- 833 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
SELMA, NUR,AHMET, ZEYNEP ORTAK ÖYKÜ 9. BÖLÜM YAZARI : LABİRENT
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gece boyu yağan yağmuru dinlediler yattıkları yerden. Odanın içinde dolaşan o esrarlı kokuyla doldurdular içlerini. Ne kadar birbirlerinin olduklarını düşündüler her ikisi de gözleri tavanda, sanki konuşmak ister gibi birbirlerinin parmaklarını dolaştılar birlikte, sustular, kıpır kıpır yürekleriyle sessizliği yağmurla birleştirdiler.
Bir çöp varilinin hızla kapanan kapağıyla açtı gözlerini güne Ahmet. Karısı yanında hala uyuyordu ve inanılamayacak kadar güzeldi. Yarı beline kadar bedeni açıktı ve öylece onu seyretti. Evet. Karısı güzel bir dişiydi. Derin bir iç çekti. Onun bedeninde gözlerini dolaştırmaya başladı erkeksi duygularla. Dalgalı saçları ve saçlarının yanında kıvrım elleriyle bembeyaz yastığın üzerinde bir kadını izlemek Ahmet’e müthiş bir haz verdi ve içinden gelen sevgi dalgasıyla eğildi eşinin dudaklarına ve öptü uzun uzun.
Selma gözlerini açtığında eşinin sevgi dolu gözleriyle karşılaştı. “Günaydın” dedi usulca. “Günaydın aşkım” dedi Ahmet. “Uyandırdım mı seni?”, “Evet” dedi Selma. “Ama çok iyi ettin. Aklım çocuklarda. Onları kendi hallerine bıraktık. Üzerleri açılmıştır, kalkıp bakmam gerek” dedi.
Ahmet’in yüzündeki gülümseme büyüdü. “Sen uzan canım, ben bakarım onlara” dedi ve kapıyı açarak çocuklarının odasına yöneldi. Nur ile Zeynep alt alta uyuyorlardı. Sadece Nur’un bir iki kez öksürdüğünü duymuştu gece, alnına elini koydu, hafif ateşi vardı, ancak korkulacak gibi görünmüyordu.
Üzerlerini tekrar kontrol ederek mutfağa geçti. Uzun zamandır yapmadığı şeyi yapmak istiyordu. Hemen ocağa koydu çaydanlığı. Dolapta ekmek olmadığını gördü ve üzerini değiştirerek hızla dışarıya attı kendini ve bir markete giderek alelacele bir şeyler aldı.
Harika bir kahvaltı hazırlamalıydı ailesine. Onlar uyurken yapmalıydı tüm bunları. Sucuk, yumurta ve patates haşlayarak bir şölen oluşturdu çarçabuk.
Mutfaktan gelen mis gibi sucuk kokusunu hisseder hissetmez gözlerini tekrar açmıştı Selma. Olup biteni anlamaya çalıştı ve üzerine sabahlığını giyerek eşinin yanına gitti. Kahvaltı masası çoktan hazırlanmıştı ve Ahmet kızlarının odasında onları öpüp koklayarak uyandırıyordu.
“Hadi benim güzel kraliçelerim. Kalkın bakalım. Acıkmadınız mı yoksa?” deyip onları ayaklandırmıştı. Kızlar babalarının boynuna sarılarak harika bir görüntü oluşturmuşlar ve o şekilde mutfağa taşıttırmışlardı babalarını.
Selma onlar gelene kadar eksikleri tamamlamış, içindeki mutluluk ateşiyle daha bir farklı hale büründürmüştü sofrayı. Neşeli bir kahvaltı ile devam etti gün ve sofradan kalktıklarında vakit öğleyi vurmuştu.
Ne zamandır gezmediklerini, birlikte yürümediklerini hatırladılar birden. Her ikisi de aynı şeyi düşünüyormuşçasına; “Lunapark’a gitmeyeli ne çok oldu” deyiverdiler. Her ikisinin ağzından birlikte çıkan bu söz onları müthiş keyiflendirmişti.
“Peki. O halde hazırlanıyoruz ve öğleden sonra Lunapark’a gidiyoruz” diyerek ortak karar aldılar.
