- 2290 Okunma
- 23 Yorum
- 0 Beğeni
Yaylada Sabah
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bahçenin etrafını çevreleyen, fraktıları birleştiren kazıklardan birinin üzerine bir çırpıda tüneyen beyaz horozun, kafasını gökyüzüne uzatıp, kırmızı ibiğinin sağa-sola sallanması ve boynunu iyice gerdikten sonra ilk denemesinde boğazını temizleyen bir ses tonuyla yarım yamalak ötüşünün ardından, cümle yaylanın dağlarında yankılanan genç sesiyle, adeta komşu evlerdeki yaşlı horozlara meydan okuyordu...
Uyanmak ile uyanmamak arasında çabalayan gözlerimi ovuşturmaya başladım...Gözlerimin yarı açık yarı kapalı, acıyan haliyle sağa sola bakınıyorum.
Ne çabuk sabah oldu.Oysa daha yeni yatmamış mıydım ben?
Az ileride birisi arkasını dönüp çömelmiş. Kuzinenin önünde çalı- çırpı kırıp ateşi yakmaya çabalıyor.
Arkası bana dönük olduğu için kim olduğunu anlayamadım. Annem mi? Annemin bu renkte, kalın pazenden etekliği yok ki…
Burası neresi ? Bu perdeler bizim evde ki perdelere hiç benzemiyor. Bunların üzerinde birer dal üzerine tünemiş kuşlar var. Etamin kumaşının üzerine, karşılıklı iki kuş işlemişler renk renk iplerden. Perdenin ucunda ise kokludan ( dantel ipi) yapılmış enlice bir dantel.Onunda üzerinde kuş motifleri var.Ne kadar tezat duruyor.Renkli iplikle işlenmiş kuşlar sanki hayatta kalan yanımız.Beyaz ip ile örülmüş dantelde ki kuşlar ahirete intikal etmiş ruh gibi sallanıp duruyorlar...
Gün ışığı sızıyor perdenin aralık kalmış yanından.Az ileride ki divanda yatıyor anneannem. Kırış kırış olmuş yanağı yastığın üzerine düşmüş.Elleri beyaz çarşafın üzerinde, ölü bir kelebek gibi cansız yatıyor, boylu boyunca.Tıpkı beyaz dantelde ki kuşlar gibi...Ama anneannem hiç kıpırdamıyor...
Sabahın ayazı yüzümü en çok da burnumu üşütüyor.Yün yorganın içine sokuyorum kafamı. Ellerimi çapraz yapıp, kollarımın tam ortasından tutup, yan dönüp ısınmaya çalışıyorum.Ayaklarımı dizimden büküp çekiyorum. Karın boşluğumun açlıktan çökmüş kursağına yerleştiriyorum, ısınmak için.
Dişlerimin bir birine vururken çıkardığı "takırtı"yı susturamıyorum.Bir zaman sonra nefesimin sıcak sevgisi ve bakışları beni ısıtmaya yetiyor. Kuzineden yanan ince çalıların sesi yükseliyor.Üzerine konmuş kalın odunlar, çalılar yanıp da ağırlıklarını taşıyamayacak hale gelince kendi saltanatlarını bir sonra ki odunlara teslim edene kadar keyifle yanmanın tadını çıkarıyorlar…
Odanın az da olsa üşümüş çehresini değiştirip ısıtıyor.
Yorganın içinde neredeyse sıcaktan bunaldım. Başımı yorgandan çıkarıp bakıyorum. Arkasından ipi çekilen tahta kapı ağır ağır açıldı. Kapının gıcırdayan menteşelerinden çıkan ses tırmaladı kulağımın uyku hali mahmurluğunu.
Teyze’min elinde, bakırdan bir bakraç var. Kapıyı kapatıp içeriye girdi. Ahırdan geldiği belli olan tütsülenmiş koku, odaya gelişi güzel savruldu. Elindeki bakracı, tezgahın üzerine bıraktı. Temiz bir tencereye biraz su koyup şöyle bir çalkaladıktan sonra içindeki suyu döküp, arkasını tezgaha oturttu. Üzerine ilistiri yerleştirip, onun üzerine de beyaz ince bir tülbendi açarak yaydı. Daha sonra ahırdan getirdiği bakraçta ki sütü süzmek için tülbendin üzerine döküp altta ki tencereye dökülmesini sağladı. İşlem bittikten sonra, yanmaya başlayan kuzinenin üzerine, tencerenin kapağını kapatıp koydu. Kuzinenin ön kapağından ateş yalusu (alevi) ara ara başını uzatıp, göz kırpıyor küçücük penceresinden.
