- 3083 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRK SİNEMASI VE TÜRK TOPLUMU İLİŞKİSİ
Görev alanım eğitim olunca eğitime dair her konu da ilgimi çeker daha iyi en iyiyi bulmak ya da kötüye yanlışa meyli önlemek açısından. Gücüm yettiğince dilim döndüğünce bazen tatlı, bazen tatlı-sert anlatmaya çalışırım..Ve çocuğu olan herkesin gözlemleyeceği gibi çocuklar film sinema çizgi filmler ve tiyatrolardan olağan üstü etkilenirler. Bu nedenle çocuğunuzun izleyeceği her filmi akıl süzgecinden geçirip mutlaka kar-zarar bilânçosunu yapıp onun hayatı içine o şekilde almak gerekir.
Bilirsiniz sinema, toplumda yaşanan değişmeleri, çalışmaları, beklentileri yani toplumsal dinamiği, "sanatsal gerçekliği" içinde temsil eder. Aynı zamanda eğitir toplumdan doğar ve yine topluma yeniliklerle beraber yepyeni bir bakış açısı kazandırmaya çalışır. Genel kültürü arttırıcı bir araçtır. Halkın bilgi, görgü ve davranışlarını değiştirici etkisi büyüktür. Konuşmak, yurdu tanımak, gelenek ve görenekler, yeme içme, giyinme gibi çeşitli durumlarda davranış değişikliğini olumlu yönde etkileyebilecek bir araçtır.
Sinema bir ülkenin toplumsal problemlerini de yansıtır. Gençlik sorunları, mülkiyet, aile, cinsel sorunlar, işçi sorunları, göçler, kadın, suçluluk, siyasal sorunlar ve bizim ülkemizin uzun süre yaşadığı göç sorunları köyden kete ve Almanya’ya göç örnekleri gibi problemleri ele alarak bunları olumlu yönde işleyebilir halka bu açıdan sevdiği kendinden kabul ettiği aktör ve artistler aracılığı gerekli mesajları ulaştırabilir. Hatta bunların yanlış ve gerçek olmayanlarının eleştirisini yaparak, bazı hal çareleri de önerebilir. Fakat bunu yaparken hiçbir zaman tek taraflı olarak toplumdaki belli çevrelerin, belli ve alışılagelmiş ve sırf kendi çıkarlarını, kendi sınıflarının çıkarlarını koruyan, kendi hâkimiyetlerini sürdüren ve pekiştiren bir biçimde sunulmamak şartıyla üzerine düşen sorumluluğu göstererek yapması gerekir, beklenir..
Peki bu böyle mi olmuştur..7’den 70’e hepimizin bildiği Hababam furyası ile başlayalım isterseniz.Kendimi asla ayrı tutmuyorum hangimiz ağzımız açık hayranlıkla izlemedik ki. Hangimiz o gün dersi kaynatıp astığımızda veya bize Hababam yakıştırması yapıldığında dört köşe olmadık ki..Kabahatimizi duymayanlara gelip ballandıra ballandıra anlatmadık ki..Siyasi dönemin verdiği gel git ruh halinin etkisi ile öğretmenlerini döven ağabey ve ablaların öykülerini de dinledik, ben çok dinledim kendi adıma…
Abarttığımı söyleyenleriniz olacaktır eminim, ama ben abarttığımı düşünmüyorum nasıl ki bir darülfünun Çanakkale’de toprağa verdik ise, bir nesli de Hababam serisinin ticari heveslerine kurban ettik. Ticari heves kelimesi pek de oturmuyor planlı ve programlı olarak birilerinin yükselişini görmek istemedikleri genç cumhuriyetin geleceğinden ışık çalmak adına yaptıkları çalışmaların sonucuydu bunlar. Bu çirkin oyuna alet olanların kimi bilinçli, kimi bilinçsiz olarak katkıda bulundu. Ama sonuç kocaman bir yanlıştı ve çalınmak istenen keisnlikle bu ülkenin geleceğiydi.
