- 1141 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
istanbul-2
Çay ve tost gücüyle onca yol yürümek herkesin harcı değildi. Bunu işte bir ben yapabilirdim, nam-ı diğer su nanesi, bir de Birsen. Korunun içine girip tırmanmaya başladık, yolun gittiği yere kadar. Yorulunca kenara oturduk. Eskiden yeniden sohbet ettik. Kooperatif bitmiş mi, annesi taşınmış mı, iş ortamı nasıl, o çocuk hala arıyor mu falan filan. O da beni sordu tabii. Ne anlatabilirdim? Bildiği şeyler işte. Herkes kadar çalışmış, herkes kadar başarmıştım, herkes kadar sevmiş, herkes kadar yanmıştım. Hayat gelip geçiyordu. Tipik kız muhabbeti. Uzasa, ikimizden birinin salya sümük ağlamasıyla sonuçlanabilirdi de. Ama bugün ayrıydı. Hiç üzülesim gelmedi. Şapkalı küçük adamlara benzeyen palamutlar ve rengine hayran olduğum at kestaneleri ayaklarımın dibindeyken, dalların arasından deniz görünürken, yeryüzünün en güzel şehri önümde ipek örtü gibi seriliyken, neden yakınabilirdim, neyi beğenmeyebilirdim? İstanbul omzuma dokundu, bana gülümsedi. İyiydim.
Birinci gün: gece
Akşam yemeğinden sonra hisara kadar gittik. Birkaç olta balıkçısı kalmıştı. Çaycı tüpünü kapatmış taburelerini toplamıştı. Esinti anason kokusunu alıp gitmişse de bankta oturan beylerin çay bardaklarında ne içtiğini bilmiyor değildim. Belki onlar da İstanbul aşkını böyle çakırkeyif yaşıyorlar, denizi böyle biraz dalgalı seviyorlardı. Ama ben apayık olmak istiyordum. Zihnim şu tabak gibi ayı, karşı kıyıları, tepeleri, yalıları, kayıkları, hâsılı her şeyi içine alsın istiyordum. Kalbimin bütün çeperleri açılsın, Çamlıca’yı sarıp tekrar kapansın istiyordum. Göğsümün içine su kuşları batıp çıksın, kulaklarımdan ada vapuru gelip geçsin istiyordum. Aşiyan kollarımda yatsın uyusun, Üsküdar yanımda uyansın istiyordum. Altı yüz küsur sene önce atalarımın alnına yazılmış olan bu şehir, şimdi benim gözlerimden okunsun istiyordum. Ben ona emanettim, o bana.
İstanbulum! Elimde olsaydı da sırtına çivi gibi çakılmış o yüksek binaları söküp çıkarabilseydim, saçlarına yapışmış kan emicileri tek tek ayıklayabilseydim. İşte cumartesiyi pazara bağlayan gecedeydik ve biz birazdan eve gidip yatacaktık. Ya sen sabaha kadar bir dakika rahat yüzü görecek miydin acaba? Birazdan kımıl kımıl bir şeyler yürümeye başlayacaktı üzerinde. Hafif bir ürperti, kuru bir kaşıntı. Sonra uğultular duyacaktın, ensende bir öbek at sineği gibi, sinir bozucu, giderek çoğalan. Müzik açılacaktı sonuna kadar, çılgınca eğlenecekti insanlar. Caddelerinde arabalar yarışacaktı ve iman tahtasına saplı bir direksiyon simidiyle ölecekti belki bir genç. Ateşin çıkacaktı, titreyecektin. Bir adamın şah damarından bir parça sallanacaktı kırık bir şarap şişesinin ucunda ve bir sarhoş deli gibi koşacaktı sonra, peşinde pişmanlığı. Kadınlar satılacak, çeteler kapışacak, silahlar patlayacaktı. Ay en uzağına kaçtığında gecenin, izbelerinde esrar çekilecek, ırza geçilecekti. Bir çocuk şişlenecekti topladığı çöplerin yanı başında. Belki de bu gece biri düşecekti köprüden. Ciğerlerine tuzlu su dolacak, ağzından kan çıkacaktı. Şimdi melek gibi uyuyan şu boğazda, pıhtılar yüzecek, kan köpürecekti. Günah taşacaktı tüm kıyıları kıpkırmızı örtünceye kadar. Nasıl dayanacaktın?
Geç olmuştu. Eve dönmeliydik. Sokaklar sakindi. Gece serin ve güzeldi. Bu eski mahallenin sıcaklığı kötü düşünceleri unutturuyordu. Uzun bir yol sonunda nihayet yine evdeydik. Misafir olduğumdan en güzel oda benimdi. Aslında müşkülpesendin tekiydim, yerimi yadırgardım, yastık kalın ya da ince gelirse uyuyamazdım. Ama öyle yorgundum ki hemen daldım. Gün bitiyordu ve ben hala boğazın benden yüz adım ötede olduğuna inanamıyordum. İşte her yanım İstanbul’du. Çarşaf da İstanbul’du, yorgan da. Galiba rüya bile görmedim. Ve uzun zaman sonra ilk kez uykuda bu kadar dinlendiğimi hissettim. İşte böyle uyandım Pazar sabahına.
