HIRS
Yıl 1987/ Manavgat
İki genç arkadaştılar, delişmen, hırslı ve kanın damarlarında kaynadığı zaman. Dünyayı alt edecek gücü bulduğu yıllardı.
Antalya/Manavgat köylerinde yapılacak bir otel inşaatında biri kaynakçı diğeri teknikerdi. Gurbet hayatı yaşıyorlardı; kentlerinden çok uzakta olan bir yerdeydiler. Denize sıfır olan bir yerlerde; gece boş zamanlarda deniz kıyısına gelip hasbıhal ederlerdi.
Deniz, duygulu ve dost yürekliydi. Kemal ise hırslı, kurnaz ve para düşkünü biriydi. Deniz, rüzgârı, denizleri ve doğada kalmağı çok seviyordu özelikle geceleri yakamozların uçuşup, düştüğü o kıpırtısız mavi atlasına duran ışıklara bayılırdı.
Elitis, “En yorgun nehir bile, Dolanıp ulaşır denize,” sözünden bilgilenerek:
“Meğer tüm nehirleri bu denizler yutup topluyormuş ve yuttukça enginleşen…” büyüsüne kapılıp giderdi.
Gördükleri burası, cennet kadar düşseldi bir bakıma; cennet içinde yaşıyor hissi veriyordu. Fakat dışlarında görünen o güzellik bazen içten gelen sıla özlemiyle bir bulut tozları gibi dağılıp gidiyordu. Bu tıpkı buna benzerdi, Namık Kemal’in “Bülbülü altın kafese koymuşlar bülbül ile de vatanımı isterim” dediği gibi bir şeydi.
Kemal bir of çekti, uzun uzun…
Deniz:
“Of çekilirken dağlar yıkılırdı bu kez deniz dalgalandı!” demesiyle sanki gök duydu da;
Az sonra, şiddetli bir fırtına koptu, ardında şiddetli bir yağmurla karışık deniz dalgaların sulu sepkenleri iki arkadaşın üstüne boca etti.
Kabaran denizin iyotlu suyu, genizlerini yakmıştı ve onlar hemen yatılı inşaat barakalarına kaçıştılar.
Deniz, şaka olsun diye
“Ya Kemal bir of çektin, kıyameti kopartın ne denli güçlüydü!”
“Dalga geçme, zaten moral çöküntüsü içindeyim!” ve sonra” Ayça’mı düşünüyorum”
“Dalga denizde olur, biz ise kıyısındayız, ha ha”
O gün gece geç yarılarına kadar, sıladan, eski günlerinden dem vurdular, sonra yataklarına uzanıp yatılar.
…***…
Mevsim hala yaz günlerine çok vardı. O yüzden işler yoğun değildi. Akşam oldu mu iki kafadar arkadaş deniz kenarına giderlerdi. Bu ikinci yazları olacaktı.
Bugün biraz daha fazla çalışmışlardı ve gün boyu işten de yorulmuşlardı. Kemal:
“Deniz, haydi çıkalım, bu akşam hava güzel ve deniz durgun”
“Az dur, puantörleri bitirip geliyorum” dedi.
Bir yarım saat sonra hazırlanıp, denize doğru yürüdüler. Zakkum ağaçların yer yer kapladığı inci tanelerini andıran kumlar soluk güneş ışıkları altında bile çok güzel parlıyordu. Martıların yükseltilerde çığlıkları, denize çarpıp yankılanıyordu. Hafif bir esinti doğayı muhteşem kılıyordu. İki arkadaş bir falezde bir kayanın üstüne oturup denizi izlemeye koyuldular.
“Deniz…”
“Efendim, Kemal!”
“Keşke bir teknemiz olsaydı, Ayça’m la beraber şu denizi turlasaydık, ne güzel olurdu, değil mi?”
“Olur, istersen olur, neden olmasın ki”
“Ama para olmayınca olmaz, çok çalışmam lazım çok!”
“Haksız da sayılmazsın, her şeyin başı paradır.”
“Neyse, boş ver...” dedi Kemal.
Elindeki taşı denize attı sonra ayağa kalkıp bir taş daha alıp, denize fırlatırken, taş uzun dalgalar ardında bırakarak uzak bir yerinde kayboldu.
Zaman geçmiyordu sanki ikisi de sıkıntılıydı. Etraf olabildiğince sessizdi. Oysa yazın gelmesiyle bu kıyılardan turistten geçilmezdi. Havaların hala soğuk olması sebebiyle tek tük sahile çıkan turistler olurdu. Deniz, hafif bir mırıltıyla:
Yaz/ Deniz/ Gök mavi olurdu
Aklıma sen gelende
Ben yarım düşerim
Gökten elma değil!
Gönlüm hayalinde
Başkasında değil
Uzat bir hele elerini
Bir gül veremde
Sensiz bu başıma bir hal…
Çok uzak bir yerlerdeyim.
Gökten yıldız koparmışım
Muştu mektuplara işle
Deniz çağırır beni…
Rüzgâr mı haberi getiren
Martılardan fısıltıları…
Ansızın bir güvercin
Tünedi
Yatılı balkonumun
Pervazına!
