- 349 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞADIKÇA...
İnsanoğlu yaşadıkça yaşamın bütününe doğru netleşiyor...Yaşıyor ve yaşadığı kadarıyla genişliyor,derinleşiyor. Tecrübeleriyle,konuştuklarıyla,yaptıklarıyla genişliyor. Yaşadıklarımızda saklı olan hayatın bütününe ancak tecrübelerimizle ulaşabiliyoruz.
İnsan, Bazen yaşamın ortasında Bazen de kıyısında buluyor yürüyüşünü,yani kendi benliğini. Her şeyimizle hayatın içinde duran bir cevabız yeter ki bizde mündemiç olan soruları tecrübelerle uyandıralım. Varoluşumuz ve Duruşumuz dünyada,sevdalarımız ve korkularımız yüreğimizde,aklımızda sorular,cümleler ,yaşantılar...İşte Varlığımızın bütünlüğünün saklı olduğu noktalar...
İnsanoğlu, çalışmazsa,kendisindeki zenginlikleri işlemez ve harekete geçirmezse,hayata içten gelen bir hamleyle dahil olmak isteğini hissettirmezse,ruhu ve benliği sertleşir,taş gibi olur ve hareketsizleşir ,tüm bunlarla birlikte kendiside ölü bir varlık haline gelir. Fakat insanın hayatı ve ruhunun gelişmesi,karşılaştığı gerçeklerle hakiki bir irtibat kurmasına bağlıdır. İnsan hayat içindeki olay ve olgularla ,kurduğu bir takım bağlantılarla kendinde ve YARATANINDA genişler,derinleşir.
Hayatta bir takım güçlüklerle karşılaşırız ve bu güçlükleri yenmek için düşüncemizi,hissiyatımızı,vücudumuzu yorarız,işte tüm bunlar bir yandan hayatımızı zenginleşmesine,ufkumuzun genişlemesine,diğer yandan da keskin ve latif fikirler elde etmemizi sağlar. Bu anlamda insanın hayat tecrübeleri, Ruhunun ince taraflarına sızmaya zemin hazırlanmış olur.
Değişen dünya olaylarıyla bağlantımız ve bunlar üzerinde tefekkür etmemiz,somut olmayan gerçekleri zihnen kavramaya bizleri hazırlar . hakiki insan ortaya çıkarmak,ancak hayatın içindeki değişme sürecini anlamak ve kontrol etmekle olanaklıdır. Sadece fikirlere dayanan bir insan sürekli olamaz. Bununla birlikte Yaşadığımız manevi tecrübeler ve gerçeklerle diğer insani tecrübeler ve gerçekler arasında derin bağlantılar vardır. Yaşadığımız maneviyat yaşadığımız hayata ışık tuttuğu zaman fikirlerimiz hakikate daha yakın ve sahih olur.
Hayatta bize dair ne varsa; Varlığımız,değerlerimiz,tavır ve davranışlarımız,kullandığımız kavramlar,tüm bunların toplamı bizim ne kadar yaşadığımızın göstergeleri haline gelir. Biliyoruz ki Her şeyimiz bizi ele veriyor,kokumuz,sesimiz,bakışlarımız ,rengimiz ve yaşantılarımız. Kendimizi saklayarak bile kendimizi ele veriyoruz. Yalanlarımızla ve doğrularımızla bile kendimize işaret ediyoruz.
Amellerimizin insanlara ,varlığa dokunuşunda benliğimizin bütün ile olan ilişkimizi açığa çıkarırız. Her şey benliğimizin ipuçları haline gelir. Zahirimizle batınımızla ,kullandığımız sözcüklerle,gülüşümüzle,seçtiklerimizle ve seçemediklerimizle,ilkelerimizle ve önemsediklerimizle bütünle ilişkimiz noktasında kendimizi ele veriyoruz
İnsanlığımız Ne kadar ise o kadarını görüyoruz,o kadarına yakınlaşıyoruz,o kadarına inanıyoruz ve o kadarına ibadet edebiliyor,isyan edebiliyoruz. Hep izdüşümler yaşıyoruz hayatta...Ne isek ,Ne kadarsak,neye inanıyorsak ve neyi doğru buluyorsak gölgemizi orada görüyoruz.
