- 4708 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU
Cumhuriyet’in ilanından elli yılına kadar olan dönemde yurdu, milleti ilgilendiren haberler gazetelerin birinci ve ikinci sayfalarında yer alırdı. Halk bu haberleri okur, ülkenin gidişatı hakkında bilgi sahibi olurdu. O zamanki gazeteler ciddi, ağırbaşlı gazetelerdi. Şimdiki gibi magazin haberleri birinci sayfalarda yer almazdı.
Bu gazetelerden akşam gazetesinin sahibi ve baş yazarı Necmettin Sadık Bey’ di. Necmettin Sadık Bey, ciddi bir adamdı. Akşam gazetesinde baş makale birinci sayfada gazetenin üstünden aşağıya kadar çift sütun olarak verilirdi. Son Posta’ da Selim Ragıp Bey yazıyordu. Oda böyle ciddi şeyler yazardı. Fakat son sayfalarda bir takım hafif haberler verirlerdi. O zamanki basın bütünüyle yurttaş yetiştirmeye yönelik bir basındı. Cumhuriyetinde amacı buydu zaten. Kişiyi yurttaş haline getirmek, memleketin bütün sorunlarıyla ilgilendirmek ve o sorunlar hakkında bilgi sahibi etmek. Bu eğitimin amacıyla paralel bir amaçtır. Çünkü o zaman Mili Eğitim gerçekten milliydi. Türk çocuğunu Türk yurttaşı olarak yetiştirmeye uğraşıyorlardı. Yani çocuklara yurt bilinci verecektiniz, çocuklara dil bilinci verecektiniz, millet bilinci verecektiniz. Ve o çocuk bütün bunlardan bir tarih bilinci elde edecekti. Bu onu yurttaş yapacaktı. O tarih bilinci ile o çocuk üretici olacaktı.
Bu üreticilik nerelerde görülecekti? Bu eğer köylüyse köylülükte, kırsalda. Eğer işçiyse fabrikada. Eğer aydınsa yazdığı yerde veya çalıştığı yerde görülecekti. O insanlar işte böyle bir sorumluluk duygusu taşıyorlardı yüreklerinde. Bu sorumluluk duygusu toplumculuk duygusuydu. Batıda eğitim görmüş ve orada kendisine çok yüksek işler ve paralar teklif edilmiş Türk aydınları, Anadolu’ nun en ücra köşelerine giderler, çok küçük aylıklara çalışırlardı. Çünkü onlar yaratıcı ve üretici olmak istiyorlardı. Onlar yurdu, yurdun içindeki herkesi ve Türkiye’ nin geleceğini beraber düşünüyorlardı. Bu güzel sistem 1939 yılında imzalanan bir anlaşmayla bozuluyor. Yani Gazi’ nin ölümünden hemen sonra. Ve işte bu anlaşmayla Mili Eğitim yerine Yunan, Latin kökenli başka bir eğitim , yani Batılı eğitim getiriliyor.
1950 yılından itibaren bu sefer basında da bir değişiklik görülüyor. Elliden sonraki basında bir bakıyorsunuz o üçüncü sayfa haberleri hemen birinci sayfaya geçiyorlar ve çok önem kazanıyorlar. Ülkeyi ilgilendiren yüceltici haberler küçümseniyor, gerilere atılıyor. Onların yerine dedikodu ön plana geçiyor, haber yerine de dedikodu yapılıyor. Yorum yerine ise dezenformasyon.Yani yanlış haber vermek. Bunun sonunda ortaya yeni bir tip çıkıyor. Bu tip artık yurttaş tipi değildir, tüketici tipidir. Çünkü tüketici tipi her şeyi almak için görür ve almak ister. Para kazanmak ve her şeyi alabilmekten başka bir şeyi düşünmez. Yani yurt, tarih, dil, onları pek o kadar ilgilendirmez. Bütün aklı fikri malı götürmektedir. Bu kötü bir tiptir, bu egoist bir tiptir. Bu tipin dünyanın en tuhaf mahluku olduğu da söylenebilir. Bunu bizim büyük şairimiz Nazım Hikmet söylemiş ve konuda çokta güzel bir şiir yazmıştır. Bu tipi çok güzel anlatan Nazım’ ın şiiri ’ Dünyanın En Tuhaf Mahluku ’ adlı şiiridir.
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi...
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun kardeşim.
Bir değil
beş değil
milyonlarcasın maalesef,
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin
ve adeta mağrur koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani.
Hani şu derya içinde olup,
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende,
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek
ve hala şarabımızı vermek için
üzüm gibi eziliyorsak,
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama,
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
İşte bu tip toplumun içerisine iyice yayılır. Yani reklamları dinler, onların al dediklerini almaya çalışır, ama konuştuğu zaman toplumcu biridir. Bunlar artık tuhaf bir tiptir. Toplumcu yazarlara, siyasetçilere bile, ’ Siz orada ne konuşuyorsunuz? Bizim seviyemizde konuşmuyorsunuz. Bizim seviyemize ininde orada öyle konuşunuz ’ derler. Bunun cevabını çok ünlü bir toplumcu, politikacı ve hatip olan Jean Jaures vermiştir. Jean Jaures, metroya binerken birinci mevkiye doğru yönelmiş. O sırada ikinci mevkiye gitmekte olan bu tuhaf mahluklardan bir tanesi ona yönelmiş demiş ki: ’ Camarade Jaures, siz sosyalistsiniz, niye bizim yanımıza oturmaya tenezzül etmiyorsunuz? ’ Jaures’ in cevabı şudur: ’ Evet, biz sizin yanınıza gelip oturmak için sosyalist olmadık, sizi bizim yanımıza oturtmak için sosyalist olduk.’
