- 924 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ERZİNCAN'IN SALLI'SI
1887 yılında , Doğu Anadolu’nun karlı dağları arasına sıkışmış ,dümdüz bir plato da kurulu ,şirin Erzincan’da geçer öykümüz.
Şehir, henüz Rus İşgalini, Ermeni Mezalimini ve Büyük Depremi görmemiştir.1071 de Selçuk’ lu Türk Ordu’sunun ,yaralı ve yaşlılarını Erzurum’dan sonra bırakarak kurduğu ve geliştirdiği ikinci şehirdir burası. Asıl halkı Beyaz Türk’ler den oluşur.
Etrafı bağlarla , küçük göllerle, meyve bahçeleri ile çevrilidir.Kış karlı ve soğuk geçer.Bu yüzden ,her evin alt katında yiyecek , yakacak depolanan ,kiler ve kömürlükler bulunur. Eski evler ,umumiyetle kerpiçten yapılmış ve iki katlıdır. Bahçeleri ,yüksek kerpiç duvarlarla çevrili avlularıyla, birbirine benzer .
Suyu çok boldur. Bazı evlerin havuzları vardır.Komşuluk ilişkileri oldukça gelişmiştir .O ,soğuk kış günlerinde ,her gün, bir komşuda toplanılır,kadınlı erkekli ziyaretler yapılır.Saz’lar çalınır ,yanık türküler okunur.Faytonların çıngırakları atların nal seslerine karışır Arnavut taşları ile döşeli yollarında.Küçük ama huzurlu bir şehirdir Ezircan.
Şehrin en zengini olan Ahmet Bey’in üç kızından sonra olan tek oğlu Hasan, bu Belde’de her şeye aykırı , göze batan bir delikanlıdır. Çok yakışıklı , iri kıyım, bu esmer gence, ‘’Ahmet oğlu Hasan Bey’’ derler.Kızların pencere arkalarından yolunu gözledikleri Hasan Bey’i her kez sever ve sayar.Deli doludur biraz, ama yufka gibi bir yüreği, lokmasını paylaşacak kadar mütevaziliği, paçayı kimseye kaptırmayacak kadar cesareti vardır.Şehrin kabadayıları,bu esmer ,yağız delikanlıya ,sağ ellerini yumruk yapıp,kalplerinin üzerine koyarak saygı gösterirler.Fakir fukara yolunu gözler Hasan Bey’in. O, Erzincan’ın en imrenilen delikanlısıdır.
Ama, Baba Ahmet Bey,askerlik yaptırmamak için bedel ödediği ,üzerine titreyip,eve geç geldiği zamanlar karanlık pencere arkalarından yolunu gözlediği bu Aslan Parçası’ndan şikayetçidir.
‘’Bak Oğul, bizim servetimiz, çok şükür her kez den fazladır. Fakat her işimiz ,el eline düşmüştür.Sen,tek erkek evladımsın. .Yarıcı’lar, ekini çalar, çobanlar, davarı kurt’a kaptırır, çalar, satar sen aldırmazsın.
Ben ölünce ,nice olur haliniz. Etme oğlum, gitme yavrum. İşimize sahip çık’’.
Eh,neye yarar bunca nasihat .Onun temiz yüreği, saf aklı bunları almaz ki. Baba dostu yaşlıların bile, nasihat’ ları geçmez Hasan Bey’ e. Sonun da anlarlar ki ,O nun yapısı budur. Belki derler, evlendirirsek uslanır. Helal süt emmiş bir kız ararlar, O nu evine bağlayacak. Hasan Bey, ,henüz 25 yaşındadır.18 yaşında bir uzak akraba kızını münasip bulurlar. Kız, çok güzel, çok hanım biridir.
Hasan Bey, ilk önceleri biraz durulur gibi olur.Ahmet Bey’i bir sevinç alır. Mutluluğunun teşekkürü olarak, Hasan Bey’e bir at hediye eder. Bu at, o zamanın kısıtlı imkanlarına rağmen İstanbul’dan getirtilir. Mali sıkıntıya düşen Sarayın ,Padişah emriyle satılan cins atlarındandır. Simsiyah ,parlak derisinde sadece alnının ortasındaki akıtma beyazdır.Günlerce yol gelen atı yıkayıp,gümüş kakmalı
eğerini de vurduktan sonra, Hasan Bey’i çağırırlar. Hasan Bey, hayatında hiç bu kadar güzel bir kısrak görmemiştir.