Lunapark’a geldiklerinde Zeynep ile Nur’un yüzündeki gülücük halkaları büyümüştü. Çığlıklar atarak bir o yöne, bir bu yöne koşturup durdular. Gişeden bir tomar jeton aldı Ahmet ve eşine uzattı. “Çok değil mi canım” dedi Selma. Ahmet eşinin gözlerinin içine bakarak; “Çok değil hayatım. Hepimize az bile” dedi ve gülümsedi. Selma bu gülümseyişe aynı şekilde karşılık vermişti ve eşinin ellerine uzanarak sevgi yükledi erkeğinin yüreğine.
Dönme dolap, atlı karınca, çarpışan otolar ve korku tüneli derken jetonlar bitivermişti. Ne güzel bir gündü. Bitmesini istemiyorlardı günün. Lunaparktan çıkarken ellerinde pamuklu şekerle yüzleri gözleri yapış yapış olmuştu. Acıktıklarını hissettiler bir müddet sonra, bir taksiye binerek Lunaparktan çıktılar. Nur annesinin kucağında, Zeynep de babasının ellerini sıkı sıkı tutmuş, bırakmak istemiyordu.
Çok salaş bir yerde harika bir yemek yediler. Yemekte eşinin durgun halini gören Ahmet sebebini sordu. “Bir şeyim yok canım, sadece bu mutluluğu bir daha ne zaman yaşarız merak ettim bir an” dedi.
Ahmet onun bu düşüncesinde ne kadar haklı olduğunu fark etti. İşi ve aldığı ücret nedeniyle bu tür mutlulukları pek yaşayamıyorlardı ve bu durumdan kendisi de şikâyetçiydi zaman zaman.
Eve döndüklerinde kollarında uyuya kalan çocuklarıyla yeni bir geceye sarmaladılar kendilerini. Sıcak bir şeyler hazırladı Selma. “Ben çocukları odasına yatırayım” diyerek kalktı Selma. Bir müddet sonra döndü odaya. Eşi elinde kumanda Tv izliyor, o kanal, bu kanal sörf yapıyordu.
Elindeki kumandayı alarak yanına ilişti. Onu ne kadar çok sevdiğini söylemek istiyordu tekrar tekrar. Yüzüne baktıkça kanı alevleniyor, içindeki deli dalgaları aşırtacak zaman kolluyordu ve o an’dı zaman.
Dudaklarına uzandı usulca, dokunduğu her yeri cennet köşesine çevirdi. Eşinin kolları bedenine sarıldığı an ise yeniden bir fırtına koptu. Ne çok zaman olmuştu sevişmeyeli, oysa bir müddet önce oldukça yorgun ayrılmışlardı birbirlerinden ve doyamıyorlardı birbirlerine.
Aynı yerde yudumladılar birbirlerini. İçlerindeki fırtınaya yol verdiler. Gemiler yüzdürdüler yüreklerinde. Tenlerinde yeşeren sevgi dallarıyla kırlarda çocuklar gibi koştular, yabani meyveler çaldılar sarı bahçelerden ve kimi birbirlerini izlediler, kimi de gizli zirvelerin yamaçlarında iç geçirişlerle ruhlarını birleştirdiler.
Sabah yeniden olmuştu. O gecenin içinden silkinerek hazırlandı Ahmet. Mutfaktan bir şeyler atıştırarak birkaç dakika eşini izledi yatakta. Hep harika görünüyordu eşi. Diri bedenini izledi yeniden. Göğsü kabardı eşinin güzelliği karşısında ve “Ben gidiyorum aşkım” diyerek öptü dudaklarından.
Selma eşinin ellerini bırakmak istemiyordu. Yarı baygın bir halde; “Çabuk dön bana. Nur’u da yarın tekrar hastaneye götürelim, öksürmesi çok canımı sıkıyor” dedi.
Ahmet, “Peki” diyerek çıktı evden. Yol boyu elleri ceplerinde düşündü. Bir çare arıyordu kaç zamandır ve bir değişimin planlarını yapıyordu hep.
