- 928 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CEMRE
CEMRE
Ağaçların kuşlara ninni söylemeye hazırlandığı günün akşamıydı.Günün suya vuran kızıllığında yıkanan ördeklerle kurbağaların dolunaya serenatları; bülbüllerin gönül titreten nağmeleri ibibiklere eşlik ediyordu.
İlahi güzelliğin dünyaya yansıyan senfonisi, Çoban Ali’nin kavalıyla günün yakan sıcağından kurtulmanın sevincini yaşatıyordu koyunlara.
Orman Köy’ün sakinleri, sessiz tabiatın atan kalbiydi adeta! Günün yorgunluğunu bir tas çorbada dinlendirebilmek hayaliyle evine yürüyenlerin mutluluğuna diyecek yoktu. Ağlaşan çocukların sesleri; merhameti abideleştiren bir dünyanın senfonisiydi.Köyün çamurlu sokaklarında yürürken balçık çamurun her adımda çıkardığı “Vıcık!” “Vıcık!” sesleri; ruhumun derinliklerinde, fıtratımın ve gayemin odak noktasında, anlaşılmaz bir dünya meydana getiriyordu.
Zamana boyun eğen kaderim, hazan rüzgarlarının sürüklediği kuru yapraklar misali, bir sonbahar günü, Orman Köy’de bulmuştum kendimi.
Hayalimin geçmişe uzana köprüsü, beni çocukluk yıllarıma götürdü.Sevginin perçinlediği arkadaşlıklarım ve oynadığımız çelik-çomağın kıvrak figürleri, içimde maziye dönebilmek arzusu uyandırdı.Birden üşüdüğümü hissettim.Yine öğrencilerimi heyecanla beklediğim günün sabahıydı.Sınıfta, tahta sandalyemin üzerinde, kürsüye dayanmış vaziyette bekliyordum.Nedendir bilmem, bu bekleyişte her an, zamanın durduğunu hissederdim.Öğrencilerimin her birinin kucağında getireceğini hayal ettiğim kırılmış bir tek odun, bana açlığımı bile unutturuyordu.
Her gün, farklı bir günü yaşamanın hayalini kurarak kendimi rahatlatıp içimdeki sıkıntıyı birikmeden yenmeye çalışıyordum.İçi boş odun sobasına dikilen gözlerim, beni yine hayal alemine davet etmek üzereyken; yavaş yavaş açılan kapının gıcırtısıyla birden kendime geldim.Karşımda ürkek, çekingen, mahcup duruşuyla Fatma:
-Özür dilerim öğretmenim.Kapıya vurdum; fakat cevap alamadım.İçeri girmek zorunda kaldım, dedi.
Saflığın ve temizliğin tüm berraklığıyla kalbime işleyen bu davranışa:
-Önemli değil kızım hatalı olan benim…Dalgın olduğum için kapıya vurduğunu duymadım, demekle yetindim.
Fatma, içi okuma ve öğrenme aşkıyla dolu;esmer, zayıf ve çelimsiz bir çocuktu.Annesini geçen yıl kaybetmişti.Yaşının küçüklüğüne rağmen çok azimliydi.Üç çocuklu bir ailenin en büyük kızıydı..Beş yaşında Muhsin ve iki yaşında Selim adlarında iki erkek kardeşi vardı.Kardeşlerine karşı tıpkı bir anne gibi davranıyor, evin bütün yükünü üzerinde taşıyordu Fatma! Babası Mehmet, mevsimlik kesim işlerinde çalışan, geçimini baltasıyla sağlayan bir orman işçisiydi.
Saatime baktım.Ders saati yaklaşıyordu.Gülüşen çocukların sesleri, beni camın önüne çekti.Bir ellerinde çantaları, diğer ellerinde birer odunla resmi geçit törenini andıran; yarının belki büyük insanları olacak bu çocukları kafama resmettim.
Bir derslikli otuz üç öğrencisiyle, birleşik sınıflı Orman Köy İlkokulu tabiat ananın kucakladığı bir zıtlıklar dünyasıydı.Toprak, köy halkının, ben de çocukların öğretmeniydim.
Günler haftaları, haftalar da ayları kovaladı.Ormanın kucağında ölen bir günün
akşamıydı.Alacakaranlık, köylüyü evlerine çoktan kovalamıştı.Minareden süzülerek ormanın kalbine süzülen ezan sesinin ruhumu arındıran büyüsüne teslim olmuştum.Yol tükenmiş, eve varmıştım.