Siyah kedi başını divanın altında ki örtüden çıkarıp ilerledi .Uzun, pazen eteğinde çiçekler bulanan kadının yanına gitti. Etekleri boyunca kuyruğunu kullanarak okşamaya,eteğin üzerinde ki renk renk çiçeklerle cilveleşmeye başladı... Tüm sevecen halini gözler önüne sererek bir şey istediğini anlatmaya çalışarak" Miyav”lıyordu.. Kadın, bir tasa süt koyup, çıkış kapısının arkasına bıraktı.Siyah kedi, naif bir ceylan gibi sekerek, pembe dilini vakit kaybetmeden bembeyaz süt ile buluşturup, aç kalmış karnını günün en güzel besiniyle doyurmaya başladı...
Ara ara sobaya yeni odunlar atmak için kapak açıldıkça, kuzinenin içerisinde tutsak kalmış siyah ruhlu sinsi kokusu, kendine engel olamayıp dışarıya firar ederek, gözlerimin yeşil ve berrak su dolu saflığının içine acı acı nefesini üfleyerek yakıyor.
Gözlerimin içine, iki elimde bulunan parmakların belini kırarak, sürme çeker gibi bir ileri bir geri sürtüyor, dumanın dışarı çıkmasına yardım etmeye çalışıyorum. Gözlerim kızarıyor.Gözlerim acıyor. Bulanık görünüyor her şey bana.Bu oda .Yanan kuzine da ki ateş. Perdelerde ki kuşlar. Renkleri seçemiyorum artık. Üç kadın dolanıyor evin içinde. Birinin eteğini tanıyorum annem bu. Sonra yatağın içinde doğrulup, bağdaş kurarak oturuyorum.
Ekmek yapmak için mayaladığı leğendeki hamuru karıştırıp, yağlanmış tepsiye, eline aldığı hamurları arka arkaya koyuyor, annem. Hamurlanmış elinin içiyle, tepsiye yaydığı hamuru düzeltip, kuzinenin fırın görevi yapan bölümde ki kapağı açıp içine sürüp, kapağı tekrar kapatıyor. Ellerinin hamura bulaşmış kısmını su dolu bir kapta yıkayıp, su dolu kabı kuzinenin yanında bulunan yal kazanına döküyor. Daha sonra, kaynamaya başlayan sütün yanına gidip kapağını açıyor. Elindeki tabakta bulunan tereyağını bir kaşık yardımıyla, tencerenin iç kısmında ki en üst bölümüne sürüyor ki; süt kabarsa bile taşmasın diye.
Bazen unuturdu annem .O zaman süt, kendince verdiği zekatın karşılığı olarak kuzinenin üzerine dökülerek, sıcak kuzinenin harlanmasıyla da pis pis kokardı Annemde çareler bitmezdi oysa.Kuzinenin üzerine taşan sütün, kötü kokmaması için hemen bir avuç kalın tuzu alır ve dökülen sütün üzerine ekelerdi.Bu sayede kalın tuzun ince katmanlarındaki özü, kokunun arasına sızar, taşan sütün yanmaya meyilli kokusunu bir nebze de olsa kokmasını önlerdi. Süt ise sadece sobanın üzerine döküldüğüyle kalırdı.
Şeker katılmış bir bardak sütü, ellerimin arasına veriyor teyzem. Teyzemin en çok beyaz çehresinden, gözlerinin menekşe yeşilinde takılıyorum. Upuzun kirpiklerinin altında, uzun uzun yürüyüşlerin yapılabilineceği, alabildiğine sır’lı bir bahçe uzanıyor önümde. Bir de niyeyse çemberinin altından beline kadar uzanan, upuzun sarı saçlarındaki örgüler çekiyor dikkatimi. Ne çok örgüsü var. Belki elli tane. Belki daha fazla belki daha az.Üşenmeden kim örmüş o kadar örgüyü ?Uçlarında da renk renk iplerin ucuna takılmış rengarenk boncuklar.Her biri bir diğerine vurdukça”şıngır”dıyor. Benim annem sadece saçımı ortadan ayırır ve yan tarafımdan iki örgü yapar. Bazen de yaptığı örgülerin ucunu köküyle birleştirir. Beyaz kurdelayı da taktığı zaman değmeyin keyfime. "Simit örgü yaptı" diye o gün mutluluk sarhoşu olur, bozulmasınlar diye çok koşturmazdım.
