- 943 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Derinlerden Düşünceler
Mendireğin uzun beton yolunu, usanmadan adımladım uzun yıllar. Yağmur yağmış, fark etmez. Sığınacak bir yer bulurdum. Genellikle ilkbahar aylarında buralara gelirdim. lise yıllarımın en sıkıntılı dönemlerinde, denizin baharın güzelliğini burada yaşardım.
Kayalar, yengeçler, balıklar en çok sevdiğim görüntülerdi.
Çok kere balık tutar kendimi eğlendirirdim. Günün güneşli anlarında, susuz kaldığım zamanlar çok olsa da, hiç şikayet etmezdim. Uzaklara dalar, şehri karşıdan seyreder, oralarda yaşayan insanların nasıl bir koşturmaca içlerinde olduklarını bilirdim. Düşünmeyi severdim. Uzun, uzun bilmediğim konularda, o zamanın siyasi atmosferinin getirdiği tartışmalarda, aklıma takılanlarla meşgul olurdum. Bazen sis gelir, göz gözü görmez olurdu. Bu durum çok hoşuma giderdi. Gizem dolu bir halde, kendimi denizin ortasında sanki bir adada yaşar gibi hisseder, çok huzur duyardım. Burada yalnız kaldığım anlarda asla korkmazdım. Neden korkacaktım ki. Rüzgar, deniz, yengeç, kocaman fareler kendi hayatlarında bir koşturmaca içindeler. Bazen buraya balık tutmaya gelen ve abuk, subuk konuşan, şekilleri bozuk insanlardan çekinir, yanlarından uzaklaşırdım. Ta o zamanlarda anlamıştım, insandan daha zararlı varlık olamazdı.
Henüz on beş, on altı yaşlarında olmama rağmen, ülke meseleleri, siyasi akımlar, öğrenci olayları ilgimi çekiyordu. Yazılanları, söylenenleri, konuşmaları, geldiğim bu ıssız sakin yerde düşünmek için zamanım çok oluyordu. İlerleyen yaşımın bu zamanlarında, kısada olsa bu yazıya döktüğüm düşüncelerimin temel kaynağı, çok eskilere dayanmaktadır.
Dinleri, bilimi, evreni ve canlılığın temel etkenlerini, Darvin, Karl Marks ve diğer bilim adamlarının görüşlerini, insanlığa hizmetlerini, fayda ve zararlarını karşılaştırdım yıllarca. Din ve bilim sürekli bir çatışma içindeymiş gibi bir görüntüye sahipti. Aralarındaki farkları, ortak yanlarını, bitmeyen savaşları, teknolojinin getirdiği yenilikler arasında, sömürülen insanları. Hemen bütün dinler ve felsefi görüşler, düşünce sistemleri, insan denen varlığın, daha iyi ve güzel yaşamasını öğütlemekteydi. Fakat ne savaşlar bitiyor nede insanların acı çekmeleri son buluyordu. Bilim ve tekniğin bu kadar gelişmesine rağmen, bilim ve teknik, yarardan çok zararlı bir yöne doğru yol almaktaydı.
Dinleri ele alacak olursak, ortaya çıkış itibariyle Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık, kaos içinde bocalayan Milletlere, halklara toplumlara, doğruyu güzelliği, barışı, insan sevgisini getirmek, sükuneti sağlamak içindi elbette. Hatta Zerdüştlük, Budizm, Taoizm ve pek çok öğretiler aynı amaca hizmet için var edilmişti.
Marksizm dini dışlamış olarak ortaya çıktığında, onunda temel ilkelerinde sömürülen, aşağılanan, acı çeken insanların, güçlenerek bu durumlarından kurtulmalarını hedeflemekteydi. Sonuçları ortada. 21.yy kaos ve gözyaşı.
Dinlerin insan üzerindeki etkileri ve sonuçlarına kısaca değinelim. Musevilik İsrail oğullarına din olarak geldiğinde, onların zaten Kabala adında bir kitapları vardı. Musa’nın getirdiği ve içinde Tanrı’nın insanların huzur ve mutluluğu için gönderdiği kitap ve içerisindeki mutlak güzellikler, ne yazık ki kısa sürede, çıkar ve menfaat sahibi insanlar tarafından, istedikleri şekilde değiştirilerek, yeni bir kitap ve din ortaya koymuşlardır. Kısaca, Musa’nın dini kısa sürede işlevini kaybetmiş oldu.
