- 6354 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR GÜNEŞİM BİR BABAM BİR DE TERLİKLERİM
Yaklaşık iki yıldır üzerinde çalıştığım “Hz. Peygamber’e Hürmetimiz Mekke- Medine’ye Hizmetimiz” adlı 16. Kitabımı bitirmek üzereyim inşallah. 300 küsur sayfalık bu eserin son rötuşlarını yaparken ve Edebiyatımızda Peygamber Sevgisi ve Na’tlar bölümünü düzenlerken “Güzeller Güzeli” ni anlatan güzel bir na’t’a rastladım. İlk okumaya başladığımda gözlerim buğulanıvermişti. Okudukça yanaklarıma doğru süzülüverdi gözlerimden inci, mercanlarım. Na’t’ın sonuna geldiğimde ise, hıçkırıklar içerisindeydim.
İstedim ki, aynı duyguları okuyucularım da yaşasın. Belki biraz nesir havası da olsa, ben bu çalışmayı en güzel na’t kabul ediyorum.
Medine’de doğan ve yedi yaşına kadar da orada yaşayan ve babasını Cennetü’l- Bâki’ye defnederken terliklerini de gömen Muhammed Nebi Doğanay’ın, bu nefis ifade ve duygularını gelin bir de birlikte okuyalım:
“Bir ilkbahar gününde, güller gibi kokan Medine’de dünyaya gözlerimi açmışım.
Doğduğum hastahane, Ravza’nın hemen yanı başında olduğu için, duyduğum ilk koku, Sen’in bahçenin gül kokuları olmuş.
Babam gelip de, daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım mescidinin ezan sesiyle şereflenmiş.
Kırk günlük olduğumda ilk ziyaretimi de Hâne-i Saadet’ine yapmışım.
Hemen hemen yaptığım her ilkte, Sen varsın.
Daha konuşmayı öğrenmeden,Sen’i sevmeyi öğrenmişim.
İlk adımlarımı Ravza’nın mermerlerinde atmış ve
Rabb’imle ilk buluşmamı, ilk secdemi Sen’in mescidinde yapmışım.
Evini her ziyaret edişimizde Sen’i görmesek bile, varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda da hüzünlenirdik.
Çocuklar evde sıkılınca isterler ki, babaları onları parka, eğlence yerlerine götürsün.
Medine’de yaşadığımız sürece, bunları hiç istemedik babamızdan.
Canımız sıkılmaz mıydı acaba hiç?
Sanırım Medine’deki hiçbir çocuğun canı sıkılmazdı.
Çünkü burada hiçbir yerde olmayan Gül Bahçesi ve bahçenin "Biricik Efendisi" vardı.
Vaktimizin çoğu, o bahçede geçerdi. Sen’in bahçenin mermerlerine ayakkabıyla basamazdık.
Yalın ayak dolaşırdık mermerlerin üstünde.
Korkardık belki bahçenin güllerine basmaktan kim bilir.
Yazın mermerler ayaklarımızı yakar, bu hoşumuza giderdi.
Babama sormuştum bir seferinde:
Babacığım Medine neden bu kadar sıcak?
Evlâdım, (dedi)Medine’de iki Güneş var da ondan.
Nasıl olur babacığım, Güneş tek değil mi?
Babam gülerek: Doğru yavrum, bütün dünyayı ısıtan bir tane Güneş var.
Bir de âlemleri aydınlatan ve ısıtan öyle bir Güneş daha var ki;
O da (sas) Medine’de olunca sıcaklık iki kat oluyor.
Babamın bu cevabı çok hoşuma gitti. Gerçekten mermerler ayaklarımızı ısıtıyordu; ama Sen’in sıcaklığın içimizi daha çok ısıtıyordu.
Medine’den ayrıldıktan sonra belki ayaklarımız üşümedi; ama içimiz bir türlü ısınmıyor.
Çünkü gönlümüzün Güneş’ini orada bırakmıştık.
Artık O’nun (sas) evine, bahçesine gidemiyor, mermerlerinde yalın ayak koşamıyorum.
