- 1542 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ÖĞRETMEN Mİ, ANNE Mİ, MELEK Mİ ?
( MÜEBBETLİK HAYATIM ’ DAN )
Her şey satarak çok para kazanma gayretlerimizin karşılığında en büyük kazancımızın bit ve tahta kuruları olan yaz mevsiminin sonunda, en büyük zararı da karpuz sergisinde yaşadık. Kandırılmıştık ve karpuzlarımız genelde bozuk çıkıyordu. Sinir küpüne dönmüştü babam.
Yine de yeni okul önlüğü, yaka, ayakkabı ve pantolon alarak başladım dördüncü sınıfa. Selâmi öğretmen de gitmiş, yerine genç bir hanım öğretmen gelmişti : İlhan hanım. İlk öğretmenlik yılı olacak İlhan öğretmen, dördüncü ve beşinci sınıfların öğretmeni olmuştu. Yani benim de öğretmenim oydu o yıl. Dolgun vücutlu, uzun boylu, kısa saçlı ve güzel gözlüydü. Çok heyecanlıydı ilk derse girdiğinde. Bize kendini tanıtırken yeni öğretmen olduğunu, Pendik’te oturduğunu anlattı. Müthiş bir vatan sevgisi vardı. Öğretmenlik mesleğini vatan sevgisinden dolayı seçtiğini, rahmetli babasının da eski bir öğretmen olduğunu anlattı. Fena halde sıkıştım ben . O teker teker hepimizi ayağa kaldırarak adımızı sormaya devam ediyordu. Elimi kaldırıp tuvalet izni istemeye cesaret edemedim. Bir yabancıydı o henüz bizim için. Biraz da disiplinli bir görünümü vardı. Korkmuştum herhalde. Az sonra çocuklardan birinin gülmeye başlamısını farketmişti.
- Ne var, niye gülüyorsun kızım ? diye sordu.
- Fikret işemiş öğretmenim ! deyip, kıs kıs gülmeye devam etti çocuk.
Hemen yanıma geldi. Kendini suçlu hisseder gibi bir hali vardı o an. Pantolonumu ıslak görünce, benim kadar onun da utandığını hissettim.
- Niye benden izin istemedin çocuğum ? Tuvalete göndermez miydim seni ?
- Utandım öğretmenim , deyip başımı öne eğdim.
- Ne var utanacak oğlum ! Ben sizin ikinci bir anneniz sayılırım artık. Annelerden utanılır mı ? Hadi bakalım ; sen şimdi eve git, annen bir güzel değiştirsin üzerini.
Başımı kaldırmadan, yerimden kalkıp kapıya doğru yürürken, çocukların kıs kıs gülmeleri kulağımda çınlıyordu halâ.. Annemin temizlemesini söylemişti İlhan öğretmen. Fakat ben ona bir annemin olmadığını söyleyemedim. Çocuklar anlatmışlar o gün. Daha çok üzülmüş bu defa. Kendini suçlu hissetmiş. Bize sert davrandığına, daha sevecen davranması gerektiğine karar vermiş.
Utanarak geldiğim kahvede, benimle alay eden insanlar ve öfkelenip azarlayan babam vardı karşımda.
- Koca eşek oldun, halâ altına işiyorsun ! Hiç mi utanmıyorsun ulan ?
Nasıl utanılmaz. Yerin dibine giriyordum. Fakat, kasten yaptığım bir şey değildi ki ! O gün yeniden gitmedim okula. Gece bir kez daha yıkadı babam, hem beni hem de kıyafetlerimi. Yatmadan önce de ısrarla tembih etti, çişimi etmeden yatmamam için.
Daha önce anlatmıştım ; ben kahve kapanmadan, pösteke, tavla ve babamın paltosundan oluşan, geçici yatağımda uyuyordum önce. Kahve kapandıktan sonra babam, yatağımızı yorganımızı serip, beni kucağında oraya taşıyordu. Bir gece yine kucağındayken ; ’’ Goool!’’ diye bağırıp, fena bir tekme atmışım babamın karnına. Öyle ki çok canı yanmış ve beni kaldırıp atacakmıştı az daha. Bir de elimden bir karpuz düşürüp kırdığımda ; ’’ Ne yaptın oğlum ? ’’ diye sormuş, ben de ; ’’Kırmazsam yedireceğin mi var ?’’ diye şaka yollu bir cevap vermiştim. Çok ağrına gitmiş. Aslında hiç bir zaman, hiç bir şeyi esirgemedi ve daha fazla yedirebilmek için, her türlü gayreti gösterdi bana. Ama ben asla iştahlı bir çocuk olamadım. Babamla ilgili bu iki anım, yıllarca dilinde oldu onun.
