candan dinledik. Bu konuşmalardan çok etkilendik. Bu arada ağzına laf yakışan köylüler de bir kaç çift laf ettiler. Daha sonra da dağıldık.
Böylece o günden itibaren köylüler arasında en nefis, en güzel armudu yetiştirme yarışması açıldı. Herkes mahalle aralarında, harman yerinde, cami avlusunda en iyi armudun nasıl olacağına dair durmadan fikir icat edip, kendisine göre yorum yapıyordu. Kimisi iri, kimisi suluca, kokulu ve etli, kimisi de rengi sarımtrak, orta kısmı biraz gülpembemsi ve kapuğu da parlak, göz alıcı olmalı, diyordu... Hani derler ya, ayının kırk çeşit türküsü varmış, hepsi armut üzerineymiş diye... O günden sonra bütün sohbet ve konuşmalar armut üzerinde dönüyordu.
Bu arada bazıları, kendi yetiştirdikleri armudun birinci gelebilmesi için, başkasının ağacındaki armutları ya kendisi, yahut da çocuklara taşlattırıp, zedeletiyorlardı. Bu tür davranışlara karşı köylüler, armut ağaçlarının dibine yatağı, yorganı serip, orada geceliyorlardı. Bundan dolayı armutların olgunlaşma döneminde köyde kimseyi bulamaz olduk. Maazallah, birisi aniden ölseydi; ne mezarını kazacak genç, ne de cenaze namazını kılacak cemaat bulmak mümkündü. Genci, ihtiyarı bütün köylü olarak diğer işlerimizi bir yana bıraktık. Artık armut ağaçlarının altında pinekliyorduk.
Köylü, köyümüz civar köyler arasında şöhret bulsun diye bu işe canı gönülden sarıldı. Bu arada anan ile ben de boş durmuyorduk. Anan, Sırapoyamlar’daki armut ağaçlarını gözetiyordu, ben de Güllüdere’deki ağaçlara göz kulak olup bekliyordum. Bazıları komşu köylerden ücretli ırgatlar getirip, çeşitli mevkilerdeki armut ağaçlarına bekçilik yaptırıyorlardı. Hatta armut ağacının dibine yatağı, yorganı atmış olan Cırcır Ahmet’in başına bir gün ağacın altında uyurken, dallarda bulunan kuşlardan birisi pislemiş. Herifin cakasından kimse yanından geçemedi. Ne imiş efendim; başına devlet kuşu pislemiş de, uğur getirecekmiş. Bu yüzden de en büyük ödülü o alacakmış. Hem böyle anlatıyor, hem de şıkır şıkır oynuyordu. Onu görenler;
„Bu armut işi, şimdiden kafasının tahtasında çivisi eksik olanları oynattı“ diye söyleniyordu.
Armut güzelinin seçileceği gün gelip çattı. Sabah namazını bütün köylü ile camimizde kıldık. O gün cami avlusu bayram günü gibi kalabalıktı. Daha sonra köy odasının önünde toplandık. Topluca çoluk çocuk, ihtiyar, kadın, kız, kızan kasabanın yoluna düştük. Kimi yayan, kimi de eşeklere binmişti. Armutlar, sabah soğukluğunda dallarından koparıldığı için çıtır çıtırdı. Armutlara sabah serinliği işlemişti. Kafilenin en önünde Ese Dayı ramazan davuluyla Çoban Süleyman ise kavalıyla yürüyordu. Biri öttürüyor ötekide dımbırdatıyordu. Bizim bu şekilde gidişimize bakan birisi; bir köy yerinden kalkmış, başka bir yere göç ediyor zannederdi.
Kaba kuşluğa doğru kasabanın giriş yerine vardık. Bizim topluca gelişimizi kaymakama haber vermişler. Onlar, bizi vilayetten gelen askeri bando ile karşıladılar. Kafilemiz gelip, yarışma için ayrılan hayvan pazarındaki yerini aldı. Vilayetten vali beyle, bazı omuzu bol yıldızlı paşalar gelmişti. Bu arada askeri bando bizi coşturan marşlar çalıyordu. Hemen askerliğimi hatırladım. Kanım kaynadı. Yerimde duramaz oldum. Bulunduğum yerde ayaklarımı „Rap, rap!“ yere vurdum. Birden „Ne oluyor? Kendine gel! Çocuk musun?“ diye söylendim. Ortalık ana baba günüydü. Kadınlar bile coşmuştu...
Önce günün önemini belirten mevzu hakkında kaymakam bey konuştu. Konuştukça alkışladık. Biz alkışladıkça o da coştu. Fakat, „Ne konuştu, neler anlattı?“ dersen: Yani, ne konuştuğunu biz de anlayamadık. Neden mi alkışladık?.. Nedeni var mı canım, herkes alkışlıyordu. Tabii ki, biz de eşek değiliz ya... elbette topluma ayak uyduracaktık. Büyüklerimize aykırı hareket etmek köylü olarak bize yakışmazdı. Onun için var gücümüzle birbirine ellerimizi çarpıyorduk. Hem adamcağız kötü laflar etseydi, elalem alkışlar mıydı canım?.. Herkesin eli pırasa değil ya... Ben bile, bu alkışlardan ötürü elimi bir hafta boyunca yumamadım. Şakşağa ve alkışa alışık olmadığımız için ellerimiz acımıştı.
