- 960 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HÜZÜNDÜ ŞEHRİN SOKAKLARI
HÜZÜNDÜ ŞEHRİN SOKAKLARI
Akdeniz’in nemli havası belli ediyordu kendini. Güneş Muğla’nın üstüne doğarken tepeden kıvrıla kıvrıla inen yolda asfalt aşırı sıcağın etkisiyle yer yer eriyor, şehir sislere bürünüyordu.
Hüzündü şehrin sokakları. Kent, uykusundan uyanan bir çocuğun gözlerini ovalamasına benzeyen bir mahmurluk taşıyordu. Günün ilk ışıklarıyla birlikte evlerin pencereleri açılıyor; açılan pencerelerden, taze çayın, kızarmış ekmeğin, balın, tereyağın kokusu yayılıyordu avlulara, sokaklara, caddelere.
Gözlerini ovalayarak beyaz geceliğiyle yatağından kalkan Zeynep, yalınayak birkaç adım attı. Pencerenin eski kolunu çevirerek açtı. Nemli Akdeniz’in boğucu havasını derin derin ciğerlerine çekti.
Liseye gidiyordu Zeynep. Okul formasını:
"Off.... Yine mi etek mi giyeceğim?" diyerek, sıkıla sıkıla, yavaş yavaş üstüne giydi. Puslanmış aynaya, güneş yanığı yüzüne, kömür karası gözleriyle baktı. Uzun siyah saçlarını taradı. Ağır aksak adımlarla mutfağa doğru yürüdü. Annesi Fadime, darmadağın saçlarıyla yorgun, uykusuz bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Kızına şöyle bir bakıp biraz da sertçe;
"Nerede kaldın kızım? Şimdi baban gelecek, yine bağırıp çağıracak!" dedi. Zeynep omuzlarına inen siyah saçlarını ensesine toplayarak;
"Uyuyamadım." dedi. Fadime biraz üzgün, biraz da kızgınca; “Sakın o konuyu babana deme. Yine kıyamet koparacak." diyerek tezgâha doğru yürüdü. Annesinin arkasından baktı. “Neden?” diyecek oldu, sonra sustu. Yüreği kırılmış, morali bozulmuştu. Yarı uykulu vaziyette annesine yardım etmeye başladı. Önce tezgâhtan çay bardaklarını aldı, bir bir masanın üstüne koydu. Sonra geri dönüp çay kaşıklarını aldı. Onları bardakların içine bırakıp şekerliği getirip masanın ortasına koydu. Ocağın yanına cardı. Üstünde kaynayan ve havaya bir dem kokusu yayan demliği ve çaydanlığı aldı. Masanın üstünde yer alan bardaklara önce demleri koydu. Demliği masanın üstüne bıraktı. Az demlerini boşalttığı bardaklara sıcak suyu ilave etti. Zeynep bu işleri yaparken annesi de kızarmış ekmeği, balı, tereyağını, zeytini masanın üstüne getirmişti.
Odanın kapısı açıldı. Küçük afacan kardeşi Ali’nin elinden tutarak, babası Musa girdi odaya. İnce uzun boylu, ince bir bıyığı ve kirli bir sakalı var. Musa, sabahtan gecenin yarısına kadar çalışan, ama kör cahilliği üstünden atamamış bir adam. Ne hikmetse Ali’ye gösterdiği sevgiyi kızı Zeynep’e hiç göstermiyor. Son yıllarda bir kere olsun sarılıp öpmemiş kızını. Ona kalsa kız çocuklarının okumasına bile gerek yok. Zeynep’i de okutmak istememiş; ancak karısına söz geçiremediğinden, lise bitene kadar okumasına izin vermişti.
Hepsi sofraya oturmuş, sessizce kahvaltılarını yaparken, birden Musa Zeynep’e dönerek omuzlarından sarstı ve hışımla; "Kızım bu nasıl etek böyle? Her yerin ortada, düzgün giyeceksen giy, giymeyeceksen kır kıçını otur evde. Ben seni böyle okula göndermem." diye çıkıştı. Sonra Fadime’ye dönerek;
“Bu kızı onbeş tatil gelsin alacağım okuldan dedi” Fadime sustu.
