Bir Otuz Ağustos Anısı
Gün taze yüzünü yeni yeni gösteriyordu ki Apart Otelin 12 numaralı dairesinin telefonu çaldı. Geceyi balkonda
yıldızları seyrederken dua ederek geçiren Suna başını yastığa henüz koymuştu.
Sesi duyduğu an irkildi, fırkladı kalktı yataktan. Heyecanla saate baktı, 8.30 du.
Telefon 500 metre ilerde ki Akdeniz Üniversitesi Kemik iliği Nakli Ünitesinden geliyordu. Arayan Suna’nın annesiydi.
Emekli hemşire olduğu için Sunanın 13 yaşındaki kızına o refakat ediyordu. Topu topu 6
metrekarelik bir odada yaşam savaşı veren canının canına, torununa bakıyordu. Suna’nın
sadece bedeni hastane dışındaydı. Aklı ve ruhu 12 gündür onlarla bereber nefes alıyordu.
Salonu dolduran bir başka ses, eşi İlker’in yan odadan gelen horultusuydu! Gecenin ilk saatlerinden beri uyuyordu.
İlker’in uykusu çok mu ağırdı?
Telefonu kavradı, elleri tir tir titriyordu. Gelen haber ne olabilirdi? Olasılıklar aklından, içini eze eze
hızlı bir tren gibi geçiyordu. Dudaklarına bir sigara sıkıştırdı. Bir elinde çakmak diğerinde telefon yatağın
kenarına ilişti.
Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Korkularının ışıklarını kapadı, gözlerini yumdu.Telefonun yeşil tuşuna bastığı
saniye sigarasını yaktı.
İlk konuşan telefonun diğer ucundaki annesiydi. Ne zaman arasa ilk cümleyi hep o kurardı. Annelik içgüdüsüyle
kızını rahatlatmak için yapardı bunu.
_ Alo annem günaydın. Geceyi iyi geçirdi yavrumuz, merak etme.
_ Günaydın anneciğim, çok şükür. Var mı bizden istediğiniz bir şey. Birazdan hastaneye doğru geleceğim.
Kızlarını sadece kadığı odanın camına bakan hastanenin arka bahçesinden görebiliyorlardı. Cama çıkırdı Seçil.
Annesi ve babasıyla telefonda hasret giderirlerdi. Cam içeriden her gün silindiği için çok temiz, ama hiç
açılmadığı için dışarıdan çok kirliydi.
Ne çok silmek isterdi Suna. 5. kata uzanacak bir merdiven olabilseydi keşke. Hatta bir keresinde rüyasında
bile silmişti o camı.
Sahi bu hastahanenin camları hiç silmezler miydi?
Suna annesinin sesinin tınısından olağan dışı bir şeyler olduğıunu anlamıştı.
_ Tamam kızım, bende gelirseniz iyi olur diyecektim. Sabah bakılan kan değerlerinde Trombosit biraz düşük çıktı.
Doktor Gülsen Hanım bu gün Seçil Trombosit alabilir. Anne babaya haber verelim hazırlıklı olsunlar dedi.
Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Telefonu kapar kapamaz eşinin yattığı odaya yöneldi. Daha kapıya
ulaşmadan seslendi.
_ İlker kalkar mısın? Annem aradı Seçil’e trombosit gerekiyor, gitmeliyiz. İlker’in uyku mahmuru gözleri birden
kocaman oldu.
_ Hemen çıkalım.
Komidinin üzerinde duran mavi kaplı küçük defteri çantasına attı. Derterde daha önceden not aldığı kızına
kan ve trombosit verebilecek kişilerin isimleri ve telefonları yazılıydı. İzmir’ li bir aile oldukları için
Antalya’ ya yabancıydılar.
İzmir’ de ki dostlar sayesinde bulmuşlardı donörlerini. İkisi polis bir tanesi denizci subay diğerleri de
astsubaydı. Yani hepsi devlet memuydular.
Telefon çaldığında saatin 8.30 olmasına sevinmişti Suna. Onları tatlı uykusundan etmeyecekti. Gerçi herbiriyle
tek tek konuşmuş hepsi sözleşmiş gibi ’günün hangi saati olursa olsun bir alo deyin anında geliriz ’
demişlerdi. Şükür ki İnsanlık daha ölmemişti...
Hazırlanıp çıktılar. Apartın 3 . katındaki asansöre doğru yürüyorlardı. Suna hızlı adımlarla asansörü geçip
merdivenlerden inmeye başlaldı. İlker onu takip ediyordu. Asansör bozulabilir ve onlar içinde kalabilirdi.
Bunu daha önceden düşünmüştü Suna. Böyle bir şanssılığı dahası felaketi göze alamazdı.
Otelden çıkmış geniş caddenin kaldırımında yürüyorlar, birbirleriyle hiç konuşmuyorlardı. İkiside aynı şeyi
düşünüyordu. Suna’nın gözü yanından geçtikleri marketin televizyonuna ilişti. Adımlarını yavaşlattı, gözlerini
televizyondan alamıyordu. Durdu ve sessli olarak ekrandaki haberin alt yazısını okudu.