’’Vay canına Baba, bu Arap’ı nereden buldun?’’ der. Ahmet Bey de ‘’ Madem O nu Arap diye çağırdın adı Arap olsun’’ diye karşılık verir. Arap, henüz sırtına insan binmemiş , üç yaşında ,bir İngiliz tayıdır.Saray tavlalarında iyi semirmiş ve insanlara alıştırılmıştır. Hasan Bey’in ,onunla konuşmalarına başını sallayarak, sanki cevap verir. Islık çalışına, kişneyerek, ön ayağını yere vurarak mukabele eder. Bir insanla at, can yoldaşı olmuş ,hayatı ve kaderi paylaşmaya başlamışlardır.
Evliliğinin birinci yılı ,Hasan Bey’in, en sakin, en evine ve karısına bağlı olduğu zamandır.Akşamlar ı Arap’a biner, siyah çizmeleri, siyah poturu, beyaz yakasız gömleği, siyah yeleği ve kırmızı ipek bel kuşağı ile çarşıda tur atarak dostları ile selamlaşır. İpek kuşağın içine sokulu Sürmene bıçağı ile, toplu Bulgar legant tabancası nın uçları ,kuşak altından hafifçe belli olur.
Karısı hemen hamile kalmıştı. Anne’nin karnı öne doğru çıkıntılıydı. Bu durum, ev halkının doğacak olan çocuğun, erkek olacağı hakkında, adeta kesin yorumlar yapmasına yol açıyordu. Ahmet Bey,soyunun devamı için ,şart olan erkek torununu sabırsızlıkla bekliyor,dostlarına kızlarından, erkek torunlarının olduğunu ama onların önemli olmadığını , asıl Hasan Beyin oğlunun,bu ailenin varisi olacağını söyleyip duruyordu.
Gün gelip çattığında,doğan bebeğin kız olduğunu gördüler.Ahmet Bey suskundu.Ama Hasan Bey, ‘’Benim gibi delikanlının, nasıl kızı olur? ‘’diye dövünüp duruyor ,oğlan doğuramadığı için karısına çatıyordu. Aklı başında dostlar araya girip, bunun bir ‘’Takdir-i ilahi ‘’ olduğunu,ikinci çocuğun, erkek olabileceğini söyleyerek Hasan Bey’ i , teselli ediyorlardı.
Madam Eleni isimli bir Ermeni kadın yaşardı, çarşının arka sokaklarındaki eski evde. Dört güzel, kızla birlikte,perdeleri hiç açılmayan cumbalar arkasında. Kızlar, evinden kaçmış , terk edilmiş, horlanmış, kimsesiz, garip kadınlardı . Bu eve sığındıkları için,kendilerini şanslı görürlerdi. Madam ,davet üzerine, kızlarıyla bağ evlerine gelir, saz ve cümbüş eşliğinde , tepsi alemleri yaptırırdı.
Önce ,Türküler söylenip ,etler yenir, rakılar ,şaraplar içilir, sonra üç güzel kız, sadece başları açık olarak raks ederlerdi. Madam ,bir atmaca gibi , kızlarını kollar ,kimsenin taşkınlık yapmasına müsaade etmezdi. Gecenin sonuna doğru ,yuvarlak bir masa ,üzerinde gümüş bir tepsiyle ,ortaya konurdu. Asıl alem, işte o zaman başlardı.
Masanın etrafına dizilen , erkeklerin ellerine, 60 cm uzunluğunda kesilmiş, ince çubuklar verilir, bu çubukların uçlarında, top gibi sarılmış kumaşlar bulurdu. Sonra elbiseleri ile, bir kadın tepsiye çıkarak ağır ağır oynar,herkes elindeki çubuklarla kadının düğmelerini açarak , onu soyardı. Sadece kadının külotuna dokunulamazdı. El ile dokunmak ise, kesinlikle yasaktı. Madam Eleni, kuralı bozanı ,bazen, tuttuğu
gibi , dışarı savurur da ; kimse ‘GIK’ bile, diyemezdi.