Kuşlu etamin perdeleri, kornişin üzerinde kaydırıp, pencereden günün girmesi için kenara çektiler. Perdenin üzerindeki iki aşık kuş, kavuşmanın vuslatıyla birbirine buse veriyor şimdi. Pencerenin iç kısmında, pencereye bitişik bir metrelik boş alan var. Oraya, yün iplerden örülmüş minderler koymuşlar. Yataktan süzülüp, büyükçe bir minderin üzerine bağdaş kurup oturdum. Annem kendi ördüğü, prinç örneği koyduğu mavi hırkamı omuzlarıma bıraktı. …
Bugün havalar ne yağmurlu ne güneşli. Zaten köylerde hele yüksek yerlerde sis hiç kalkmaz yerden.Güneşin bulutların arasından ara ara görünmesiyle sis’te havalanıyor yavaş yavaş göğe doğru. Sis Allah’ın ruhuymuş.Bulunduğu yerlerde bereket hiç eksik olmazmış.Öyle derdi babaannem…
Gözümün önünde kocaman bir dünya var şimdi.Dağlar, ovalar, karşı tepelere gelişi güzel yapılmış evler. Bir kaç köpek, aşağı köprünün orada koşuşturuyor.Güz serçeleri, dallar arasında birbiriyle konuşup,gülüşüyor. Cıvıltılarını duymak bile yüzümde tebessüme yol açıyor.
Bahçede ki ağaçların çoğu kurumuş. Ruhu çekilmiş, yaşlanmış.Kimsesiz kalmışlar.Yetim çocuklar gibi boyunları bükük. Bir de dökülmüş yapraklarından olacak ki utanıyorlar çıplak hallerinden.En çokta bunun için üzgünler. Belki de soğuk onları bunun için daha çok üşütüyor.
Kabukları sertleşmiş.Yer yer çatlamış.İhtiyar, hasta bir insanın, öleceği günün ipini çeken garip, fakirler gibi tüm kollarını toprağın kucağına doğru sarkıtmış.
Garip bir hüzün çöküyor içime.Onlar ağlayamıyorlar.Ben ağlıyorum onların yerine.
Oysa baharda nasılda şen şakraklar.Nasılda yeni gelin gibi süzüm süzüm süzülüyorlar. Renk renk çiçekleriyle, mevsimin en güzel anını yaşadıkları o zaman dilimi içinde acaba bir gün, meyvelerimiz büyüyüp bedenimize hücum eden acımasız eller tarafından koparılırken, yada olgunlaşan ve yahut çürüyen meyvelerin, koparak bedeninden ayrılmalarında ki düşünceleri yada dökerken yapraklarını birer birer...Acı çekiyorlar mıdır? Ya da “kanun bu biz bu günün tadını mı çıkaralım,” diyorlardır?
Böyle bir son, hepimizin sonunu hatırlatıyor bana.Bir gün doğarsın.Büyürsün.Mevsimler gibi baharın olur en güzel çağında. Yazın da olur kışında.Belki yıllarca dişinden tırnağından artırıp kazandıkların, gün gelir güz de dökülen yapraklar gibi kayboluverir ellerinin arasından. Ve nihayetinde ölürsün.Belki vaktinden evvel.Belki "kocamıştı artık, torun torbasını da gördü, emanetini verme vakti" denir.
Onlar için yeni bir hayat ya da yeniden doğuş bir kaç ay sonra tekrar başlar.
Ne zaman doğup, yeşerip, ölecekleri bellidir bitkilerin.Ya insanların?
Bu garip düşünceleri üzerimden silkip atıyorum. Bir anda içimde esen rüzgar üşütüyor beni.Sıkıca sarılıyorum hırkama. Kollarımı birbirinin içine kenetliyorum. Oysa,kuzinede ki odunlar; güldür güldür yanıyor ve oda hala sıcacık.
Bahçede ki ağaçların arasına nedenini bilmiyorum ama başka ağaçlarda dikmişler.
Belki yapraklarını döktükleri zaman bu kadar mahzun olmasınlar, yalnızlıklarını paylaşsınlar diye…Kim bilir.Belki de bilinçsizce yapılmıştır.
Diğer ağaçların üzerlerinden sarkan sarı-turuncu renklerinde olan hurma ile ayva kurumuş bahçenin yüzüne salınarak tebessüm edip bakıyorlar.Çok severim ayvayı.Annem bana hamileyken çok ayva aşermiş.Anlatmasına göre; köyde ayva kalmamış da babam komşu köylerden getiriyormuş.O derece yani. Hamileyken ayva yiyenin çocuğunun yanağında illa ki gamzesi olur derler.Benim ise sol yanağımda, gülünce yada konuşunca derinleşen kocaman, bir gamzem var.Anneme göre hep ayvayı ısırdığı zaman sol tarafıyla çiğnediği için böyle olmuş.Bari arada sağ tarafıyla da çiğneseydi.İki gamzem olmuş olurdu.Hemen gidip bir tane koparsam mı diye düşünüyor sonra soğuk aklıma geliyor ve vazgeçiyorum.
