- 3579 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Aşık Sefil Selimi'ye Dair
Aşık Sefil Selimi(Selimi Üstadın Sağlığında hazırlanan bir çalışma notu)
Mustafa CEYLAN
******************************
Ey canımın canı, gönlümün sultanı! .. Hele bir kulak ver söyleyeceklerime. Olmaz mı? İşte iki binli yıllar içerisindeyiz. Yıllar yılı kendime hep sorup durmuşumdur. Kendimde kendimi kaç kere idam ettim bilmiyorum. İnan sayısını unuttum. Aklım, beyin ovalarımda duygu oklarıyla can veren şehit oldu. Sorularıma bir cevap bulayım diye yoldan yola dolaştım, halden hale girdim. Nice insan dinledim, nice söz işittim. Sabır kuyularına Yusuf misal attım kendimi, söylediler dinledim, yumrukladılar sustum. Neden mi? Hep, içimde beni deli kurtlar gibi yiyen soruma cevap bulayım diye...
Ey canımın çiçeği, gönlümün goncası! ... Bu satırları okurken bana;
-“ Cevabını bulamadığın o soru, nedir ki? ” dediğini duyar gibi oluyorum.
Azcık bekle!
Ne o, “Bekleme! Çabuk söyle! ” mi diyorsun? Anladım, sabırsızsın. En iyisi mi, cevabını aradığım soruyu deyivereyim de, sen de rahatla. Soru şu:
“Türk şiiri, Türkçe ile yaşıt. Aşık tarzı şiir ise; Türk şiirinin özü, mayası... Bu köklü gelenek, Türklerin geçtiği çeşitli coğrafyalardan, medeniyet dairelerinden ve fikir akımlarından süzülüp gelenlerle, Türk mizacının yarattığı unsurları güzel bir terkibe tutarak Türk’ ün dili ile nakış nakış işleyen aşıkların geleneğidir. Bu köklü gelenek; adlarını bile hatırlamadığımız bahşıların, akınların, ozanların geleneğidir. Bu köklü gelenek, Yunus Emrelerin, Köroğluların, Pir Sultanların, Aşık Ömerlerin, Karacaoğlanların, Dadaloğluların, Emrahların geleneğidir. Bu köklü gelenek, Sümmanilerin, Şenliklerin, Veysellerin, Rahmanilerin geleneğidir. (*) ”
-“E ee? Ne var bunda? ” diyorsun değil mi can? Birazcık sabırlı ol dedim ya! Ne kadar acelecesin böyle? Bak, halâ meraklı gözlerle yüzüme bakıyorsun. Esasa gel deyip duruyorsun. Peki, gelelim sözün özüne. Seni daha fazla merakta bırakmayalım gülüm. Sözümüzün kalan kısmını da söyleyelim.
“İşte bu köklü geleneğe, Türk ulusunun kalbini, gönlünü, nabzını canlı, diri ve enerjik tutan “aşıklık geleneği” ne bağlı; o güzelim altın zincirin halkası olan, ama, çağın imkânlarını değerlendiren; zamana ve insanlara, derinliği olan; olaylara ve gördüğü, yaşadığı her şeye tek yönden veya iki yönden bakan değil, çok yönden bakabilen, tefekkür eden, hakikati gören; bir profesör kadar birikimi olan, bir işsiz, aç, sefil kadar gariban olabilen, ama gani gönüllü, dev yürekli, ak alınlı, şahsiyetli, kültürlü, buram buram günümüzde tasavvuf ve hikmet kokan sözlerle haykıran bir halk ozanı var mı? Varsa kimdir o? O nerededir? Nasıldır ve nicedir? Edebiyat tarihçilerinin tekke edebiyatı, halk edebiyatı, kent veya taşra edebiyatı diye ayırıp durduğu, tasnife tuttuğu gönül dünyamızı birleyip harman eden ve ekin ekin savuran birisi var mı?
İşte gözünü sevdiğim sultanım, cevabını aradığım soru bu. Şimdi anladın mı? ”
-“Tamam anladık! Biraz daha açar mısın diyorsun, değil mi? O zaman iyi dinle can!
Çağın tüm imkânlarını kullanacak. Yani, iletişim, elektronik, televizyon, müzik, kaset ve benzerleri...”
-“O o! ! ! Bir çok şair ve halk ozanı var, dediğin gibi olan! ”
-“ Var, var elbette! Hepsi de bizim için çok kıymetliler. Hepsine de saygımız, sevgimiz Toroslar kadar yücedir. Onlar olmazsa kültür pınarımız kurur. Onlarsız yapamayız. Sazlarının telleri, gönüllerinin dillerine kurban olayım hepsinin... Bizi biz yapan, ana dilimiz Türkçe’ yi çok iyi kullanan, haksızlıklar karşısında isyan eden, güzellikler karşısında övgüler düzen, sevgi pınarlarımız onlar. Ama? ”
-“Aması ne? Çabuk söyle! ”
-“Sabırsız dostum benim! Aması şu:
Ustalar ustası Yahya Kemal’ in dediği gibi, “kökü mazide olan bir âti” yi arıyorum ben. Hitap ettiği toplumu alevi, sünni, kürt, Türk vesaire diye ayırmayan, Hakk’ ı halkta bilen birisini. Sonra, bu birlikten hareketle bugünü dünün tecrübesiyle geleceğe taşıyacak birisini. Çağdaş, ama tutucu değil; ilerici ama bölücü ve bozucu değil... Sazının tellerini ustaca kullanan, yüreği, eli, sazı, dili, kalbi birbiriyle barışık olan. En önemlisi, mensup olduğu ulusuyla barışık olan birisini.