Tepsi alemlerinin en popüler kızı, Sallı idi .Bu hayatı isteyerek seçtiği söylenirdi. Çünkü hep güler ,hep mutluydu ve hep masum görünürdü. Gözleri, küçücük ağzından çıkan kelimeleri onaylarcasına, kıvılcımlar saçarak parlardı. Siyah saçları ,yuvarlak kalçalarının ayırımını örtecek kadar uzundu. Ayaklarının ucuna basarak yürür, parmak uçlarında yükselerek , iri göğüslerini erkeklerin gözlerine sokardı . Onların etkilenip, şaşkına dönmelerinden zevk alırdı. Tam bir orospuydu yosmanın kızı. Erkek cinsine nazire olsunca yaratılmış.
Evdeki sıkıntı ,yine Hasan Bey’i sokağa itmiş,bu alemlerin müdavimi etmişti .Bağ evlerindeki alemin arkasından, yere serilen çuha’nın üzerinde ‘Barbut’ atılır, tepside oynamış olan kadının kime nasıl baktığı tepsi üzerinden sol ayağını kaldırarak dönerken kime ayağını öptürdüğü konuşulurdu. Kemik zarlar, kumarbazların bazen küfürlerine, bazen de öpücüklerine mazhar olurdu.
Önce içki, arkasından kadın ve kumar. En sağlam yürekler , bu acımasız çarkta erir,öğütülür , un ufak olurdu.Hele Sallı’ nın saçlarını savurarak Hasan Bey’e işveler yapması, bu mutsuz yiğidi delirtir,içinde acımayla karışık ,ona sahiplenme duyguları uyandırırdı, Bu kızda ,O nu çeken tarifi zor bir şeyler vardı . Bembeyaz teni mi, dolgun memeleri mi, oynak geniş kalçaları mı, bilinmez.
Bir gün Bağevine epey erken zamanda geldi.İçinde bir mutsuzluk,bir korku vardı Hasan Bey’in. Eşi ,ikinci çocuğuna hamileydi. Ahmet Bey’in oğlan baskısı da ,bunaltıyordu onu. Arap dört nala koşmuş ve terlemişti. Atını bağ evinin önündeki çardağa bağlayıp ,elindeki bezle Arap’ın terini siliyordu.
Yaklaşan faytondan ,gülüşmeler gelmekteydi . Madam Eleni,
’’Hiç Kuzum,yakışır yiğidime at kurulamak?’’ der demez ,Sallı, siyah saçlarımı ve kalçalarını oynatarak Hasan Bey’e yaklaştı. Elindeki bezi almak için ,elini tuttu. Gözlerinden ,mutluluk kıvılcımları fışkırıyordu. Ne kadar içten ve sevecendi. Arap’ı okşuyor, atın kulağına Hasan Bey’e ,bu kadar yakın olduğu için ,onu kıskandığını fısıldıyordu.
Hasan Bey,içindeki huzursuzluğun panzehirini bulmuştu sanki. Birlikte atı sildiler . Sonra Sallı, bir ibrik ve sabunla geri geldi. Çömeldikleri yerde, elinde köpürttüğü sabunla ,onun ellerini oğuşturdu, kuruladı. Hep gözlerinin içine bakıyordu. Hasan Bey çok utanmıştı Başını yerden kaldırmadan teşekkür etti .Kalbi delicesine çarpıyor ,elleri titriyordu . Misafirler de gelmişlerdi.
Saz Heyeti yöre türkülerine başlamıştı.
‘’Fincanı taştan oyarlar balam , oyarlar
İçine de bade koyarlar,balam,koyarlar
Sen bize gelme duyarlar balam ,duyarlar
Sen kimin yarisin yari
Sen bana doldur fincanı ‘’
Sallı kenardan Türkü ye iştirak ediyor,’’Sen kimin yarisin ‘’mısrasına dudaklarını öne uzatarak ‘Senin yarin ,senin yarin ‘’diyerek, Hasan Bey’i işaret ediyordu. Hiç bir erkek ,o gözlerden ,etli kırmızı dudaklardan kaçamazdı. Hasan Bey de kaçamadı .Hatta çarpıldı.