Gerçi ışığın tâ buralarda da bizi aydınlatıyor; ama içimi ısıtması için Ravza’na koşmam lâzım.
Bahçende yürürken güzel ezanlar okunurdu, sanki Bilâl-i Habeşi okurdu.
Biz de mescide koşar, babamın yanında namaz kılardık.
Bazen o an yanımıza usulca bir kedi sokulurdu.
Babam: ‘İncitmeyin sakın, onlar Ebû Hüreyre’nin (ra) kedileri.’ derdi. Biz de onları severdik.
Çarşamba günleri Uhud’a gider, Sen’in çok sevdiğin amcanı ziyaret ederdik.
O bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn Tepesi’ne çıkar, oradan Uhud’da yatan 70 şehide selâm verirdik.
Uhud Dağı’na her baktığımızda, Sen’i orada görür gibi olurduk.
Uhud da, Ravza’n gibi gül kokardı. Orası da ayrı bir gül bahçesiydi sanki.
İşte benim yedi senem ki; en değerli, en güzel yıllarım,
Sen’in Köyünde, Gül Bahçende, savaştığın yerlerde,
Sen’inle dopdolu geçti.
Sen’i görmesem de, Sen’inle yaşamaya o kadar alışmıştım ki,yanından ayrılırken, sanki bir parçam orada kalmıştı.
Buraları bana gurbet oluverdi.
Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim, ama hep, "Büyüyünce gidersin." diyorlar.
İşte sırf bu yüzden hemen büyümek istiyorum.
Yanına gelince büyümüş bile olsam, bahçendeki mermerlerde yalın ayak dolaşacağım.
Tâ ki Güneş’im, içimi ısıtıncaya kadar.
Hasretinden, gönlüm üşüyor.
Belki hasretin herkesin içini yakar; ama beni üşütüyor işte.
Çünkü benim ruhum, doğduğumdan beri, sevginle ısınmaya alışmış.
Sıcaklığına o kadar muhtacım ki; ne olur sana gelemesem bile, Sen beni hiç bırakma, evimizi şereflendir.
Işığınla gecelerimize nur ol, sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver.
Tıpkı Medine’de iken ısıttığın gibi.
Benim adım Nebi. Bu ismi bana, Sen’i çok seven biri koymuş.
Diğer adım, Muhammed. Bu ismi de Köyünde bıraktığımız babacığım vermiş.
Ben de Sen’in gibi babasız büyüyorum.
Ama Sen, asla yetimliğimizi hissettirmiyorsun.
Medine’den ayrıldığımızdan beri, hep yanı başımızdaymışsın gibi hissediyorum.
Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum.
Sen’i tanıdığım ve sevdiğim için Rabb’ime binlerce kez teşekkür ediyorum.
Babamı kabre koyarken, ağabeyimin terlikleri onun kabrine düştü ve orada kaldı.
Ben o terlikleri çok kıskandım.
Çünkü ağabeyimin terliği hep babamla kalacaktı.
Babamı son ziyaret edişimde, ben de kimse görmeden terliğimi babamın kabrine gömüverdim.
Benimki de babamla kalsın diye.
Evet, demiştim ya, bir Güneş’imi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride.
Babam ve terliğim hep oradaydı, gelemezlerdi.
Ama Güneş’im hep yanımdaydı. Yetimlerin Efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mıydı?
Dünyanın bir ucuna da gitsek, bizi bırakmayacağını biliyordum.
Gözümüz, gönlümüz Sen’inle aydınlanır Efendim! Ruhumuz, içimiz sıcaklığınla ısınır.
Rabb’imden hep bana tekrar Sen’in gül bahçenin mermerlerinde yalın ayak koşmayı nasip etmesini diliyorum.
Tâ ki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp kavrulsun.
Terliğimi bıraktığım o güzel mekan son durağım olsun.”
Dostlar!
Okuduğumuz bu Na’t, öyle bir ilham vermeli ki, o ilhamla biz de;
Allah’a kul, Rasülüllah’a ümmet olmanın hakkını bihakkın verebilelim.