Hasbıhalleştik
Sonra pır diye uçtu
Sana vardı mı acep?
Bir mektup
Saklamıştım kanatları arasına…
“Bravo… Vay be! Demek ki sen de kara sevdalısın, he mi?”
“Hayır, değilim… Sadece bir anlık içseslerim vurdu dışıma”
Sohbet gittikçe koyulaşmıştı. Konu gene paraydı. “Ah bir zengin olsam” diyen Kemal’di
Deniz:
“Zengin olsan, hayatının tadını kaçırırısın, şükret…”
Kemal, aniden Deniz’in boğazında iki elini bulmuş oldu. Boğazını sıktı, sıktı… Sonra aniden Kendine gelir gibi oldu
“Ne yapıyorum ya, ah canım benim… Kusura bakma…” mahcup bir şekilde başını eğdi.
Deniz:
“İşte zengin olursan böyle, insanların boğazını sıkarsın!”
“Sıkmam!”
“Sıkmasan zengin olamazsın!”
“Sıkmam!”
“Paranın yüzü sıcaktır, insanı dinden, imandan eder, kendine hâkim olamazsan!” sonra “bak, az önce boğazıma sarılıp nerdeyse boğacaktın!”
“Ciğerimsin, tekrar özür dilerim, ah bir zengin olsam…”
“Senin bu klişe sözlerinden ve saplantılarını hayra yormuyorum!”
“İnan, inan… Kardeşime de bir araba ve bir ev alır seni evlendiririm de...”
“Çok mal haramsız çok laf yalansız olmaz” demişler.
Deniz sohbeti kesmek niyetindeydi ve “iyi geceler, yatmaya gidiyorum” dedi. Arkasında Kemal’de geldi ve az sonra yatılı odalarında yataklarına uzandı.
Birkaç dakika sonra Kemal’in domuz hırıltılarını andıran horlama sesine kulaklarına pamuk tıkaçlayarak uyudu Deniz.
Kemal ile Deniz iki yıla yakın Manavgat’a beraber çalışmışlardı. İyi günde kötü günde birbirlerinin yanında yer alıp dostluklarını iyice pekiştirmişlerdi. Deniz, huzurlu ve yaşanılır, Kemal’in ise zengin olma hayalleri vardı.
Son gecelerciydi, tabi son geceleri olduğundan haberi yoktu Deniz’in. Kemal, Denizden sakladığı tek bir sırrı vardı onun dışında her şeyini anlatır onunla paylaşırdı. Kemal’in babasının çok zengin fakat aşırı cimriliğinden Kemal’in sürekli çalışması için çok baskı yaptığını hiç Deniz’e anlatmamıştı.
O gece de işler bitmiş tekrar deniz kıyısına indiler. Gök ve deniz masmavi ve ay ışığından gene yakamozlar ışıldıyordu. Az sonra bu mavilik koyu bir laciverte dönüştü. Tuhaf bir durum sezinlenmişti. Ardında bir sıcak buğu ve beyazımsı bir bulut süzüldü o kıpırtısız denizin açıklarında.
Kemal, derin bir nefes aldı ve belki ilk kez böyle içten güldü. Bu sıra dışı bir gülmeydi ve bir ayrılığın habercisiydi. Kemal, gelirken termostan çay hazırlamış ve iki fincan getirtmişti, yanında çalışan çırağıyla. Çırak Uğur:
“Deniz abi, sahi kemal abi ayrılıyor mu işten?”
“Neden?”
“Memlekete gidecekmiş!”
“Haberim yok, bundan hiç bahsetmedi bana”
Uğur, çay ve fincanları bırakıp gitti. Kemal ise dalmış olup uzun bir süre sessiz kalmayı tercih etmişti. Sonra aniden Deniz’in boynuna sarıldı.
“Evet yoldaş… Artık gitme zamanı geldi sanıyorum; babam, acele eve dönmemi istemiş, hayırdır inşallah!”
“Hayırlısı olsun, sıkma canını, gider tekrar dönersin her halde”
“Sanmam” dediğinde sanki “gitmek var dönmek yok” gibi bir hazin dalgınlığı yüzünde okunuyordu.
Bir süre çaylarını içerken de sessiz kaldılar, sonra beli belirsiz uzaklıkta devasa bir yük geminin ışıklarını izlediler. Bir balıkçı motorun gürültülü sesini, birkaç uykusu huzursuz olmuş martı çığlıkları duyuldu. Sonra ivedice otellerine dönen yaşlı iki çiftin “Good night” esenlikleriyle irkildiler. Deniz:
“Good night sir, thanks…” az sonra arkalarında “See you later” demeyi de unutmadı. Kemal dönüp Deniz’e bakmıştı, ardında:
“Sen tercüman olmalıydın, çok para kazanırdın, seni anlayamıyorum bir türlü, madem dilin, mesleğin vardır ne diye buralarda sürünüyorsun?”
“Bilmem ki… Belki kader beni buralarda bir yere çivilemiştir, kim bilir?”