Bizim geldiğimiz yola doğru yöneliyor bakışlarım. Neredeyse dinlenmeden tüm gün yürüdük. Nefeslerimiz ağzımızdan çıkarken, tıpkı babamın sigara içerken üflediği sigara dumanına benziyordu. Acaba babam ne yapıyordur? Hala sigara içiyor mudur? Ve her üfleyişinde odada bulunan babaannemin ciğerleri dışarı çıkacak gibi öksürüyor mudur? Babaannemi özledim. Namazı bile kılarken abdestini annem aldırıyordu. Her Perşembe akşamı annem yakardı beyazlamış, seyrelmiş saçlarına kınayı.Sonra banyosunu yaptırıp arındırırdı kınayı posasından. Tertemiz beyaz sabun kokardı elbiseleri. Önüne durup ayırırdı saçlarını tam ortasından.Sonra arkasına oturup ince dişli siyah tarak ile bastırmadan tarardı, derisi her daim acıyan babaannemin başını. İki örgü yapardı. Sonra uçlarına, örgüsünden kopardığı ipleri birkaç kez doladıktan sonra düğümleyerek bitirirdi işini.Babaannem de her zaman kaybederdi örgüsünün ucunda ki renkli ipleri. Sonra örgüler bozulur, gelişi güzel dağılırdı.Kına kokulu, kızıl saçları.
Güneş o zaman başka doğardı evimizin odasına. Işık ışık nur yağardı.Damla damla yağan yağmur şarkılar söyleyerek düşerdi camımızın aç kalmış susuzluğuna. “Çat, çat” sesleri yükselirdi ninemin tespihinden.Ağzının içindeki dili kalınlaşmış zor dönüyordu yaşlılıktan.Ama Allah kuvvetini veriyordu.”Bu gün ben hastayım.Oram- buram ağrıyor, namaz kılmayacağı" demezdi. Beyaz bir örtü olurdu başında her zaman. Namazlusu (seccadesi) hep yanındaydı.Eskimiş ne kadar etekliği varsa onları birbirine ekleyerek yapmıştı. Fatıma anamızda gece kalkıp böyle yaparmış.Sevapmış çünkü böyle yapmak onun nazarında.Babaannemde bunu uyguluyordu her zaman.Elinde bir iğnesi ve ipliği olurdu.Anneme “ gelin, eskilerden kumaşları getirsene yanıma. Gece namaza kalkınca bir iki parçayı birbirine dikerim he olmaz mı,” der sonra annemin siyah bir poşet içinde ki artık kumaşları, eskimiş gecelikleri alır, önüne serdiği büyükçe bir örtünün üzerine döker sonra da başlardı hangisi hangisiyle uyumlu, ona göre kafasında tasarlar sonra da siyah kalın bir makası titreyen parmaklarının arasından kayıpta düşmesin diye sıkıca tutar, bir şekil verip keserdi. Sonra ise dikerdi taa sabah namazı olana değin.Görmesi azalmış yeşil gözleriyle...
Gerçi yürüyemiyordu ama yine de önüne aldığı seccadeyle oturduğu yerden namazını eda ederken yüce dağlar gibi büyürdü gözümde.
Ne yalan söyleyeyim özledim babaannemi. Arada kızsa da cebinden çıkardığı pembe halkalı şekerlerle hemen gönlümü alır” kız gel, bak sana ne vericem,” derdi.
Bende hiç nazlanmadan koşu verirdim yanına. Hemen yanına oturtur sonra saçlarımı okşar " tatlımı kız şeker" derdi. Bende" hıhı .çok tatlı.Bal gibi bal" derdim. Kırışmış ve titrek elleriyle tarardı başımı... "Ah ah .Keşke ben de senin yaşında olsaydım" der iç geçirirdi .
Babamı da özledim.Ne yapıyor acaba tek bacağıyla.Kahveye gidiyorsa babaannem evde yalnız kalıyordur. Hoş zaten olsa da konuşmazlardı ya birbirleriyle.Konuştukları zaman babamın sesi gök gürültüsü gibi yükselir, hızla düşen yıldırım gibi korku salardı yüreğimize.Bir kuş çırpınışı gibi nefes almak,takılıp kalırdı boğazımızın çıkamayan boşluğuna.