Bu gün bile “geçmiş gün olur ki yad-ı cihan” eder duyguları ile izlediğimiz Hababam sınıfı bize okuldan kaçmayı, sigara içmeyi, kopya çekmeyi ve daha pek çok bir öğrencide olması yadırganacak davranışı sevdirdi ve öğretti..Bunları yaptığımızda nasıl da gurur duyardık hava atardık etrafımıza okuyan çalışan ders çalışan arkadaşlarımız inekti. Öğretmen ve idarecilerimiz pehlüllüğe varan bir saflıkta ya da bariz aptaldı o da olmadı ise kesinlikle zalimdi. Bütün güzellikler insanca duygular koca okul öğretmenleri ve idarecileri içinde bir tek kel Mahmut’un kimliğinde nedense toplanıyordu. Öğretmenlerimize oradan öğrendiğimiz gibi hep lakaplar taktık çalışana üretene keriz gözüyle baktık…
Peki, Allah aşkına bize Yeşilçam bu seriyle ne kazandırdı neyi hedefledi hangi toplumsal sorumlulukla bu filmler çekildi bilen varsa söylesin lütfen… Yıllarca tek bir iyi ve sevimli hocamız oldu o da Nasrettin Hoca’ydı. Diğer hoca tiplerimiz ise karakaşların gölgesinde fırıl fırıl dönen bir çift göz, karışmış takma sakalın altında sağa sola eğrilen ağız ve koca göbeğin üzerinde buluşup ovuşturulan eller… Genelde halkı ayaklandıran, menfaatinin peşinde koşan, fitne fücur bir kişi olarak ya da ‘yalan yanlış’ resmedilen bir cenazede, nikâh töreninde ekrana yansıtılırdı Hocalar! Nedense birileri hoca denildiğinde aklımıza bunların gelmesini istemişti.
Özellikle Kemal Sunal, Şener Şen ve İlyas Salman lı filmlerde bu hoca karakteri çok belirgindir.
Türk sinemasında dindar insan tipi istisnalar olmakla beraber kötü adam misyonu yüklenmiştir.Hocamızın ortak karakteristik özellikleri ise şunlardır:
Kadın düşkünü, rüşvetçi, dini duruma göre yorumlayan, her düzene uyan, tefeci, faiz yiyici, acımasız, üçkâğıtçı, üfürükçü vs... gibi neredeyse bütün çirkin sıfatlar.
Peki bunlar tesadüf eseri mi yer alır bu filmlerde?! Yok canım... Buna inanmak için fazla saf olmak lazım! Verilmek istenen mesaj her zaman aynıdır... Peki, bu türler yok mudur? Vardır... Ama her filmde kötü karakter olacak kadar değil!
Bunlar Türk sinemasına yine bir Türk romanından transfer olmuş tiplerdir. İlk dönem cumhuriyet romancıları, siyasi iktidarın dine mesafeli anlayışından hareketle eserlerinde olumsuz dindar tipler çizmişlerdir. Türk sineması da geleneği devam ettirmiş (hem dine mesafe hem de olumsuz tipler açısından) ve yıllarca bize dindar insanları aslında para, kadın düşkünü, merhametten yoksun tipler olarak göstermiştir. İlk olumlu din adamı tipi ise Tarık Buğra’nın küçük ağa romanının dizi film olarak çekilmesiyle ortaya konmuştur. Bunun dışında Yılmaz Erdoğan gibi zeki birisi bile bir demet tiyatroda tirboşunun ev sahibini dindar, merhametsiz, huysuz ve menfaatçi olarak resmederek ezberden gitmiştir. Aynı oyuncumuz iyi oynar zaten kendisi Çok güzel hareketlerden bir kesitle örneklersek;
Muhafazakâr (olabildiğince itici) bir görünüme sokulmuş kişi sahneye çıkıyor, alkış ve çığlıklar kopuyor.
Muhafazakâr görünümlü komedyen: ’ne bağırıyorsunuz lan geri zekâlılar’
Seyirci de kahkaha tufanı
Muhafazakâr görünümlü komedyen: ’sen ne zaman kirlettin lan namusumu?’