Gölgelerle yaşıyor ve gölgelerle savaşıyoruz şu garip dünyada,insanların gölgelerinden uzaklaşıp onların gerçekliğine uzanmak kolay değil ve fakat bunun için özlerin ötesinde varolan,sağımızda solumuzda varolan fazlalıkları bıraktıkça hakiki olanın kokusuna ve tadına varabiliriz, Bunun içinde hayat ve bilgi biriktirmeyi bırakmalı kollarımızı hayata ve ilme açmalıyız...korkmanın ve mutlu olmanın ilmine vakıf olmalıyız...
Yaşadıkça ve insanlarla beraber nefes aldıkça “benimizin ” dışında ne kadar çok fazlalığın olduğunu görüp bunları silmemiz gerektiğini anlayalım. Bizim ihtiyaç duyduğumuz ve bize ait olan şeylerin dışında Fazladan inandığımız,itaat ettiğimiz,isyan ettiğimiz,korktuğumuz,sevdiğimiz ve kendimizi bıraktığımız hayatları insanların arasına kendi gerçekliğimizle girdikçe idrak ediyoruz. İnancımıza takılan ve bulaşan on’larca hastalığı tek tek benliğimizden söküp atmalıyız.
Bize sunulan imkanlarla yaşamak ve bu imkanların haricinde yaşamların varolduğunu bilmek,anlamak varoluşumuzun sınırlarında dolaşmaktır. Varolan ve yaşanan imkanları veri kabul edip bunları mutlak saymak hakikatle olan bağımızı köklü bir şekilde koparmaktır. Seçilmiş olmakla seçebilen olmak arasındaki med-cezirlerde hayatımızı yaşamaya çalışmak,yarım,eksik,çift taraflı olduğumuzu bilmek ve anlamaktır.
Hayatımız seçebildiklerimiz ve seçemediklerimiz,elimizde olanlar ve elimizde olmayanlar arasında gidip geliyor. Seçtiklerimiz az,bizim için seçilenler ise çok fazla ve fakat bizim için seçilenleri, seçtiklerimizdeki kararlılıkla yani istikametle arındırabilir ve kendimize has kılabiliriz. Zor olan seçilmişliğin bütün içindeki yerini kavramaya çalışırken seçtiklerimizi bütün içerisine yerleştirebilmektir.
Seçtiklerimizle tek tek benliğimizi ayrıştırırken tüm bu isteklerimizin sonuçlarını kesin olarak bilemediğimiz alanlarda dolaşırız,bu alanda bize düşen Yaratana DUA etmektir. Yaptığımız dualarla suskun ve meçhul kaderimizi yaşarız ve fakat biz yinede yaşamın tüm köşelerini gördükten sonra aynı suskun ve meçhul kadere mahkum oluşumuza şaşarız...Aslında fazladan yaptığımız çok şey var...Ama yapılmaları zorunlu ve gerekli...Çünkü sadece kendi kaderimize ışık tutmuyoruz,başka insanların kaderleriyle yüz yüzeyiz ve onların kaderlerine de ışık tutuyoruz.
Görünmeyen bir özelliğe sahip olsaydık ve insanlarla olumlu veya olumsuz bir ilişkimiz olmasaydı bizim onlarla ilgili bir kaderimizin olduğundan bahsedemezdik...
Daha doğru bir söyleyişle varoluşumuz olmasa kaderimiz ve kaderlerde olmazdı...bilinmeli ki hayattan ve bilgiden arındırılmış bir yolda hayatla ve bilgiyle yürümeye çalışıyoruz...hayatı ve bilgiyi kaderin sebepleri sayıyoruz ,nefesimiz kesilecek durumda ve fakat biz yine de devam ediyoruz...çünkü biliyoruz ki başka insanlarla beraber yaşıyoruz...bu şu demek biliyoruz ki başka insanların kaderlerinde hem oynuyoruz ve hem de kendi kaderimizi yaşıyoruz ve kendi kaderimizle ölüyoruz...
Yaşamın bütünü ancak ölümle tamamlanır ve ölümle kemale erer. Bitiş ve tükeniş olmayan ölüm,bir olgunluk sonucu gerçekleşen koparılıştır. Heidegger in dediği gibi;hiçkimse diğerinin ölümünü bir başkasından alamaz,cümleyi biraz daha değiştirirsek “insan bir başkasının kaderini alamaz”,insan bir başkası için kendini feda etsede,bu, onun ölümü yaşadığı[tattığı]anlamına gelmez. Ölüm her mekanda ve zamanda bizimdir. İnsan kendi tamlığına ölümle ulaşır...
Ölüm ,yaşadıkça yanımızda olan, asırların en değişmez hakikatidir. Kader de yaşadıkça yanımızda ve bizden ancak ölümle ayrılır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.