Kaymakam beyden sonra vali bey eline mikrofonu aldı. Vallahi adam tam vali gibi... Ne masalara sığacak, ne de koltuklara. Vali dediğin iri yarı cüsseli olmalı. Onun heybetinden vatandaş önce korkmalı. Kaymakamın, vali olabilmesi için daha bir kaç vagon ekmek yemesi gerekir. Vali ne konuştu dersen? Vali bey mikrofonu alıp
„Eskiden böyle güzel şeyler olmazdı. Bunun için saltanatı ve hilafeti kaldırıp cumhuriyeti kurduk! Şimdi, herkes kendi yöneticisini kendi seçiyor. Kimse kimsenin ne yaptığına, nasıl inandığına karışmıyor. Memlekete hürriyet getirdik!“ müthiş bir alkış koptu. Tabii biz de çılgınca alkışladık.
O, yine;
„Önderimiz, gece gündüz düşünüp, çalışıp bizim için gerekli ilke ve devrimleri gerçekleştirdi. Onlar sayesinde karanlıktan aydınlığa çıktık. Uygar insanlar gibi çok mutluyuz. Avrupalı olduk. Onlar nasıl sevinip, eğleniyorlarsa; bizler de öyle eğleneceğiz. Avrupa’da ve Büyük Amerika’da yetiştirdikleri ürünlerin en güzelini seçip, kutluyorlar. Bizler, bu uygar ülkelerin güzel adetlerini aldık. Bugün burada yetiştirdiklerimizin en güzelini seçeceğiz. Aslında bu adetler daha önce ülkemizde de vardı. Bundan ikibin yıl önce bu bölgede yaşayan halklar, ürün sonunda şükran ve armağan olarak inandıkları tanrılarına kurban törenleri yaparlarmış. Bu festivaller ve panayırlar sayesinde tanrılarına şükranlarını sunarlarmış. Işte biz, bu ikibin sene evvelki böyle güzel adetleri tekrar dirilttik. Artık memleketimize uygarlık geliyoooor!..“ diye bağırırken çarşı camisinin müezzini müminleri öğle namazına çağırıyordu. Bizim gibiler topluluktan ayrılırken, valinin;
„Laik idaremizde deee...“ diye bağırdığını işittim. Abdest almak için camiye seyirdince onun konuşmalarına pek kulak veremedim.
Ikindi namazından önce askeri bandonun çaldığı gıçırtılı müzik eşliğinde ortaya baldırı çıplak kızlar çıktılar. Ortalarda kıçı kırılmışlar gibi dolaştılar. Onların içinden birinci, ikinci ve üçüncüyü seçtiler. Boyunlarına üstü yazılı birer bez taktılar. Bu arada önce onlarla tokalaşan vali, o kadar milletin içinde hepsini teker teker öptü. Hepimiz şaşırdık. Tek gözü kör öteki de zor gören Sarı Hatice Nine bile;
„Amanınnn! Vay vaaay! Başımıza taş yağacak, taaaşşşş!“ diye bağırdı.
Armutları mı diyorsun? Bizim armutların yüzüne bakan bile olmadı. Yarışmaya katılma, falan kuruluşa, filan derneğe yardım parası istemişler. Onlarda bizde yok. Uzun, beyaz örtülü masada oturan vali ve kumandanların önüne armut dolu tabaklar konuldu. Onlarda tabaktaki armutlardan birisini birinci seçtiler. Sahibini tebrik edip, eline el kadar bir kağıt tutuşturdular. Bir süre sonra da alay kumandanıyla vali bey birinci gelen armutları halkın gözü önünde yediler.
O gün kasabadan bozulmuş bir ordu gibi köye döndük. Kimsenin ağzını haftalarca bıçak açmadı. Hele armut lafını ayılarla dayılar bile günlerce ağzına almadılar. Köylülerden bazıları armut ağaçlarını kestiler. Ben dahi armut lafını mektupta fazla yazmamaya çok özen gösterdim. Sevgili oğlum, anan ve ben gözlerinden öper, armutsuz selamlarımızı göndeririz.
Halil GÜLEL
Düsseldorf
YORUMLAR
Merhaba Halil bey,
Yine güzel bir öykü döşemişsiniz. Yer yer gülümsedim. Bilmem ne festivali olduğunda, duyduğumda armut festivalini de mutlaka anımsayacağım.
Yazım ve anlatımda hatalarınız var. Şu sıralar bu kadar söylemekle yetiniyorum. Sizin gibi güzel konulara değinenlerin bunların üstesinden geleceğini bildiğim için araya sıkıştırıyorum.
Yazdıklarınızı okumanın tadı bir başka. Adınızı gördüğümde okumadan geçmem. Uzakta olsanız bile püfür püfür Anadolu esiyorsunuz.
Başarı dileklerimle saygılar.
Halil GÜLEL
Bizim gibiler topluluktan ayrılırken, valinin;
„Laik idaremizde deee...“ diye bağırdığını işittim. Abdest almak için camiye seyirdince onun konuşmalarına pek kulak veremedim.
İYİ ETMİŞİN HOCAM. BU LAIKÇILARDA PALAVRADAN BAŞKA BİŞİ YOK ZATEN...Yazınızı beğendim, mektup türünde yazılmış güzel bir öyküydü.SAYGILAR