Biliyorum, diyeceksin ki, öylesi şair ve halk ozanı da çok sayıda var, diyeceksin. Peki dostum, var, olabilir ama, Yunus, Karacaoğlan, Pirsultan, Dadaloğlu, Köroğlu, Veysel... Ahmet Tufan Şentürk, Tahir Kutsi Makal, Güzide Gülpınar Taranoğlu, İsa Kayacan,...
Tüm bu yıldızlarımızı simgeleyen birisi... Var mı? Var mıydı? Sen söyle bakalım! ! ”
-“Kafam karıştı, ne demek istiyorsun? ”
-“Demem şu: Sazla sözü bir şelâlede birleştiren kültür ırmağının peşindeyim.
O ırmak neredeyse, arayıp bulmalıyım. O ırmağı seyretmeli, sesini duymalıyım. Onun eserlerinin tahlilini yapmalıyım, gönül bahçelerine döşeyeceğim arklarla yalap yalap onun suyunu akıtmalıyım.
Müziği, besteleri kendine özgü olsun. Bir başkasına benzemesin. Sazının telleriyle gönül tellerini bir’ de birlesin. Sazı gönlü olsun, inlesin... Ben konuşayım o dinlesin, o konuşsun sadece ben değil; cümle âlem, var olan mevcudat dinlesin. Kudret kaynağından söylesin sözünü. İlham meleklerinin kanatları, insan ve ışık arasında gidip gelsin de, ışıktan aldığı aşk pırıltılarını insan yüreklerine serpsin.
Bütün Anadolu’ yu, Cennet ülkemizi adım adım gezmiş ve karış karış bilir olsun. Üstelik bir de, iki binli yıllarda kapısından içeri girebilmek için gayretler sarf ettiğimiz Avrupa’ yı görmüş olsun.
Çileyi düşlemiş değil, çile kazanında kaynaya kaynaya kendisini hamlıktan olgunluğa getirmiş olsun. Dünyayı, olayları, meydana gelen bütün gelişmeleri ve zaman süngerinin emip, silip süpürdüklerini unutmamış olsun.
İsyânını içinde yaşadığı ulusa ve onun kutsal bildiği değer ve ölçülere yöneltmemiş, haksızlıklara ve birliği bozucu gelişmelere yöneltmiş birisi olsun.
Hastalarla hasta, ustalarla usta, çocukla çocuk, çırakla çırak olsun. Ama, hakikatin girdabında savrulsun, aşkın alevlerinde kavrulsun. Öğüt versin, yol göstersin. Yasakçı ve korkutucu olmasın. Müjdeci ve rahatlatıcı olsun. Sevgiyle sarsın yürek yaralarımızı...
Kırbaç ve yumruk değil, gül ve tebessüm olsun. Kendini keşfetmiş, kendinde kendini çözmüş; hattâ ölmeden önce ölmüş olsun... Hayat üniversitesinin “Kâmil İnsan” kürsüsünden diploma almakla kalmamış, ışık tufanı olarak doktora yapmış olsun...”
-“O o o o? Nerede öyle ozan? Var mı ki günümüzde? Günümüz maddeci, çıkarcı insanlarla dolu.
-“Vardır elbet! Güzel Rabb’im, yer yüzünü ışıksız bırakır mı? Ben size şah damarınızdan daha yakınım diyen Yüce Mevlâ’m, hiç insanlarını ışık adamsız bırakır mı? Bırakmaz değil mi? İşte, çağlar boyu süren ozan-aşık diye isimlendirdiğimiz insanların altın zincirinin bugünkü halkasını teşkil eden birisi de muhakkak vardır. Aradığım hep o... O kişi... İçimdeki soru da bu, anladın mı güzelim? Bildin mi? ”
-“Bildim, işittim, öğrendim. Bak üstad, bir dostum bana bir kitap göndermiş. Birkaç sayfasını okudum. Hoşuma gitti. İstersen sana vereyim. Bir de sen oku. Bakarsın, aradığın insan bu olur. Ne bileyim. Bel ki de bu kişidir. Sorunun cevabını verecek ozan bu kitabın yazarı olabilir. Ha? Ne dersin? ”
-“Ver bakalım. Yüzlerce kitap okudum. Nice ozan dinledim. Sazı güzel, sözü güzel, kendi güzel... Özü güzelden de güzel ozan olur inşallah! Ve inşallah aradığım ozan bu olur diyerek okuyalım hele...”
-“Kitabın adı oldukça enteresan “YALINKAT”...Yazarı Sefil SELİMİ...
***
-“Ey canımın canı, benim sabırsız dostum. Bana verdiğin kitabı okudum. Hakikaten çok güçlü, muhteşem bir ozan bu. Sefil Selimi... Bak seninle görüşmeyeli, aradan bunca zaman geçti, bu kitabın etkisinden kurtulamadım. Sonunda başladım mı Sefil Selimi hakkında araştırma yapmaya. Kimdir? Nerelidir? Nerede doğmuştur? Kitabının dışındaki şiirleri var mı? Hep bunları araştırdım. Buldum. Bildim. Öğrendim. Sonunda, güzel Allah’ ım, bu güzel ozanla beni karşılaştırdı. Sohbetinde bulundum. Sözünü, sazını dinledim. Çok mutluyum. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Hakikaten, aradığım ozan bu. Sorularımın cevabını bulmuş gibiyim.”