Ertesi gün okula gittiğimde, üzerimde bir çift göz vardı, sevecen. İlhan öğretmene aitti bu güzel gözler. Derste sürekli benimle ilgileniyor, dersle ilgilenmeme gayret ediyor, her defasında da sesini yumuşatmaya özen gösteriyordu. Bir ara sınıfa seslenme gereği duydu.
- Çocuklar ! Tuvalet ihtiyacı olan, hiç çekinmeden kaldırsın parmağını. Ben sizin ikinci anneniz sayılırım. Sakın benden çekinmeyin ! Anlaştık mı ? derken, gözleri yine bendeydi. Başımla cevap verdim ona. Hemen de ilk iznimi istedim. Sanki birden bire sıkışmıştım. Çocuklar arkamdan yine gülmeye başlasalar da umurumda değildi. Kaçırmamıştım ya bu defa !
Teneffüste yanıma gelip, çıkmamamı istedi. Elini omzuma koyarak odasına götürdü beni.
- Sen çok güzel bir çocuksun, biliyor musun ? dediğinde, bir sıcaklık hissettim yüreğimde. Bir şefkat, bir sevgi sıcaklığıydı bu. Hani annesi olanlar bilirler ya ; anne sıcaklığı gibi !
- Sağolun öğretmenim.
O anda gözlerine kafamda gezinen canlılar takılmıştı. Ayağa kalkıp yanıma geldi. Saçlarımı okşarken eline gelen canlıların bit olduklarını anlamıştı. İrkildi önce, çekti elini. Daha sonra öyle bir sarıldı ki bana , daha önce hiç kimse- annem bile- böyle sarılmamıştı. Başı başımın üzerindeydi, gözlerini göremiyordum ama gözyaşlarını hissedebiliyordum. Ana oğul gibi birbirine yaslanan iki başın ve birbirinden gizli ağlayan iki çift gözün sahibiydik biz. Uzun süre öylece durduk. Ben annemi ve ablamı düşündüm en çok. Onlarla da böyle sarılmam gerektiği halde neden sarılamadığımı sordum kendime. Onun neler düşündüğünü bilemedim elbet. Bir tek yüreğime işleyen sıcaklığını ve başımı ıslatan göz yaşlarını hissettim......
Bir başka uyudum o gece. Sabaha kadar beni kollarıyla saran, göğsüne yaslayan, öpen, ısıtan, koruyan bir annenin kollarındaydım sanki. Fakat gerçek annemin yüzü değildi düşlerimdeki. Tek dileğim vardı o gece ; o düşün asla bitmemesi ve sabahın olmaması.
Son derece mutlu ve güler yüzle uyandım o sabah. Bir hafiflik hissettim kendimde. Bütün günahlarından arınmış, sonu cennete varacağı önceden bildirilen ebedî yolculuğa çıkmış bir yolcu gibiydim. Beni güzel şeylerin beklediğine emindim. Bir an önce varabilmek için sabısızlanıyor ve uçarak gitmek istiyordum cennetime.
Gerçekten de güzel günlerin başlangıcı oldu o gün. Düşümde verilen müjdeler yalan değilmiş. O gün öğle tatilinde birlikte kahvemize geldik öğretmenimle. Elinde dolu bir çanta vardı. Kahveden içeri girdiğimizde babam da diğerleri de çok şaşırdı.
- Baba bak, İlhan öğretmenim o !
- Hoş geldin kızım, buyur otur şöyle.
- Hoş bulduk efendim, nasılsınız? deyip elini uzattı babama. Babam bir taraftan elini uzatırken, diğer taraftan da - saygı gereği- kasketini çıkardı.
- Fikret, sen bize biraz müsaade et oğlum, tamam mı ?
-Peki öğretmenim, deyip başka bir masaya öğle yemeğimi hazırlamaya gittim. Kuru fasulye pişirmişti babam. Her şeyiyle bayramımdı o gün benim. En sevdiğim yemekti kuru fasulye.
Babamla öğretmenim karşılıklı oturup konuşmaya başladılar. Yanında getirdiği çantadan paketler çıkartıp babama verdi öğretmenim.
-Bak Mustafa amca ! Bu paketlerin içinde yeni, temiz çamaşırlar var. Bir de ilâç. Pendik’i bilirsiniz. Çarşı hamamının sahibi Balcı’lar tanıdğımdır. Sizden söz ettim onlara. Sık sık gidip çocukla birlikte bedavaya yıkanabilirsiniz. Her defasında da çamaşır değiştirip, getirdiğim ilâcı mutlaka kullanın. Size yatak, yorgan ve hatta yastık çarşafı da getirdim. Onları da değiştirin ve sık sık da yıkayın. Sandalyelerdeki tahta kuruları için de DDT kullanın. Bu parazitlerden mutlaka kurtulmalısınız. Fikret, çok iyi ve akıllı bir çocuk. El birliği ile onu okutup, sefaletten kurtaracağız inşallah.