Eşi: ’kirlenmek güzeldir Kazım” seyircide kahkaha ve alkış tufanı.
Neleri alkışlıyoruz traji komik bir haldeyiz ve adına yazık ki hala bunlara sanat diyoruz.
Velhasıl kelam, Türk sinemasında dindar insan tipi yoktur. Akşam sofralarında mutlaka içki içilir. Hâlbuki bu ülkenin en az % 70’i akşam sofrasında içki içmez.
Türk sinemasında namaz kılan kılan insan yoktur ama bu ülkenin büyük kısmı en azından cuma namazı kılar.
Son dönemde çekilen The imam, Dondurmam Gaymak ve Takva gibi filmlerde ise bu ezber yavaş yavaş bozulmaya başlanmıştır. Türk sineması halkıyla kültürü ile barışmaya başlamıştır.The İmam’da iki farklı imam tipi aktarılmıştır.
Polis filminde, cumadan cumaya namaz kılan bir Müslüman adam filmin başrol oyuncusuydu
Âdem’in Trenleri’ndeki imam bence en güzel karakterlerden biri. Sonra izleyip hayran olduğum filmlerden biri “Garip Bir Koleksiyoncu” filmidir izlemeyenlere değişimi görmeleri adına izlemelerini tavsiye ederim.
Sinemamızda ayrıca sıkça işlenen bir konu da zenginlerin yaşantısıdır. Zenginler genelde züppe şımarık ve sonradan görme insanı içten içe gıcık eden nefret uyandıran tiplerdi eğer kızsa bu tip; yanında en az kendisi kadar itici ve şımarık arkadaşlarıyla beraber abba şarkıları eşliğinde Kızılderililerin ateş dansından bile daha çılgın dans ederler. Yanında mutlaka kendisi gibi arkadaşları vardır.
Zengin nişanlısının kaprislerinden bıkan mert ve fakir genç, onurlu ve yoksul köylü kızı tarafından ayartılır. Zaten ayartılmayı beklemektedir. Zengin kızımız ve para babası olan fabrikatör ebeveyni burada artık türlü hilelerle devreye girer her şey maddedir onlar için. Bu aşkı, fedakârlığı, onuru parayla satın almaya kalkarlar mutlaka.
Zenginlerin erkek çocukları ise içki müptelası, mutlaka iri bir altın kolyesi olan,sapık ruhlu, tuhaf saçlı, uyuz gülüşleri olan harbi delikanlılardan çok farklı konuşan tipler olurlar. Renkli taytları ve kabarık saçları ile dans adı altında enteresan hareketler yapan şımarık kahkahaları insan kulağını üzecek desibele sahip kızlarla beraber içerler dans ederler. Yalnız her Türk filminde böyledir mekân hiç fark etmez. Bar olur, ev olur, park olur, muhakkak müzik ve içki vardır. Ve mutlaka tecavüze destek veren ya da bizzat uygulayan bir de yardımcı görevlisi vardır.
Kasıtlı ve bilinçli bir imaj çalışması yapılarak mide bulandırıcı tipler ortaya çıkarılmıştır.Sermayedar her zaman zalim ve kötüdür malına mal katmakla mükelleftir bu uğurda kimseye acımaz..Emek yani halk ezilmiştir bir nevi köle olarak kullanılır zengine kızlar satılır ya da parası ile satın alır toprak ağaları içinde aynı senaryo söz konusudur marabaları kullanır sürekli kendine borçlu tutar ve iliğine kemiğine kadar sömürür.Allahtan hep bir saf ve kahraman emekçi vardır gelir çeker silahı ve bizim ağa bir ölünün alabileceği en çirkin görüntü ile genelde nalları dikerek ölür gider..
Neden böyle olmuştur derseniz; 1950‟li yıllarda yeni kurulmuş bir düzen olan Cumhuriyeti halka sindirebilmek ve benimsetebilmek adına daha çok bu tarz da yazılmış eserler sinemaya uyarlanmıştır. Özellikle din olgusunu reddeden ya da yeren yaratılmak istenen laik toplum düzenine göre yeni bir kimlik verilmeye çalışılan halk mümkün mertebe din ve dine dair kavramlardan uzak tutulmaya hatta bilinçaltına tesir edilecek şekilde bu olgular ona tu kaka diye gösterilmeye çalışılmıştır.