Gözler kapanmıştı.Baykuş sesleriyle yırtılan karanlıklara ben de teslim olmuş ve uyumuştum.Derin bir uykudayken, birden mermi ıslıklarıyla uyandım!Makineli tüfek sesleri ve patlayan el bombaları, köy halkını korkuya tutsak etmişti.Bağırışmalar…Koşuşmalar…Feryatlar…
- Teröristler!...Teröristler!..
- Yandım Allah!..
- Canını seven kendini kurtarsın!..
- Yavrum, kuzum!Gitti kınalı kuzum…
- Yardım edin, ne olur yardım edin!...
-……………………..
Evet, karanlık bu feryatlarla çınlıyordu…Uyku sersemi olanlar, serseri bir kurşunla çoktan can vermişti.Kendine gelenler, silahına sarılıp karşılık vermeye başlamıştı.Ama nafile…Teröristler çok kalabalıktı ve çok güçlü silahları vardı.Çatışma, sabaha kadar sürdü.
Yaralı ve ağlayan bir gece, Orman Köy’den yükselen dumanlar arasında, ağaran güne teslim olmuştu.Ağlayan köy halkının gözyaşları karşısında, toprak ana bu sefer çaresizdi.Yıllarca bereket saçan nimetleriyle Orman Köy halkını mutlu eden toprak ana, artık barut kokuyordu.O da dilsiz; ama kendince ağlıyordu.Toz duman arasında ben de bir o yana bir bu yana koşturuyor, yaralılara yardım ediyordum.Fakat aklım hep öğrencilerimdeydi.Durmadan onları arıyordum.Derken cesetlerin toplandığı köy meydanında buldum kendimi.Yan yana sıralanmış dokuz masum insanın karşısında kanım donmuştu!Vurulanlardan üçü benim öğrencimdi.Yanlarında anlından vurulmuş masum bir bebek…Başında figan eden annesi…Ve öğrencilerim, Fatma, Ali, Serdar…Küçük yaşta şehitlik mertebesine ulaşan, mütebessim yüzlerinden süzülen kan, yavruların bedenlerine nur saçıyordu.
Haberi alınca hemen Orman Köy’e ulaşan jandarma bir yandan yaralılara yardım ediyor, bir yandan da köy halkına istihbarat için sorular soruyordu.Komutan:
-Söyle bakalım Muhtar, baskın saat kaçta oldu? Teröristleri teşhis edebildiniz mi?
-Vallahi komutanım karanlıkta kimseyi teşhis edemedik.Çok kalabalıktılar.Makineli tüfeklerle saldırdılar alçaklar…Kundaktaki bebeğe bile acımadan kurşun sıktılar hainler, dedi Muhtar,
Komutan:
-Tamam, tamam…Büyük geçmiş olsun; başınız sağ olsun…Allah sabırlar versin.Şehitlerin defni için askerlerden beşini size bırakıyorum.Ben geri kalan yiğitlerimle teröristlerin izini sürmek istiyorum müsadenizle, diyerek ayrıldı.
Aradan günler, haftalar geçti, fakat teröristler maalesef bulunamadı…
***
Yeni bir öğretim yılına başlarken çetin bir kış ayına girmiştik.Hayat devam ediyordu.Ama yüreklerde açılan yaraların kabuk bağlaması için bir hayli zaman gerekiyordu..
Kahpe bir kurşunla şehit düşen Fatma’nın kardeşi Muhsin, okula yeni başlamıştı.Anne sevgisini doya doya tadamadan ablası Fatma’yı da kaybedince, anlamsız bir boşluğa düşmüştü.Üzüntülü, şaşkın; ama küçük yüreğinde okumak, büyük bir adam olmak hayali gözlerinden okunuyordu.Ancak, bir o kadar da küçücük yüreğinde vatan haini teröristlere karşı kin ve öfke fırtınaları kopuyordu.Onun bu halini anlamak için kahin olmaya gerek yoktu.İçindeki bu öfke ateşi, bir yandan da şehit olan ablası Fatma’nın “Öğretmen olmak!..” hayalini gerçekleştirebilmek arzusunu kamçılıyordu Muhsin’in…Tıpkı ablası Fatma gibi bir eline çantası, diğer elinde bir odun, erkenden okula geliyordu.
Beş yıl çabuk geçiverdi.Muhsin okulunu birincilikle bitirdi.Ortaokulu Karakoçan’da, halasının yananda, aynı başarıyla bitirdikten sonra lise tahsiline, Elazığ Lisesi’nde dayısının yanında kalarak devam etti.Elazığ Lisesi’ni de birincilikle bitirdi.Tek bir hayali vardı Muhsin’in:Öğretmen olmak!..
