- 2048 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
HAMİT AĞA
Amurban Köyü görev yapmakta olduğum Büyük Boğaziye Köyüne yarım saatlik uzaklıktaydı. On onbeş haneli, hepsi de Hamit Ağanın marabaları olan insanlardı.
Şehmuz isimli öğrencim Hamit Ağanın oğluydu. Aslında Mehmet ama herkesin “Çelengo” dediği öğrencimle beraber bu köyden okumaya gelirlerdi. Şehmuz, naklen gelmişti. Üçüncü sınıfın tek, okulumun en büyük öğrencisiydi.
Hamit Ağanın oğlu Şehmuz, yaklaşık iki üç ayda bir tek atlı, iki tekerlekli arabasıyla Cuma günü gelir:
—Öğretmenim, dedem sizi, Molla Ali’yi ve Ahmet Çiftçi Amcayı bekliyor. Arabayı getirdim, diyerek bizi davet ederdi. Ders bitişi İmam Efendi, Ahmet Çiftçi ve ben aslında yaya yürümekten daha zor olan küçücük arabanın üzerinde sağa sola yalpa yaparak demir tekerleklerin titrekliğinde bize çok uzun gelen bir yolculuk yapardık.
Herkesin (L) şeklinde kerpiçten küçük bir evi olurdu. Bu (L) nin dik bölümü salon, oturulup yatılan yer, yatay bölümü de mutfak görevini yapardı.
Hamit Ağanın evi ise beş altı bölmeliydi. Uzun bir odası vardı ki, burası misafirleri için ayrılmıştı. Odanın toprak taba-nında sağlı, sollu bir metre eninde, desenli birer keçe serili, keçeler üzerinde misafirlerin oturacağı minderler vardı. Odanın tam ortasına gelen bir metrelik toprak şerit üzerinde kış, yaz ateşi hiç ama hiç söndürülmeyen büyükçe bir mangal. Mangalın üzerinde içlerinde acı kahve olan sarı bakır cezveler bulunurdu.
Bir kış günü Hamit Ağa Şehmuz’la arabayı göndermiş bizleri davet etmişti. Molla Ali ve Ahmet Çiftçi ile birlikte arabanın üzerinde Amurban Köyüne girdik. Hamit Ağa, oğlu Yahya ve hanımları bizi karşıladılar. Misafir odasındaki içleri yün dolu kaba minderlere kurulduk. Hoş beş faslı başladı. Hamit Ağanın Türkçesi oldukça kıt ve bozuktu:
—Muallim Efendi, tu hıyr hat lo, çava yi?
—Hoş bulduk Ağa, elhamdülillah iyiyim. Siz nasılsınız?
—Hodexiterazi bi. Bere tu sağ bıkı. (Allah senden razı olsun, hele sen sağ ol) derdi.
Ağa, Molla Ali’nin ve Ahmet Efendinin de hatırlarını sorunca, oğlu Yahya ile kâhyanın da aynı şekilde soruları gelirdi. Bu hatır sormalardan sonra sohbetler Kürtçe olarak yapı-lırdı. Ben arada bir lâfa karışır veya onlar sorunca cevap verirdim.
Sigaralar tabakaların içinde ince kıyılmış sapsarı Muş tütünlerinden, en ince kâğıt olarak bilinen üzerinde taç bulunan Şam kâğıtlarına sarılır, fasıla vermeden yakılırdı. Her yarım saatte bir üst üste konulan, sapsız kallavi fincanlara dibini kapatacak kadar konulan acı kahve(mırra) ellerimizin arasında fincanı sağa sola yatırarak hap içer gibi bir seferde dikilir içilirdi. Yedi kapta ayrı ayrı kaynatılmış, bekletilerek hazırlanan bu çok acı kahve sigaranın etkisini sanki yok ediyor gibiydi.
Akşam namazlarımızı cemaat olarak kıldıktan sonra, büyükçe bir sinide höyük gibi yığılmış tereyağlı bulgur pilavı, üzerinde de ya bir kızartılmış kuzu veya hindi bulunurdu. Sof-ranın yanı başında köpüklenmiş taze ayran dolu taslar olurdu.
Yemeye başlamadan önce Hamit Ağa oğlu Yahya’ya seslenirdi:
—Hele kepçe bini, muallime kuru!
Yani öğretmene kaşık getir demekti bu sesleniş. Onlar bulgur pilavlarını kolları sıvanmış olarak üç parmaklarının arasında toparlayıp yerlerdi.