Bu cevap bir yüceltme olayıdır,alçaltma olayı değildir. İşte burada az önce söylediğim dil, yurt, millet, tarih bilinci ne sahip olmak gerekir. Bütün bunlar yirmili yıllarda yaşandı. O yıllarda Mustafa Kemal Paşa İstanbul’ dan hareket etmeden Anadolu’ nun bir çok yerlerinde hareket başlamıştı. Yani Türk milleti ayağa kalkmaya karar vermişti. Kongreler toplanıyordu. Bu hareketler hakkında Tarık Zafer Tunaya şöyle diyordu:
’ Bu kongreler farklıydılar. Çünkü birer ihtilal, birer devrim organıydılar. Ülkenin hemen her bölgesi İstanbul hükümetine isyan etmiştir. Siyasal iktidarı halk parça parça eline geçirmişti. Kısaca iktidar artık millileşmişti. Millet bir boşluğu dolduruyordu. Egemenlik bir adamdan bir millete intikal etmişti. İşte bu transferin parçaları halinde örgütler ve kongreler ortaya çıkmıştı. Sınırlı yerel devrimci kongreler sarayın değil halkın demokratik, ihtilalci eseriydiler. Tarihin yolu böylece keşfedilmiştir.
Bu bilim adamı çok önemli bir noktaya parmak basıyor. Bu önemli nokta kurtuluş hareketi dediğimiz anti-emperyalist Ulusal Demokratik Hareket’in sadece birkaç vatansever Osmanlı Paşası’nın aklında oluşmadığını bunun bütün halk tarafından birlikte ve eş zamanlı olarak düşünülmüş, tasarlanmış, gerçekleştirilmek istenmiş bir şey olduğunu söylüyordu.
Onun içindir ki onun arkasından gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Ve halkta bu yurttaşlık bilinci içindedir. Eğer onlar yurttaşlık bilinci içinde olmasalardı, kendilerini bir toprağın üzerinde yaşayan ve bir kaderi paylaşan insanlar olarak görmeselerdi Kurtuluş Savaşı’ na girer ve onu kazanabilirler miydi. Bunlar içinde, yani Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı bu hareketin arkasındaki bu halk içinde gayet ilginç olarak Nazım Hikmet bir şiir yazmıştır. Bu halk da o halktır, fakat bakın bu ne kadar başkadır:
’Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad’dır
Kerem’dir
ve Keloğlan’dır.
Yol görünür onun garip serine,
Analar, babalar umudu keser,
Kahbe felek eder ona oyunu.
Çarşambayı sel alır,
Bir yar sever
el alır,
Kanadı kırılır
Çöllerde kalır,
Ölmeden mezara koyarlar onu.
O “Yunusu biçaredir
Baştan ayağa yaredir”,
Ağu içer su yerine.
Fakat bir kere bir dert anlayan düşmeyegörsün önlerine
Ve bir kere vakt erişip
gayrık yeter!..
demesinler.
Bunu bir dediler mi,
“İsrafil surunu urur,
Mahlukat yerinden durur”
Toprağın nabzı başlar
Onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
Ne düşmanı kayırır,
“Dağları yırtıp ayırır,
Kayaları kesip yol eyler abıhayat akıtmağa”
Biz bu muyuz? Yoksa dünyanın o tuhaf mahluku muyuz? Bu bu günün en önemli sorunudur. Bu soruna cevap vermek zorundayız ve bunun üzerinde ciddiyetle düşünmek zorundayız. Nasıl oldu da Müdaafa-i Hukuk Haraketi içerisinde kongrelerini kurarak, kendi arasında anlaşarak düşmana, emperyalizme ve tek kişi yönetimine karşı ayağa kalkabilen bir halk böyle bir duruma gelebildi?
Şimdi sormamız gereken bir soru var. İsterseniz size ev ödevi olarak o soruyu sorayım. Bu kayaları yırtıp abuhayat akıtmaya yol eden halk nasıl oldu da dünyanın en tuhaf mahluku haline geldi? Bunun sebebi Kemalist Cumhuriyet midir? Yoksa Liberal Demokrasi midir? Hadi şimdi tartışın!..
YORUMLAR
Yılların bilgi ve birikimini emeğinle yoğurup bizlere aktarıyorsun sevgili dostum. Var ol. Bu değerli yazılar çok daha fazla sayıda okunmayı hak ediyorlar. Okunma sayısını beynimde sorguladığımda bu son yazına çıkıyor yol ne yazık!.. ''Dünyanın en tuhaf mahluku''..
. Nazım hikmet' in ilk tanıştığım, ezberime aldığım, dostlarıma büyük bir keyifle okuduğum şiiridir ''Dünyanın en tuhaf mahluku'' çok severim.. İyi ki varsın dostum ,ışığınla aydınlanıyoruz. Ayırdığın vaktine, emeğine çok teşekkürler.