Muhsin, o yıl üniversite sınavlarına girdi. İstanbul Boğaziçi Üniversitesi Türk –Dili ve Edebiyatı öğretmenliğini kazandı.
Geçen zaman, acılara rağmen Muhsin’i çok değiştirmişti.Şehit edilen ablası Fatma’nın intikam ateşiyle dolu olan yüreğindeki bu öfke, çoktan küllenmişti.Artık Muhsin, hayatı ve ülke gerçeklerini daha iyi kavrıyordu.Çok kitap okuyor, bilgi birikimini derslere taşıyarak hocalarının dikkatini çekiyordu.Yüreği öfke yerine sevgi, kardeşlik ve barış ruhuyla dolmuştu.Ülkesi ve devletiyle bölünmez bir bütün olan Türk milletinin bir evladı olmaktan gurur duyuyordu.Ve kanlar, canlar pahasına vatan yapılan bu topraklarda sevgi çiçekleri yetiştirmeye ant içmişti…Kandırılan ve beyni yıkanan gençleri, bu fitne girdabından çıkarmak istiyordu Muhsin!...
Dört yıl çok çabuk geçti.Muhsin okulunu başarıyla bitirdi.O yıl, Milli Eğitim Bakanlığı’na öğretmenlik için müracaatta bulundu. Bilgisayarda yapılan kura sonucu, ataması Hakkari iline isabet etmişti.Vatan, millet ve hizmet aşkıyla dolu olan yüreğinde kaygıya yer yoktu.Çünkü o, Türk bayrağının dalgalandığı her yeri “VATAN” görüyor; gideceği yerin, yani Hakkari yöresinin terör olaylarıyla dolu olduğunu bildiği halde, yüreğindeki vatan ve millet sevgisi daha ağır basıyordu. O: “Ölmek kaderde var bize ürküntü vermiyor / Lakin vatandan ayrılışın ıstırabı zor. “ diye haykıran Yahya Kemal’in mısralarını, ideallerinin tükenmez bir enerji kaynağı olarak kabul etmişti.
Üç günlük bir tren yolculuğundan sonra nihayet Hakkari’ye varmıştı.Muhsin soluğu İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde aldı.Çünkü atama kararnamesi il emrine depo tayin olarak yapılmıştı.Aslında bu ayrıntılara yer yoktu Muhsin’in dünyasında..O, kendisini bekleyen öğrencilerine kavuşmak istiyordu.Beş dakikalık bir bekleyişten sonra Hakkari Milli Eğitim Müdürü tarafından kabul edildi.Kapıyı vurduktan sonra içeri girdi:
- Efendim, hayırlı mesailer.Ben iliniz emrine Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak atandım.Adım Muhsin BAYRAKTAR…
- Buyurun oturun Muhsin Bey..Ben de İl Milli Eğitim Müdürü Alparslan YİĞİT..
Muhsin; beyefendi, nazik ve güler yüzlü bu tanışmadan çok etkilenmişti.On dakikalık bir sohbetin ardından Milli Eğitim Müdürü zile bastı.İçeri giren görevliye:
-Ahmet, Muhsin Bey’i yazı işleri bölümüne götür; kararnamesini, Atatürk Lisesi’ne atanacak şekilde düzenleyin; Muhsin Bey yarın görevine başlayacak, dedi.
Muhsin, Hakkari Atatürk Lisesi’nde tam beş yıl çalıştı.Öğrencilerine hep sevgi, saygı ve hoşgörü aşıladı.Çünkü biliyordu ki ablası Fatma’ya kurşun sıkan eller, sevgiyi, hoşgörüyü bilseydi., kan dökülmeyecek, masum insanlar ölmeyecekti.
Muhsin, artık “Türkiye Sevdalısı” özlenen nesilleri yetiştiriyordu.Çünkü o, yeşeren umutları sulayan bir bahçıvandı!..Suya, toprağa ve havaya düşen cemre, Muhsin’in de yüreğine düşmüştü! Artık, parmaklar tetik çekmeyecek, kalem tutacaktı.Masum insanlar, kundaktaki bebekler hunharca öldürülmeyecek, anneler ağlamayacaktı.Böylece şehitlerin ruhları huzur içinde olacak,Türk bayrağı ebediyen dalgalanacak, Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktı.
Yıl 1987….
FEYYAZ ALBAYRAK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.