- 765 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Evrende Bir Toz Tanesi
Kalemi bıraktı ve ayağa kalktı. Canı sıkılmıştı. Yaklaşık 40 dakikadır defterin başında birşeyler yazmak için bekliyordu. İlham perisinin başka işi olacaktı ki o gün uğramamıştı. Açık olan bilgisayarının faresini hareket ettirerek ekran koruyucusunu kaldırdı.Karşısına az önce müzik açtığı youtube sitesi geldi. Arama kısmına Sin City Soundtrack - Cells yazacaktı ama gerek kalmadı. Alet o kadar zekiydi ki Sin c yazınca altta hemen aradığı şey çıkmıştı. Tıkladı. Aradığı videoyu buldu ve açtı. Müzik hafiften başlamıştı.
İşlek bir caddenin kenarında bulunan bir apartmanın son katında oturuyordu. Müzikle beraber cama doğru yürüdü. Aşağı baktı. Sağanak olmasada yinede ıslatacak kadar yağmur yağıyordu. Ama kimse yağmuru umursamamış herkes caddeyi istila etmişti. İnsanlar birbirlerinin suratlarına bakmadan varlıklarını hissetmeden hızlı bir şekilde bir yerlere gidiyordu. Başları öndeydi. Yağmur hepsinin başını öne eğmişti. Oysa o insanlara tek tek sorsak ’’Kimsenin önünde başlarını eğmeyeceklerini kimseye eyvallah etmeyeceklerini’’ söylerlerdi. Oysa bir yağmura boyun eğecek kadar acizdiler. Acizdik. Müzik arkadan güzel bir şekilde manzaraya eşlik ediyordu. Arabalarda apartmanın son katından oyuncak gibi gözüküyordu. Müzik ve manzaranın etkisiyle ağızdan birşeyler dökülmeye başladı:
Hafif bir yağmura bile boyun eğmek zorunda olan aciz insanlarız biz. Evrende bir toz tanesi. O kadar küçüğüz ki birbirimizi bile göremiyoruz. Oysa hayat bu değil. O koca evreni beynimize alabilecek kadar büyük olmalıyız. Yağmurdan kaçmamalı elele tutuşup ıslanmalıyız. Deli olmalıyız aslında. Bize deli diyecek o bütün ’’insanlara’’ inat. Hasta olmalıyız ama gülmeliyiz o yağmurun tadını ben çıkardım diye. Cefasız sefanın, dikensiz gülün olmayacağını bildiği ve bütün dikenlere bütün cefalara karşı koyabileceğine inandığımız için gülmeliyiz. Üstümüze düşen her yağmur damlasının ıslaklığını tenimize çarpan rüzgarın soğukluğunu hissederek varlığımızın farkında olmalıyız. Bu hayatın işleyişinde bir yanlışlık var. Şu montlu şemsiyeli gencin hızlı hızlı yürümesinde bir yanlışlık var. Gençlik ateşini yağmur suyuyla söndürecekken o yağmura kapatmış kendini yağmurla arasına engeller koymuştu. Önüne dahi bakmıyor kuytu köşeye girmiş kedilerin o şaşkın bakışlarının farkına bile varmıyordu.
Öleceksiniz. Sen, sen. Annenin elinden çocuk! Sen de öleceksin. Neden bu duyarsızlaşma anlamıyorum. İlk kez gittiğiniz yerin daha sonra çok kez geleceğinizi bildiğiniz halde meraklı bir şekilde her tarafına bakıp nasıl bir yer burası diye anlamaya çalışan sizler değil misiniz? O halde nedir bu yaptığınız? Bir kez gelip gideceğiniz bu anlaşılmayı bekleyen bu anlamsızlık yuvasını, bulunmayı bekleyen bu koca hazine sandığını neden anlamaya çalışmıyor neden aramıyor, bulmaya çalışmıyorsunuz? Oysa siz şu koca dünya varken kafanızda kurduğunuz küçük dünyada kaybolmuş evrende küçücük bir toz parçası olan insanlarsınız. Olmamız gereken bu değil. Olmamız gereken ruhunda bütün evren olan gerçek insan olabilmek. Ama çok geç artık bu karmaşanın içinde beraber insan olamayız. Bundan sonra derler ya ’’ Herkes Kendini Kurtarsın’’ şu yarattıkları küçük dünyadan’’
Yüzünü masaya döndü. Müzik çoktan bitmişti. Az önce elinden bıraktığı kaleme baktı. Gülümsedi. ’’İlham perisiyle ne zaman anlaşıp tam zamanında buluşacağız? O hep yersiz geliyor ben hep zamansız oturuyorum masanın başına.’’ deyip yürümeye başladı. Karnının acıktığını farketti. Az önce söyledikleri vardı aklında. Aşağı inip yağmurun altında yürüsem mi biraz diye düşündü. Sonra ’’ Boşver bu hafta yoğun işim var hasta falan olmayayım’’ diye düşünüp bilgisayarın başına gidip videoyu tekrar oynat dedi. Müzik eşliğinde mutfağa gitti ve kendine yiyecek birşeyler hazırlamaya başladı.
Ahmet BAYRAM
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.