Artık Bağevi alemlerine, ikisi de erken gelmeye ve Bağın içinden geçen su arkına ayaklarını çocuk gibi sallayarak oturup , dertleşmeye başlamışlardı. Hasan Bey, hayatında ilk defa bir kadınla sohpet ediyor ,onu anlamaya ,dertlerini paylaşmaya çalışıyordu. Kolunu omuzuna attığı anı ,hiç unutamayacaktı. Avcıdan kaçan yavru bir ceylan gibi ,gözlerini gözlerine dikmiş ,başını Hasan Beyin göğsüne dayamıştı.
O gece ,Sallı tepside oynarken ,Hasan Bey elindeki sopayı bırakmış, aç kurt gibi kadına bakan, ağzı sulanmış arkadaşlarına bakıyordu.Onu kimsenin çıplak görmesini istemiyor ,sadece kendisinin olmasını arzu ediyordu. Madam Eleni, olayın bu hale gelmesinden memnundu. Sonunda, tek kazanacak olan O olacaktı. Birden beklenmedik bir şey oldu.
Sallı, oynadığı tepsiden birden Hasan Bey’in kucağına atladı. Bu,alem dilinde,
‘ Ben sadece, bu adamın olurum ‘’ demekti. Alkışlar arasında Hasan Bey ,kadını kucaklayarak bitişikteki odaya götürdü. Sallı’nın çıplak vücudunu ,yatak çarşafı ile örttü. Sallı mahçup bir halde yere bakıyor, Hasan Bey titreyen elleri ile onun saçlarını okşuyordu .Bıçkın delikanlı ,konuşamaz olmuş, sadece,
‘’Sana vurgunum, sana yangınım ,seni bırakamam artık ‘’ diyordu.
Ertesi gün, Madam Eleni ve Sallı, Bağevine geldiler. Bu sefer davetliler yoktu .Lafa Eleni başladı. ‘’ Kuzum, sen Sallı’yı çalıştırmam dermişsin,he mi? ‘’ Hasan Bey başıyla ‘’Evet’’ dedi.
’’Bedeli vardır .Göze alırsın ? ‘’ Yine başını salladı Hasan Bey.
‘’200 Altın, onun yerini doldurmaz be Kuzum ‘’ Hasan Bey ,cevap yerine Sallı’nın gözlerinden süzülen yaşları siliyor, içinden Sallı’ya her şeyim feda olsun, diye geçiriyordu .O devirde bu para çok büyük bir servetti.
Kısa zamanda , iki katlı güzel bir evi Sallı’ya almaya karar verdiler. Eşyalar Trabzon’dan sipariş verildi. On gün sonra Sallı, köşk yavrusu bir evin hanımı olmuştu. Evin yanında, bir fayton ve atları için müştemilat da vardı. Faytonu, Erzurum Taş Mağazalar Sokağındaki Agop Usta’ya özel olarak yaptırdılar. İncecik tekerlekleri ,siyah körüğü ve kırmızı kadife döşameleri ile emsalsiz olmuştu. İğdiş edilmiş iki beygiri de,yüksek fiyatlarla alarak tavlaya çekmişlerdi. Sallı’yı ,o zamanlar ferace ile gezildiğinden, insanlar tanımıyorlardı. Ama ,alemlere katılanlar , sadece gözlerinden bile, onu bilirlerdi.
Evde, hizmetci ,Hasan Bey’in yaşlı uşağı ,arabacısı ve Sallı nın eski bir kız arkadaşı, beraber kalırlardı. Bu kız ,iyi kalpli bir insandı . Sallı’nın şuursuz harcamalarına mani olmaya çalışır,çalışanlara kötü davranmaması için, adeta yalvarırdı. Sallı ise,taviz vermeyerek,herkezi daha iyi yönetebileceğini, iddia ederdi. Çarşı esnafı sonradan görme Sallı ‘ya, iltifatlar yağdırarak ellerindeki tapon malları ,pazarlıksız satardı.
