- 2934 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Günümüzde Çağrıştırdıkları!
THE KERKÜK
Filmin yapımcısı ve oyuncusu değişti senaryo hep aynı kaldı: The Kerkük
TARİH: 13 ŞUBAT 1925.
DİNSEL VE MİLLİYETÇİ ŞEYH SAİD İSYANI BAŞLADI.
AYAKLANMA İKİ AYDA BASTIRILDI. İÇ SAVAŞIN TÜRKİYE’YE BEDELİ AĞIR OLDU; MUSUL-KERKÜK KAYBEDİLDİ.
Hikáye bilindik, bilinmeyen dünün bugüne ne çok benziyor olduğu...
FİLMİ, Şeyh Said ayaklanmasından iki yıl önceye giderek başlatalım:
Lozan Konferansı’na katılan Türk heyetinin elinde üç sayfalık 14 maddeden oluşan talimat vardı.
Birinci madde, Irak sınırıydı; Süleymaniye, Kerkük ve Musul mutlaka geri alınacaktı.
Çünkü:
Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Antlaşması’na (30 Ekim 1918) göre, bu sancaklar Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştı. Ancak iki hafta geçmiş, İngiltere bir oldubittiyle buraları işgal edivermişti! (Düşünebiliyor musunuz, Mondros anlaşmasının daha mürekkebi kurumadan, İngilizler anlaşmayı yok sayıyor!! Bati uygarlığına dahil Devletler, “Başkasına verir talkını kendi yutar salkimi”misali, o zamanlarda da sözlerine güvenilmesi mümkün olmayan, cifte standart sahibi devletlerdir.
Lozan Konferansı’nda İngilizlerin tüm stratejisi petrol üzerineydi...
Daha konferans başlamadan, İngiliz, Fransız ve Amerikan petrol şirketleri, Londra’da Mezopotamya petrollerini müzakere etmişlerdi. Bu toplantının başkanlığın ise Irak hükümeti adına Osmanlı Mebusan Meclisi eski üyesi Sasson Haskail Efendi yapmıştı!
Lozan Konferansı bu havada başladı. Türk Heyeti Başkanı Dışişleri Bakanı İsmet (İnönü) Paşa, önce duygusal konuşmalarla İngilizleri iknaya çalıştı:
"Türkiye yoksul bir ülkedir, petrole ihtiyacı vardır..."
Bu sözler, bir petrol şirketine ortak olan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’u nasıl etkileyebilirdi ki?
Zaten, Bonar Law Hükümeti, İngiliz heyetine kesin talimat vermişti; Musul-Kerkük konusunda tartışmaya bile girmeyeceksiniz!
KERKÜK 11. YÜZYILDAN BERİ TÜRK
Türk heyeti toplantılarda, "Bu topraklar 11’inci yüzyıldan beri bizimdir" gibi tarihi gerçekleri anlatarak İngilizleri iknaya çalıştı. Bölgenin nüfus sayım sonuçlarını sundu: 263 bin Kürt, 146 bin Türk, 43 bin Arap, 18 bin Yezidi, 13 bin gayrimüslim... İngilizleri, kendi belgeleriyle, kaynaklarıyla vurmaya çalıştı. Öyle ya, onların Britannica Ansiklopedisi bile Türkler ile Kürtlerin Turani iki kardeş kavim olduğunu yazmıyor muydu?
Türk heyeti iyi niyetini hep korudu, her iki halkın bir arada yaşamak istediklerini, inanmıyorlarsa referandum yapılabileceğini ileri sürdü. Türkiye ne kadar tarihten, kardeşlikten, istatistiklerden bahsetse de İngilizlerin kafasında sadece tek bir düşünce vardı; petrol! Bu nedenle, konuyla hiç ilgisi olmamasına rağmen, bir gün birdenbire Türklerin Ermenilere çok eziyetler yaptıklarını gündeme getiriverdiler!
Lozan’da toplam 8 ay süren görüşmeler sonucunda, Türkiye ve İngiltere uzlaşamadı. Konferans, sınır meselesini iki ülkenin kendi arasında halletmesine karar verdi.
