- 692 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Korkunun Ötesi ve Bilgi
Önceki haftalarda korkunun tarifini yaparken; bilinmez ya da belirsizlik hali durumunda, beynin oluşturduğu savunma mekanizmasıdır, diye yazmıştım. Ya da özünde buna paralel ifadeler kullanmıştım. Temeli bilgisizliğe dayanan “bilinmezlik” daha yalın bir tarif olabilir.
Bilgisizlik!
Bilmek veya bilmemek? Neyi ne için ve ne kadar bilmek ya da bilmemek? Bilgisizlikle cahillik arasındaki fark nedir acaba? Ne kadarıyla bilgili yahut bilgisiz olunur? Bunların hepsini ölçebilen bir kantar var mı acaba?
Aklıma şu anlık gelen bu soruları bir başkası eminim ki daha da artırabilir. Ve yine o başkası, bilgisi oranında bunlara cevaplar da verebilir. Yine de bu durum, onun bilgili olduğu anlamına gelmez elbet. Bilgisizliği anlamına da pek tabii!
Tamam, kabul ediyorum, oldukça karmaşık bir durum. Zaten amacımız karmaşık durumları daha da karmaşık hale getirmek değil mi?(!) İşte ben de bunun için yazıyorum.
Bir köylü vatandaşı ele alalım. Ölçüsü olan, okuma yazmayı öğrenince, tahsil hayatını tamamlayıp koyunların peşinde dağlarda tek başına yaşaması için gerekli bilgileri ameli olarak tatbik eden bir vatandaş. Yağmurdan nasıl korunacağını, hangi suyu içeceğini, hangi otlarla karnını doyuracağını (vb.) bilen birisi. Hayvanı hastalandığında ne yapılacağını, gebe bir koyunu nasıl yavrulatacağı konusunda tecrübe sahibidir. Köpeğinin davranışlarını yorumlayan, hayvanlarını nerede ve ne kadar otlatacağını bilen bu vatandaş, köye indiğinde ise toprağını ekip, en iyi bakımı yaptıktan sonra, nasıl biçip ve muhafaza edeceğini, bostanın hangi zaman ve ne kadar sulanacağını da bilir.
Bu kadar bilmek yetmez ona. Komşularıyla nasıl geçinmesini ve bir haksızlı durumunda hakkını nasıl savunacağını da yine kendi bilgisi çerçevesinde bilir. Kısaca, köylük yerde yaşamını sosyal bir düzen içinde sürdürebilmesi için bir şehirlinin asla bilemeyeceği birçok şeyi bilir. Yani bize göre “Bilgili” birisi! Biz ise ona göre “bilgisiz” oluyoruz! Düz mantıkla bu yazılanlar doğru mu? Evet, doğru!
Ama bu vatandaş şehre geldiğinde, kaldırımda nasıl yürünür, karşıdan karşıya nasıl geçilir, birisine yol nasıl soruluru kendi bilgileriyle “bilemez”. Hatta ve hatta kendi bilgileriyle, sokağa bir batman tükürmenin anormalliğini hiç düşünmez bile. Ne sanatçı tanır ne bürokrat bilir. Ne dünyanın en yüksek tepesinden ne de en derin çukurundan haberdardır. Televizyonda rastladığı açık oturum ve bilgi yarışmalarını en can sıkıcı program olarak görür ve hemen türkülü bir kanal aramaya başlar. Hisleriyle takım tutar, hisleriyle bir partiye oy verir. Ve daha neler neler… Bu sefer de bizim bildiklerimizi bilmeyen “cahil” birisi olarak çıkar karşımıza! Peki, yine o düz mantıkla yazılanlar doğru mu? Evet, doğru!
Hadi, çık çıkabilirsen bu işin içinden! Şimdi, o köylü mü bilgili yoksa bu şehirli mi? Köyde bir çift öküzü suya götüremeyen şehirli mi bilgisiz, yoksa şehirde karşıdan karşıya geçmesini beceremeyen köylü mü?
Demek ki, doğruyla yanlış üzerine net bir tarif yapılamadığı gibi, bilgili veya bilgisizliğin de net bir tarifi yapılamıyor. Ve hatta bunun ölçülmesi de mümkün değil. Ama şunu diyebiliriz sanırım:
“Yaşamsal ihtiyaçlarını giderirken, sosyal düzen içerisinde rolünü oynamaya yetecek kadar donanımlı ve karşılaşabileceği sorunların cevabına yetecek kadar birikim zenginliğidir, diyebiliriz. Ancak, yine de bu tarifin doğruluk oranı, bilgiyi kullanan insanın huzur ve mutluluğa ulaştığı oranda geçerlidir benim için.
Yazımın sonuna geldiğime göre, olayı ve konuyu toparlama zamanı geldi demektir. Öyleyse;
İnsanları refah içerisinde mutluluğa götürürken, başkalarının mutsuzluğuna neden olmayan ve haklarını gasp etmemeye dikkat ettirecek kadar dolu dağarcık, insanı bilgili yapar. Ölçüsü; mutluluk ve huzur!
İnsan, huzuru ve mutluluğu kadar bilgili, tersi durumunda ise bilgisizdir.
Birçok üniversite de onun bunun projelerini satın alarak bilimsel çalışma yaptım diye gerinen, yine başkalarının projelerine rica minnet adına yazdırıp yayın puanı alan ve el etek öperek Doç. Yrd doç. ve Prof. olan onlarca- yüzlerce akademisyen var.
Şimdi, ne ciddi manada bilimsel çalışması olan ne de iç dünyasında huzuru yakalayan mutsuz bir akademisyen ile alın teri ve bileğinin hakkıyla verimli bir hasat kaldıran ve bundan dolayı oldukça mutlu olan bir köylüyü kıyaslarsak, hangisi sizce daha bilgili dersiniz?
Maalesef, bazılarınızın; “Ebette dünya kadar maaş alan, birçoğumuza göre oldukça rahat bir ortamda yaşayan ve hak etmediği halde uyanık(!) davranıp, Prof olan daha bilgili” dediğini duyar gibiyim. Yazık! Hem de çok yazık! Demek ki siz de mutsuz bir insansınız! Hem de çok!...
YORUMLAR
Çoğu zaman "zeka nedir" diye soruyorlar bizlere okulda. Cevap kısa ve net : Bulunduğun ortamda en iyi şekilde yaşayabilme yeteneğidir.
Yani demek istediğim,haklısınız... Kimin zeki olup kimin olmadığını bilemeyiz. Güzel bir yazıydı fakat akademisyenlere de haksızlık etmeyelim... Bileğinin gücüyle bir yere gelmiş olanlar da var...
Saygılar...