Durumu öğrenen Ahmet Bey, oğlunu önce uyarmak istedi.
’’ Bak oğul,karın ikinci çocuğunu doğuracak, bana danışmadan ,Sarıgöl ‘deki koca tarlayı da satmışsın .Bu böyle gitmez ‘’ diyecek oldu. Hasan Bey,babasını daha fazla konuşturmadan ,çıldırmış gibi bağırarak cevap verdi. Ahmet Bey,doğumunda ,çifte tosun kurban ettiği oğluna, cevap bile veremedi. Odasına kapandı ve kimseyle konuşmaz oldu . O devirde , bir oğulun babaya karşı çıkması görülmüş şey değildi .Ahmet Bey’in eli, bir kaç kez tabancasının tetiğine gitti,ama yapamadı . Erzincan’ın parke taşlı yollarının her bir taşı onun utancını yüzüne vuran günah tabletleri gibi gözünde büyüyordu. Erkek evlat sahibiolmak iyiydi hoştu da, evladın babaya böylesine karşı gelmesi dayanılmaz bir ıstıraptı. Sanki tüm insanlar duymuş, tüm alem öğrenmiş gibiydi.
İkinci çocuk da, kız olmuştu. Bu sefer hiç üzülmemişti hasan Bey. Karısının gönlünü almış,bazı günler evine uğramaya bile başlamıştı. Ama Ahmet Bey ,oğlu ile bir daha hiç görüşmedi. İki ay sonra beklenen acı haber gelmişti. Ahmet Bey ,kalp krizinden ölmüştü . Yakınları ve Hasan Bey, onun kahrından öldüğünü çok iyi biliyorlardı. Af diledi babasından,ağladı,dövündü ama artık geç kalmıştı. Yatağa karnına konan ekmek bıçağı ile ,elleri göbeğinde namaz kılarcasına bağlı koca adam artık onu duyamazdı. Her sevgi sözcüğü mutlaka insanların yaşadıkları zaman içinde söylenmeli, öbür dünyaya bir tek söz bırakılmamalıydı.
Kumar tutkusu, yakasını bırakmıyordu. Her gece ‘Barbutcular’ buluşuyor,önce esrarlı sigaralar sarılıyor,kotik elden ele geçerken,bir yandan da kıran kırana zarlar, gün görmemiş küfürlerle fırlatılıyordu. Çoğu zaman kavgalar çıkıyor,yumrukların ardından hançerlerin ,falçataların hatta Sürmene Bıçaklarının çekildiği oluyordu.
’’ Kesin laaan,oturun yerinize dümbük pezevenklerrrr’’. Bu narayı duyup da ,durmayan pek olmuyordu. Hasan Bey’e karşı koymak ,her kabadayının harcı değildi.
Sallı ile de, kavgalar başlamıştı. Harcamaya,almaya doymuyor,kumarda sürekli kaybeden Hasan Bey’i, hep küçümsüyordu. Hasan Bey, çökmüş,bitmiş durumdaydı. Elleri titriyor, birden sinirleniyor,kayıplarını kurtarmak isterken daha da batıyordu . Karısı ,üçüncü çocuğuna hamileydi. Zavallı kadın ,O na bir erkek evlat verebilmek için, hiç ara vermeden doğum yapmayı göze almıştı.
Artık ,evinin yolunu bile bulamayacak kadar esrar, alkol ve kumarın içine düşmüş ,bir zavallı idi . Sabaha karşı ,atının boynuna sarılmış halde zil zurna sarhoş olarak evine gelebiliyordu. Arap,yolu buluyor geniş avlu kapısını başıyla iterek açıyor,ev kapısının önünde ön ayağını yere vurarak ,hizmetkarların Hasan Bey’i gelip almasını bekliyordu.
Çoğu zaman Sallı’nın mutsuz ,küçümseyen,cırlak sesi duyuluyordu.
‘’ Divana bırakın geberesiceyi. Orada zıbarsın Ayyaş Domuz.’’ Yaşlı uşak ,baba yadiğarı bir Çerkez di. Oğlu gibi sevdiği bu Bey’in haline için için ağlıyor,çoğu zamanlar O na usulünce yalvarıyordu.