“…”
“Kim bilir? Kimin nerde ne zaman yaşayacağı, öleceğini? Belki sen memlekete giderken zengin biri olursun, kim bilir?”
“İnşallah…” öyle bir dileyişti ki kesin zengin olacaktı.
Ve böyle bir kaderin içinde Kemal’in zengin olacağı ve Deniz’in yoksul veya orta bir yaşaması olacaktı. Öyle de olmuştu.
Ertesi sabah, öğleye doğru Kemal ayrıldı, Deniz onu yolculamıştı ve deniz bir başına kaldı. Deniz, bir sezon daha çalıştı. Sonbaharın son ayında işler durmuş herkes kendi evlerine, memleketlerine dönüyordu.
Kemal’den hiçbir haber alınmamıştı. Deniz, kendi kendine söyleniyordu:
“Kemal kesin zengin olmuştur, bir miras davası vardı. Eğer zengin olduysa artık bizi aramaz” diye düşündü.
Sonradan görmeler çok çabuk sarhoş olurlar. Kendilerini çok çabuk kaybettikleri gibi dostlarını da arayıp sormazlar; akılarına bile getirmezler. Bir de süreklilik arz eden bir zenginlikse zamanla kötü alışkanlıklar edinmeye başlarlar. Yükseldikçe daha çok isterler ve hırsın getirdiği sınırsızlıklar baş gösterir; bu sınırsızlık onların hiçbir şeyden tat almaz hale getirir. Sonra suni mutluluk arayışına girerler. Bu suni mutluluklar; Suni bunalım... Suni kahkaha... Suni gözyaşı... Suni tebessüm... Suni tokalaşma... Morfin, Esrar, kokain…
Parayı araç değil de amaç edinenler, bireysel birer egoist olup çıkarlar. Bu türler zevk-ü sefa, eğlence düşkünleri olur. Mutluluklarını artık bir avuç kokainden ararlar. Çünkü Onların varsıllığın getirdiği tüm zevklerinden yararlandığı için artık belli bir sonra zevk diye bir şey kalmıyor. Bu tıpkı buna benzer; her öğünde et yemeği yemek gibidir.
Doygunluk hissi, hayatın tadı- tuzunu bozduğu gibi midesel doygunluk da damak zevkini öldürür! O artık tanrısal paranın egemenliği altında yaşamaya fırsat bulamaz. Söz konusu bir insanın, patlama noktası oluyor pençesine düştüğü zehrin…
Zengin parayla, yoksul hayatıyla harcanarak ömrünü tükettir. Bu bir bakıma; zamanı harcadığımızı sanırken, zamanın bizi harcadığından bihaberiz.
Deniz, memleketindeydi. Üç aylık kış uykusuna benzer bir işsizlik devresi olacaktı. Sezonluk işler böyleydi…
…***…
Kar kuşların beraberinde getirdiği kar mevsimiydi.
Deniz kimi görse iyi!
Kemal… Kemal’i görmüştü… Mardin’de gelip kendi özel arabasıyla Bursa/Uludağ’a tatile gidiyordu ve lastikçide zincir taktırmak için Diyarbakır’ın bir kenar mahallesinde durmuştu. Yanında pek güzel kız arkadaşı vardı, eşi olmadığı kesindi çünkü bahsettiği Ayça profiline hiç uymuyordu. Bu artist görünümlü bayanın üzerinde yazda kalma elbiseler gibi incecik giyitlerdi. Deniz üstünde bir şaşkınlık olmuştu bir hayli…
Son model bir Mercedes arabanın içindeki Kemal, zahmet buyurup aşağı inmeden Deniz’le sadece tokalaştı. Oysa Deniz, Kemal’in inip boynuna sarılmasını ummuştu. Deniz, renk vermeden:
“Hayrola, nereye böyle?” dedi. Kemal mafyavari bir edayla:
“Şöyle bir Uludağ’ı turlayıp sonra Bursa’daki villamda kışı geçirmek istiyorum” yarı açık araba camından sarkarak söyledi. Deniz susunca, o tekrar istifini bozmadan söylendi:
“Senden ne haber?”
“iyilik olsun… Ben de burada yeni sezonların açılması bekliyorum”
“İyi, iyi… Çalışmak ibadettir! İnsanı dinç tutar!” derken. Lastikçi işini bittirmiş:
“Tamamdır, bu zincirle tüm Türkiye’yi baştanbaşa dolaşırsın!” deyip, üşüyen ellerine ohladı. Kemal, pencereden bir yüz liralık para uzatıp “Üstü kalsın usta, ellerine sağlık” dedi. Ve sonra Deniz’e “Hoşça kal…” deyip arabasını gazladı. Bir dostluğun, varsıllığın gölgesinden uçup gitmesiydi bir bakıma.
Bir yıl önceki duyumlara göre, Kemal, İstanbul’da bir kumarhane, iki otel ve bir bar/cafe açtığını söylemişlerdi.
Flash haber: Bir otel odasında K… J… ölü bulundu. Ölüm nedeninin aşırı dozda uyuşturucu kullanımı olduğu açıklandı. H.r. 1999
H.R.YAY