Eğer her iki ülke, öngörülen 9 aylık sürede anlaşma yoluna gitmezse, mesele, Milletler Cemiyeti Meclisi, bugünkü adıyla Birleşmiş Milletlere götürülecekti.
İNGİLİZLER: HAKKÁRİ’Yİ DE İSTERİZ
Lozan Konferansı’ndan sonra Türkiye ve İngiltere arasında ikili görüşmeler İstanbul’da başladı.
İngiliz heyetinin başında bu kez, Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox vardı. İngilizler bu konferansta da, çözümsüzlüğü derinleştirmek için, yeni bir diplomasi taktiğini uyguladılar: Türkiye’den, Musul’un komşusu Hakkári’yi istediler! Ve...
Hay aksi, tam o günlerde Hakkári’de Nasturi Ayaklanması (12-28 Eylül 1924) başlamasın mı? Bakın şu işe!
Bırakın kışkırtmayı, İngilizler isyanı havadan bile destekledi...
İngilizlerin oyunu hep benzerdi: Böl-yönet!
Petrol için önce Arapları ayaklandırmışlardı.
Şimdi sırada Kürtler vardı...
İngiliz istihbaratçıları, Albay T.E. Lawrence Arapları, Binbaşı E.W.C. Noel ise Kürtleri kışkırtıyordu...
Bu arada İngilizlerin, Araplarla Kürtleri de birbirlerine düşürdüklerini gözardı etmeyelim..
ATATÜRK ÇİZMELERİNİ GİYİYOR
İstanbul’daki Türkiye-İngiltere ikili görüşmelerinden de sonuç çıkmadı.
Dolayısıyla, Irak sınırı meselesi Milletler Cemiyeti Meclisi’ne gitti...
İşin garip yanı, bu mecliste İngilizlerin büyük ağırlığı vardı ve aksiliğe bakın ki, Türkiye cemiyete üye bile değildi...
Milletler Cemiyeti Meclisi, İngilizlerin isteği doğrultusunda üç kişilik bir komisyon kurma kararı aldı. İsveçli T. Wirsen, Macar Kont Teleki, Belçikalı Albay Poulis’ten oluşan bu heyet, her türlü yazışma ve soruşturma yapma yetkisine sahipti.
Bu komisyonun yaptığı ilk çalışma, Musul ile Hakkári arasına geçici bir çizgi çekmek oldu. Daha Türkiye’yi dinlememişlerdi bile.
Batı’nın bu kibirli, Türkiye’yi hor gören anlayışı Ankara hükümetini çileden çıkardı.
İngiliz istihbarat raporlarına göre, Mustafa Kemal asker çizmelerini tekrar ayağına geçiriyordu.
Atatürk, Irak’a müdahale etmeye kararlıydı...
Ve yine bir aksilik çıktı; ne oldu dersiniz?
Bu kez 14 ili kapsayan Şeyh Said isyanı başladı...
Türkiye, Kuzey Irak’a askeri operasyon yapamadı; içe döndü; binlerce asker ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi...
Ankara’nın, Türklerle Kürtlerin kader birliği içinde bulunduğunu söylediği bir dönemde, bu ayaklanma İngilizlerin elini güçlendirdi. "Hani siz kardeştiniz, bakın şu anda bile savaştasınız" dediler. Ve,
Milletler Cemiyeti Meclisi, Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi İngilizlere verdi...
The End!
Çünkü yukarıdaki tarihi film bir İngiliz yapımıdır...
Vizyondaki yeni filmin yapımcısı ve oyuncuları kim dersiniz?.
KÜRT AYAKLANMALARINDA ’HALİDİYE EKOLÜ’ ETKİSİ
NAKŞİBENDİLİĞİ Kürtler arasında yaygınlaştıran din adamı, Kuzey Irak Süleymaniye doğumlu Mevlana Halid-i Bağdadi (1776-1826)...
Araştırılması gereken, Mevlana Bağdadi’nin halifeleri ve müritlerinin bir kısmı neden hep dinsel-milliyetçi hareketlerin içinde olmuşlardı?
Sorumuzu birkaç örnek olayla açalım:
Şeyh Said’in dedesi Şeyh Ali Septi, Halid-i Bağdadi’nin halifelerindendi. Halife Şeyh Ali Septi’nin torunu Şeyh Said, Kürt Azadi Cemiyeti’nin başkanıydı.
