- 997 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Bir-Gün
Yaslandığım ağacın altında olan biten kaosu düşünürken, anıların bile bir anlık yanılsama olduğunu fark ediyorum. Bugün benim onüçüncü doğum günüm. Kimsenin umursamasını beklemiyorum. Aklıma geçen yılki doğum günümde yaşadıklarımız geliyor. Nasıl mutlu bir gündü. Nasıl eğlenmiştik; bizim ufaklık beni mutlu etmek için, elini yüzünü rengârenk boyayıp da şaklabanlık yaparken. Bazı şeylerin yaşarken kıymetini bilemediğimiz gerçeği şimdi bir ayna gibi parlıyor acıyan kalbimin oyuklarında...
...
Geçtiğimiz yaz, babam işten gelirken elindeki koca çekirdek poşetini görünce nasıl sevinmiştim. Bir ay yetebilecek kadar çoktu. Tam babamın boynuna atılıyordum ki, babam yememiz için değil, boş boş avarelik edip akşama kadar sokakta gezeceğime, eve bir katkıda bulunup satmam için getirdiğini söylemişti. Hiç de işime gelmeyen bu durum aynı zamanda beni kuşkulu düşüncelere itmişti. Hem de parkta, hem de bardakla satacakmışım. Bütün arkadaşlarımın önünde nasıl yapacaktım bunu...
Hemen koşup Yasemin’e gitmiştim. Yardım istemiştim ondan. ’Sıkma canını’ demişti; ’hallederiz’. İçime bir su serpilmişti. Haksız da sayılmazdı babam. Bütün yazı pinekleyerek, orada burada gezerek geçirmekten başka bir bildiğim yoktu. En azından her gün evin ekmeğini ben alabilirdim artık.
Ertesi gün Yasemin’le aldık çekirdeğimizi oturduk parkın köşesine. Bizim havalı Betül’de oradaydı. İlk önce anlamadı ne yaptığımızı. Sonra poşetin ağzını açıp cebimdeki çay bardağını çekirdeğin içine batırınca, bir yandan da Yasemin gazete kağıdından kıvırmaya başlayarak yaptığı külahları üst üste biriktirmeye başlayınca adeta gözleri fal taşı gibi büyümüştü. Sonra yanındaki sevimsiz arkadaşlarını dirseğiyle dürtükleyince hep bir ağızdan kahkahalar dolusu gülmeye başlamışlardı. Korktuğum başıma gelmişti işte. Herkese maskara olmuştuk. Bir bu eksikti, ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Yasemin iyi kızdır. Halden anlar. Hemen beni telkin edip; ’para kazanmanın nesi tuhafmış, dönsünde kendisine baksın o, utanılacak bir şey varsa o da onun o bir karış eteğidir’ diye son noktayı koymuştu. Tabii bunları duymadığı için hiç hayıflanmadan eğlencesine devam etmişti Betül.
Betül’ün alaycılığına tam alışıyordum ki, o sırada yaklaşık yirmi adım ötemde Taner’i gördüm. ’Allah’ım yer yarılsa da dibine girsem’ diye geçirdim içimden. Uzaktan uzağa karnıma kramplar saplayan çocuk tam da bize doğru geliyordu. ’Kesin dalga geçecek, benden nefret edecek’ diye düşünceler film şeridi gibi aklımdan son sürat geçerken, bir yandan da; ’ne olacak canım, beni küçümsüyorsa kendi kaybeder. Ben utanılacak bir şey mi yapıyorum ki?’ desem de, kafamı kaldırıp yüzüne bakmaya halim yoktu. Utancımdan ölüyordum o an. Rezil oldum diye geçiriyordum içimden. Gözümün önünde sandaletleri belirince mecburen kafamı kaldırıp bakmak zorunda kalmıştım.
’Merhaba’ dedi ilk kez. İlk kez konuşuyordu benimle. Nutkum tutulmuştu. Geveleyip durdum ağzımın içinde saçma sapan bir yığın sözü. Ne kadar olgun birini sevmişim ki, benimle gurur duyduğunun göstergesi bir madalya takmadığı kalmıştı boynuma. Beni takdir ettiğini söyledi. Yasemin’i de unutmadı tabii. Bizim yaşımızda hayatın gerçeklerinden bi haber nice kız sokaklarda gezerken, bizim burada para kazanma çabamızı çok takdir ettiğini ve hatta bunun çok hoşuna gittiğini söyledi. Beş bardak çekirdeği de, yanındaki arkadaşıyla ceplerine doldurup, Yasemin’in yaptığı külahı yeniden bize uzattı; ’zahmet olmasın, zordur uğraştırır bunu yapmak’ dedi. Parayı Yasemin aldı. Ben şaşkınlıktan ağzım açık arkalarından bakakalmıştım. Ama en çok da Betül’ün aniden düşen yüzü ve hırslanmış o hali hiç gözümün önünden gitmemişti. Sanırım o da Taner’i seviyor olmalıydı.