Babam gözünün yaşı ile dinledi onu. Yüzünde öyle sevecen bir hâl oluştu ki ; daha önce hiç bu kadar iyi niyetli bir insanla karşılaşmamış gibiydi. Mutluluğunu nasıl dile getireceğini bilemedi.
- Kızım ne içersin ? Çay getireyim mi sana ? Yoksa kahve mi kaynatayım ?
- Sağolun amca. Ben daha gidip öğle yemeği yiyeceğim.
Karşıki masada iştahla kuru fasulye yediğimi işaret edip,
-Kuru fasulye pişirmiştim. Bir tabak da senin için doldurayım istersen ?
- Çok teşekkür ederim amca. Ayağa kalkarken tekrar uzattı elini. Babam bu defa saygıyla eğilerek tuttu elini öğretmenimin. Onu hiç bu kadar mutlu, bu kadar sevecen, bu kadar saygılı görmemiştim daha önce.
- Afiyet olsun Fikret, dedi giderken. Ben de ayağa kalkıp cevap verdim ona.
- Sağolun öğretmenim, güle güle.
O gece daha bir özenle yıkadı babam beni. Sobayı da iyice yakmıştı ve üşümüyordum. Ben de daha çok yıkanmak, daha temiz olmak istiyordum. Öğretmenimin getirdiği yeni çamaşırları giydim. Bütün çarşaflarımızı değiştrimişti babam. Benden sonra o da yıkandı sobanın başında. Tertemiz bir uyku uyuduk o gece baba - oğul birlikte.
İşte o gece tanıdım düşlerime giren annemin kim olduğunu : İlhan öğretmenimdi o ! ’Bütün anneler melektir !’ denir ya hani ; işte benim melek annemdi o !
(24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ’nde İlhan TÜRKER öğretmenimin şahsında, tüm öğretmenlere saygılarımı, minnetlerimi sunar, büyük küçük hepsinin ellerinden öpmek isterim )
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Yazınızı okurken bir tarafdan da kendi öğretmenliğimi teraziye koydum.Tebrik ederim saygılarımla.
Fikret TEZEL
Merhaba Fikret Bey,
Yaşadıklarınız beni duygulandırdı. "Ah!.." dedim inlemeli. "Ne öğretmenlerimiz vardı..." diyerek özlemle andım aklıma ilk gelenleri. Değerli İlhan öğretmen de benim öğretmenlerim gibiymiş. Cumhuriyet idealli tüm öğretmenlerin bu güzel gününü kutluyorum.
Sizi de, yaşamınızdan gerçekçi boyutlar aktardığınız için kutluyorum.
Saygılarımla.
Fikret TEZEL
Bu yazıyı okuyup ağlayanlardan biri de benim. Kim demiş erkekler ağlamaz diye... öyle bir ağlıyorum ki zırıl zırıl....
Çok teşekkürler Fikret kardeşim bu yazı için. Çok sağol.
Fikret TEZEL
Sayfaya kopyalayıp tekrar okuduğumda yine yaşlıydı gözlerim.
İlgi çekeceğine inandığım, öğretmenler gününe uygun bulduğum için tekrar yayınladım. Gerçekten öyle öğretmenlerim oldu benim. Annemin vermediği sıcaklığı verdiler bana.
Teşekkürler benden, ilgi ve yorumlarınız için.
sami biberoğulları
Fikret TEZEL
Öylesine güzel kalpli öğretmenlerim oldu benim. Onlara lâyık olamadığıma inandığım için de utandım hep. Görmeye, ellerini öpmeye bile utandım ve kaçtım onlardan da herkesten kaçtığım gibi.
AYSE 09
nedenir nasip işte saygılarımla
Süper bir yazıysı.İnaın gözlerim doldu okurken ve diken diken oldu tüylerim.Ne güzel bi öğretmen ne güzel bir anneniz olmuş. Paylalımınız için teşekkürler.
Fikret TEZEL
Çok güzel bir anı okudum. küçücük yürekte kocaman bir iz bırakmış olan ve Nicelerine aynı sevgi ve şevkatle yaklaşmış olduğu muhakkak olan öğretmen Nihalin ve onun gibi olanların ellerinden öpüyor öğretmenler gününü kutluyorum sizin aracılığınızla sayın Tezal... saygılarımla.
Fikret TEZEL
Allah, öyle öğretmenleri başımızdan eksik etmesin.
İlgi ve yorumlarınıza teşekkürler İnci Hanım.