_ 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun...
İlker’le gözgöze geldiler.
İlker
_ İçini ferah tut. Hepsi bugün törende olamaz. Biri mutlaka gelir...
Doktor Gülsün’le konuştuktan sonra bütün donörler tek tek arandı. Maalesef hepsi törende görevliydi.
Ancak törenden sonra gelebileceklerini söylediler.
Çaresizlik böyle bir şeydi işte. Şimdi ne yapacaklardı. Başka bir donör bulabilmek için İlker beyhude bir
çabayla İzmir’ de ki yakınlarını tek tek aradı.
Suna
_ Etrafta bir sürü insan var biri mutlaka verir, dedi ve Kan merkezine gidip hastahane içinde anons yaptırdı.
Telefonu bir kez daha çaldı Suna’ nın. Telefonda annesi Seçil’in Trombositinini sınırda olduğunu en kısa
zamanda verilmesi gerektiğini söyledi. Alarm çanları çalıyordu sanki kulaklarında.....
Bir şeyler yapmalıydı, bir şeyler, ama ne? Tek tek insanlarla konuşamazdı, vakti yoktu. Kızına gerekli trombosit
A grubu Rh + di. Düşündü kaçı kan gurubunu biliyordu ki...
Hastahanenin çay bahçesinde oturdular, İlker bir çay söyledi kendine!
Tam da çay keyfi yapma zamanıydı sanki. Suna dişlerini sıktı, ellerini başının arasına aldı. Gözlerini kapadı
düşünüyordu.
İlker
-Merak etme şimdi kan merkezinden bir haber gelir. İzmir’den Murat bey de arayabilir. Ben umutluyum o mutlaka
birine yönlendirir bizi.
Suna hışımla kalktı yerinden haykırdı.
_ Kızımı kaybedersek Murat beyden mi hesap soracağız!
Artık öfkesini kontrol edemiyordu. ilker çok mu rahattı yoksa kendi mi çok panikti.
Ne yapabiliriz? Ne yapabiliriz? Ne yapabiliriz? İçinden bu cümleyi tekrarladı. Beyninde parlak bir ampul yandı
saki. Eşine:
-Bir gelişme olursa ben derhal ara, deyip fırladı. Gücünün yettiği kadar koşturdu. Hastahanenin karşısındaki
üst geçitten geçti. Merdivenleri ikişer üçer iniyordu. Merdivenlerin hemen yanında kocaman bahçesiyle
İl jandarma Komutanlığı vardı. Kapıdaki nöbetçi ere yaklaştı telaşla.
Sigara içtiği için koşunca nefes nefese kalmıştı. Zorla:
_Kolay gelsin asker, diyebildi.
_ Sağ olasın bacım buyur.
Tıkandı konuşamadı bir kaç dakika. Asker sarışın, zayıf bir gençti. Olayı anlamaya çalışan şaşkın biraz da
sorgulayan gözlerle bakıyordu Suna’ ya.
_ Tamam rahat olun bayan, nefeslenin ben sizi dinliyorum.
Suna kendini toparladı.
_ Kızım karşıki hastahanede yatıyor. Trombosit lazım hem de çok acil ne olur yalvarırım yard...
Cümlesini bitiremeden başladı hüngür hüngür ağlamaya. Gözleriin silmeye yetişemiyordu. Nöbetçi asker bahçeye
doğru baktı. Ordan biri sesleniyordu.
_ Tertibim ne oluyor orda. Suna bağıra bağıra ağladığı için sesini bahçedeki askerler de duymuştu.
Kapıda ki nöbetçi er mendil verdi Suna’ ya.
_ Gözlerini sil bacım. Sakin ol anladım derdini seni komutanımla konuşturacağım.
Bahçeden seslenen asker kapıya geldi. Merak ediyordu bir kadın neden bu kadar ağlardı ki? Askerden ne
istiyebilirdi?
Suna kısaca anlattı. Kapıdaki asker nöbete devam ederken bahçeden gelen asker Suna’ yı komutaın odasına
götürdü. Dinlerken yüzünün ifadesini çözemedi Suna .Bakışları dalıp dalıp gidiyordu askerin.
_ Ben burda bekliyeceğim.
Komutanla konuşan Suna hiddetle çıktı odadan. Asker merakla baktı yüzüne.
_ Evet
Suna ağlamaktan konuşamıyordu. Asker çok şaşırmamıştı duruma. O kimblir bu sahneyi kaç kez yaşamıştı.
Komutan Sunay’ı dinlemiş, çekmeceden gözlüklerini çıkarıp takmış, güneş gözlüklerinin arkasına sığınarak
_ Dışarıya asker çıkaramam emir var, demişti...
Suna çaresiz sadece ağlıyor, arada bir telefonuna bakıyordu. Tek bir haber bile yoktu.
O an kızının yanında olmadığı için çok kızdı kendine. Ama annesi ve kızı böyle uygun görmüşlerdi.