Elimde duran sıcak süt bardağının buharı, yüzümün üzerine sıcak nefesini üflüyor” içsene kızım sütünü soğutmadan,” diyor annem. Anne sesi ne güzel bir ses. Tıpkı bulutlar gibi.Bulutlarda besliyor içindeki yağmurları.Büyütüyorlar.Kocaman kocaman oluyor yürekleri. Sonra vakti- zamanı gelince hayata doğru yola çıkıyorlar.Sonra toprakla buluşuyor.Bir çok tohumu güne çıkarıyor.Bir çok ağacı besliyor.Bir çok böceğin kurumuş kursağına yudum yudum inip, aç kalmış susuzluğunu gideriyor…
Mis gibi ekmek kokusunun sarhoşluğuyla başımı çevirip bakıyorum.Kuzinenin kapağı açılıp içinden tutak( elbezi) ile tutulan tepsiyi çıkarıyor annem. Nar gibi kızarmış...
Evin içini ekmeğin nazlı nazlı dalgalanan, buğday ile mısır karışımı undan yapılmış mayalı ekmeğin kokusu kol geziyor.
Küçük teyzem, tavana asılmış ipin ucuna bağladığı yayıkta yaydığı ayranı, genişçe bir tencereye döküyor.Bir elinde bakırdan bir tas içinde su, diğer elinde bir tane ağaç kaşık.Yayılmış ayranın üzerinde biriken yağları tahta kaşıkla kenardan itibaren toplamaya başladı. Topladığı yağları su dolu bakır kabın içine bırakıp, kaşığın dış kısmıyla birbirine yapıştırarak, nihayet yağın birleştirdi. Tastaki suyu döküp, yeniden temiz su ekleyip, birkaç kez daha aynı işlemi yapıp, yağın içindeki ayranı suyun içinde arındırdı.
Serilmiş sofra bezinin üzerine, tahta sofrayı getirip tam ortasına yerleştirdi annem.
Taze, haşlanmış yumurtalar, köy peyniri, pekmez, bal, tereyağı ve köy ekmeği birde yanına sıcak süt ile sultanlara layık sofra kurulmuştu.Hemen elimi yüzümü yıkayıp sofraya oturdum.Arkamda sıcacık kuzinenin içinde çıtırdayan çalı- çırpı parçacıkları.Mis gibi odun kokusunun odaya yayılışında ki o ahenk bir başka güzellikteydi. Hele taze pişmiş ekmeğin kenarından, sıcak olup elimi yakmasına aldırmadan, koparıp içine tazecik tereyağının eriyişini, o güzel buluşmasındaki doyumsuz lezzetin, ağzımın içinden mideme kadar olan yolculuğundaki o eşsiz tadın ne tarifi var ne de anlatması mümkün...
YORUMLAR
ahhh içim gitti bir an olsun yayla havasını soludum sanki, hatırlıyorumda televizyonun az olduğu çocukluk yıllarımda bizim burasının ağaçlık olmamasına rağmen soluduğumuz o haz bam başkaydı. şimdi o hasreti gidermek için televizyonda nere bir belgesel olsa hemen başına kurularak gidermeye çalışıyorum. kutlarım güzel bir çalışma hanım efendi...
Tebrikler Sultanım, beğenerek okuduğum yazının güne gelmesi çok mutlu etti.
Yeni yazılarda buluşmak dileklerimle, sevgiler.
Ülviye Yaldızlıı
tebrikler efendim. oldukça uzun olsa da okumak zor gelmedi. tebrik ettim
Ülviye Yaldızlıı
Resim bile çok şey anlatıyor. Benim hiç yaşamadığım bilmediğim bir alemi anlattın ve öyle hevese geldim ki, bu soğuk kış günlerini yaşarken, oraya ışınlanmak ve o sofrada olmak istedim.
Sevgiler :))
Ülviye Yaldızlıı
"Böyle bir son, hepimizin sonunu hatırlatıyor bana.Bir gün doğarsın.Büyürsün.Mevsimler gibi baharın olur en güzel çağında. Yazın da olur kışında.Belki yıllarca dişinden tırnağından artırıp kazandıkların, gün gelir güz de dökülen yapraklar gibi kayboluverir ellerinin arasından. Ve nihayetinde ölürsün.Belki vaktinden evvel.Belki "kocamıştı artık, torun torbasını da gördü, emanetini verme vakti" denir"
Bu kısmı yazıdan ayrı gördüm, tüm hayatı kapsayan yönü var. Hayata bakış, ,insana bakış. Ben çok zaman bunu düşünürüm hele bulunduğunuz ortamlar gibi benzer ortamlarda daha çok gelir insanın aklına mıh gibi saplanır.