1960-1970’li yıllar arasında geçirmiş olduğu değişmeler yeni bir kültürün ve bununla birlikte yeni değerlerin oluşmasında önemli olmuştur. Dönem içerisinde kendisini önemli ölçüde hissettiren sanayileşme beraberinde de büyük kentlere göçü ve bunu sonucunda da gecekondu olgusunu ortaya koyuyordu. Bununla birlikte ortaya çıkan diğer bir durum ise işçi sınıfıydı. İşçi sınıfı beraberinde kanunların kendilerine tanıdığı sendikalaşma ve grev hakkı gibi unsurların içinde bulunarak yeni bir değişimin öncüsü oluyordu.
Bu dönemde işte bol bol para ile emeğin sürekli çatıştığı bir türlü barışmadığı ve sonunda hep iyi olan emeğin kazandığı yine Kemal Sunallı, İlyas Salmanlı ve Şener Şenli filmleri görüyoruz. Bu hangi siyasi düşüncenin ya da ideolojinin uzantısıdır sanırım hepimiz bunu çok iyi biliyoruz. Zaten farklı bir ideoloji ya da halkın kendini anlatacak eserlerde sansür denilen engelle karşılaşıp gerçekleştirilememekteydi.
Tek ideoloji, tek insan tipi ve nerede ise birbirinin aynı tür filmlerle 2000’li yıllara kadar geldik. Şu an daha başarılı filmlerle eserlerle sinemamız çok daha başarılı bir çizgiye ulaşmıştır.
Uyu yavrum ninni uyutayım seni
Ninnilerle minnilerle avutayım seni
Uyu güzel bebek uyu da büyü
Bebek bir gün büyüyecek söyleyecek bu ninniyi
Uyu yavrum ninni uyutayım seni
Masallarla ninnilerle avutayım seni
Uyu sayın dinleyici uyutayım seni
Aranjmanla maranjmanla avutayım seni
Uyu yavrum ninni uyutayım seni
Aranjmanla maranjmanla avutayım seni
Şarkılarla türkülerle avutayım seni
Uyu sayın seyirci uyutayım seni
Renkli menkli sinemaskop avutayım seni
Uyu yavrum ninni uyutayım seni
Renkli menkli sinemaskop avutayım seni
Seksi meksi filimlerle avutayım seni
Uyu sayın okuyucu uyutayım seni
Kuponlarla muponlarla avutayım seni
Uyu yavrum ninni uyutayım seni
Renkli menkli sinemaskop avutayım seni
Çekilişle mekilişle avutayım seni
Yahu bu ne biçim millet
Kız ya davul çalıyor ya dümbelek
Hiç bu gürültüde uyunur mu?
Çocuğun uykusu kaçacak
Uyu yavrum ninni uyutayım seni
Davulumla darbukamla avutayım seni
Kaşığımla zillerimle avutayım seni
Uyu güzel yarim okşayayım seni
Öpe öpe, seve seve avutayım seni
Uyu yavrum ninni uyutayım seni
Öpe öpe, seve seve avutayım seni
Karagözle, güzel sözle avutayım seni
Uyu güzel bebek uyu da büyü
Bebek bir gün büyüyecek
Dinlemeyecek bu ninniyi...
Uyu yavrum ninni uyutayım seni
Masallarla ninnilerle avutayım seni
Şarkılarla türkülerle uyutayım seni
Seksi meksi filimlerle avutayım seni
Çekilişle mekilişle uyutayım seni
Öpe öpe, seve seve avutayım seni
Demişti Melike Demirağ bilmem hatırlar mısınız? Yazdım ben de uyumamak adına uyanık olmak adına hele de söz konusu çocuklarımızken. Aman diyeyim… Sevgiler, saygılar…
Perihan TUNÇOK KILIÇ
ESMİZE 15 EKİM 2011
İZMİR
YORUMLAR
sinema sanat için değil, ithal kültürlerin propaganda aracı olarak kullanıldı ülkemizde. Bazen kültürler, bazen ideolojiler, bazende insanlar pazarlandı. Bu yüzden bu toplum halen yönünü bulamadı, halen yönünü aramakta. Bu ülkede sanat; sanat için yapılmadı, sanat için yapanlarda itibar görmedi...