Bu sözleri duyan Zeynep bir an ağzını açacak gibi oldu. Annesi ile göz göze gelince sustu. Zavallı kadının bakışlarındaki yalvarmayı gördü. Sustu. Akdeniz’in nemine karışan gözlerindeki yaşla sustu. Lokmaları zorla çiğnedi. Sendeleyerek masadan kalktı. "Okula geç kalacağım." diyerek, eskimeye yüz tutmuş çantayı omzuna attı. Yıpranmış ayakkabılarını giydi. Saçlarını savurarak kapıdan çıktı. Ağır adımlarla okula vardığında, aşırı nemden ter içinde kalmış, gömleği tenine yapışmıştı. Sıranın en arkasına gitti ve ders zilinin çalmasını bekledi. Zilin çalmasıyla birlikte, tüm öğrenciler sıralarını bozmadan koşar adım sınıflarına vardılar. Dersi sessizce dinledi Zeynep. Teneffüs saatinin gelmesiyle birlikte, kendini bahçeye attı. Çünkü boğulacak gibiydi. Okulun bahçe duvarının dibinde bekleyen beş-altı kız öğrenci Zeynep’i gördü ve gülerek, alay edercesine ona baktılar. Yüzündeki alaycı gülümsemeyle, uzun sarı saçlı olanı ilk sözü aldı;
"Zeynep, sen ne zaman pantolon giyeceksin?” dedi. Zeynep susunca, avurtları çökük, uzun boylu, esmer kız lafa girdi.
"Babasının parası yok, pantolon alamaz.” dedi. Üçüncü sırada bekleyen ablak suratlı kız; "Babası günah diye ona pantolon giydirmez ona." diyerek araya girdi. Zeynep söylenenleri duyduğu hâlde sesiz kaldı. Cevap verecek güç bulamadı kendinde. Boğazı düğümlendi, kelimeler yüreğine battı. Gözleri doldu. Ağlayacak gibi oldu, sustu. Akşama kadar bu alaylı sözleri duydu, yine sustu. Derslerin bitimiyle birlikte, eski çantasını sırtına atıp, evin yoluna düştü.
"Artık yeter! Ne olursa olsun, akşam babamla konuşmalıyım." dedi.
Akdeniz’in nemi artmış, nefes alacak durum kalmamıştı. Zeynep yarı koşar adımlarla eve geldi. Terden ıslanan gömleği, tüm vücut hatlarını ortaya çıkarmıştı. Üstündekileri bir çırpıda çıkardı. Kendini duşun altına attı. Dakikalarca suyun altından çıkmadı. Duştan çıktı. Kurulandı. Eşofmanını, tişörtünü giyerek mutfağa doğru yürüdü. Annesi ve babası akşama kadar çalıştığı için, yemekleri yapmak onun işiydi. Annesinin bıraktığı malzemelerden akşam yemeğini hazırladı. Bahçeye çıktı. Kırık bir sedirin üstüne oturdu. Kızların alaycı gülümsemelerini düşünerek, yüksek bir sesle; "Babamla konuşmalıyım, ne olacaksa olsun." diyen Zeynep’in sesinden ürken serçeler, kanat çırparak göğe doğru uçtular.
Güneşin ışıkları kaybolduğu vakitlerde, annesi Fadime ve babası Musa, elleri yüzleri toz içinde tarladan döndüler. Onlar elini yüzünü yıkarken Zeynep bir çırpıda sofrayı hazırladı. Günün yorgunluğu sıcak, boğucu, nemli havaya karışıyor ve ağızları bıçak açmıyordu. Yemeklerini aynı sessizlik içinde bitirdiler. Havada serin bir esinti belirdi. Fadime ve Musa bahçedeki sedirin üstüne oturdular.
Zeynep ince belli bardaklara çayları doldurdu. Önce annesine, sonra da babasına uzattı. Musa bardağı aldı. Beyaz tablanın üstüne koydu. Şekerliğe uzanarak aldığı iki kaşık toz şekeri çayın içine attı. Ardı ardına karıştırdı. Bir kere olsun kızının yüzüne bakmadan yaptı bunları. Zeynep babasının karşısına geçip;
"Baba seninle bir şey konuşabilir miyim?" dedi. Musa yarı tersleyerek;
"Ne var?" dedi. Zeynep boynunu bükerek,
"Baba okulda tüm arkadaşlarım pantolon giyiyor, bir etek giyen benim. Her gün benimle dalga geçiyorlar. Benim de pantolon giymeme müsaade eder misin?" dedi. Babasının sessiz durmasından ‘evet’ cevabının çıkacağını düşünerek gülümsedi. Ama hayalleri bir anda suya düştü. Babasının kaşları çatıldı. Burun delikleri kırmızı görmüş boğa gibi öfkeden bir açılıyor bir kapanıyordu. Musa, sertçe bir öfke selinden boşanırcasına;
"Günah kızım günah! Ailemizde hiç pantolon giyen var mı?" diyerek bağırdı. Bu bağırtının etkisiyle, dallarda sessiz istirahatına yatan kuşlar uçup gitti. Zeynep gözlerinden akan yaş ve son bir çareyle babasının elini tutup;
"Ama ...Baba." derken, babasının sertçe yüzüne inen şamarı ve öfke kusan sesi onu susturdu.Zeynep’in sağ yüzü kıpkırmızı olmuş yanıyordu… Ağlıyordu Zeynep
Musa durmadan bağırıyordu.
