- 1436 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
KAÇIŞ-8
Meltem, önce Nurgül’ün avucunun ortasında güneş gibi parlayan altın bileziğe ardından da gözlerinin içine anlamsız anlamsız baktı.
“Polislerle birlikte eve adım atar atmaz ayağıma geldi. Yolluğun saçaklarına sıkışmıştı besbelli. Kimseye belli etmeden eğildim ve hemen cebime attım. Polislere de hiç bahsetmedim. Bunu daha önce senin kolunda görmüştüm“
Nurgül’ün hararetli hareretli konuşması biter bitmez Meltem hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
“Allah’ın aşkına ne oldu? Ben hiçbir şey anlayamadım. Açıkça söylesene! Neden her olayın üzerine beton dökersiniz ki? Konuş lütfen!“
“Annenle babanın bağrış çığrışları ta bizim eve kadar geliyordu. En çok da bilezik lafını duydum. Baban, o panikle evden çıkarken düşürdü besbelli!“
Meltem “Ben yukarı çıkıyorum. Her şeyi kendi gözlerimle görmek istiyorumi!“
Nurgül, Meltem’in kolundan tuttu ve “Şimdi olmaz!. Annene gitmemiz lazım! Cenaze zaten çok bekledi!“
Meltem “Allah’ım inanamıyorum. Bunu o mu yaptı yani? Hiç mi vicdanı yok bu adamın?“
“Polisler rapor tuttu. Biz komşular olanı biteni, duyduğumuzu bir bir anlattık. Merak etme yakalanır çarçabuk! Hem nereye kaçacak ki?“
Meltem, Nurgül’ün omzuna yaslandı. Sıkı sıkı sarıldılar birbirlerine.
Artık sıra son görevlerindeydi. Ayrılıklar hele ki sonsuza kadar olunca daha hazin oluyordu. En çok da sabır ve metanet düşüyordu kalanlara. Bunu başarmak insanoğlunun hayata karşı her şeye rağmen dimdik durabileceğinin bir ispatıydı sanki. Bu dünyaya da başarmak için gelinmemiş miydi zaten? Belki de en zor başarılan şeydi bir ömür boyu mutluluk.
Meltem ağır ağır yaklaştı Sabahat’e. O hep susan kadındı; gözleriyle konuşurdu. Şimdi de gözleriyle susmuştu. Meltem’in yüzü neredeyse Sabahat’in yüzü kadar beyaz ve soğuktu. Ağır ağır yaklaştı ve Sabahat’e doğru eğildi.
“Sen saçlarımı özene bezene tarardın, ben inadına bozardım. Yüzümü sevgiyle öperdin; ben yanaklarıma yabancı bir madde değmiş gibi iğrenerek silerdim. Tertemiz giydirdiğin çorabımı renkli boyalarımla çizerdim. ‘Beni seviyor musun?’ derdin hep duymamazlıktan gelir, oyun oynamaya devam ederdim. Aklımca seni cezalandırırdım. Şimdi de Allah beni cezalandırdı. Beni affet desem affedebilirsin? Bak senin yanındayım artık! Hadi ne olur konuşsana! Ben sana bugüne dek zoraki anne dedim. Şimdi yürek pınarımdan gürül gürül anne diyorum. Sen de ‘Yavrum!’ diye çağla ne olur! Kimsem kalmadı şu dünyada biliyor musun?“
Nurgül, Meltem’in kolundan tutup geri çekmeye çalıştıkça Meltem daha çok direniyordu.
“O bileziği hiç düşünmeden Babam’a verseydim, evden çekip gitmeseydim böyle olmayacaktı. Allah beni kahretsin!“
“Meltem sakin ol! Günaha giriyorsun! Sus artık sus!“
Meltem’in sesi iyice kısılmaya başlamıştı. Sadece yaş süzülüyordu yanaklarından. Bomboş bakıyordu boşluktaki her bir noktaya.
Yalanla örülmüş hayatı çözülmeye başladıktan sonra iyice içine kapanmaya başlamıştı Meltem. İnsana has olan sıcacık duyguları bir anda soğumuş hatta kaskatı olmuştu. Gerçekleri öğrendiğinde her iki tarafa da kin beslemişti.
‘Bizde fazla fazla var. Alın bu da sizin olsun!’ der gibi gözden çıkarılışını bir türlü hazmedememişti. Yıllar sonra yabancı kişilerden gerçeği öğrenmek ruh dünyasını tamamen yıkmıştı. Onların açık ve dürüst insanlar olmadığı hissiyatına kapılmıştı. Çocukluk yıllarını defalarca zihninde toprağa gömmüş fakat o çocukluk her seferinde hortlamayı başarmıştı. Kalbinin buz kütlesini eritmeyi başaran tek insan ise Erhan olmuştu.
Son toprak atılıp dualar edildiğinde Meltem için Eskişehir dosyası tamamen kapanmıştı fakat annesinin cinayet dosyası daha hala açıktı ve emniyete ifade vermesi gerekiyordu.
Hayatını, dayısını yengesini, gerçek ailesini olduğu gibi anlattı polise. Polisin “Babanız nereye kaçmış olabilir?“ sorusuna canla başla cevap vermişti. İfade verirken babasının ayak bastığı her şehri, selam verdiği kişileri bile atlamamıştı.
“Onu bulun lütfen! Yaptığı cezasız kalmamalı“ diyordu her cümlesinin sonunda.
Değerine paha biçilmeyecek kadar eşsiz bir güzelliğe sahip olan İstanbul yine kendini tüm güzelliğiyle teşhir ediyordu. Kah azgın kah durgun sularının üzerinden gerdanlık gibi geçen köprüsüyle acemi şairlere bile şiir yazdırıyordu. Gecesi ayrı gündüzü ayrı bir renkti bu şehrin. Hayat mücadelesini omuz omuza verdikleri martıları, kuğu gibi süzülen gemileriyle yeni bir gün daha başlamıştı.
Hayallerinin peşinde koşanların rüya şehri İstanbul, bazılarına umduklarını yaşatmıyordu ama bu şehrin güzelliğini asla gölgeleyemiyordu.
Şehrin sakinleri trafiğe küfretmekle meşguldü ama gidecekleri yere varınca hepsi unutulacaktı. Tıpkı bir ananın evladına bağırıp çağırıp beş dakika sonra unutuşu gibi.
Bunların arasında Erhan da vardı. Sık sık saatine bakıyor, dudaklarını kirli sözcüklerle kıpırdatıyordu. Ayakta zor durduğu yetmezmiş gibi bir de telefonu çalınca iyice kaşları çatıldı. Güçlükle telefonunu çıkardı.
“Ağabey trafik felç durumda. Yarım saat içinde orada olurum. Görüşürüz!“
Telefonunu cebine koydu. Aradan beş dakika bile geçmeden yeniden çalınca oflamaya başladı.
DEVAM EDECEK
Aysel AKSÜMER
YORUMLAR
Aysel AKSÜMER
sürükleyici bir bölüm daha mükemmel gisiyor sevgilerimle canım..yüreğine sağlık..
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Etkileyici ve hüzün dolu öyküyü yine heyecanla okudum, kalemine sağlık...
Sevgilerimi yolluyorum...
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
AYSE 09
sizlerin güzelliğiniz beni mutlu ediyor canım aranızda öyle mutluyum ki anlatılmaz bir güzellik saygım sevgimlesin herdaim
Aysel AKSÜMER
kutlarım ayşe hanım güzel bir makalenizi zevkle hazla okudum jkalemine yüreğine sağlık.