- 3212 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Tatlı Huzur Almaya Geldim Kalamış’tan…
Öyle zamanlar olur ki kendimizi yalnız, kimsesiz hatta savunmasız hissederiz… Geldiklerinde hiç gitmeyecek görünümünde olan bu zamanlar, her şeyin çıkmaza girdiğine yaptıklarımızın sonuçsuz kalacağına inandırır bizi. Yaşam sorumluluklarımız da bu anda bizi sıkıştıranlar arasındadır; yerine gelmesi gereken görevler, alınması gereken yüksek notlar, kaldırılması gereken bir hasat, dikilmesi gereken bir elbise, yakalanması gereken bir suçlu… Kimsenin bizi anladığını düşünmeyiz, sanırız ki bu dünyada o anda bu kadar sıkıntı ile uğraşan sadece bizlerizdir…
Stres denilen kötü duygu bizi içten içe kavururken, içimizi rahatlatacak tek şey sakinlik aramaktır. İki dakika ayırsak kendimize belki de tüm soru işaretlerini nötrleyen cevaplar bizi bulacaktır kendi iç benliğimiz tarafından üretilen. Kendi sorularımızın özgün cevapları… Huzursuzluklarımızla baş edemediğimizi düşündüğümüz anda insanlardan sıyrılmak belki de en doğru yoldur. Bazen de en sevdiğiniz ya da en yakınınızda bulunan kişi olur stres kaynağınız, ne yapsanız uzaklaşamazsınız stres ortamından. Kendime ayırmam gereken küçük bir zamana ihtiyacım var deyip hiç kimsenin olmadığı, kimsenin düşüncelerimi rahatsız edemeyeceği bir ortam bulmalıyım demelisiniz kendi kendinize. Müzik dinleyip tek başına yürüyüş yapmak, kısa ve özlü bir öykü okumak ve yeri geldiğinde kendi öykünüzü yazmak iyi gelecektir ruhunuza… Kendi özgür radikal kararlarınızı alın hayatınız hakkında. Bu şekilde kırılanları tamir etme fırsatı bulacaksınız! Hayat yaşanabilecek kadar tatlıdır ama önce bu tadı alabilmemiz için tad duyumuzu geliştirmek gerekir öyle değil mi?…
Kanserden ölen Emma Bombeck’tin ölmeden önce yazdıkları hepimize hayat konusunda ders verecek nitelikte. Emma Bombeck diyor ki;
“Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim.
Gül şeklinde pembe mumumu saklamaz yakardım…
Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim…
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim…
Oturma odasında TV seyrederken patlamış mısır yer şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım…
Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım…
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım…
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum…
Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım…
Çocuklarıma daha çok “seni seviyorum”, ondan daha çok “ özür dilerim” derdim.”
“Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu… Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi… Bunun yerine ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım…Tek bir hayatım vardı ve o da elimden kayıp gidiyor…”
Yaşananlardan ders alıp mola verin biraz hayatınıza… Zaman ayırın kendinize… İç sesinizi dinleyin… Gülün kalbini bulmak ve yaklaştırıp kulağımızı minicik kalbin atışlarını dinlemek iyi gelecektir yaşamımıza.
Düşünceleriniz mürekkep iziniz olsun, Hoşça Kalın!...
♪î♪ỡŝħ
YORUMLAR
Didem Deştioğlu
Sevgili Didem, Emma Bombeck'in keşkeleri gibi ne çok çıkar bizim de hayatımızda!
Demek ki yaşamı ertelememek lazım.
Sevdiğimizi söylemek, yağmurda dolaşmak, yapmak istediğimiz makul ve mantıklı şeyleri ötelememek ve daha niceleri gibi.
Güzel paylaşımdan hisseme düşeni aldım.
Selam ve sevgilerimle...
Okudum ve gülümsedim.
Tarih derslerinden sınavlara hazırlanırdık. Sanırım dersi sevmek, önce o dersin öğretmeniyle başlıyordu! Aksi bir öğretmendi tarih öğretmenimiz, bize bir türlü tarih dersini sevdiremedi gitti.
Küçük kopya kağıtlarına fetihleri yazar kopya çekerdim, bütün sınıfta benden kopya çekerdi :)
Şimdi aklıma geldikçe hep derim " Bugünkü aklım olsaydı, en çok tarih dersini sever, öğretmenimin aksi yüzünü hiç görmezdim." Bana ne onun yüzünden, sonra bana o tarihler ömür boyu gerekti... Öğretmenim kimbilir nerelere gitti.
Kötülere gözlerimiz yumalım, görecek o kadar güzellikler varki. VAKİT VARKEN...
SEVGİMLE.
Didem Deştioğlu
Bu "derin yazı aklıma iki sözü getirdi.İkisi de şiir.Bir Gandhi'den,diğeri de J.L.Borges'ten...
Birincisi "İçindeki Ses" şiirinde:"Herkes izlesin kendi içindeki sesi "derken;
"An'lar" şiirinde de J.L.Bogres,
"Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım." diyebiliyor...Ve şiiri de şöyle bitiyor:
Ama işte seksenbeşindeyim ve biliyorum,
Ölüyorum...
İki yıl sonra da ölüyor!
Didem Deştioğlu
Yorumlarınıza her daim açığım; tekrar teşekkür ederim...
sabri ayçiçek
Basit ama derin bir cümle bu...
Vakit yaratılmaz,ayrılır!Çünkü gün herkese 24 saattir.
Gel de şunu yazma şimdi:Başkalarına verilecek en güzel hediye,yaşamdan elde ettiğimiz birikimleri onlara aktarmaktır demişti Sokrat.
Özetle,malımı "pazar "eylemeyi ve "alana" da satmayı seviyorum...
"Yaşananlardan ders alıp mola verin biraz hayatınıza… Zaman ayırın kendinize… İç sesinizi dinleyin… Gülün kalbini bulmak ve yaklaştırıp kulağımızı minicik kalbin atışlarını dinlemek iyi gelecektir yaşamımıza. "
Ne kadar doğru tespitlerle dolu pozitif bir yazı bu...Tebrik ederim...Evet kısacık şu ömrümüzde keşke demeden yaşak çokta zor değil...Sevmek,sevmek ve affetmek yeterli bile...Selamlarımla
Didem Deştioğlu
Vermek istediğim mesajın anlaşılması beni mutlu etti.