Yazının dilini çok beğendim anlatımı çok güzel. Yazıyı ilk karadenizli olarak yaşadıklarınızı azçok yaşamış biri olarak okumak isterken sonrasında anlatımının güzelliğinden okudum. Yayla için ne yazmış bakayım dedim, hayretler içinde sıradan hareketleri ve davranışları bile güzel estetize ettiğinizi fark ettim ve devam ettim. Okumaktan zevk aldım. Tekrar oralara gitmiş oralarda gezmiş gibi oldum. şuan hatta sislerin içine doğru uzayan toprak yolu hayal ediyorum şu yan tarafında bahçeler olan beyazla sarı arası renge sahip kenarları çimenlikli yol...
Yazıda kelime seçimleri de güzel lakin biraz daha yöresel ağızdan kelime eklenmesi hoş olurdu gibi, bir kaç konuşma ve seslenme ünlemi dahamı hareketli yapardı acaba? Onun dışında perspektif vermeler doğa canlandırmaları biraz daha yoğun olabilirdi, benzetmeler oldukça başarılı , git geller olması da ayrı bir güzellik vermiş. Aslında bu yazı yaşanmışlığı anlatırken bence tüm okuyucuda özlemi çağrıştırdı.
Ben tebrik ediyorum bu güzel yazı için söylenecek çok şey var ama en güzeli şimdi aklımda canlanan o yoldan yukarı düzlüğe çıkmak olacak ha.
Başarılar. Kutlarım. HATIRLATTIKLARINIZ İÇİNDE TEŞEKKÜRLER.
Ülviye Yaldızlıı
Kendi yöremin ağzıyla tabi...
Yöresel ağızdan bir kaç kelime var...
İlistir
Badal
Terek
vs...
Dediğim gibi sonrasında biraz daha açılacak konu.Sanıyorum.Çünkü ortada henüz tam olarak bir şey yok:)
Okuyan gözlerinize bin bereket.
Hürmetle
Epeydir yoktum ve sende yoktun inanın siteyi ve değerli dostları özlemişim..Sultanım bu ne kadar güzel bir emek ne kadar naif bir yazı...soluksuz okudum...seni canı gönülden iki defa tebrik ediyorum...Birincisi edebiyat adına ikincisi kurdela adına yakışmış dost yazarıma ....selamlar ve hürmetler
Ülviye Yaldızlıı
Ama burada olmak çok güzel
Hürmetle
Değerli yazar öncelikle güne düşen yazınızı ve sizi tebrik ederim...Bütünüyle geçmişe özlemimizi depreştirdi bu güzel yazı...Çok aşırı detaylara girilse bile insanı fazlaca rahatsız etmiyor...Birde yazının giriş kısmında teknik bir hata var söylemeden geçemeyeceğim.
"Bahçenin etrafını çevreleyen, fraktıları birleştiren kazıklardan birinin üzerine bir çırpıda tüneyen beyaz horozun, kafasını gökyüzüne uzatıp, kırmızı ibiğinin sağa-sola sallanması ve boynunu iyice gerdikten sonra ilk denemesinde boğazını temizleyen bir ses tonuyla yarım yamalak ötüşünün ardından, cümle yaylanın dağlarında yankılanan genç sesiyle, adeta komşu evlerdeki yaşlı horozlara meydan okuyordu..."
Şimdi bu durumu anlatan anlatıcı nasıl olurda;
"Uyanmak ile uyanmamak arasında çabalayan gözlerimi ovuşturmaya başladım...Gözlerimin yarı açık yarı kapalı, acıyan haliyle sağa sola bakınıyorum..." diyebilir.
Sadece bir hatırlatma...Selam ve hürmetlerimle
Ülviye Yaldızlıı
Hürmet saygı benden zatalinize.
Erzurumlu Selim
üç gündür yatak yorgan içindeyim ağır bir grip zorlayarak nete girdim...yazın büyük keyif veriyor sultanım güne layıkıyle düşmüş tebrikler..saygılarımla
Ülviye Yaldızlıı
Ömrüne bereket
Günaydın Sultan Hürrem Hanım,
Ara sıra duyduğum özlemleri yazınızda bulup, hayalen de olsa yaşadım. Kuzinede ekmek kızarttım. Büber közledim. İlistirde süzülmüş ahlat suyu içtim. İstanbul'un havasında dökülürken,
yaylada olduğum düşücesiyle bir an dipdinç hissettim kendimi.