Günlerce parkta çekirdek sattık Yasemin’le. Babam çekirdeğimiz bittikçe bize yeniden getiriyordu satmamız için. Hatrı sayılır bir müşteri kitlemiz de oluşmadı değildi parkta. Betül nefret dolu bakışlarıyla her gün karşımıza geçip sinsi sinsi bizi izliyordu. Bu kıza ne yapmıştım anlamıyordum. Benden hiç hoşlanmıyordu, sanki kaşının üstünde gözün var demiştim. Ama bariz bir şekilde beni sevmediği ortadaydı. Mesele Taner olmalıydı. Cin gibi kızdı Betül, kesin o da anlamıştı Taner’i sevdiğimi.
Yaz sonunda okulların açılmasına kısa bir süre kala, çekirdek işini sonlandırmaya karar verdik. Yasemin’e hakkı geçen parayı verdim zorla. İstemedi; ’hakkım falan geçmedi’ dedi. Tabi ben yine de verdim. Canım arkadaşım o kadar alçak gönüllüydü ki... Sonra bende biriken tüm parayı babama verdim. Kabul etmedi. ’O senin kızım’ dedi; ’okul masraflarını karşılarsın. Kendinle gurur duymalısın. Bak ilk paranı kazandın...’
...
Şimdi az evvel içinden çıktığım çadıra bakıyorum. Betül’ün saçları önüne düşmüş. Elinde ufak bir dua kitabı, mırıl mırıl sure okuyor. Kardeşimi düşünüyorum. Can verdiği sırada çok canı acımış mıdır? Annem yan çadırdaki teyzenin bulduğu tüpün üzerinde çorba karıştırıyor. Babam az evvel yanıma gelip bugün ziyafet olduğunu söyledi. ’Kuru ekmek dahi bulamazken bugün çorbamız bile var’ dedi. Gülümsedim umutsuzca. Biliyorum sırf hepimizi cesaretlendirmek için yapıyor bu zorunlu heyacanı.
Aklıma Yasemin geldi. Canım arkadaşım... Gözümün önünden gitmeyen o bilmiş ve sanki içinde bir ışık yanıyormuşçasına parıldayan dipdiri gözleri.. Ayfer teyzenin feryatları kulaklarımdan gitmiyor. Neyse ki bayılmışım o an, tam hatırlamıyorum. Ömrüm boyunca unutamayacağım sanırım. Ve Taner... Annesinin ve onun cesedine dün ulaşabilmişler. Babası ve küçük kardeşi hala göçük altındaymış. Onlar için dua edeceğim. Allah’tan umut kesilmez, belki hala hayattalardır. Dilerim benim kardeşimin göremeyeceği ’güzel günler’ onun kardeşi için doğar...
Annem sesleniyor; ’Hadi kızım gelin de sıcak sıcak için şu çorbadan içiniz ısınsın.’
Gidip Betül’ü çıkarıyorum çadırdan. Manasız ve hayattan arınmış, her şeyden heyecanını ve hevesini koyvermiş gözlerle bana bakıyor. Tüm ailesini kaybetti Betül. Şimdilik bizden başka sığınacak kimsesi yok. Annesi annemin, babası da babamın iş arkadaşıydı.
Betül gözlerimde kocaman bir kadın oluveriyor. Dayanamıyorum onun o haline. Kayıtsızlık bir yere kadar, ama en çok da başkasının kayıtsızlığı canımı acıtıyor. Gülümsüyorum güç verebilmek için Betül’e...
’ Hayatta kalmak için, devam etmek zorundayız Betül. Battaniyeyi üzerine örtelim de üşümeyesin.’
fulya/ekim2011
YORUMLAR
Ne denir, nasıl anlatılır ki bir yer sarsıntısının yürekteki yıkımı...
Kalemlerimiz acıyı yazıyor son günlerde hep, kah isyan olup dökülüyor, kah bir kaç damla gözyaşı. Ama hepsine yürek dolusu bir feryat eklenmekte an be an...
Duyarlı kalemine bin selam olsun Sevgili Fulya
Hamuş-71 tarafından 10/25/2011 1:45:03 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bugün depremle ilgili bir yazı okurken aniden görüntü silindi gözümün önünden ve büyük kızımın taşlar arasında sıkışmış ve yalvaran gözlerle bana bakıp "Kurtar anne" diye ağlayan hali belirdi gözümün önünde...Saniyeler içinde...Sonra yeniden normale döndü görüntü. Benim hastalık derecesinde deprem ve çocuklarımı kaybetme fobim var. Bu tür yazıları okumaya dayanamıyorum o yüzden. O kadar gerçekçi anlatmışsın kii kulaklarımda bir sürü feryat dolandı.
Hayatı anlat arkadaşım. İnsanı anlat. İnsanlar insanları tanısın...Yaz, hep yaz. Yaz ki yaz gelsin.
Çok başarılı, çok ustaca...Çok acı.
Kutluyorum. Sevgiler çokça...
Dolu olan yüreğimden, dolu dolu gözyaşlarıydı dökülen gözlerimden sonuna yaklaştıkça..
Üzülüyor insan, hele de bir başkasının acısını yüzünde okuyorsa... Yazın farklıydı, çok farklıydı betül, yasemin, taner ve minik 13 yaşındaki yürek...
Sızlayan yüreğimdeki tuzlu gözyaşlarıyla yaktın dudak kenarlarımı, ve gözlerimin altlarını...
Allah'ım sen sabır ver, ailesini kaybeden , yakınını kaybeden, soğuktan titreyen insanlarıma, dayanma gücü ver...
Tebrik ettim...