Sırât-ı müstakim üzere ubudiyyet kulvarına girebilelim.
Şeytan ve kör nefis arzularının önüne barajlar gerebilelim.
Kalbimize Allah(cc) aşkı ve Rasülüllah muhabbetini nakış nakış örebilelim.
Gönül gözümüzü açıp Hakkı ve hakikatı görebilelim.
Şerrin defterini bir daha açmamak üzere dürebilelim.
Mekke’ye vardığımızda Kâbe’ye pîr ü pâk olarak yüz sürebilelim.
Sevgi, şefkat ve muhabbet dolu gönül libasımızı, insanlık yararı için serebilelim.
Medine’de Ravza’nın karşısında kemâl-i edeple durup Allah Rasülü’nün şefaatına erebilelim.
Oralardan ülkemize döndükten sonra da, dikenler içinden güller derebilelim.
Hz. Peygamber’in övülmeye ihtiyacı yok, örnek alınmaya ihtiyacı var elbette. Öyleyse biz de O’nu örnek alalım ve içimizden gelen samimi bir seslenişle diyelim ki;
Ya Rasülallah! Sen Cenâb-ı Hakka yalvarırken: “Ey bilinmeye lâyık olan Yüce Allah! Seni hakkıyla bilemedim” diyordun. Biz mücrim halimizle ne Rabbimizi, ne haddimizi, ne de seni tam manasıyla bilebildik. Ama bir şeyi kesin biliyoruz ki, o da belki eksik olan, ama mutlaka var olan sana karşı samimi muhabbetimiz, hürmetimiz ve sevgimizdir Ya Rasülallah!
Sen bizi bu mücrim halimizle sev ve şefaatinle de sevindir ya Rasülallah!
"Eli boş varılmaz varılan yere, Boş gelmedim yâ Râb, ben de suç getirdim!” diyen Tahiri Mevlevi’nin mahcubiyeti bizim de mahcubiyetimizdir ya Rasülallah!
“Yek dehan hahem be pehna-yı felek, Ta bi guyem vasf-ı an reşk-i melek” (Gökler kadar geniş bir ağız isterim ki O, meleklerin bile kıskandığı güzeli (Hz. Muhammad’i) vasf edeyim” diye haykıran ve “Bizim Peygamberimiz’ in (as) yolu aşktır. Biz Aşkzâdeyiz” diye sana olan aşkını ilan eden Mevlana’nın aşkı, bizim de aşkımızdır ya Rasülallah!”
“Aşık Yunus nider dünyayı sensiz, Sen hak Peygambersin şeksiz gümansız. Sana uymayanlar gider imansız, Adı güzel kendi güzel Muhammed” şeklindeki Yunus’un yakarışı ve tutkusu, bizim de sana olan tutkumuzdur ya Rasülallah!
“Cânımı cânan eğer isterse minnet cânıma, Cân nedir ki, ânı kurban etmeyem cânânıma” “Fuzuli rindi şeydâdır hemişe halka rüsvâdır. Sorun ki bu ne sevdadır bu sevdadan usanmaz mı?” Beyitleriyle sevdasını resmeden Fuzuli’nin sevdası, bizim de sana olan sevdamızdır ya Rasülallah!
“Ey cömertliğin kaynağı olan yüce Peygamber! Bu hata ile dolu Selim, senin aciz bir kölendir. Dergâhına sığınarak bağışlanmayı diler. Ey Allah’ın nurunun madeni olan peygamberimiz meded kıl!” talebiyle senden medet bekleyen Yavuz’un dileği bizim de senden samimi dileğimizdir ya Rasülallah!
“Bir Ulü’l-emr idin emrine girdik, Ezelden bey’atli hâkânımızsın Az idik sayende murada erdik, Dünya ve ahiret sultânımızsın” dizelerini yazarken gözyaşı döken ve ne meşakkatlerle senin şehrin Medine’yi cansiperâne savunan İdris Sabih ve Fahrettin Paşa’nın meramları, bizim de merâmımızdır ya Rasülallah!