Adıyla bilinen ayaklanmanın lideriydi. "Emirülmücahidin, Mehmet Said’un Nakşibendi El-Halidi" imzasını kullanması ilginç!
Halid-i Bağdadi’nin bir diğer halifesi Nehri’li Seyit Taha’nın torunu Seyit Abdulkadir ise Kürt Teali Cemiyeti’nin başkanıydı.
Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’ta yazdığına göre, Koçgiri İsyanı’nın elebaşısıydı.
Her iki torun da idam edildi.
Daha sı var elbette bakın:
Menemen ayaklanmasını organize ettiği için idam cezası alan Musul-Erbil doğumlu Şeyh Muhammed Esad Erbili’nin dedesi Şeyh Hidayetullah da, Halid-i Bağdadi’nin halifelerindendi.
Bugünden de bir örnek vermek gerekiyor:
Halife Seyit Taha’nın icazet verdiği Taceddin Efendi, Musul’a bağlı Barzan Köyü’nde yaşıyordu ve bugünkü KDP’nin başındaki Mesut Barzani’nin büyük dedesiydi. (Bilindigi uzere Turgut Ozal da Naksibendi idi, Barzani ile Talabani’ye Diplomatik pasaport(kırmızı) vermesinde bu iliksinin bir etkisi olabilir mi dersiniz?
Barzaniler’in hep ayaklandığını biliyoruz.
Araştırılması gereken bir soru: Mesut Barzani Güneydoğu’daki hangi Nakşibendilerle yakın ilişki içindedir?
Şeyh Said’in mezarı nerede?
ŞEYH Said ve 46 arkadaşı, 28 Haziran 1925’te gece yarısı Diyarbakır’da "İngiliz ipiyle" asılarak idam edildi.
Cenazeler ailelere teslim edilmedi. Sadece, Eşref Cengiz’in (CHP-AP milletvekilliği yaptı) dedesi Şeyh Şemseddin’ in naaşı ailesine verildi.Diğerleri bilinmeyen bir yere gömüldü. Bu yer hâlâ bilinmiyor.
İddialara göre, Diyarbakır’da şehri boydan boya kaplayan surların dört ana kapısından biri olan Dağkapı’daki devlete ait boş araziye gömülmüşlerdi.
Cenazelerin bulunduğu bu arazinin bir bölümüne önce halkevi yapıldı.
DP döneminde halkevi kapatıldı, sinema yapıldı. Yenişehir Sineması’nın iki bölümü vardı; yazlık-kışlık.
Yazlık sinemanın arkasında makine dairesinin yanındaki bir tür çitlembik ağacı olan dağdağan vardı. Sinemaya gelenler, Şeyh Said’in bu ağacın altında yattığını söylüyorlardı.Yeşil alan olarak gösterilen bu araziye Alman Hastanesi inşa ediliyor.
İnşaatı yapan DYP Diyarbakır İl Başkanı, müteahhit Galip Ensarioğlu.
Ensarioğlu, cenazelerin bu arazide olmadığını söylüyor. "Olsa hafriyat sırasında kemikler çıkardı" diyor.
Onun iddiası, mezarlar kendi inşaatları ile Astsubay Orduevi arasındaki küçük ara bölgede. Gelen bilgilere göre, Şeyh Said ve arkadaşlarının mezarları, Astsubay Orduevi duvarının tam dibinde.
Çok ilginç!
İki Said, Said-i Nursi ve Şeyh Said...
İkisi de Kürt, ikisi de din adamı, ikisinin de binlerce müridi var ve ikisinin de mezarı kayıp.
82 yıllık derin sır:
İdam edilen Şeyh Said ve 45 arkadaşının cesedi, Diyarbakır Dağkapı’da inşaatı halen süren Alman Hastanesi ile Orduevi arasında kalan bu arazinin altında. Bir diğer iddiaya göre, Astsubay Orduevi istimlak duvarının hemen dibinde.