-“Çok mutlu oldum. Bana da anlatır mısın? Ben de öğrenmek isterim.”
-“Dinle o zaman sultanım. Can kulağıyla dinle...”
Sefil Selimi mahlasını kullanan bu güçlü ozanımızın nüfus kütüğündeki adı Ahmet GÜNBULUT... Sivas’ ın Şarkışla ilçesinde fakir bir ailenin evlâdı olarak 26 Ağustos 1933 tarihinde dünyaya gelmiş.
Babası 1910 doğumlu Sarı Ali, annesinin adı Sıdıka. Dedesi Şarkışla’ da Tellal Ahmet Çavuş adıyla tanınmakta...Aslen Yozgat’ tan Şarkışla’ ya gelmiş, “Holdurlar” sülâlesinden. Babaannesi Oluktaş Köyü’ nden.
Yozgat’ tan göç eden “Holdurlar” sülâlesinin bir kolu, Osmaniye’ nin Kırmıtlı Kasabası’ na yerleşmiş. Anneannesi “Gemerekli” lâkabıyla tanınıyor. Adı Fadime olduğu halde, ailesi Gemerek’ ten gelmiş olmalı ki, bu isimle tanınıyor.
Bizim Anadolu böyledir işte gülüm. İnsanlar, soylar, soplar hep bir hoş, bir lâtif soy tanımıyla-lâkap- mahlas- isimle tanınırlar. Siz, çoğu kere o soy kütüğünü tanımlayan ismi söylemezseniz, aradığınıza ulaşamazsınız. Mutlaka her sülâlenin bir tanımı, bir tarifi, meşhur-herkesçe bilinen bir adı vardır. Selimi’ nin sülâlesinin adı da “Holdurlar” işte, anladın mı can?
Gelelim ozanımızın kardeşlerine: İlk ablası Şerife, sonrası ise rahmetli olan Hacer. Hacer’ den sonra bir kardeşi olmuş. Aile ona Ahmet adını vermiş. İşte o Ahmet, babası tarlada rençberlik yaparken beşikte boğulmuş ölmüş. O kardeşin adı yaşasın diye ozanımıza adını vermiş ailesi... Ozanımızın kendinden küçük kardeşleri de var mı diye soracaksın, biliyorum? ! İyisi mi can, sen sormadan ben söyleyivereyim de, sen öğren olur mu?
Ozanımızın kendisinden küçük beş kardeşi daha var. İsimleri ise Mustafa, Hatice, Ayşe, Hülya, Şemseddin... Bu kardeşlerden Hülya rahmetli olmuş. Şimdi anladın mı?
Sefil Selim adıyla bugün, halk şiirimizin zirvesinde bulunan gönül ehli ozanımız işte böyle kalabalık bir ailenin ferdi.
Bu zirve ozanın doğduğu 1930’ lu yıllar Anadolu’ sunu bir bilsen, ah bir bilsen... Hele hele Anadolu köylerini ve köylüsünü... O yıllarda, yol, ışık nerde? Köylerimiz karanlıklar içinde. Köylerimiz ve köylülerimiz yoksul... Bir uçtan bir uca vatan toprağı çileyle yoğrulmakta...
Şarkışlalı tellal Abdullah Çavuş’ un torunu Ahmet’ te bir köy çocuğudur. Doğduğunda kundak bezi bulamazlar da, anasının önlüğüne sararlar bebeyi... Ayağı yer gördüğünde de entari giyer köy çocuğu... O zamanlar, pantolan denen bir giysiyi köy ve köylümüz bilmiyordu bile... Kendine has, yoksulluğuna uygun bir giyim biçimi... Bu biçim, ilkokul yıllarına kadar sürüp gitmiş, anlayacağın can...
Ama sana şu kadarını da deyiverem, bizim köy çocuğu güçlü, gürbüz, biraz da haşarı ha! .. Göze batan bir durumu var. Köy çocuklarının oyun yeri, ya evlerinin damı, ya bağ, ya bahçedir. Veya bilemediniz, kır, dağ başları veya su kenarlarıdır. Hele bir söğüt dalından düdük, karpuz kabuğundan araba yapıldı mı, köy çocuğunun keyfine diyecek olmaz. Bizim gürbüz, oldukça afacan olan Ahmet’imiz de, evlerinin yanındaki tezekler arasında koşup oynarken, Memiş Emmi’ nin göz nazarına çarpılmaz mı? Göz nazarı bu... Memiş Emmi’ nin göz nazarı, kudretten... Çarptı mı şimşek- yıldırım çarpmışa döner insan... Ahmet’ te çarpılır. Çarpılmasıyla yıkılması, yere düşmesi bir olur. Yedi ay bu çarpmanın tesirinden kurtulamaz. Hastalanır, yatar... Ve zayıflar...
İlkokul çağına gelen Ahmet, ele avuca sığmayan, rüzgårla yarış eden, kedi-köpek kovalayan, ayağı yeğnik bir çocuktur. Mahallenin rüzgâr Ahmet’idir adeta... Gönderildiği yere uçarak gider, uçarak gelir. Acil her işe Ahmet koşturulur...Sarı Ali’ nin oğlu, tellal Abdulah Çavuş’ un torunu Ahmet... 1940’ da ilkokula başlar. Başlar ya, bitirmesi güçtür. Tembel, derslerine çalışmayan, haylaz bir çocuk... Ailesi okutmak istiyor. Tam 7 yılda bitirir 5 senelik okulu... Sonra, ailesi onu şimdiki Sivas Lisesi’ nin orta kısmına gönderir. Yatılıdır okul. İki yıl devam eder, ama sonunu getiremez, ayrılır...