Üç-dört gün önce kulağınızı çınlattım. (19 Mayıs gösterilerinin kalkmaması yönünde görüş bildiren bir kadın kaleme, yoz bir adam tarafından yapılan hakarete kadınlar ses etmedi. "Hürrem, sessiz kalmazdı," dedim.
Yazım kurallarıyla ilgili eleştiri yapmamaya karar verdiğim için, "Güzel anlatımlı, özlenen bir yaşamdan bir kesit sunan yazınızdaki hatalara hiç değinmeyeceğim. Yılgınlık filan sözkonusu değil. Zamanım olmayacak. Dün sabah bir yazı okudum. Bugün de sizin bu yazınızdan başka bir yazı okuyabileceğimi sanmıyorum.
Hoş geldiğiniz gibi yayla havası alarak sağlıklı geldiğinize inanarak daha nice başarılara diyor, saygılar sunuyorum.
Ülviye Yaldızlıı
Görsem "sus" kalamazdım.
Okuyan göynünüze bin bereket.Hürmetle.
Aynur Engindeniz
Diyeceksiniz ki, siz neden benim yorumuma müdahale ediyorsunuz. O yazıyı okuyup kendimce yorumladığım, bir bayan olduğum halde diğer üyenin yorumuna müdahale etmediğim için bende tarafınızdan suçlu durumuna düşürülüyor gibiyim. Ayrıca o yorum hiç etik değildi. Bunda hemfikiriz. Ama bunun tartışmasını başka sayfalarda yapmak ve konuyu uzatmak ne kadar doğru sizce.
Araya girdiğim için kusura bakmayın. Saygılar sayfa sahibine ve size..
Veysel Başer
Benim bir başka kadına bayan dememin hoş olmadığını söylerken, bir başkasının hakaretini eleştirmeyi, yoruma müdahale ve kışkırtıcı görmenizi
doğrusu yadırgadım.
Sizi suçlamak gibi bir düşüncede olmadım. O yazıya yorum yaptığınzda, öbür tarafı görmezden gelmenizle biraz burukluk duymadım da değil. O kişiye ikicik sözünüz olsaydı, gıyaben gözümde daha da büyürdünüz. Kadın kalemlerden hiç ses çıkmayınca o gün, "Osmanlı Kadın" tavrında olduğunu tahmin ettiğim sayın Sultan Hürrem'i andım. Bunu da bugün belirttim.
Bu konuyu sıkça dile getirişim, bu sitenin yararınadır.
Bu tür hakaret edecekler, bir şey yazarken, iki kere düşünsünler.
Size ve sayfasını meşgul ettiğim Sultan Hürrem'e saygılar.
köyüme olan hasretimle hüzünlenerek okudum bu güzel yazıyı , babannemin kınalı saçları buruş buruş yüzünü hatırladım onun saçlarını ben tarar örerdim ucunada bezlerden kurdela yapardım gülümsedim ,kuzinenin ateşiyle ısındım ekmeğin kokusunu duydum sanki ,dağdan yavaşça süzülen duvak gibi sisi hatırladım yağmurun kendisinden önce gelen sesini .Beni yazınızla köyüme götürdünüz tşk ederim yüreğinize sağlık sultan hürrem ..tebriklerimle sevgiyle kalın
Ülviye Yaldızlıı
Eskiden TRT de “Bu Toprağın Sesi” isimli bir program vardı bilmem hatırlar mısınız? Kımıl zararlısından girer kalem aşısından çıkar. Az biraz traktör şanzıman yağından biraz damızlık hayvan yetiştiriciliğinden biraz yerli tohum ıslahından bahseder. Olmazsa olmaz bir muhtar emmi bir de öğretmen. Süttü, etti, ottu her alanda ısrarla kooperatifçilik teşfik edilir falan filan.
İlk seyredildiğinde havanda su dövülüyor hissi veren sonrasında alışkanlık yapan (cinslik bende, bir sonraki programı iple çekerdim) insanı hemen içine alan ara ara parodili samimi sıcak bir program. Program demeyelim de yarı belgesel işte.