Şeyh Said’in sosyalist torunları:
ŞEYH Said’in torunları-akrabaları arasında Türk siyasi hayatının yakından tanıdığı, genellikle sağ partilerde bulunmuş politik isimler var:
Abdülmelik Fırat (DP-DYP), Fuat Fırat (MSP- RP), Abdulillah Fırat (RP),
Ali Rıza Septioğlu (AP-CHP-DYP),
Mahmut Sönmez (ANAP),
Muhammed Akar (AKP)...
1925 ayaklanması kararı, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahim’in Piran’daki evinde alındı.
Şeyh Abdurrahim, ayaklanmadan sonra Suriye’ye kaçtı. 12 yıl sonra Türkiye’ye döndü. Bismil’in Salat Köyü’nde güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada 11 arkadaşıyla birlikte öldü.
Şeyh Abdurrahim, Piran’ın varlıklı ailelerinden Hasan Ağa’nın kızı Medine ile evliydi ve üç oğlu vardı. Zülküf, Fevzi, Şahabettin.
Zülküf Bilgin, 1950-1960 yılları arasında önce Demokrat Parti’den, sonra Hürriyet Partisi’nden Diyarbakır Belediye Başkanı oldu.
Zülküf Bilgin’in iki oğlu oldu; Abdurrahim ve Behram. Her iki kardeş de Ankara’da, Abdullah Öcalan’ın da içinde bulunduğu sosyalist hareketler içindeydi.
Yılmaz Erdoğan’ın EŞİ BELÇİM, inşaat mühendisi Abdurrahim Bilgin’in KIZIDIR.
Behram Bilgin ise elektrik mühendisi oldu.
Şeyh Abdurrahim’in ikinci oğlu Öğretmen Fevzi Bilgin de sosyalistti, Diyarbakır TİP listesinden aday oldu.
Fevzi Bilgin’in oğlu Samet, 12 Eylül döneminde TKP-ML davasından yargılandı, hüküm giydi. Samet Bilgin bir ara, Barış Partisi yönetimindeydi.
Diyarbakır TİP İl Başkanı Tahsin Ekinci, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Tahir’ in kızıyla evliydi.
Şeyh Said’in "Mehdi" diye bilinen kardeşi Muhyettin Aygören, Elazığ’da TİP’i destekledi. Oğulları Hüsamettin ve Fehrun uzun yıllar Dicle Belediye Başkanlığı yaptılar.
Şeyh Said’in torunu Kasım Fırat, Murat Karayalçın’ın başında olduğu SHP’nin kurucusudur.
Bu yazıları okuduğumda ve hatta öncesinde;
Dedelerimin yaptıklarının veya yapmadıklarının sorumlusu olamayacağım düşüncesindeydim.
Peki bu şimdi değişti mi derseniz, kısmen demem daha doğru bir saptama olur.
Çünkü:
Doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız yapılan bir durum varsa, bunun peşinde olup, sorumluluklarımın bilincinde bir fert olarak, önce kendi vicdanımda bunun sonucunu almam gerekirdi.
Osmanlı nın mirasını üstlenip, Cumhuriyetin nimetlerinden faydalanışım misali...
Herşeyden önce ben bir CUMHURİYET çocuğuyum.
Gazi Mustafa Kemal ideolojisini benimsemiş ve yaşıyor olmamın gereğidir bu konu.
Aidiyetlerimizin bilincinde olmak insanlığımdır düşüncesi ile pek tabii ki.
Neyse, konumuza dönecek olursak;
Fikrimin kısmen değişme konusunda açıklık getirmelim.
Günümüz Türkiye’sinde yaşadığımız olaylarda dahli olanların da bir gün hem hukuksal, hemde vicdanlarda yargılanacakları düşünülecek olursa, adı geçenlerin, tarihimize kaydoldukları şekilden çıkmaları veya doğruların anlatılması konusunda yapmaları gerekenler olduğu kanısını taşımaktayım. Açıkçası, atasözlerimizde olduğu gibi, "dedesi koruk yemiş, torunun dişi kamaşmış" deyişimizin gerçekçiliğini yadsıyamayız.
O halde bu zat-ı muhterem kişiler ne yapmaktalar?
Büyüklerinin kaldığı yerden devam.....
Çağa ve teknolojiye uyum içinde ve hemde karşısında oldukları "Demokrasi"ye sığınarak!
Bazıları sessiz...
