"TANRININ SOYTARISI SÜRGÜNDE"
Hava karardıktan sonra....
Karıncalarla dolu bir toprak üstünde uyuyan bir ruhtu. Ara sıra dolap aralarına girer, kuru temizlemeye giden eşyalarla bir götürülüp temizlenirdi.
Zindan da korkulardan uzaklaşan yavaş yavaş çığlıklarını bile hatırlayamayıp, sesinin tınısını dahi unutan, bedeninin görülebilen her bir tarafına garip adlar takan yalnız tamamen yalnız bir kölenin açlığıyla acıkır, meyve şölenleri ve yarı çıplak kızların karşısında oynadığı, yemenin ve sevişmenin verdiği tadı ve zevki artık doygunluktan anlamayacak kadar doymuş, arayışları istekleri bitmeyen mutsuz bir imparatorun o açgözlü tokluğuyla doyardı.
Yüzyıllardır ellerine gün ışığı değirmemişti. Henüz süt dişleri tamamlandığı vakit; denizi yaran Musa hikayesini dinlemişti annesinden. Çok uzun bir hikayeydi ve hayret vericiydi. Bir gün eline büyük asa benzeri bir sopa aldı ve uzaklaşıp gitti. Denizi yarıyor gibi yürüdü, kocaman denize gömülüverdi. Ağzına götürdüğü asaya yapabileceği tek şey ağzına sokup tüm hıncını almaktı. Saçlarının battığı, baloncukların çıktığı noktadan aşşağıya minik minik dişleri düşüp gidiverdi. ölüm müydü bu gidiş? Yoksa yaşamaya; nefes almaya, konuşmaya yeni başlamak mıydı? Etrafında dönen kara delikler çekip alıverirken yanın da ne varsa, kırılmış dişlerini düşünüyordu. Artık gülmeyecek miydi? İçine girdiği kara bir delik bütün yaşamını büyütecekti. Ölmeyecek. Ölenleri görecekti. Yaşamayacak. Yaşayanları seyredecekti. Sadece görmeyi ve hissetmeyi seven bir ruh olarak varlığını sürdürecekti.
Tanrısının eteklerine dokununurken üzgün tanrısını kırık dişleriyle güldürebilecekti. Sepetler de her gün gelen perileri parmak uçlarıyla severdi. Hiç suçu olmadan bir gün yeryüzüne geri gönderildi. Tanrıyla arasının açılması belki de artık sevilmemesi miydi buna neden? Alçakça cezalandırılmış olmasına rağmen hiç küfür etmeyişinin nedeni ise, asil ve hep yalnız bir ruh olarak doğup yaşamasıydı. O bile bir gün öleceğinin farkına güneşle konuşurken vardı.
Güneş bir gün öldüğünde; o da tekrar bir kara deliğe bu sefer ölmeye girecekti. Çok uzun yaşamıştı ve bir bu kadar daha yaşayacaktı... Şimdi saatler hiç izin istemeden geçip gidiyordu, durmadan duymadan hızlı hızlı. Bir dolap arasına tekrar giriverdi, aylar yıllar geçecekti ve bir gün temizlenmeye o gene gidecekti. insanlar arasında durup onların hiç bitmeyen koşuşturmacalarını izlemeye devam edecekti. Ta ki bir gün güneş ölünceye kadar...
Tanrısına olan görevlerini bitirmiş; sürgüne yollanan bir soytarı olmuştu...
Ve gün ışığı artık ellerine dokunabilmişti...
YORUMLAR
Çok çok güzel ve mana dolu.
Saklı duyguları barındırıyor. İsyanda var. Kırgınlık ve daha nice duygu. Ben çok sevdim bu yazınızı.
Diğer bir kaç yazınızı daha okudum. Etkili yazıyorsunuz.
Naçizane bir önerim olacak sayın kardeşim: Konu başlıklarını daha çarpıcı ve kısa tut.
selam ve sevgiler.
waratte
Çok hoşuma gitti doğrusu. Ankaramın
Soğunun sayesinde Yazılar arasında dolanırken
Hep güzel şeyler okuyorum. Yada belkide benim beğenmeye
Müsait bir yapım var;)
Ama bunu beğendim, yani gerçekten beğendim.;)
waratte
kutsaltoprak
Aslinda tesadüfen baktım. Bence çok güzeldi. Eğer yazın
Çeşitli biçimlerde anlatım yada ifade ise her yazılan okunmaya
Değer değilmidir?
Sizden, hayattan, hayallerden işte herşeyden
Anladınız canım. Yani umarım anlatabildim;)
ben beğendim.
Aslında uzun zamandır bakmiyordum siteye.öylesine
Bakınıp okuyorum. Soğuk işin şakası. Ama inanin Ankara
Çok soğuk. Sanki her bir kar tanesi beraberinde
kucak kucak Soğuk getiriyor.
Görüşürüz
İyi geceler