İsa getirdiği kutsal kitabındaki Tanrı’nın isteklerini, emir ve yasaklarını insanlara daha tam anlatamadan, yine çıkar sahipleri ve diğer inanmayanlar tarafından engellenmiş, İsa’nın kitabı anlam ve önemini daha o anda yitirmişti. Geride değiştirilmiş özünden kopartılmış bir kitap ve kan, gözyaşı savaşlar. Hıristiyan papazlarının asırlarca Avrupa’da
nasıl bir vahşet uyguladıkları ve en kötüsü bunu din adına yaptıklarını söylemeleri, bu dinin nasıl bir hal aldığını çok iyi anlatmaktadır. Günümüz Hıristiyan dünyasında var olan mezhep çatışmaları, diğer din ve öğretilerdeki insanları aşağılamaları, hatta kıta Afrika’sına din götürürken, yaptıkları aşağılık sömürü ve katliamlar hala sürmekte değil mi? Bu yapılanların temelinde, nefislerindeki Üstün insan olma iç güdüsünden başka ne olabilir. Tanrının insanlık için gönderdiği Peygamber ve dini ne halde getirildi. Biz buna din diyebilirmiyiz? Diyenlere bakmayın siz.
Hz. Muhammed Arap yarımadasına geldiğinde ve peygamberliğini ilan ettiğinde çok çile çekti. Uzun uğraşlardan sonra geniş bir alanda İslamiyet güzel bir şekilde yayılmış, en doğru biçimde hatasız yaşanmıştı. Bunda Kuran’ın değiştirilmeden bütün olarak kalması en önemli etkendi. Ama nafile olacaktı. Henüz Peygamberin ölümünün ardından çok geçmeden, Hz. Alinin öldürülmesi ve sonucunda, Müslümanlar arasında fitnenin doğması, Arap kabilelerinin kendi cahil dünyalarına ve üstünlük anlayışına uydurdukları çeşitli biçimlerde İslam dini, ortaya çıkmıştır. Kısaca İslamiyet de görevini ve süresini kısa sürede tamamlamıştır. Böyle diyorum. Çünkü, bakın günümüzde Kuran hiç bozulmadan kalmasına rağmen, Müslümanlar arasında din farkları öyle abartıldı ki, her gün mezhep çatışmalarında onlarca insan ölmekte. Cemaatler, fırkalar, mezhepler, dini gruplar. Her biri diğerini din dışı olmakla itham etmektedir. Nere kaldı Allah’ın kutsal kitabı ve emirleri?
Hani nerede İslam’ın özü ve güzelliği. Demek ki İslam dinide tükenmişti artık. Müslümanlar arasında birliğini dahi sağlayamayan İslam, nasıl olacakta tüm Dünya’da birliği ve huzuru sağlayacaktı. Bu birlik ancak yaratıcının emri ve isteğiyle olabilirdi. Şayet yaratıcı bir gün Dünya’da kan ve göz yaşının bitmesini istediğinde, inanıyorum ki bu elbet olacaktır. Ancak bunun olması için, Tanrı’nın insanları bu günkü nefislerinden temizlemiş olması gerekmektedir. Aksi halde yarattığı, şu an ki nefislerle, insanın bunu başarması mümkün değildir. İnsan kendini yaratan Tanrı’ya değil, nefsine köle olmuş vaziyettedir, yalan mı?
Budizm, Taoizm ve diğerleri. Dünyada en fazla inanan bireye sahip bu öğretiler, barındırdıkları güzellikleri ile insanlara faydalı olmaya çalışmışsa da, bu güzelliklere inanan ve doğru bildiklerini sananlar, her gün kan dökmeye devam etmektedirler. Uzak doğu ve güney Asya da yaşanan, yıllarca süren vahşetlerde, bu öğretilerin engelleyici etkisi, yok denecek kadar azdır.Demek ki Bu öğretilerde yetersiz ve işlevlerini tamamlamış durumdadırlar.