Bunun sebepleri de sanıyorum ki ya cehaletlerinden, ya da suya sabuna dokunup, deşifre olmama gayretlerinden olsa gerek.
Her iki şekilde bile olsa, kabulleniş kokusu alınmakta oysa.
Bu gün çok tanıdık gelen bu tabloda, yapılan/yapılmayan ne varsa, bu benim ve neslimin geleceğini etkiliyor ve de etkileyecek se yarınlarda, ben sessiz kalamazdım, kalmadım da.
Saygılarımla.
(Soner Yalçın yazısının aklıma getirdikleridir.)
YORUMLAR
Sayın Başçı;
Çok kıymetli vaktinizi benimle uğraşmaya harcamanıza emin olunuz çok üzüldüm.
Hakkınızı nasıl öderim bilmem fakat, tamamı le şahsıma ve gönlüme ait olan şiirlerim görüşünüzde.
(Politika ve siyaset böyledir işte diye vermiştim makale ve yazılarım linklerini içlerinde her türlü yazı ve yorumumu bulmak mümkün efendim.)
Saygılarımla.
Çok kıymetli dost Sn. Ekinci;
Adınızdaki olgunluğu ben gibi bir çömezin tatlı telaşına vermenizden feyz aldığımı bilmenizi sterim.
Sevgi yüklü saygılarımla.
:)
Alıntı yaptığınız yazıları zaten kaynaklarından, hatta alternatif kaynaklarından okuyorum sayın Kiraz Çiçeği..
Sadece kendinize ait yazılarınız değil de, başka kaynaklardan eklemelere görüş bildirmek şeklinde ise, verdiğiniz linkler için vakit kaybetmek istemem doğrusu..
Umarım bağışlarsınız beni..
Kıymetli dost;
Siz bunu anlayıp, açıkladıktan sonra sanıyorum bu eksiğimi diğer arkadaşlarım rahatça anlayacklardır.
Yardımlarınız için çok teşekkürler.
http://forum.haber.gen.tr/search.php?searchid=47267
bu profilden diğer yazılarıma da zahmet olmaz d bakarsanız, yine eksiklerimi göstermiş olusunuz efendim.
Söz veriyorum bakın yazı ile de belirtmiş oldum, misafir yazarlık yaptığım siteler, politkya atılacacağım anlamına gelmesin fakat bir gün ünlü olursam (ki hiç suça karışmışlığım olmadından sanmam) sizi unutmayacağım.
Saygılarımla.
İyi de sayın Kiraz Çiçeği, nekadarını sizin yazdığınız ne kadarını Soner Yalçının yazdığı anlaşılmıyor eklemenizden...
"Saygılarımla.
(Soner Yalçın yazısının aklıma getirdikleridir.)"
şeklindeki dipnotunuzdan da yazının sanki tamamı soner yalçının bir yazısının size düşündürdükleri gibi algılanabiliyor...
netice itibariyle Soner Yalçınnın uzun bir yazısını eklemişlsiniz ve altına da kısaca -son paragraf- kendi görüşünüzü eklemişsiniz benim algılayabildiğim...
Kıymetli dost;
Altına imzamı yazıya yapmış olduğum yorumla belirtmiştim.
Bu makalenin aslını diğer yazı yazdığım sitelerde yorumsuz olarak yayınlamıştım. Sanatçı dostlarla yorum daha tatlı ve şık durduğundan buraya da da yazdım.
Ne kadar isabetli düşünmüşüm meğer.
http://www.bizkackisiyiz.com/yazi.php?yazi_id=54424
Kendi sayfamda bre bir olduğu hali budur.
Benim yazı çalmaya hiç ihtiyacım yok efendim. Siyasete soyunduğumda olursa bilemem elbette.
Sadece ülkem sorunlarına duyrsız kalamayan bir vatandaşım ve dikkatimi çeken konular ile, unuttuklarımızı bizlere hatırlatan önemsediklerime teşekkür baabından yorumlara açmaktayım o kadar.
bu linkte kendime ait onlarca yazı bulunmaktadır.
Sayfam ve içeriğinden karakterim açıkça bellidir.
(Bilgilenmek isteyenlere.)
Saygılarımla.