- 982 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
BENİ UNUTMA
Gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıralarını bile
Bari sen yorgun sesiyle
Saa on ikiyi vurduğu zaman
Beni unutma...
Bu dizeler çok değerli Şair Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Beni Unutma adlı unutulmaz şiirinin dizeleri bilindiği gibi.
Ayrıca gönüllerde, anılarda yer etmiş o unutulmaz şarkıların güfteleri de insanı ayrı bir duygu seline kaptırmıyor mu yine nağme nağme…
Unutturamaz seni hiçbir şey/Unutulsam da ben/
Her yerde sen her şeyde sen/ Bilmem ki nasıl söylesem..…
Unutulmak...
Kimsenin kolay kolay kabullenmek isteyeceği bir durum olmasa gerek...
Kim sevgiyle özlemle hasretle hatırlanıp, yad edilmeyi istemez...
Kim bu sevgi yokluğu ve yoksunluğunda kendisine sunulan hayatın bu değerli
armağanını her şeyin üstünde tutmak istemez…
Olanca inancı ve benliğiyle ona koşmak istemez…
İnsana acı veren “unutulmak duygusu” gerçeğinin, bir de günümüzde oldukça yaygınlaşan ‘hastalık’ gerçeği var ayrıca…
Azheimer hastalığı bellek, dil ve mantıklı düşünme de dahil olmak üzere bütün zihinsel yetilerde ilerleyici kötülemeye, gündelik etkinlikleri ve davranışları yerine getirme yetisinde değişikliklerin eşlik ettiği bir hastalıktır.” diye tanımlıyor hastalığı hekimler.
Bu hastalığın öteden beri halk arasında “Bunama’ olarak adlandırılan hastalıkla bire bir aynı olmadığını öğrenmem, Azheimer tanısı konmuş birinin hastalığı adım adım yaşadığı sürece yakından tanıklık etmemle oldu daha çok..
Hem yakın komşularım hem yakın dostlarım olan üç kız kardeşin anneleriydi Naciye Hanım Teyze. Daha çok “Nacoş” diye hitap ederdi kızları dahil yakın tanıyanları ona.
Güleç yüzlü, sevimli, görmüş geçirmiş ve musikiye oldukça aşina biriydi. Zamanında ut elinden düşmezmiş. Kendisi o eski günlerin artık çok gerilerde kaldığını söylese de…
Israrlarımıza dayanamaz en favori şarkısını baştan sona söylerdi bizim şaşkın
bakışlarımız eşliğinde.
“Balkonda saatlerce oturdum. Seni andım...”
Daha çok da bizlere Arnavut böreği yapıp yedirememenin üzüntüsünü duyardı.
Yakalandığı Alzheimer hastalığı günden güne artmaktaydı. Doktor olan damadı “tatlı bunağım” diye sever yere göğe sığdıramazdı kayınvalidesini. Aralarında sevgi saygı ilgi ve paylaşımın yoğun olduğu geniş bir aileye sahipti Nacoş. Dolayısı ile o da bu güzelliklerden payına düşeni almaktaydı bol bol…
Bu ailede benim de oldukça özel bir yerim vardı. Özellikle Naciye Hanım Teyze için daha da özeldim. Uygun olduğum her fırsatta uğrardım. Üç kız kardeşin evlerinin arasındaydı evim. Dört kızından üçü evliydi. Her an annelerinin yanında olamamak üzüyordu onları. Özleyen kapıp götürüyordu evine/yazlığına. Topluma, özellikle çocuklara yadsınamaz emekler vermiş, büyük katkılarda bulunmuş olan ve genç yaşında aramızdan ayrılan en küçük kızı ve benim can dostum, dava arkadaşım Ülkü’ cüğümün evinde birlikte yaşıyorlardı.
Hastalığının zor günlerinde sürekli yanındaydım. Gerçekten zordu. Gücü kuvveti yerindeydi. Gelen bakıcılara ‘kök söktürüyordu’ adeta. Onu sakinleştiren yegane insan bendim. Kendisi de bunun hakkını fazlasıyla veriyordu. Yanı başındaki herkesten daha çok seviyordu beni. Bana bakarken sevgiyle parlayan gözleri kimseye karşı öyle parlamıyordu…Yanındayken elini elimden ayırmazdı hiç. Artık kimseleri tanıyamaz olmuştu. Diyabet hastasıydı ayrıca. Ama şaşılası bir şeydi ki...Ben unutmadığı tek kişiydim diyebilirim. Hatta bir gün ailenin kalabalık bir bölümü ile otururken damatlarından biri: “Hiç birimizi tanımıyor arık.” dediğinde kızlarından biri “İnanmayacaksınız ama Tülin’in ne adını ne kendisini ne medeni halini unuttu!” dedi. Ve ardından herkes koyuverdi kahkahaları…
Doğruydu. Eve dönmek istediğimde gitmeme mani olmaya çalışırdı. O sıra evdekiler “Ama Nacoş, bak akşam oldu. Onun da kocası gelecek. Evde işleri var ” diyecek olurlardı da... Ancak Nacoş’un ne diyeceğini zerrece hesaba katmazlardı.
“Siz kimi kandırıyorsunuz! Tülin evli değil ki!” derdi onları paralarcasına.
Gerçekten de beni bir başka sevdiğini son nefesinde bile belli etti Naciş’im...
Yalnızca güneşin yıldızı olan bir burcun, yaz aylarının birinde ve bir öğlen sıcağının tam ortasında dünyaya gelmişim.
Yıllar sonra öğlene yakın bir saatte telefonum çaldığında o günün tarihi doğduğum günün tarihini taşıyordu…
Telefondaki ses “Tülin’ciğim, annem iyi değil. Gelebilirmisin?” dedi.
Hemen koştum.
Bedeninin büyük bölümü morarmıştı Gözleri kapalıydı. Soluğu bile hissedilmiyordu. Bütün bir geceyi böyle geçirdiğini söylediler.
“Anne, Tülin geldi bak!..” dediler.
Gözleri aralandı. Başı hafifçe yan tarafa döndü. Göz göze geldik. Dudaklarına tebessümlerin en huzurlusu en güzeli yerleşti...
Ve ağzından çıkan uzun solukla birlikte kapandı gözleri yeniden…
YORUMLAR
TÜLİN ÖZTUNÇ
Biraz hüzün katsa da yazınız pazar günümüze, sevginin, dostluğun, vefanın sıcaklığını da birlikte hissettirdi yüreğimize.
TÜLİN ÖZTUNÇ
birlikte yürüyorlar...
Esenlikler...