Boğaziye Köyüne ilk geldiğimde Hacı İsmail davet et-mişti. Ortaya konulan sini üzerindeki pilav ve hindiye elleriyle başlayınca ben bu şekilde yemeyeceğimi söylemiştim de sof-radaki herkes kaşıkla yemişti. Ertesi günü Molla Ali’ye dert yanmışlar: “Muallim Efendi yemem deyince bizde kaşıkla yedik ama ne doyduk ne bir zevk aldık” demişler. O günden sonra bana kaşığımı verin de, siz nasıl yerseniz yeyin dedim. Ama bununla da kurtulamadım. Çünkü elleri vıcık vıcık yağ ve pilav bulaşığı olduğu halde etten bir parça koparan benim kaşığın ya üstüne ya önüne koyuyordu. Kendilerine:
—Arkadaşlar! Pilavın üzerinde önümde duran etten ben alırım, ellerim yok mu? Siz koymayın, dedimse de:
—Hayır, Muallim Efendi! Biz etin güzel yerlerinden misafire ikram etmezsek rahat edemeyiz, demezler mi?
Artık her şeye razı olduk onların gönülleri hoş olsun diye hatırlarını kırmadık. Pilav, et, arada bir ayran içerek yemek faslını da bitirdik.
*
Ortası göbekli bakır abdest leğeni ortada, Yahya Efendinin omzunda havlu, elinde ibrik ellerimizi ve ağzımızı sabunladıktan sonra, tabakalar çıkarıldı. Herkes sigarasını sarmaya başladı. Her saran kâğıdını diliyle yalayıp yapıştırınca ilk sardığını benim önüme koyuyor. Bu nedir? Dediğimde bu bizim âdetimizdir Muallim Efendi. Misafire ikramımızdır, derlerdi.
Sigaralar yakıldı, acı kahveler içildi. Sohbet faslı başladı. Ahmet Çiftçi:
—Muallim Efendi! Tüzani (Biliyor musun?) Hamit Ağa ne yapmış? Deyince, Hamit Ağa:
—Ahmet gene densizlik yapmasan olmaz mı? Diye çıkışırken ben:
—Yok, bilmiyorum ne yapmış derdim.
O zaman Ahmet Çiftçi anlatmaya başlardı:
—Hamit Ağa bir vakitler, Gürpınar istasyonunda tren bekliyormuş. Mardin’e gidecekmiş. Bir saat kadar bekledikten sonra tren gözükmüş. Ama bu ekspres tren, küçük istasyonlarda durmaz. Hamit Ağa istasyona gelen trene binmek için hazır beklemekte. Bir de ne görsün? Tren Hamit Ağanın da dur işaretine rağmen durmuyor. O zaman Hamit Ağa elindeki bastonunu yukarı kaldırarak makiniste olanca sesiyle bağırıyor:
—Bi sekin kıro, Tünnizani ez kijanım? Ez zilami Veziri, Ağayı Amurban’em, tüzani bu? (Dursana ulan, Bilmiyor musun ben kimim? Ben Veziri’nin kocası, Amurban Köyünün Ağasıyım. Öğrendin mi?) diyor.
—Hamit Ağa doğru mu Ahmet Çiftçi’nin dedikleri? Diye sordum. Ağa:
—İnanma muallim Efendi, bu yalan söylüyor, diyor. Hem de gülüyor. Daha nice tatlı sohbetler eder gece yarısından sonra girerdik yataklarımıza.
Hamit Ağa Altmış yaşın üzerinde, bir kaç tane torunu var. Oğlu Şehmuz’u ben okutuyordum, üçüncü sınıfta. Ama ben Boğaziye Köyüne gelmezden bir yıl önce köyün birisinden çevrenin en güzel kızı olan on sekiz yaşındaki “Veziri”yi yüksek bir başlık parası vererek almış. Gerçekten de yeni hanımı fidan gibi bir kız. Bunun için Şakacı Ahmet Efendi muziplik yapıyor. Ama Hacı Hamit, Ahmet Efendiyi çok seviyor, Onun bitmeyen hikâyelerini gece boyu dinlemekten zevk alıyordu.
Acı Kahve içerek geç vakitlere kadar sohbet ettiğimiz o güzelim gecelerimizi hiç unutmadım. Hala tazeliğiyle o güzel insanların hatıraları benimle beraber yaşamaktadır.
Yüce Rabbim Hamit Ağa’ya gani gani rahmet eylesin inşallah.
_____________
H.İbrahim SAKARYA