"Defol karşımdan! Akşam akşam adamı günaha sokma… Tövbe... Tövbe..." Bu sözler Zeynep’in içini yaktı. Yüzü soluklaştı, gözlerinin feri tükendi. Dünyası allak bullak oldu. Yerinden sendeleyerek kalktı. Bu fırtına, içindeki yalnızlığı iyice artırdı. Odasına doğru yürüdü. Kapının kolunu sessizce açsa da kapının eski menteşeleri gıcırdamaktan vazgeçmedi. Pencerenin önüne oturdu. Yıldızları seyre daldı. Ne zaman sonra, annesinin odaya girdiğini gördü. Sesini çıkarmadı. Annesi de kızının saçına dokundu. Saçlarını burnuna götürerek içine çekti, kokladı. Kızıyla hiç konuşmadı. Gözlerinden yaş akıyordu. Yorgun adımlarla odadan çakarken, buruk bir sesle; "İyi geceler kızım." diyebildi.
Bütün gece pencerenin önünde yıldızları seyretti Zeynep. Türlü hayaller kurdu. Kurduğu hayallerden hemen uyandı. Gerçeğe döndü.
Sabah erkenden; “Hadi kızım, okula geç kaldın.” diyen annesine, “Bugün hastayım, okula gitmeyeceğim.” diye karşılık verdi. Yatağına uzanıp düşler içinde kalmayı, kahvaltıya inmeye tercih etti. Annesiyle babasının ardından baktı. Küçük kardeşleri de onlarla gidiyordu.
"Seni gidi yaramaz!” derken, yüzüne küçük de olsa bir gülümseme yayıldı. Oysaki yüreğinde, ruhunda fırtınalar kopuyordu.
“Hep hakaret, hep aşağılama”
“Kızınca dayak, şiddet” diye kendi kendine konuşuyordu Zeynep. En sonunda dudağından dökülen şu sözler bardağı taşıran son damla oldu.
"Bir pantolon!" dedi.
"Bir pantolon mu namusu kirletiyor?"
"Böyle namus yerin dibine batsın!" diyerek, babasının odasına koşar adımlarla ulaştı. Yeşil gözleri kan çanağına dönmüş, delirmiş gibiydi. Duvara uzanıp, çifteyi aldı eline. Soğuk namlu, bir kor parçasına dönüşmüştü. Bu ruhsal gel-gitler içinde çifteyi çenesinin altına dayadı. Elleri titreyerek, bir el ateş etti. Parçalanan kafasından saçılan kanlar, evin etrafına yayıldı. Narin bedeni incecik bir yay çizerek, asi bir dansın son figürünü yaparmışçasına odanın ortasına düştü. Son bir kaç boğuk hırıltı içinde nefesi kesildi. Neden sonra kalbi durdu. Gözleri açık oracıkta yitti Zeynep.
Silah sesini duyan Fadime ve arkasından Musa, koşar adım eve geldiklerinde, kızlarının cansız bedenleri ile karşılaştılar. Fadime bayılmıştı o an. Musa soğukkanlılığını korudu. Ertesi sabah cenaze namazının kılınması, defin işlemine müteakip, Fadime kadın ağlayıp saçını başını yolarken baba Musa birazcık üzüntü ile başsağlığı dileyenlere; “Allah razı olsun.” diyor ve şu sözleri ilave ediyordu; "Okul öğrencilerle ilgilenmiyor."
O gün tesadüfen olayı duyan ve cenazeye katılan bir yazar ise not defterine şu satırları yazıyordu; "Kızının pantolon giymesine izin vermeyen baba mı suçlu, yoksa kızların pantolon giymesine müsaade eden okul mu? Anadolu’da kadına uygulanan şiddet değil mi bu? Kızına pantolon giydirseydi bu adamın onuru mu kirlenirdi, yoksa namusu mu elden giderdi? Bir yaprak gibi kayıp gitti Zeynep kız.” diyerek sözlerini bitirirken, Fadime kadının şu ağıdı göklerde yankılanıyordu;
“Nasıl kıydın cana kızım?
Söyle sensiz ne yaparım?
Al kanını döktün kuzum,
Söyle sensiz ne yaparım?
Elin tetiğe uzanmış,
Sinde okunan ezanmış,
Bunları yazan ozanmış
Söyle sensiz ne yaparım?
Selvi boylum nazlı canım,
Özümden çekildi kanım,
Sızlıyor şimdi sol yanım,
Söyle sensiz ne yaparım?
Yere batsın şu töreler,
Ağıt söylüyor yöreler,
Öksüz kaldı bak buralar,
Söyle sensiz ne yaparım?
Kendini vurdun Zeynep’im,
Anneni yordun Zeynep’im,
Belimi kırdın Zeynep’im,
Söyle sensiz ne yaparım?”
Coşkun MUTLU