16 yaşına geldiğinde, artık köy çocuğu büyümüş delikanlı olmuştur. Köy düğünlerinin baş delikanlılarından birisidir. Gözlerini radar gibi kullanır. Yüreğinin gümbürtüsüne gözleri yol göstermektedir. Düğünlerde “giyimli” kızların peşinde gezinir gözleri...
Köyde İmamgillerin Mahmut Karabulut’ un bir kızı vardır. Ümmügülsüm...
Ümmügülsüm’ ün gözleri mıknatıs olmuş, köy delikanlısı Ahmet’ i manyetik alanına almış, bırakmaz... Yanar Ahmet... Yanar, tutuşur... Sevda baştan aşınca, söz dinlemezmiş. Zaman ve mekân sevdanın gücü karşısında sıfırlanıverir.
Ümmügülsüm, güzeller içinde bir başka güzel. Ahmet’ in can evinde depremler oluşturmakta. Ama, Ahmet’ in ailesi fakir. Gelenek gereği başlık parası veremeyecek durumda. Ne yapsın, ne etsin Ahmet? Bir çare bulmalı, sevdasından yanıp tüttüğü Ümmügülsüm’ üne kavuşmalıdır. Ölçer, biçer. Kendinden büyüklere danışır. Doluya koyar olmaz, boşa koyar dolmaz. Kör olsun fakirliğin gözü... O kör göz zaten güneşi göstermez ya... Fakat, Ahmet bu... Göz, söz dinlemez. Tutar Ümmügülsüm’ ün ellerinden, kaçırır onu...
Kaçarlar ve evlenirler. Olan olmuştur gayri. Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, Ümmügülsüm ve Ahmet evlenmişlerdir...
Köy yeri ne olacak? Hısım, akrabalar bu “kaçırma” hadisesine olumlu bakmazlar. Suratları asılır ve onlara küserler. Ahmet’’le hiç konuşmazlar...
Bir iken iki olmuştur. Daha üç-beş olacaktır. Sevgi paylaşıldıkça çoğalırmış. Lâkin, sade ve tek başına aşk kimi zaman yetmiyor. Geçim derdi var. Aş, ekmek kaygısı düştü mü ensenin tam ortasına, adamı iki büklüm eder vallahi. Hayat bir “kirmen” gibi çevirir insanı. O nedenle de ayakta kalmak ve yıkılmamak gerek. Ne yapsın Ahmet, geçim derdiyle gider terzi Ömer Karslıoğlu’ nun yanına çırak durur. Terzi çırağının çocukları da olmuştur. Kadriye ve İsmet...
Terzi çırağı tam dört-beş yıl terzilik yapar. Çıraklıktan ustalığa doğru adım atmış, tecrübe kazanmıştır. Ustalaşmıştır.
Askerlik “celbi” tutuşturulur eline... Vatan görevidir, asla ihmale gelmez. Gider askere. Eşini, çocuklarını sılada bırakır, askerlik görevine başlar. Sivillikte terzi olduğu için, askerlikte de ona görev yaptığı bölüğün terzilik görevi verilir. Askerlerin söküklerini diker. Komutan elbiselerini diker ve ütüler... Bölük terzisi Ahmet, bu sırada iyi sayılabilecek miktarda para da kazanır. Evden, ata ocağından bir kuruş para istemez. Hoş istese de sıladakiler zaten fakirdiler, ona tek kuruş gönderemezlerdi ya... Askerlik sırasında, köye yazdığı mektupla sadece bir kere para istemiş olup, o da sadece 30-40 liradır.
1956 yılında askerlik görevi biter ve terhis olur Ahmet...
Döner sılasına. Ahbapların yardımıyla bir terzi dükkânı açar. Çoluk çocuğunu ve eşini de babasıgilin yanından alır, yani baba ocağından ayrılır ve kendi evini kurar. Fakir olan ailesinden, bu ayrılış sırasında bir hasır, yarım torba un, birkaç da minder alır. Alacak başka bir şey bulamaz. Çünkü, eşini kaçırmıştır, o sebeple, cehiz-mehiz yoktur. Baba ocağı da yoksuldur.
Şarkışla’ya yerleşmiş göçmenlerden Salim Ağa’ nın tek atlı arabasını 25 liraya tutar. Tuttuğu evin yanındadır Salim Ağa’ nın evi de...
Şarkışlalı terzi Ahmet, artık kendi ayakları üzerinde dik durmak zorundadır. Gece gündüz çalışmaya başlar. Şarkışla’ da Radar’ da çalışan subaylarla arası iyidir. Onların terziliğini yapar. Subay hanımlarının manto ve tayyörlerini diker. Bu sayede de geliri iyidir ve geçimi de rahattır.
Terzi Ahmet’ e terzilik mesleği ile edindiği kazanç az gelmeye başlar. En iyisi mi bir başka ticaret yapmak diye düşünür.
Can gülüm, hangi ticaret mi diyorsun? Sabırsızlığın gene nüksetti. Bekle bakalım bir. Anlatıyoruz ya işte. Hem sonra, şimdi anlatacağım hadise karşısında şaşıracağını biliyorum.