Ama artık O ,eski Hasan Bey değildi. Bütün gün, sızıp kaldığı yerde uyuyor,sonra tekrar kumar oynanan ,kahvehane arkasındaki, esrar dumanıyla kaplı gizli izbeye koşuyordu. Güzelim Arap da ,eskisi gibi canlı ve pırıl pırıl değildi. Başını dikip,nallarıyla şakırdattığı parke taşlı yollardan, bir sütçü beygiri gibi, başı önünde ve isteksiz yürüyerek geçiyordu .
Sallı Hanım ise ,faytonuna kurulup caka satarak ,şehirde dolaşıyor,Hasan Bey’in ,kirada olan Bakırcılar Çarşısındaki dükkanlarının, kiralarını toplayarak ,doğru Kuyumcular Çarşısına gidiyor ,alıyor ,alıyor, alıyordu.
Doyumsuz kadını gören esnaf ,O na iltifatlar yağdırdıkça, bir başka havalarda ,zevkten şişinerek, gülücükler saçarak, dolaşıyordu. Dönüşünde Arabacı’ yı azarlaması ,artık usulden olmuştu. Ya atların yem torbalarını neden takmadığını, ya da neden yem vermenin , şimdiye bırakıldığını konu ederdi.
Üçüncü çocuk kız doğduğunda , ailenin üzerine kara bir bulut çökmüş gibiydi. Ahmet Bey’in sülalesi, yok olma yolundaydı artık . Hasan Bey’in ne kumarı, ne de içtikleri bitmiyor ve bu hayata para da yetmiyordu. Borçlar alınmaya , evler, arsalar yok pahasına satılmaya başlanmıştı. Aile perişan ve mutsuzken bir tek Sallı Hanım mutluydu. Alemlerin Sallı’ sı ,evde aynanın karşısına geçip ,tek başına şarkılar söyleyip ,raks ediyordu. Evin önünden ,günde dört defa geçen ,Zaptiye Başçavuşu ile bakışları birleşiyor , gülücükleri hissediliyordu. Dünya, nasıl da tersine dönüyordu.
Sonunda, Erzincan’a İstanbul’dan iki kumarbaz geldi. Bunlardan biri Türk , diğeri Rum’du. Rum, kumara oturuyor, Türk ise, hep etrafı kolluyordu. Hasan Bey, onların gelişini duymuş, içini bir kazanma duygusu sarmıştı. Bu İstanbul’lular , çok para ile oynuyor ve hep kazanıyorlardı. Yani, onlarda para boldu. Şansı bir dönerse ,bütün kaybettiklerini geri alabilirdi.
O’nu günlerdir yatağına bile almayan Sallı’ ya ,kendisine borç para vermesi için yalvardı. Cevabı, Sallı’ nın onu kovması oldu.’’ Pis kumarbaz , gidişin olsun da dönüşün olmasın inşallah ‘’.
O’na , alt katta ,cam gibi boyalı siyah çizmelerini ,siyah potur pantalonu nu, ipek beyaz mintanını, siyah yeleğini giydirip, al kuşağını itina ile saran Çerkez Uşak, hiç konuşmuyor, sadece gözlerinden akan yaşları, belli etmeden siliyordu. Çerkez’in uzattığı ,menevişi pırıl pırıl parlayan Baba yadiğarı Bulgar Lagant’ını kuşağının arasına sokarken kontrol etmiş, bir avuç mermiyi de, cebine koymuştu. Dalgın ve bitik bir halde atına bindi. Arap ,zaten yolu biliyordu. Her gece gittikleri batakhaneye doğru, isteksiz adımlarla yürüdü.
Gece, uzadıkça uzadı . Ahmet oğlu Hasan Bey, hep kaybetti. Sonunda evini kumara pey sürdü . Kumarbazlar, söylenerek onu uyardılar. Ama, gözleri büyümüş , kalbi yerinden çıkacak gibi atarak ,
’’ Bu sefer kazanacaksın ‘’ diyen şeytanın, şartsız esiri olmuştu.