İkinci gün: gündüz
Yağmur başlamıştı. Camı açıp biraz yağmuru dinlemek istedim. Karşımda boğaz. Solumda çürük tahtaları ve paslı olukları manzaraya uzanmış bir harabe, sağımda bembeyaz bir yalı. Yumuşacık bir rüzgâr giriyordu içeri. Sabahın kutlu vakit olduğuna daha çok inandım. Bu sabah rüzgârı en günahkâr şehirlerin bile ruhuna bir tövbe temizliği üflüyordu. İstanbul affedilmişti.
Bizim kız kalkmıştı güzellik uykusundan. Kahvaltı yoktu. Bir iki meyve attık ağzımıza. “Çıkalım mı?” dedim. “Islanacağız ama” dedi. “Olsun” dedim “ıslanalım”. On dakika sonra sokaktaydık. Biz ve sokak köpekleri. Sahilden yukarı yürüdük. Eski evler, yeni evler, bir çınar, çift kanatlı kapılar, taş merdivenler, yine bir çınar ve altında bir çeşme. Yukarı çıktıkça boğaz manzarası genişliyordu, denizin rengi koyulaşmıştı. Cumbalardan, pervazlardan, saksılardan sular süzülüyordu. Kaldırım taşlarının arasında derecikler oluşmuştu, ikişer üçer birleşiyorlar, denize doğru akıyorlardı. Kuytularda kediler tüylerini temizliyor, çatılarda güvercinler kanatlarını kabartıyorlardı. İstanbul yıkanıyordu.
Kahvaltı için gideceğimiz yerin açılma saati gelince tekrar deniz kıyısına indik. İçeri geçip oturduğumuzda artık boğazın dudağındaydık. Leb-i deryada. “ İçine geçmiş” dedi Birsen. Geçmişti sahiden. Pardösü zaten sırılsıklamdı ama bluzun da ıslandığını fark etmemiştim. Saç baş ne haldeydi kim bilir. Süet ayakkabılar da suyu sünger gibi çekmişti. “Olsun” dedim. Bir çay içerdim şimdi, bana yeterdi.
Bugün dönecektim. Bir daha kim bilir ne zaman görecektim boğazı. Camların ardından uzun uzun denizi seyrettim. Resmim iyi değildi ama yine de bu güzelliği aklıma çizmeye çalıştım. Sıkılınca açıp tekrar bakmak için. Kısmet olursa yine gelirdim, nasılsa birkaç saat uzağımdaydı. Bluzum kurudu, efkârım dağılıp gitti.
Çağlar geçiyordu. İstanbul savaşıyordu, belki canı yanıyordu. Yüzünde asırlık izler vardı, kesikler, çizikler ve hala kabuğu yumuşak yaralar. Olsun, bunlar ona dokunmanın hazzından ne eksiltebilirdi ki. İstanbul bana emanetti ben de ona.
YORUMLAR
İstanbulum! Elimde olsaydı da sırtına çivi gibi çakılmış o yüksek binaları söküp çıkarabilseydim, saçlarına yapışmış kan emicileri tek tek ayıklayabilseydim.
çok güzel....enfes tabirler...tebrik ederim...
cizgilikagit
Tekrar teşekkürler.
Gecenin Sessizliği
cizgilikagit
Selamlar.
Esma KAHRAMAN
1.bölümüde bunu da zevkle okudum.sürükleyici bir öykü gibiydi.özellikle tasvirler çok hoşuma gitti. aklıma takılıpkalmasından korkmasam tekrar okuyabilirdim, tasvirler aklımda kalırsa şiirlerime yansır, korkum ondandır. Keşke ben de böyle yazabilsem.
cizgilikagit
Selamlar.
Okuduğum en güzel İstanbul tasvirlerinden, ya da İstanbul ilan-ı aşklarından biriydi. Anlatımınız o kdar etkileyici ki, baktığınız yerleri gördük biz de. "Görün" dediğiniz şeyleri de.
Çok beğendiğim bir kalemsiniz. Ne yazsanız ilgiyle okunacak cinsten.
Bugünün bence en güzel üç çalışmasından biriydi İstanbul.
Kutluyorum. Sevgiler.
cizgilikagit
Neslişah Sultan demiş ki "İstanbul'da güzel olan ne varsa dedelerim yapmış" İstanbul çok başka olmalıydı diyorum bir yandan, bir yandan da onca insanı nereye sığdıracaksınız. Zor işler bunlar. Nasılsa vali ya da belediye başkanı değilim. Uzaktan uzağa aşık olmaya devam edeyim en iyisi.
Sözleriniz beni onurlandırdı. Çok teşekkür ederim.
Sohbet kadar tatlı, gezi yazısı kadar ilgi çekici, anı yazısı kadar merak uyandıran, öykü kadar canlı, şiir kadar güzel bir anlatımdı. Ben mest oldum bu yazına. Kutlarım. Sevgilerimle.
cizgilikagit
Çok naziksiniz, tekrar teşekkür ederim moral veren sözler için.
Değerli kardeşim, kaleminizden benim canım şehrimi öyle güzel anlattınız ki teşekkür ederim.
Yüce Peygamberin(S.A.V.) methine mazhar olmuş , nice kalem ustaları onu anlatan şiirler, yazılar yazmışlardır.
Güzel vatanımın başkentinden gelmiş bir kardeşimden onu dinlemek çok keyifliydi.
Günümün yazısı, selam ve saygılar.
cizgilikagit
İstanbul!
Bazen içindeki ölümü dirilten...
Bazen dışındaki yaşamı öldüren...
Bazen de sus diyen çığlığında sallayan...
tebrikler...
cizgilikagit
Selamlar.