Bütün bu güzelliklere sahip Din, öğreti felsefe gibi düşünce sistemleri ile, bilim ve teknoloji, bu sistemlerin etkin insanları(rahip, imam, önder,) tarafından, daima karşı karşıya gelmiş, kimi zaman bilimin anlamsız, kimi zaman gerekli olduğu savunulmuştur. Bilimin insan yaşamında meydana getirdiği rahatlık, güzellik, sağlık, mutluluk elbette göz ardı edilemez bir gerçektir. Tartışılması dahi, akla ve mantığa aykırı gibi görülse de, zaman, zaman bilimin nasıl bir canavara dönüştüğü düşünülmektedir.
Farklı dinlere, öğretilere sahip topluluklar, yüz yıllardır dünyada yaşayan farklı din mensupları muhtelif savaşlar, insan kıyımları, vahşet uygulamışlar, pek çok katliamlar yapmışlardır. Tarih bunlarla doludur. Burada bunları yazmaya gerek yoktur. Fakat bu savaşların hiç biri dünyayı gelecekte yaşanılması mümkün olmayan bir Dünya olmaktan çıkarmıyordu. Yani Dünya’yı kirletmiyordu. Ancak bilim ve Teknolojinin bu günkü boyutlarına bakıldığında, çok vahim bir gelecek insan ve diğer canlıları beklemektedir. İnsanlar kendi elleri ile teknoloji adı verilen bir canavarı yaratmaktadırlar. Bakınız bir saniyeden kısa süre içerisinde Japonya’da yetmiş bin insan bombayla öldürüldüğünde, insan oğlu nasıl bir silah yaptığını anlamıştı. Ama hala bu silahlara sahip olma isteği, Devlet adını verdiğimiz yapılarda mevcuttur. Hatta günümüzde gelişmiş Devletlerde çok farklı, kimyasal, biyolojik, nükleer silah mevcuttur.
Bunlar yetmediği gibi Dünya’da mevcut suların, havanın, toprağın aşırı kirletilmesi, gelecek nesillerin yaşam alanlarına açıkça tecavüzden başka bir şey değildir. Ne acı ki bütün bunlar insanlık adına yapılmakta. Hangi insanlık? Üstün ırklar için mi?
Yüz yıllardır din ve mezhep çatışmalarında insanlar ölürken, Teknolojinin Dünya’ya verdiği zarar ve kirli bir Dünya, Din ve mezhep çatışmalarından daha tehlikeli hal almaktadır.
İnanıyorum ki insan beyni, teknolojik alanda, ulaşabildiği üst sınırlara varmak üzeredir. Yani Tanrı’nın Dünya üzerinde yarattığı teknolojinin bilinmeyen kısımları kalmadı gibi. Bundan sonra bilim adamları yaptıkları çalışmalarda, fanteziye ve yanlış yollara sapmalara kayabilirler. Bu insanlık için tehdit dolu çalışmalar olacaktır. Hatta çok kirletilmiş Dünya, inanlardan intikam alacak güçtedir. Lakin bu Tanrı’nın isteğine bağlıdır. Yani kıyamet dediğimiz olgu her an olabilir ama belikli zamanı gelmemiştir.
Bilim ve dini şöyle bir karşılaştırdığımda, benim düşüncelerim, belki çok kişi tarafından yanlış bulunabilir ama bana göre, Bilim ve Din arasında çok da fark yoktur. Temelinde ortak yönleri ve çıkış amacı aynıdır. Tanrı dinleri yarattığı gibi, bilimi de yaratıp farklı açıdan insanların hizmetine sunmuştur. Din ve öğretiler insanın manevi dünyasına hitap ederken, bilim insanın maddi varlığına sağlık ve rahat yaşamasına hitap etmektedir. Felsefeyi bilim kabul edersek, felsefe dışında hiçbir bilim, insanın manevi dünyasıyla ilgilenmez. Halbuki din, manevi bir yapısı olan insan ile ilgilenmekte onun ruh dünyasına hitap etmektedir ve gereklidir. Bilim nasıl ki insanların sağlık, barınma, ulaşım gibi ihtiyaçlarını karşılıyorsa, dinde onların manevi dünyalarındaki ihtiyaçlarına ve nefislerdeki boşluklara cevap vermektedir. Her ikisi de Tanrı tarafından yaratılmış ve nefsin kontrolüne verilmiştir. O halde din, öğreti ve bilim asla birbirleriyle çatışma içerisinde olmadan insanlığın hizmetinde olmalıdır. Ama olmadığı açıkça ortadadır.