Bak canım, terzilikten domates tüccarlığına atlarsa bir insan ne olur? Gülüyorsun değil mi? Gülme! Dinle hele...
Bizim Terzi Ahmet, Kayadibi’ nden Şevket ve Halit’ in arabasıyla Adana’ dan domates getirmeye karar verir. Şarkışla’ da domates iyi para etmektedir. Domatesleri yüklerler Adana’ dan, düşerler yola... Kayseri’ nin İncesu ilçesi yakınlarında kamyonları devrilmez mi? Tabii ki bir kamyon domates de serpilir yola, telef olur. İşte domates ticareti çok büyük zararla sona erer Terzi Ahmet’ in...
Yıl 1959-60’ lara varıp bağdaş kurmuştur.
Terzi Ahmet’ in ömür halısı zaman tezgâhında dokunmaya devam etmektedir.
Sabretmene hayran kaldım. Fakat, sorgucu gözlerle yüzüme bakıp, ağzımdan dökülenleri dinlediğini biliyorum. Bana bu ozan, ne zaman ozanlığa başlayacak? Saz bu öykünün hangi diliminde gelecek? Diye içinden yığın yığın sorular aktardığını anlıyorum. Susmana da bu yüzden şaşırıyor ve hayran kaldığımı ifade ediyorum. Bak can dost, senin bu şekilde susman benim anlatma ihtiyacımı kamçılıyor. Dinleyeni iyi olan sohbetin koyuluğu da has olur hani... İçinden geçirdiğin soruların cevabını az sonra alacaksın. Biraz daha sabır, olur mu?
Evinin sultanı, çok sevdiği çocuklarının anası Ümmügülsüm’ e bir hâl olmuş, hastalanmıştır. Birdenbire düşüp bayılmakta, saatlerce de kendine gelip ayıkamamaktadır. Bir kara buluttur çöker terzi Ahmet Günbulut’ un evine, barkına, ocağına ve canevine... Gün, artık buluttan sıyrılıp ışıtmamakta, kara bulutların ardında saklı durmaktadır. Gün yoktur, bulutun en zifirisi gelip, iki yakasına yapışmıştır. Evde eş rahatsızlandı mı, bizim Anadolu köylüsünün yıkımı demektir.
Bir çok doktora götürür Ümmügülsüm’ ünü Ahmet.... Baş vurmadık kapı bırakmaz. Hiç birisinden şifa bulamazlar.
Tıbbın ve ilâçların tesiri hep yetersiz kalır. Ümmügülsüm’ ün bu hastalığının tedavisi için, terzi dükkânında ne var, ne yoksa hepsini satar. Satar ya, çare de bulamaz.
Şarkışla’ daki tanıdıkları Ahmet’ in bu halini gördükçe üzülürler. Ona bir de, bu hastalığın tedavisi için, işin manevi yönde araştırma yapmasını tavsiye ederler. Baba dostu, ayakkabıcı Vehbi Usta, Ahmet’ e, Kadılı’ da Ahmet Ağa’ nın oğlu Çoban Mehmet adında manevi etkisi yüksek olan bir insandan bahseder. Hattâ, kendi hanımıyla Ümmügülsüm’ ün Çoban Mehmat’ e bir görünüp gelmelerini söyler. Terzi Ahmet’ in başkaca bir çaresi de kalmamıştır. Umut bu ya... Ne olur ne olmaz? Ya Mevlâ böyle takdir etti ise?
Göndermedim, bana önerilen yere tedavi için keşke gönderseydim dememek için, ertesi gün, ayakkabıcı Vehbi Usta’ nın hanımıyla birlikte Ümmügülsüm’ ü Kadılı’ ya gönderir.
Çoban Mehmet, muskacı veya üfürükçü değildir. İki hanım o geceyi Kadılı’ da geçirirler. Manevi etkisi olduğu söylenilen Çoban Mehmet, Ümmügülsüm’ e bir şeker verir ve yemesini söyler. “Kızım sen geldin ya, kocan da gelir.” Der.
Manevi yönden eşinin hastalığına çare arayan Ahmet, Gemerek’ in Saraç Köyünden bir hoca getirir eve. Muskacı hocayı karşısında gören eşi, itiraz eder ve “Ben gideceğim yere gittim. Çaremi buldum. Bu hocayı niye getirdin? ” diye söylenir... Ve o hocanın o gece yazdığı muskaları sabah ateşe atar ve yakar...
Çoban Mehmet’ in manevi etkisi kısa zamanda belli olur. Ümmügülsüm iyileşmeye başlamıştır.
Terzi Ahmet, bu duruma bir yandan sevinir, öte yandan da Çoban Mehmet’ i merak etmeye başlar. Nedir, ne değildir diye düşünür ve bir de ben gidip göreyim onu der. On-onbeş gün sonra gider Kadılı’ ya. Varır Çoban Mehmet’ in yanına...
Daha içeri girer girmez Çoban Mehmet “Aleykümselâm Ahmet! ” deyiverir. Der ya, Ahmet’ in yanında kimse de yok ki, o adama, adını söylemiş olsun. Tam bunu düşünürken bir ses daha eklenir.
