- 583 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Karşılık
Alexandra Fabienne… Adı bana Kızıl Devrim’den kaçan Rus prenseslerini çağrıştırıyordu. Gözümün önüne sabaha karşı, apar topar bir atlı arabaya binen, malikanenin arka kapısından hızlı çıkan, Odessa’da, bindikleri geminin güvertesinden yaşlı gözlerle kıyıya bakan bir aristokrat kız geliyordu. Halbuki o Fransızdı. Hatta kuzguni saçları, esmer teni bir Fransız için bile koyu kalıyor, insana Alexandra’nın İtalyan akrabaları olması gerektiğini düşündürtüyordu.
Kimse onu Alexandra diye çağırmıyordu, ben bile. Herkesin Alex dediği bu Fransıza hiç hitap etmem gerekmemişti. Topluluk içinde bir şekilde laf açılıyor, isimler söylenmeden konuşmaya giriliyordu. Asla kullanmayacağım adını zamanında ne kadar da merak etmiştim... Kampüsü turlayan otobüste nereye gittiğimin farkında olmadan sallanırken o binmişti. Yüzyüze bakan koltuklarda karşıma geçip oturmuş, sonra da kendi dünyasına dalmıştı. Bunu tek başına yapmamış, beni de alıp götürmüştü; bir daha geri getirmemecesine.
Hafif topuklu, açık bir ayakkabı giymişti. Güney’in nemli sıcağında kapalı giyinmek düşünülemezdi zaten. İnce bacakları uzayıp gidiyorlardı. Giydiği eteğin kısalığından bacaklar olduklarından daha uzun duruyorlardı. Biraz yukarıda, kolları olmayan tişört o denli ince bir bedende neredeyse yapay hissi uyandıran göğüslerini saklayamıyordu. Bir süre onlara baktığımı, sonra bacaklara geri dönmem gerektiğini düşündüğümü hatırlıyorum. İkisini de yapmadım. Onun yerine yüzüne baktım.
Çirkindi! O ana kadar hayatımda gördüğüm en güzel vücutlardan birinin sahibi en az benim kadar çirkindi. İnanamıyordum. Farkında olmadan gülümsemiş olmalıyım ki karşılık aldım. Hiç bir zaman ayaküstü tanışan birisi olmadığım için bu durumu sohbete dönüştürmeyi denemedim. Beni daha da büyülecek Fransız aksanını duymam daha sonraya kalacaktı.
Kemal tarihinde bir durum resmileşmek üzereydi: Alexandra Fabienne rastgelinen en seksi kadındı!
“Manyak mısın sen?” diye dalga geçmişti Said, “Kızın yüzü bana Miki Fare’yi anımsatıyor.”
Anlamayacaktı ama yine de anlatmayı denemiştim:
“Bak, yüzü mükemmel olsaydı sanat eseri gibi bir şey olurdu. Hiç bir sanat eseriyle yatağa girdin mi? Hataları, kusurları olmalı. Kusursuzluğu seyredip, yüce ustayı alkışlamak zorunda hissetmemelisin.”
O gün Alexandra’nın bacakları benimkilerden en fazla yarım metre uzaktaydı. Bir Rembrandt’a bu kadar yaklaşsanız müze görevlisinden fırçayı yerdiniz. Beni ise kimse rahatsız etmiyordu.
Otobüs bir başka durakta durdu. Otomatik kapılar açıldı ve bir zenci içeri girip ilk basamakta durdu. İçinde yolcu olarak sadece benim ve Alexandra’nın olduğu otobüs için büyük bir değişiklikti bu. Zenci otobüs şoförüne bir şey sordu. Ne sorduğunu anlamadım. Afrika kökenlilerle her zaman bir iletişim güçlüğüm olmuştu; durum o anda da farklı değildi. Güneyli bir beyaz olan yaşlı şoför soru soran gence yanıt verdi. Onun da ne dediğini anlamadım. Güney eyaletlerine yeni taşınmıştım ve buradaki beyazların ağızlarının tamamını açmadan, sadece bir parçasıyla konuşmalarına alışamam zaman alacaktı. Bir soru cevap gidip gelmiş, kendimi tamamen onun dışında bulmuştum.
Ama dışlanmışlığımda yalnız olmadığımı anladım. Zenci biraz önce sorduğu soruyu tekrarladı. Sesler aynı seslerdi ve ben yine soruyu kaçırmıştım. Belli ki bir şekilde bir gün denk geleceğim bir zenci kızla samimiyeti arttırmaya çalışsam elimde beden dilinden başka seçenek olmayacaktı.
Tekrarlanan soruya yaşlı şoför aynı cevabı verdi. Onu da anlamadım. Bir şekilde denk gelip de iletişim kuramayacağım kadınlar kümesi şimdi Güneyli beyazları da içeriyordu. Alexandra’nın varlığının yarattığı atmosfer kaybolmuş, tüm dikkatimi kendimin dahil olmadığı bu diyaloğa vermiştim.
Şoför kendini tekrarlamıştı ama mesajı yerine hala ulaşmamış olacaktı ki zenci üçüncü denemesine girişti: Aynı soru, aynı kelimeler. Ben ise olası zenci kızdan ümidi kesmiş, küskün oturuyordum. Üçte üç, soruyu yine kaçırmıştım. Merak ettiğim sürücünün soruyu anlayıp anlamadığı idi çünkü o da üçüncü defa aynı yanıtı verdi. Öte yandan zenci şoförü anlamış mıydı, onu da bilmiyorum. Ama sonunda pes etti, geri adım atıp otobüsten indi. Şoför kapıyı kapatıp, gaza bastı.
Sağırlar diyaloğundaki en şanssız kişiydim; diğerleri en azından kendilerinin ne söylediğini biliyorlardı. Kendi kendime “Güney’e alışmam zor olacak" diyerek, Alexandra’ya geri döndüğümde onun yerinin boş olduğunu gördüm.
YORUMLAR
İlhan Kemal'in yine farklı tarzda yazdığı öykülerden birini ilgiyle okudum...Tebrik ediyorum
Sevgilerimi yolluyorum...
İlhan Kemal
Bir Rembrandt eseri gibi karanlıklar içinde aydınlık oldu Alexandra.Farklı ve güzel anlatımdı.Saygılarımla.
İlhan Kemal
nuray telli
İlhan Kemal
kesinlikle farklı bir öykü..
yazım tarzı kurgu her şeyiyle farklı..
kuzum siz farklısınız ya..
selamlar..