Nasıl ki dinleri kendi çıkarları için kullananlar, dinleri amaçları dışında yönlendirenler olduğu gibi, maalesef bilim ve teknoloji de bir takım insanlar tarafından, kendi amaç ve çıkarları için kullanılmaktadır. Bu gün gelişmiş dediğimiz ülkeler ve teknolojiyi kullanan
İnsanlar, kendi çıkarları ve paraları için diğer Milletleri sömürmekte, yok etmekte, kobay olarak kullanmakta. İslam coğrafyasını hali ortada. Afrika’nın hali ortada. Güney Amerika ha keza. Kafkaslar, Güney Asya gibi.
Bütün bu saydığım bölge insanları maalesef diğer üstün ırklar! (Çağdaş Devletler) Tarafından aşağılanmakta, basit görülmekte, hatta deney için(Afrika’da aids testleri için kullanılan yüz binler) kullanılmakta. Dünyanın neresinde olursa olsun farklı cinsten iki insanın çiftleşmesiyle yeni bir birey meydana geliyorsa, insanlar arasında üstünlük asla yoktur ve olmadığı ortadadır. O halde nerede bilim, teknoloji ve insanlığın güzel ilkeleri diye bir soruyu sormak gerekir. Demek ki hepsi bir takım insanların diğerlerine üstünlük kurma ve onları kullanmak amacından başka bir şey değildir. Kısaca Nefis tüm bu güzelliklere egemen olmaktadır.
Bütün bunların temelinde, Dünya’yı kurup üzerine insanı yaratan Tanrı ile yarattığı bir nefsin mücadelesi vardır. Dünya kurulduğundan beri vardır ve bu güne kadar devam etmiştir. İnsan var oldukça devam edecektir. İnsan akıl olarak zaten diğer canlılardan ayrılmakta olup, dünyanın efendisi konumundadır. Tanrı insana bu özelliği verdiğinde onun neler yapabileceğini gücünü çok iyi bilmekteydi. İnsanlara aklı verdiği zaman, buna karşılık birde insanda nefsi yaratarak, aralarında süregelen amansız mücadeleyi izlemektedir.
Günümüz Dünya’sında dinler arası diyalog felsefesi, etkin olarak konuşulmakta. Bazı düşünür ve din insanları, Tanrının gönderdiği dinlerin ortak bir din etrafında birleştirilerek, dinler arası çatışmaların engellenmesi amacı gütmektedirler. Düşünce olarak güzel bir çalışma. Başarı şansının olması, gelecekte yapılacak akıllı çalışmalarla olacaktır. Yeter mi?
Nefsin egemen olduğu insan hayatında, her şeyden önce nefsi terbiye edecek çalışmaların bilim ışığında, dinin hoş görü ve insan sevgisi, bağlamında, yapılması gerekmektedir. Bağnazca ve dinin köleliğinde yapılan nefis terbiyesi sonucunda, günümüz dünyasında intihar bombacıları, kiralık katiller birer canavar gibi ortalıkta dolaşmaktadırlar. Dünya’da yaşayan farklı Millet’ler, kendi Ülkelerinde yaşayan halkların refahı için, diğer insanları yok saymaları, onların yaşam haklarına saldırmaları, mutlak barışın Dünya’ya gelmesini engelleyen en nemli faktör olarak kalmaya devam edecektir. Din ve öğretiler bu yapıları ile bunu engelleme şanslarına sahip değildir. Dinler arası diyalog alanında çalışma yapılmakta, fakat dinler kendi içlerinde, öyle derin mezhep farklılıklarına ayrılmış ki, günümüz dünyasında, iletişimin bu kadar yaygın olarak kullanılmasına rağmen, insanların manevi dünyalarını yöneten nefis, bu farklılıkları daha da derinleştirmektedir.
Nefsin bu kadar egemen olduğu insan, maalesef dinleri ve bilimi kendi çıkarı için kullanmaktan asla vazgeçmeyecek, Dünya var oldukça da çatışmalar sonsuza kadar devam edecektir. Ta ki nefis, kendini ve insanlığı yok edene kadar. Bu sonu ancak Dünya’yı yaratan Tanrı engelleyebilecektir. Tabi ki O isterse.
Mehmet Macit
28.01.2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.