-“Terzi merhaba! ”
Bizim terzi Ahmet, meraktan kudurur... Çoban Mehmet konuştukça, Ahmet’ in ruh kökünde fırtınalar oluşturur. Girdapları açar açar... Normal bir insan değildir karşısındaki. Koskoca tır’ları çekecek bir beyin... Okyanusları çalkalayacak bir akıl... Ahmet, zamanı şaşırmıştır. Kolundaki saatin nasıl döndüğüne bile inanamaz. Bir ilerde bin yıl, bir yerinde... Adam konuştukça zaman genişlemekte, mekân renkten renge, boyuttan boyuta geçmektedir. Tecelliyat ilmine vakıf, tefekkür denizinin dalgası... İdrak ve şuur, ilim ve ihlâsın kervanında ne güzel durmaktadır. Gönül tahtına oturan bir sultandır Çoban Mehmet... Gecenin en ileri saatine kadar yaptığı sohbet, ballar balıdır ve Ahmet’ in kovanını yağma etmiştir. Bir güneş yağmurudur ki, iç dehlizlerin en ince noktalarına kadar ulaşıp ışıtmaktadır. Kelam ilminin, kâmil sözcüsü. Sözcükleri imbikten süzülürcesine saf, samimi ve duru. Gönle döküldükçe, gönül tarlasında milyon başak ve filiz yeşertiyor.
O geceyi orda, Çoban Mehmet’in gönül evinde geçirir. Uykusu kaçmıştır. Sabaha kadar, sorgular kendini. Aradığını bulmuş mudur acaba? Bu köyde, bu yerde ve bu adam... Adı Çoban Mehmet... Nerede, nasıl yetiştirdi, kim bilir kendini? .. Okyanus kadar büyük, Himalaya kadar yüksek. Ya bu cazibe. İnsanı alıp, çalkalayan düşünce. Ya bu beyinde patlatılan dinamitler... Ya bu, düşünce ufkunda çarpan şimşekler? Bütün bu sorularla sabahı sabah eder...
Ertesi gün yolcu eder konuklarını çoban Mehmet. Aslında yolcu etmemekte, kendisinden öteye gönderirken kendisine çekmekte, kendisinde o gönülleri mıhlamaktadır. Ahmet, “senden gidiş, sana gelişin taa kendisidir” diye düşünür.
Öyle de olur.
Bir müddet sonra, eşi iyice iyileşen Ahmet, bu muhterem insanı tekrar ziyaret etmek ister. Çünkü, manânın dayanılmaz çekiciliğine kaptırmıştır kendini. Maddeye hükmeden manâ... Madde ne ki? ... Hastalıkların sebebi de manâsızlık değil mi? Tüm dertlerin dermanı, insanın kendinde. Hastalıkta insan da, ilâç da. Çare de...Manâ olmasaydı, yani şekerin tadı olmasaydı, şeker neye benzerdi ki. Sadece posa... Moralin bozuk mu, dünyanın en güzel kaftanını giysen kaç para? .. Ağzının tadı mı yok, iç ahengin yerinde değil mi, yeryüzünün en tatlı yemeğini yesen ne fayda? Öyle değil mi?
Manâ iklimi sarıp sarmaladığında insanı, insan yüceleşir. Melekten üstün olur, nefs ve şeytanı yok eder. Dili ağız zindanına tıkar, görülmezleri gösterir. İblisin iflas ilânıdır manâ... İnsanda insanı kazandıran, kâr üstü kazançtır...
Kadılı yollarının çağrısını duyar Ahmet... Her ne olursa olsun, bu çağrıya uymak zorunda hisseder kendini.
Çoban Mehmet isimli bu ulu zatı ziyaret ettiğinde bir de ne görsün? Çoban Mehmet, ayakları felçli olduğundan yatağında sırt üstü yatmış vaziyette. İlkokul çağındaki çocuklar onun etrafında pervane. O, “Hadi söyleyin bakalım! ” dediğinde, çocuklar ellerini kulaklarına atıp, türkü söylemiyorlar mı? Bütün bu olanları hayranlıkla izler Ahmet...
Çoban Mehmet 1931 doğumludur. Aynı zamanda ümmidir de... Evli,üçü erkek altı çocuk babasıdır. Halk onu ermiş ve keramet ehli olarak bilmektedir. Ayakları felçli olduğundan, on yedi yıl yatakta tutsak kalmış bir insan. Doktorların, ölünceye kadar böyle yatalak kalırsın demelerine rağmen, ne hikmettir bilinmez, birdenbire doğrulup, yürümeye başlayan birisi...
Evi, bir gönül dergâhı... Kendisi saz çalmıyor ama, saz çalmasını bilenlere evinde saz çaldırıyor. Hattâ o küçük çocukların çaldığı sazı bile dinlemekte... Sohbetlerine doyum olmayan bir manâ eri. Kutup insan... Battal Gazi ve Eba Müslim menkıbelerini anlatmaktan, geçmiş asırların unutturamadığı ozanların dizelerini okumaktan büyük zevk alan birisi... Şiire, sanata, güzel söze düşkün bir gönül sultanı. Işık tufanı... Sohbet meclislerini şiirle, sazla, güzel ve hikmetli sözlerle zenginleştiren bir güzel insan. Ona Mehmet Can adını vermiş, o yörenin insanları. Can ki, gerçek can...
ALTIN ZİNCİRİN HALKASI SEFİL SELİMİ
Ey canımın canı! Şimdi can kulağıyla dinle beni... Sana anlatacaklarım çok önemli... Gönül kitabının unutulmaz sayfalarını açıyorum işte...