Rum Kumarbaz ‘’ İçindeki her şeyle ‘’diyerek düzeltti. Nefesler tutulmuş, salon sus pus olmuştu. Önce zarı Rum salladı. ‘Ha de be Mori ‘. Zar beklediği gibi gelmedi. İki zarın toplamı, yedi gelmişti . Rum , bütün kazandıklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Hasan Bey, ilk defa mutlu gülüşlerle etrafına baktı .
’’Bu son ,yemin ederim ki bu son atışım ‘ diye mırıldandı. Öperek ,dua ile savurduğu zarlardan biri altı gelmişti. Öbürü köşesinin üzerinde döndü, döndü, saniyeler sonra durdu. İkinci zar ,eğer iki den fazla gelseydi bütün zararını kurtaracaktı. Ama kemikler ,ona yine ihanet etmişlerdi .
Hasan Bey ,evini ve içindeki karısı ile art arda doğmuş üç çocuğunu da kaybetmiştir. Birden dikilir . Yüzünde acı bir gülümseme ile esrarlı sigarasını atar.
‘’Yarın evimi gelip teslim alırsınız ‘’ der. Kumar borcu çok önemlidir. Şahitler de, üzgün üzgün baş sallarlar.
Hasan Bey doğruca evine gider .Karısı ve üç çocuğu aynı odada uyumaktadırlar. Yeni doğan kızı, karısının koynundadır. Hepsini teker teker öper.
Sonra ,bismillah diyerek ,hatalarının , menfaat aşkının, baba baskısının, kumar tutkusunun kurbanı ,eşi ve çocuklarının kafalarına birer el ateş eder .
Evden çıkarken ,uyanan ev halkı ,şaşkın çığlıklarla ona bakmaktadır.
Atına biner, dört nala Sallı Hanımın evine sürer .Avlu kapısına geldiğinde atından inip, sokak kapısını zorlar . Çift kanatlı koca kapı , Sallı Hanımın emriyle, kilitlenmiştir. Yağmur çiselemekte, sessiz bir karanlık , nefes almasını zorlaştırmaktadır . Birden gözü, pencereyi aralamış, ona bakmakta olan Sallı’ya ilişir.
" Kazandın mı? ‘’diye sorar.
‘’Hayır, her şeyimi kaybettim. Beni içeri al Sallı.’’ Sallı’ nın cevabı kendisinden beklenen gibidir.
’’ Bütün paranı kaybettiysen, beni de kaybettin Serseri. Para yoksa, aşk da yok . Defol ‘
’Vay canına , O’nu, canım dediği kadın, canından vuruyordur. Ahmetoğlu Hasan Bey, ipek kuşağından sıyırdığı tabancası ile pencerede duran Sallı Hanım’ı, tek mermi ile kalbinden vurur.
Sallı, evin içine doğru yuvarlanırken, silah sesine uyanmış olan ev halkının yalvarmalarına aldırmadan, silahını bir yandan gözlerini öptüğü Arap’ın başına dayayarak ateşler. Koca kısrak yere yığılırken, silah bu sefer O’nun laf dinlemez deli gönlüne ,tam kalbine doğru ateş almıştır. Çerkez Uşak ,koşarak gelir, son nefesini vermekte olan Hasan Bey’i kucaklar .
’’Kurtuldun oğlum, kurtuldun Yiğidim ‘’diye feryat eder .Ahmetoğlu Hasan Bey, başını iki kere yana sallayarak, Çerkez’in yüzüne bakar .Yüzünde bir huzur vardır.
‘’Kurtuldum hemi, kurtuldum ‘’ diye mırıldanır. Sonra ,başı önüne düşer. Koşup gelenler ,onun sol eliyle ,Arap’ın ağzını tuttuğunu görürler.
Ahmetoğlu Hasan Bey’in bu hazin hikayesi evlattan evlada hala anlatılır, Dağları Karlı Erzincan’da.
E. Yaşar Ovalı
YORUMLAR
kukurikuu
Güzel yorumunuza teşekkürler. Saygılarımla.
inci*
saygımla iyi kalın Yaşar bey.