İçindeki sarsıntılarla yürüdü, durağa geldiğinde, o insan kalabalığının içine karıştığında daha da büyüdü düşünceleri ve işyerinden içeriye adımını atar atmaz içeride bir misafiri olduğunu söyledi mesai arkadaşlarından biri. “Kim?” dedi.
Bilmediğini söyledi ve kapıyı açtı içeriye girdi. Yan koltukta bir kadın onu bekliyordu. Şaşkınlığı büyüdü, çünkü o kadını daha önce hiç görmemişti.
“Beni bekliyorsunuz sanırım?” dedi mırıldanarak. Kadın; “Evet Ahmet bey. İsmim Suzan. İş yerinizi bulmak zor olmadı. Sizinle bir konu üzerinde görüşeceğim, ancak iş zamanı uygun musunuz? Diye sormadan geldiğim için beni bağışlayın” dedi.
“Personel Müdüründen izin alıp konuşabiliriz” dedi Ahmet. Kadın gözleriyle bu teklifi onayladı ve şirketin Cafe’sine geçtiler.
Rahat bir kadındı Suzan. Elleri bakımlı, yüzü ve teni çok güzeldi. Üzerindeki kıyafet de yabana atılacak cinsten değildi ve duruşuyla birçok erkeği baştan çıkarabilirdi.
“Hemen konuya girelim isterseniz Ahmet bey” dedi kadın. Ahmet bir an kendine geldi. Sanki bir büyünün içinde kaybolmuştu. Uçsuz bucaksız bir denizdi sanki kadının gözleri ve onu dinlerken olacakları tahmin eder gibiydi.
“Eşimi çok seviyorum” dedi kadın. “Ancak 15 yıldır bu mutluluğun meyvesini veremedim ona. Çok tedavi olduk ve ben artık ne yapacağımı bilemiyorum” “Kısa bir süre önce hastane tetkiklerini inceledik. Eşimin çocuk sahibi olması çok zor ve ben bize önerilen her çözüme karşı çıktım. Düşündük, taşındık ve bir evlat sahibi olmak istedik. Geçen gün eşinizin yanında cıvıl cıvıl iki çocuk gördüm. Her ikisi de sağlıklı çocuklar ve ben kız çocuklarına karşı aşırı ilgiliyim. Onları çok iyi şartlarda büyütmeye talibim. İkisi, olmazsa birini kendi çocuğumdan ayırt etmeden yetiştirebilirim ve maddi durumum buna müsait. Eğer razı olursanız bu çocukların geleceğini, istikbalini sağlayabiliriz” dedi.
Ahmet bu şok edici sözler karşısında ne diyeceğini şaşırmıştı. Gizliden gizliye kanadığını hissetti. Ne cevap vereceğini bilemedi. Ayağa kalktı ve böyle bir teklifi beklemediğini mırıldandı.
İzin isteyerek kadından işine döndü Ahmet. Ona bir yanıt verememişti. Kadın arkasından bir müddet baktı ve şirketten ayrıldı. Az sonra kapıyı biri çaldı. Bir kartla içeri giren şirket görevlisiydi ve Ahmet’e bir kart uzatarak çıktı dışarı.
Kartın üzerindeki isimden tanıdı bu kartı isminin Suzan olduğunu anımsadığı kadının verdiğini. Bir müddet önce konuştukları şey çınladı kulaklarında. Evlatlarını düşündü ve içinden bir şeyler akıp geçti.
Durumu eşine de anlatmalıydı. Eli telefona gitti, ancak akşama kadar beklemeyi tercih etti.
SELAHATTİN YETGİN - LABİRENT
YORUMLAR
oofff be bomba gibi hikaye serisi
abisinin birtanesini yürekten kutlarım
canım kardeşim benim
kız sen iyi bir hikayeci olacaksın
bak şuraya ____________________________________ çiziyorum! :)
selamlar jet hızla yollandı kar düşmesi beklenen Bolu dağları eteklerideki abisinin bitanesine...
damada selam süleee :)
Evet, Labirent'in izleri aşikar. Tebrikler..Yeni bir seriye başlayın bence de:)