Sevgi dolu yüreğinin kapısını sürekli açık tuttuğundan sana konuşuyor, diyeceklerimi sana söylüyorum.
Bizim Sefil Selimi, bana göre kutlu bir halkanın devamı. Bir altın zincirin Veysel’ den sonra gelen en önemli halkasıdır.
Türk Halk Şiiri’ nin altın zincirinin Aşık Veysel’ den sonra en önemli halkası bana göre Sefil Selimi’ dir. Elbette ki, bu halka sonsuza kadar, yüce milletimiz var oldukça mevcudiyetini devam ettirecek ve yeni yeni halkalarla gelecek çağlara uzanacaktır.
Kimimizin “aşık”, kimimizin “ozan”, kimilerinin de “saz şairi” olarak isim verdiğimiz bu insanlar, sazlarının telleriyle gönül dillerini ve halk kültürünü harman edip, ekin ekin savuran kimselerdir.
Edebiyat tarihçileri, bizim asil ve necip milletimizin tarih sahnesine çıktığı Orta Asya’ daki o ilk-millet-ulus olma noktasına çıkışla birlikte bu altın zinciri başlatırlar. Başlatırlar ya, esas kaynaktan çağıl çağıl akış Büyük Yunus Emre ile daha bir unutulmaz noktalara varır. 13. Yüzyıldan bugüne değin, bu zincir halka halka uzanıp gelmiştir. Cihana nam salan, barışın, huzurun, hoş görünün ve sevginin ulusu Türk’ ün nabzıdır, yüreğidir bu güzelim gelenek. Arı, duru, anamızın ak sütü kadar ak ve berrak dilimizi işleye işleye gelecek yüzyıllara taşıyan canlı, diri bir aksiyondur.
14. Yüzyılda Hacı Bayram-ı Veli ve Hacı Bektaş_ı Velilerimizin tutuşturduğu aşk ateşi, yürek yürek daha nice uzak zamanlara taşınacaktır.
15. Yüzyılda Eşrefoğlu, Kaygusuz Apdal, Aşık İbrahim Tennuri, Hamidi gibi güzel insanlarla devam eden gelenek,
16. Yüzyılda Kul Mehmet, Muhiddin Abdal, Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Nizamoğlu ve Kazak Abdal’’la birlikte Aşık Garip ve Köroğlu gibi efsaneleri de gündemimize getirmiştir.
16. Yüzyılda Kerem Dede, Katibi, Gevheri, Gedayi, Aşık Ömer, Karacaoğlan, Ercişli Emrah’ la en verimli dönemini yaşamış ve
17. Yüzyılda, Kul Nesimi ve Himmet gibi ozanlarla da renklenmiştir.
18. Yüzyılda Mecnuni, Pir Mehmet, Bursalı Aşık Halil gibi halkalarla zincir varlığını devam ettirmiş ve
19. Yüzyılda Seyrani, Erzurumlu Emrah, Dertli, Sümmani, Ruhsati, Dadaloğlu, Bayburtlu Zihni, Deli Boran, Tokatlı Nuri, Gündeşlioğlu gibi parlak simalarla gönüllerimizde taht kurmaya devam etmiştir.
20.Yüzyılda Kağızmanlı Hıfzı, Derdiçok, Yusufelili Huzuri, Aşık Veysel... Ve günümüzde de işte bizim ozanımız Sefil Selimi...
Halka böylesine güzel ve pırıltılarla dolu. Neresinden bakarsak bakalım, göz bebeğimizden ruhumuza uzanan ışık yağmuru bu...
Bu ışık yağmuru ki, bizi biz eden değerler manzumesi... Bu ışık yağmuru ki, kalbimiz, aklımız, gönlümüz, her şeyimiz...
Bak can, bizim Selimi, bu zincirdeki bazı halkalar için neler demiş? Merak etmiyor musun? Ediyorsan, sana birkaç örnek vereyim. Olur mu?
Ozanımız Selimi, “ilahi varlığın sır tutmuş kabı” dediği Ruhsati için bak neler demiş?
RUHSATİ BABA
Nasıl bir aşıktır derseniz eğer
Pirden destur almış Ruhsati Baba
Kıymetini bilen azımış meğer
Dünyaya bir gelmiş Ruhsati Baba
İlahi varlığın sır tutmuş kabı
Her zaman özünde taşımış Rabb’ ı
Hiç kimse içmemiş içtiği âbı
Aşk sarhoşu olmuş Ruhsati Baba.
Çürük tahtalara çivi çakmamış
Deryayımış kenarını yıkmamış
Kendi aleminden dışa çıkmamış
Yaradanı bulmuş Ruhsati Baba.
Çanak çömlek değil çerçöp belleme
O bir dervişandır postun elleme
Yemin ederim ki kendi kelleme
Ummanlara dalmış Ruhsati Baba.
Ham insan uzak Mevlâ aşığı
Can gözünün feri ahret ışığı
Sanat sarayının altın eşiği
Eskimeden kalmış Ruhsati Baba.
Meşkle muhabbetle coşmuş da coşmuş
Sevgi potasında hal olmuş pişmiş
Mürüvet denilen varlığa düşmüş
Doldukça da dolmuş Ruhsati Baba.
Yazı tarif etmez söz tarif etmez
Anlatmak ne mümkün çünkü güç yetmez
Aklımdan gitse de gönlümden gitmez
Sevilmeyi bilmiş Ruhsati Baba.