Kaleminize sağlık, saygılarımla
Çok önemli bir konuya temas etmişsiniz tebrikler; bence bize yönelik sinema ve tv odaklı toplum mühendisliği ve pisikolojik harp uygulamalarının ilk örneği “Düşükler Yassıadada” filmi olmuştur zaten düşük kelimesinin de o yıllarda hiç kullanılmadığı hatta bu gün bile yeni yeni kullanıldığını düşündüğümüzde bunun dış kaynaklı İngilizcede “Poor” (ezik, zavallı, düşük) kelimelerinden alındığını anlıyoruz bu bize gösteriyor ki o yıllarda gerek yurt dışına gidip bu eğitimi alanlar gerekse onları yöneten dış güçler güzel bir tercüme yapma gereği dahi duymamışlar ve ülkenin Cumhurbaşkanını Başbakanının Bakanlarının yerden yere vurmuşlar hatta ilk okullarda öğrencililere izlettirmişler o yıllarda bir ilk okul öğrencisi olan Nazlı Ilıcak yassıada tutuklusu babasını izleyerek ağladığını anlatır. O gün bu gündür medya dış güçlerin en kuvvetli silahı olmuş insanımızı gizliden gizliğe kendi istediği şekilde eğitmiştir.bahsettiğiniz gibi hababam sınıfı belki bunların en masum gibi görünüp en fazla zararı veren örneğidir çünkü direk hedef kitlesi öğretmen ve öğrenciler olmuştur orada seyrettiğimiz rezillikleri bizlerde yapmaya bununla eğlenmeye çalıştık hem kendimizi eğitimden mahrum bıraktık hemde nice idealist öğretmenin meslek aşkını hırsını tükettik. Halbuki onun yerine eğitimi öğretmeni kutsayan çok olumlu davranışlar kattan diziler yapılamazmıydı tabili yapılırdı Kuşkusuz ülkemizin bu gün olması gereken yerde bulunmamasının en önemli neden Hababm sınıfıdır.Bu gün medya okur yazarlığı diye bir kavram gelişti artık bir dizide bardağa rakı doldurulurken şişe ve bardağın ekranı kaplayacak kadar büyütüldüğü içkinin boşaltılırken şırıltı sesinin mahsus yükseltildiği gözümüzden kaçmıyor veya ABD nin yapılan filimlerde kilise ve Amerikan bayrağı beyaz saray görüntüsü nü ilk 20 sn içinde koyduğunda ne kadar vergi indirimi gerçekleştirdiği de gözümüzden kaçmıyor ben kendi hayatımda uygulamaya çalışıyorum çocuklarıma bu sahnelerin arkasındaki asıl niyeti anlatıyorum dilim döndüğünce sizlerinde dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Yazdıklarınızı ilgiyle okudum. Hababam Sınıfı 'nın bir kuşağa bu kadar olumsuz etki etmiş olabileceği aklıma gelmemişti.
Sanırım bu ifsad misyonunu şimdi diziler ele aldı. Kabalık ya da ayıp sayılan şeyleri komik, ahlaksızlık sayılan şeyleri de gerçek diye zihinlerimize pompalayan diziler.
Kadın erkek ilişkilerinde de sosyal yapı çok mütebariz değil midir eski Türk filmlerinde? Kadın iftiraya uğrar okkalı bir tokat yer ve kocası tarafında evden atılır. Masumiyetini kanıtlamak için tüm film boyunca çabalar ve sonunda adam onun suçsuz olduğunu anladığında "Herşeyi unutup evimize dönelim" der. Bir dakika yaa! Nasıl unutuyoruz herşeyi? Senin özür dilemen hatta bu kadının ayaklarına kapanman lazım aslında.