“Ya Nebi! Şu halime bak! Nasıl ki, bağrı yanar gün kızınca sahrânın, Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicrânın” mısralarıyla sana duyduğu hasreti dile getiren Mehmet Akif’in hasreti, bizim de sana olan hasretimizdir ya Rasülallah!
"Gubâr-i pâyine almam cihânı Ya Rasülallah, Değişmem mûyine heft âsumânı Ya Rasülallah.” (Ayağının tozuna karşı cihanı verseler almam, bir kılına yedi kat gökleri değişmem) sözleriyle sana olan sevgisini izhar eden Ebubekir Kâni’nin, sevgisi bizim de sana olan sevgimizdir ya Rasülallah!
Sultan Ahmet: “N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim, Kadem-i resmini ol Hazreti Şâh-ı Rasül’ün” mısralarını yazmış ve ömrünün sonuna kadar tacında taşımıştı. Sen, bizim de başımızın tâcısın ya Rasülallah!
“Gönlüm sana âşık, sana hayrandır Efendim. Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim" sözleriyle hayranlığını dile getiren Ali UIvi Kurucu’nun sana olan hayranlığı, bizimde hayranlığımızdır ya Rasülallah!
“Ey yetimler yetimi! Ey garipler garibi! Düşkünlerin kanadıydın. Yoksulların sahibi. Nerde kaldın ey Rasûl! Nerde kaldın ey Nebî!... Hacdan döner gibi gel! Miractan iner gibi gel… " feryadıyla senin yollarını gözleyen Arif N. Asya’nın iştiyâkı, bizim de sana olan iştiyâkımızdır ya Rasülallah!
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl. Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?” Sözünün sahibi Mihrimah Sultan’ın sana olan muhabbeti, bizim de muhabbetimizdir ya Rasülallah!
III.Selim:“Cevheri hâki kudûmü tûtiyâdır çeşmime” (Hz. Peygamber’in ayak tozunun cevheri benim gözüme sürmedir) diyordu. İşte ceddimizin bu yaklaşımı, bizim sana olan hislerimizin de en güzel tercümanıdır Ya Rasülallah!
Sultanımız, rehberimiz, efendimiz ve yegane şefaatcımız sensin ya Rasülallah!
Seni, dünyayı şereflendirdiğin kutlu doğum yıldönümünde her yıl 14-20 Nisan tarihlerinde, salevatlarla ve çeşitli proğramlarla yâdeden biz günahkar ümmetini, kıyamet gününde şefaatından mahrum etme ya Rasülallah.
Dostlar!
Abdullah b. Ömer’in naklettiğine göre, Hz. Peygamber bir defasında dudakla¬rını Hacerülesved’in üzerine koyarak uzun süre ağlamış, daha sonra dönüp Ömer’in de ağladığını görünce şöyle demişti: “Tuskabu’l- abarat Ya Ömer!”
"Ey Ömer! Göz yaşlan burada dökülür.”
O Mukaddes Topraklar’a gidince, ya da manen ve ruhen gitmiş gibi olunca, göz yaşı döküp ağlayalım.Ağlayamıyorsak, niçin ağlayamadığımıza ağlayalım. Ağlamasını bilmeyen gözler, sevmesini de bilmezmiş. Sevgililerin en sevgilisi Allah(cc) ve Rasülüllah(sav) dır. Unutmayalım ki, anlayamayanlar ağlayamazlar.
Son olarak bir dua:
“Ya Rab! Bizi İslam’ı anlayanlardan, kulluğun sırrını kavrayanlardan, daha bu dünyadayken ukbâsını sağlayanlardan, günahlarına ağlayanlardan, kör nefsini bağlayanlardan,sevgi nehri olup gönüllere doğru çağlayanlardan eyle.
AMİN!
Kalın sağlıcakla…
YORUMLAR
düş izleri edebiyat dergimiz var. çalışmalarınızı bekleriz. sizlere özel sayfa açılarak özgür bir şekilde sözünüzü sunmanızı sağlarız.. [email protected] dan ulaşabılırsınız...