Yazıda da biraz bu toprağın sesi tınıları vardı sanki biraz ottan biraz sütten, ekstradan tere yağdan. Muhtarın yerini anne almış, öğretmeninkini babaanne. Promosyon olarak küçük teyze
Sıcak, samimi yarı belgesel tadında :- )
Tebrikler, selamlar, saygılar
Not: “Ellerimi çapraz yapıp, kollarımın tam ortasından tutup, yan dönüp ısınmaya çalışıyorum”
Sabahtan beri bu hareketi yapmaya çalışıyorum, bir tarafımı sakatlayacağım. Allah aşkına şu hareketi bir daha tarif et :- )
Şaka, şaka
Ülviye Yaldızlıı
Laf aramızda onu bende zor yaptım.Ama ısınmak için kenetlenmek lazımdı.Bir elin nesi -bütün bir bedenin nefesi şeklinde oldu biraz:)
Hürmet ve saygıyla
Aynur Engindeniz
Ülviye Yaldızlıı
Aynur Engindeniz
Serilmiş sofra bezinin üzerine, tahta sofrayı getirip tam ortasına yerleştirdi annem.
Taze, haşlanmış yumurtalar, köy peyniri, pekmez, bal, tereyağı ve köy ekmeği birde yanına sıcak süt ile sultanlara layık sofra kurulmuştu.Hemen elimi yüzümü yıkayıp sofraya oturdum.Arkamda sıcacık kuzinenin içinde çıtırdayan çalı- çırpı parçacıkları.Mis gibi odun kokusunun odaya yayılışında ki o ahenk bir başka güzellikteydi. Hele taze pişmiş ekmeğin kenarından, sıcak olup elimi yakmasına aldırmadan, koparıp içine tazecik tereyağının eriyişini, o güzel buluşmasındaki doyumsuz lezzetin, ağzımın içinden mideme kadar olan yolculuğundaki o eşsiz tadın ne tarifi var ne de anlatması mümkün...
OFF OFF of....
En tez zamanda annenin sofrasına uğramak lazım,kesin misafirperverdir:))
Ülviye Yaldızlıı
Başımızla beraber değerli dost:)
Özletmiştin kendini; özlemimin hakkını çıkartan bir çalışmaydı..
Kutlarım asude ablacım...Hürmetle her daim!
Ülviye Yaldızlıı
Çok hoş bir yazı olmuş. Ben en çok babaanneye dair anlatımınızı beğendim. Yayla havasını koklamak bir daha kısmet olur mu bana bilemem ama en azından şimdi camı açıp şehir soğuğunu içime çekerek kendimi avutabilirim.
Elinize sağlık.
Ülviye Yaldızlıı
Okuyan gözlerinize,hisseden yüreğinize sağlık.Hürmetle
Ülviye Yaldızlıı
Sultanım.
Ne yaptın sen öyle? Şimdi nereden bulayım ben kuzine sobayı, o sobada pişen sütü, ekmeği, tereyağını...Taze köy yumurtasını, külde demlenen çayı ha? Nereden bulayım? Bir yerlerim şişerse müsebbibi sensin bilesin. İnsanda biraz merhamet olur. Hiç böyle yazı yazılır mı?
Selam ve sevgilerimle.
Ülviye Yaldızlıı
Güzel bir tabir değil bu hocam...
Umarım ne demek istediğimi anlatabilmişimdir...
Saygı öncelikli olmalı...
Bu güzel öyküyü modern mimari içerisinde değil de, yaylada derme çatma bir köy evinde ve bir minderin üzerinde okumak vardı şimdi. Yağmur pencereyi yıkarken, rüzgar aralıklardan sızarken...
Çok beğendim güzel kalbim benim...Ara verme bir daha bu kadar...
Sevgiler.
Ülviye Yaldızlıı
Aynı renk ve iklimlerde bir hayat sürmek ve hissederek yaşamak güzel olurdu doğrusu
Sevgim-kalben-hep
Ülviye Yaldızlıı
uff bizim murat yaylası ne güzeldir şimdi,bir tarafta rüzgar ,bir tarafta kuşlar alabildiğine gökyüzü uzak dağlar ,çimenler odun kokusu
off off naptın sen bana..
Ülviye Yaldızlıı
Ben hala o anları yaşarım memleketime gidince...Ne mutlu Karadenizliyim diyene:)
Ülviye Yaldızlıı
Sultanım, kuzinenin ateşi, gözlerime kaçmış da yaşarmış sandım.Bir de baktım ki yazının güzelliğine kendimi kaptırıp biraz duygusallaşmışım!
Sütün buharı, taze ekmeğin kokusuyla bütünleşmiş, ahh anılar! Ne hoş ve ne kadar sıcacık.
Akıcı anlatımınla ben de zamanda yolculuk yaptım.
Günümün yazısı canım, içten sevgilerimi serdim sayfana, selamlarımla.
Ülviye Yaldızlıı
Öptüm naif yüreğinden...