- 1201 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
MARTILAR VE ÇOCUK (SON)
“Şişt yaramazlık yok! Ayak altında dolaşma! Git çabuk otur yerine!“
Çocuk her yerde çocuktu. Karakolda oluşu Burak’ın ruh halini benimki kadar etkilememişti. Hatta oldukça mutlu görünüyordu. Bulutların arkasına gizlenen, bir görünüp bir kaybolan güneş misali gözlerime bakıp bakıp kaçıyordu.
Gözlerimde, anne kokusu sinmiş bir muhallebi tadı arıyordu sanki.
“Burak, gürültü yapma! Bak polis amcalar kızıyor! Çabuk yanıma gel bakayım !’
Burak, böyle bir cümleye hasretmiş gibi koşarak geldi ve yanıma oturdu. Yüreğimin bir tarafı bencilce tavır sergilerken diğer yanı için için sızlıyordu. Vicdanım; mantığıma ters düştüğüm hallerde hep böyle yakama yapışmak zorunda mıydı? Ona üzülüyordum hem de çok ama kendimi de düşünmekten vazgeçmiyordum. Hem kayıp hem de şiddet görmüş bir çocuk yüzünden başım derde girsin istemiyordum.
Düşüncelerimin, insanlık tarafıma aykırı düştüğünü biliyordum ama sanırım çoğunluğun diline pelesenk olmuş bir atasözüne de harfiyen uygun bir davranış sergiliyordum : ’Önce can sonra canan.’
Kendimi bir anda Burak’ın saçlarını okşarken buldum. Daha sonra ise karnımın üzerinde gezdi parmaklarım. Beklemek ne kadar da zor bir süreçti.
Polis memuru Bilal neredeydi acaba? Kadıköy İskelesi o kadar uzak bir yerde de değil! Neden haber çıkmıyordu. Çıldırmak üzereydim.
Burak, “Anneme gideceğim!“ derken belki de mezarına gitmeyi kastetmişti kim bilir. Belki annesi hapiste ya da tımarhanedeydi. Akrep ve yelkovan kadar ağır hareketlerle düşünsem ne olurdu ki ama olmuyordu işte. Yanaklarımın alev alev yandığı hissediyordum. Çünkü; son düşündüğüm şey daha da korkunçtu. Ya Burak’a bu çirkin işkenceyi yapan kişi babası ise ve suçu ortaya çıkacak diye çocuğunu aramıyorsa, hatta hapse atılma korkusuyla pılısı pırtısını toplayıp kimsenin bulamayacağı bir yere kaçmışsa!“
Başımı iki elimin arasına sıkıştırdım ve parmak uçlarımla zonklayan şakaklarımı ovalamaya başladım. Yıllar önce izlediğim bir film kare kare gözlerimde canlandı. Filmde; işlemediği bir suçtan dolayı hapise düşen ve suçsuzluğunu bir türlü kanıtlayamayan bir adamın başından geçenler anlatılıyordu. Mutlaka tahliye edileceğine olan inancıyla her duruşmasına bin bir umutla hazırlanan adamın abuk subuk nedenlerle duruşmalarının sürekli ertelenmesi ve gün geçtikçe yüzünden parça parça düşen umut duygusu ve yerine yerleşen çaresizlik ifadesini yıllar geçmiş olsa da unutamıyordum. Şimdi bu ifadenin aynısı benim yüzüme yerleşiyordu. Bunları aynaya değil yüreğime bakarak söylüyordum. Çünkü kendi yüreğimi olduğu gibi görebiliyordum.
İçimdeki bir ses de “Kızım! Ev ve işyeri adresime göre araştırma yaparlar, sicil kaydıma bakarlar. Öyle kolay mı hemen hapise düşmek“ diyordum.
Burak’a baktıkça içim parçalanıyordu ama bana zırt pırt anne deyişi de inanılmaz korkutuyordu.
“Anne çok karnım ağrıyor!“
“Of bir bu eksikti! Yoksa ateşi mi çıktı? Canım ya, nasıl da bana ihtiyacı var! Onunla ilgilenmeliyim. Çevresinde benden başka kimsesi yok!
Beynim çınlıyordu. Araya Burak’ın ağlama sesleri ekleniyor ve düşüncelerim resmen beni boğuyordu.
Gözlerimi o kadar sıkıyordum ki gözyaşlarım bile bir aralık bulup rahatça yanaklarıma doğru süzülemiyordu. Kolumu ileri geri sallayan da kimdi böyle. Kesin Bilal’di ve beni tekrar Komisere götürecekti biliyordum bunu! Arkamı döndüğümde karşımda Serhat vardı.
“Şükürler olsun Allah’ım! Yasemin ödümü koparttın! Sana kaç kere söyledim kapının arkasına anahtar koyma diye! Allah’tan çilingirler var yoksa kapının arkasında meraktan ölecektim!
