Kim Bilir (öykü)
KİM BİLİR
Şehrin göbeğinde kalmış bir kabristan… Kalmış değil bilakis şehrin göbeğine yapılmış. Anadolu’da iç içedir hayat ve ölüm.köyde bakracını çeşmeden dolduran kadın başını kaldırdığında görüverir atasının mezarını.Bir çok şehir merkezinde kabristan bulabilirsiniz.
Burası da en son II Abdülhamit Han döneminde geçirdiği tadilatla günümüze ulaşan kabristan. Şeyh türbegahı bir şaheser. Dahilinde kalabalık bir ulema ve eşraf… Ne alimler koynunda toprağın. Kabirlerinin mütevazı taşları dünyada iken sükuta gark başları gibi eğik ve fakat dünyaya bakışlarında mütekamil bir çehre…
Bana öyle gelir ki Anadolu, toprağının üstündeki alimler kadarda altında mücevherat saklamaktadır.
Şehrin uyanışı bu kabristanın leyli taşlarında başlıyor. Önce ebedi uykuya yatanlar uyanıyor güneşin çiğ damlalarıyla. Gün müşfik bir anne edasiyle istisnasız geziniyor –zahirde leyli ama kimbilir ne mücella taştır onlar – bütün taşların üzerinde. Sonra şehre doğuyor gün. Bir bir çekiyor insanları sokaklara. Sokaklarda kıpırdanmalar, işçi servisleri, simitçiler, fırınların sıcak taze ekmek kokusu pencereleri yokluyor. Kuşlar , onlar şehrin afacan çocukları. Ne zaman uyanır, ne zaman şenlendirir ağaçları, çatıları kimse bilmez.
Yalnız biri vardır, her sabah kabristanın haziresinden dolaşıp işe gidenlerin dikkatsiz nazarına çarpar ve fakat ilgilendirmez kimseyi. Hatta biraz ürperti bile verir. Hemen uzaklaşmak isterler. Kaçarlar birkaç adımda, ivedi. Fakat o görmez bütün bu olanları. Onun enzarında önünde oturduğu kabrin leyli taşı görünür. Önünde dizleri üstüne çöktüğü kabir… ne bir ağıt, ne bir isyan. Yalnız bir sükut mütemadiyen. Şehrin bütün gürültüsüne tezad bir sükut. Nisyanın kucağına düşen kabristanın medar-ı iftiharı.
Öyle çok giren olamaz kabristanın haziresine. Tel örgü filan da yoktur öyle. Hatta şehirle öyle iç içedir ki yanlışlıkla girenler bile olur. Nerden anlarsınız yanlış girdiklerini. Gözlerine bir kabir taşı ilişince gerisin geri çıkarlar da ondan.
Yalnız o, ne niyetle girmiştir, kimi kimsesi var mıdır, başucundan ayrılmadığı kabirde kimi medfun bir esrardır bütün bunlar. Ve fakat bir efsane gibi dolanır şehrin ağzında yaşananlar.
Kimi der ki şehrin zenginlerinden biri oğluna chevrolet marka bir araba almış. Şehri gürültüye boğan bir arabaymış bu. Ardından küfür edecek olanlar olur ama ağa oğlu ne denir ki.. Şehrin meydanındaki çınarın bile rengi değişir olmuş çıkardığı dumanın, tozun yüzünden. Yine bir gün tozu dumana katıp çınarın altından geçerken bir kadına çarpar. Zavallıcık oracıkta can verir. Garibin bir Allah’ı olur derler. Cenazesinde üç beş konu komşu. O gün bu gündür ayrılmaz derler karısının mezarı başından.
Kimi de yok öyle değil der asıl şöyle olmuş olay. İftira atmışlar zavallıya. Kocası işe gidince biriyle buluşurmuş gizliden gizliye. Kulağına gitmiş adamın. O da çekmiş vurmuş kadını. Sonradan anlaşılmış iftiralar ama olan olmuş ,göçen göçmüş bir kere.
Hala şehrin kuytu dudaklarında dolanır olanlar. Hamileymiş kadıncağız. İmkansızlıklar işte. Doğum gelmiş çatmış. Ah yokluk ah. Çağıramamış bulamamış bir ebe adamcağız. Çocuk da ölmüş kadın da. Koyun koyuna yatıyorlarmış şimdi. Definden sonra ayrılmamış mezardan adam da.
Geçen de kahvede , mürşidi imiş başında saygıyla beklediği diyorlar. Öldükten sonra hayatta gösterdiği saygıdan uzaklaşmamış. Kimi de ara da konuşuyor mezarla diyor.
Deli diyen de yok değil hani. Önceleri şehirde gezermiş sırtında kalın parkayla yaz sıcağında. Taşlamış çocuklar bir gün. Mezarlığa sığınmış o da. Ne bulduysa o mezarda o gün bu gündür ayrılmaz başucundan…
27/09/2011
Çarşamba
Fatih ZEYREK