Sinema böyleydi ama hiç bir zaman da toplumun kendisinden başka birşeyi anlatmadı diye de düşünüyorum bir yandan. İdeolojiye hizmet ettiği doğrudur ama toplum da zaten o ideolojiden uzakta değildi. 50'li yıllarda çoğunluğun dine bakışı, 70'li yıllarda çoğunluğun kadın erkek ilişkilerine bakışı böyleydi ve o yüzden sinemaya da bunlar yansıdı belki. Şimdiki sosyal yapımız da yıllardır yıpratılan dindarlara itibarlarının iadesini istiyor hor görülenler haklarını arıyorlar ve sözünü ettiğiniz filmler de böylece izleyici bulabiliyor. On yıl sonra belki de başka kavramlar taşınır sinemaya çünkü toplumda devinim devam ediyor.
Bütün bunları söylerken yine de başa dönelim ve sinemanın sorumluluk isteyen bir iş olduğunu ve sui misalin (mesela Recep İvedik) emsal olmayacağını teslim edelim. Vel hasıl su akar yolunu bulur.
Güzel yazınız ve katkılarınız için teşekkürler. Saygılar.
Perihan Hanım.... Görev alanınız eğitim olduğuna göre meslektaşız demek ki. Öğretmenim ben de. Yazınızın başlığını gördüm önce. Bizde malum sanat ile ilgil birileri bir şeyler yazmaya kalktığında ne kadar entel, dantel kelime varsa onlarla bezeli, hiç kimsenin hiç bir şey anlamadığı ama şahane diye alkışladığı bir yazı çıkar ortaya. Bu da onlardan biridir diyerek ama yine de merak edip okumaya başladım yazınızı. Sırf meraktan. Belki eski dostların isimleri yad edilmiştir diye. Ve inanın ilk kez sanat ile ilgili bir yazıyı başından sonuna kadar okudum. Benim hep yazmak istediğim ama bir türlü ifade edemediğim, ya da kimselere anlatamadığım o kadar güzel tespitler yapmışsınız ki sizi nasıl kutlayacağımı bilemiyorum. Çok haklısınız tespitlerinizde. Ben '' Vurun kahpaye'nin '' siyah-beyaz versiyonuyla yetiştim...Kardeşinin karısıyla ilişkiye giren Ceyar'dı bir zamanlar da en büyük kahramanımız. Arkadaşlarımızdan çoğunun lakabı Ceyar'dı. Ya da Falkonetti...Zavallı Köle İsaura için az mı gözyaşı döktük ( Kadının bir porno yıldızı olduğunu öğrenmemiz göz yaşı dökmeye devam etmemizi engellemedi ). Ama ne var biliyor musunuz? Ankara'nın göbeğine ancak karı- koca arasında tamamen onların özeli olarak yaşanabilecek bir cinsel fanteziyi heykel diye dikenlere '' Tükürürüm böyle sanatın içine '' diyen kişi sanat düşmanı ilan edildi bu ülkede. Sehat şehri ve Türkiyenin ilk gazilik madalyasını almış kenti olan ( 1877-1878 Osmanlı -Rus savaşı sonunda...Yani 93 Harbinden hemen sonra ) Kars'a, Ermenilere yağ çekmek adına dikilen Heykele '' Ucube '' diyen de sanat düşmanı, yobaz, gerici diye yaftalandı. Tek değişen şey : eskiden korkardık ve aman birileri bize yobaz demesin diye... Şimdi ise ''varsın ne derlerse desinler tükürülecek şeye tükürülür, ucube de ucubedir '' diyoruz . The imam gibi imamlarımız var olduğunu anlatıyoruz ve özellikle ben '' Vurun Kahpeye''deki imamı değil, '' Benim ak sakallarım kızıl kana bulanmadıkça Denizli'ye Yunan giremez'' diyen Denizli Müftüsü Hulusi Efendiyi anlatıyorum Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi Derslerimde..... Saygılarımla değerli meslektaşım. Allaha emanet olun.