Hastane dışındaki koşuşturma düşmüştü payına. Nakil odasında hiç bir şey yapmadan sadece kızının saçlarını
okşayarak vakit geçiremezdi, dışarıda çok işe yarayabilirdi. Ondan dışarıdaydı ama bu sorunu çözemiyordu.
O an Kendini hiç bir işe yaramaz hisssetti...
Suna ağlayarak komutanlığın bahçesine kadar askerle yürüdü. Asker:
_ Abla hangi grup Trombosit arıyorsun
Suna gözlerini askere dikip boynunu büktü cevap verdi.
_ A grubu Rh +
Sen hemen hastaneye doğru yürü.Üstgeçitte yakalarım seni. Benim adım Ali. Ben Ali’ysem bu gün kızına o
Trombositi bulacağım söz sana.
Suna umutlanmak istiyordu, çok istiyordu hemde.
-Sağ ol çok sağ ol diyebildi.
Merdivenleri çıktı üst geçitte yürümeye başladı. Dönüp dönüp arkasına bakıyordu sık sık.
Yolun sonuna geldiğinde tekrar baktı ardına koşarak geliyordu Ali. Nasıl izin alabilmişti acaba?
Ali yolda aynı kan grubundan bir arkadaşını daha arayıp çağırdı hasyahaneye. Suna o anda neden arkadaşını
aradığını anlayamamıştı.
Eşine ve annesine telefonla müjdeyi verdi, sesi titriyordu. Kan merkezine vardıklarında ilker kapıdaydı.
Minnetle baktı Ali ye. Ali’nin elini iki elinin arasına alarak:
_ Allah razı olsun sizden, çok sağ olun, hakkınızı ödeyemeyiz, dedi.
Doğru kan merkezine girdiler. Ali kan örmneğini verdi, sonucunu beklemeye başladılar. Kan önce tahlil
edilmeliydi. 1 saat sonra aldılar sonucu. Üçü de donup kalmıştı. Suna’ nın elindeki kağıtta Ali’ nin hepatit
taşıyısı olduğu için kan ve kan ürünleri veremeyeceği, yani donör olamayacağı yazıyordu.
Ali hemen arkadaşını aradı.
_ Aslanım bende hepatit çıktı veremedim. Çabuk gel dostum nerelerdesin?
Telefondaki ses:
_ Yetiştim kurban, hastahanenin A kapısının önündeyim.
Alinin arkadaşı geldi ve verdi kanını. Herşey yolunda gitti. Donörden Trombosit alınması Bir saat sürüyordu.
Karınları acıkmış ve yorulmuşlardı. Bu arada bir şeyler yiyip içmek için çay bahçesine gittiler. Masada Suna
nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu.
-Sen olmasan biz ne yapardık, duyarlılığın için çok teşekkür ederim.
Ali
_ İnsanlık görevimi yaptım abla ne teşekkürü. Kim olsa aynı şeyi yapardı, dedi.
Sonra koca bir of çekti ve başladı anlatmaya.
_ Yıllar önceydi, diye başladı söze.
Kızınızla aynı yaşlardaydım. Umudumuzu sırtımıza yükleyip yeni göçetmiştik istanbul’ a. İki kardeştik,
sadece iki can.
Gözleri doldu, yutkundu ve devam etti.
_ Abim vardı, dedi.
Benden 8 yaş büyük. Babamı toprağa verdiğimiz günden beri oydu benim atam. bir gün acı haberi geldi.
Zor zar bulduğu işten eve dönnerken trafik kazası geçirmişti. Hastane den aradılar. Ağır yaralıydı ve çok kan
kaybetmişti. Böyle bir gündü işte. Sizin kadar çaresizdim, dedi. Gözyaşaları sel gibi akıyordu...
Abimin kan grubu A Rh - di. Çok zor bulunduğu için yeteri kadar kan merkezinde yoktu. Hastane içine
anons yapılmıştı ama kan merkezine ne gelen vardı ne giden. Kapının kenarına çökmüş ağlıyordum. Anons
tekrar edilirken koridordan geçen iki kişinin konuşmalarını duymuştum. Biri anonsu dinlemiş ’benim tutuyor
ama hiç vermedim, vermem de demişti.
Yerimden kalkıp o çocuk boyumla adamın ensesine yapıştım. Tam dilimin döndüğünce konuşacaktım ki bir el
deydi omzuma. Hastabakıcıydı. Anan çağırıyor evlat gel dedi.
Abimi kaybetmiştik...
Hem ağlıyor hem devam ediyordu anlatmaya.
Suna donmuş dinliyordu. Ali’ nin duyarlılığını, dinlerken dalıp gitmesinin sebebini o anda çözmüştü.
Damdan düşenin derdini en çok damdan düşen anlardı.
Hem ağlıyor hem devam ediyordu anlatmaya.
_ O gün, büyüyünce kimseye kan vermeyeceğime dair yemin etmiştim. İnsan büyüdükçe beyni de büyüyormuş abla.
Bakıştılar, bir daha birbirlerini hiç görmediler ama ikisi de o günü hiç unutmadılar.
s.u
YORUMLAR
çok zor be ... zorlandım...kalem müthiş gecenin bu saatında sayfaya çiviledi....saygılar