Birbirine yapışan kirpiklerimi güçlükle ayırmaya çalışıyordum. Nihayet kaskatı kesilen gözyaşlarım küçük bir dere gibi yatağından yanaklarıma doğru süzülüvermişti. Serhat’ın boynuna nasıl atıldığımı bilmiyordum. Onu yanımda görmek o kadar mutlu etmişti ki beni. Karnımda taşıdığım bebeğim de bu ihtiraslı sarılmadan etkilenmiş olacaktı ki tekme üstüne tekme savuruyordu.
Derin bir nefes aldım ve ’Aşkım seni çok ama çok seviyorum. Ne olur beni hiç bırakma! Hiç ayrılmayalım’ dedim. Ardından karnımın üzerinde ellerimi şefkatle gezdirdim.
’Güzel bebeğim seni rahatsız ettiğim için çok özür dilerim! İyi misin?’ dedim gülümseyerek.
Serhat, yatağın kenarına ilişti ve yanaklarıma içimi ısıtan bir öpücük kondurdu.
’Çok korkuttun beni! Zili defalarca çaldım, ardından kapıyı yumrukladım. Bütün apartman ayaklandı ama sen bir türlü kapıyı açmadın. Neler geçti aklımdan bir bilsen neler! Şükürler olsun Allah’ıma ikiniz de çok iyisiniz!’
Böyle bir rüya görmeme sebep olan etkenleri hatırlamıştım. Televizyonda, kadın sağlığı ve doğum ile ilgili bir programda ölü doğum konusu işleniyordu. “Ya benim de başıma gelirse ne yaparım“ endişesine kapılmıştım. Ayrıca son zamanlarda Serhat’la aramızda çözemediğimiz ufak tefek anlaşmazlıklar vardı. Bu iki olayı bilinç altıma nasıl işlemişsem artık, böyle saçma sapan bir rüyayla günümü hem kendime hem de eşime zehir etmiştim.
Sonuç olarak; doğuma kadar böyle haberleri kesinlikle izlemeyeceğime dair kendime yasak getirmiştim. Çünkü eşim ve karnımdaki bebeğimi çok ama çok seviyordum.
Birden kendimi geriye doğru çektim ve Serhat’a ’Bebeğimiz erkek olursa adını Burak koyalım mı?’ diye sordum sesim titreyerek.
Serhat ’Hayırdır! Koymayı düşündüğümüz isimler arasında Burak hiç yoktu! Ama çok istiyorsan neden olmasın!’ dedi gülümseyerek.
Sevinmiştim hem de çok! Gördüğüm bir rüya da olsa sanırım suçluluk duygusu içerisindeydim. Kendimi Burak’a affettirmeliydim.
Aysel AKSÜMER
YORUMLAR
Sevgili Aksümer' im
Öncelikle bu kadar zamandır sayfana uğra(ya)mamışlığım için affını istiyorum. Bazı sebeplerden dolayı deftere uzun bir süredir giremiyordum kısa süreli girişlerimde ise bildirim gelen yazıları okumaya vakit bulamıyordum.
Öykünün ilk 2 bölümünü okumuştum ama sonrakileri okumaya fırsatım olmadı inan :( bugün baştan sona hepsini okudum. Güzel yüreğini bilenler için bu final sürpriz olmadı.Bilirim kurgu bile olsa yüreğimiz el vermiyor kötü sonlara...
Her zaman taktir ettiğim güçlü kalemini kutluyor, çokça tebriklerimi bırakıyorum.
Kalben sevgimle...
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
şaşırttın beni desem de kısa bırkmana ..daha fazlasına yüreğin elvermeyecekti ürpermeye başlmıştım burak kın yaşdıklarından rüya olarak bitmesi yüreklerimize bir nebze olsa su serpti canım. vahşet insnoğlunun knında olduğu sürece bitmez ama olmamasını dileyerek Allah kimsenin akıl sğlığına dokunmsın kimse acı ekmesin ..
sevgilrimle cnsın güzel bir bölümdü ...
Aysel AKSÜMER
Sevgili Aysel Hanım...
Ben diğer arkadaşlardan çok farklı bir yorum yapacağım:
Bu hikayenin böyle bittiğine hiç bir Allah'ın kulu beni inandıramaz...Gerçek ya da kurgu bu hikaye böyle bitmiyor bence...Ama ne Yasemin'e ne de Serhat'a daha fazla acı çektirmeye, daha da önemlisi onlarla birlikte aynı acıları çekmeye dayanamadınız. En azından bir kaç bölüm daha devam edecek bir hikayeyi bitiriverdiniz....
Bu son da iyi olmuş....Hatta belki de Burak'ın hikayesinin devamındansa bu son daha iyi olmuş...Ama ben yine de hikayenin böyle bittiğine inanmıyorum.
Selam ve saygılarımla.
Aysel AKSÜMER
sami biberoğulları
Dünkü Esma'nın yazısı sabaha kadar uyutmamıştı beni...Bu yazı en azından uykularımı kaçırmayacak...Teşekkürler.
Allah'a emanet olun.
Aysel AKSÜMER
Güzel bir sonla öykümüz sona erdi ben de arkadaşıma kendi yetiştirdiğim güllerimi yolluyorum...Sevgilerimle...
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
AYSE 09
sevgimlesin sayfama bekliyorum kırmızı güller devam ediyor