Kangal kazsıdır Deliktaş Köyü
Sivas ilimizin manevi suyu
Huzuruna geldik görelim deyi
Gizli haber salmış Ruhsati Baba.
Ben onu seslerim o beni sesler
Bomboş yüreğimi döşeyip süsler
Bu Sefil Selimi sırtını yaslar
Tadından tad çalmış Ruhsati Baba.
Ozan böyledir işte. Gerçek ozan, ustasını asla unutmaz. Ustası, kendinden önceki halkayı teşkil etmektedir. Ustalara saygı duymayan insan ozan olamaz. Saz çalsa neye yarar ki? Boşunadır, o saygısızların çalıp söyledikleri. Kendinden öncekilere saygı göstermeyen, gününden ve gelecekten de saygı beklemesin. Usta-çırak ilişkisi, bizim aşıklık geleneğimizin en vaz geçilmez özelliğidir. Büyüklerinin yaşadıklarından, eserlerinden hız ve ilham almamış kişi, bozkırdaki yipelek otuna benzer. Rüzgârın önünde bir o yana, bir bu yana... Ömrü uzun olmaz. Bir mevsim bile dayanamaz. Ustaya dayanan, ustadan el alan, öğüt alan ise, sırtını sağlam dağa dayamıştır. Tohum verimli toprağa serpilmiştir yani... Ozanımız Sefil Selimi, sefilliği ziynetlerle dolu bir hırka olarak üzerinde taşırken, ustalara gösterdiği o hiç eksilmeyen saygı ve hürmetle hırkasını süslemektedir. Şiirlerinde, iki ustasını Veysel ve Ruhsati için bak neler söylemiş? Gel birlikte okuyalım... Hem de 2001 model, dumanı üstünde şiirler... Ne dersin? okuyalım mı? Hadi dinle o zaman! ..
“Kâinat adını alan bu yerin
Küresinde Aşık Veysel, Ruhsati.
Benden sorun amma siz karar verin
Neresinde Aşık Veysel, Ruhsati?
Aşıklık kültürü süregeldikçe,
Türküler söylenip, sazlar çaldıkça
Şiirler okunup, şölen oldukça
Töresinde Aşık Veysel, Ruhsati.
Türkçemiz var iken, dil söz tutarken,
Güneş ufuklardan doğup batarken,
Gündüzler başlayıp gece biterken
Süresinde Aşık Veysel, Ruhsati.
Çevrede tanındı, sedleri aştı
Kabına sığmadı her yöne taştı,
Onları dinleyen feyz aldı, coştu
Yöresinde Aşık Veysel, Ruhsati.
Kendisinden evlâ gördü her ferdi,
Bölücülük eden cahili yerdi,
İnsanca yaşamak öğüdü verdi
Sırasında Aşık Veysel, Ruhsati.
Pir Sultan topluma ne verdi, aldı?
Bazı beyinlerde tereddüt kaldı,
Aydın gönüllerde göz feri oldu
Çırasında Aşık Veysel, Ruhsati.
Şu âlem, bu âlem her yanında biz,
Aynı cana sahip sır yönünde siz,
Sefil Selimi’ den “Bir” yönünde söz
Arasında Aşık Veysel, Ruhsati.”
27.04.2001
“Eskimez, yıpranmaz, ekşimez, kokmaz
Sulardan da pakdır Ruhsati, Veysel...
Büyüğü, küçüğü, pek sever yıkmaz
Emsalleri yoktur Ruhsati, Veysel.
Türkiye içinde, sınır dışında
Kültür alanında sanat peşinde
Aşıklar saz çalar kabri başında
Yeryüzünde tekdir Ruhsati, Veysel.
Sivas’ın adını yaydı duyurdu
Fark görmedi her canlıyı kayırdı.
İkisi de “halkı sevin” buyurdu
Şüphesiz ki yekdir Ruhsati, Veysel.
Saz söz âleminde besbelli sesi
Toprağı deş de bak, gelir nefesi
Duygunun, saygının başında fesi
Gökyüzünden akdır Ruhsati, Veysel.
Kibirsiz ve nazik, gurursuz kinsiz
İkilik bilmezler, şeytansız-cinsiz
Öldü zannetmeyin hayatı sonsuz
Varılacak kattır Ruhsati, Veysel.
Bu aciz görüşüm bağlamaz seni
Açık seçik orta yerde her yönü
Yaşadığı günden daha da yeni
Taze hüviyettir Ruhsati, Veysel
Sefil Selimi’ye elzem ve gerçek
Hepimize lâzım öyle bir yürek
Sema çökmüş olsa, vurulsa direk
O türlü kuvvettir Ruhsati, Veysel.”
27-4-2001
Nasıl? Haklıyım değil mi söylediklerimde? Ustalarına bu kadar candan, yürekten bağlı ve saygılı olan Sefil Selimi’ mizi de elbette gelecek çağların ozanları övecek, çalıp söyleyeceklerdir. Zaten, bizim şu sohbetimiz de bir kitap olarak yayınlandığında, gelecek nesillere kalmayacak mı? Ne demişler? “Söz uçar, yazı kalır.” Öyle ya, bu satırlar, Selimi gibi, muhteşem bir gönül sahibi ozanı da, ustalarınca yaşatmak için çığrışıp duracaklar. Harf harf, satır satır seslenecekler acımasız zamanın tıkalı kulaklarına...
Selimi, sadece ustalara değil, bütünüyle mevcudata saygılı bir ozandır. Yüce Rabb’ in yarattığı her şeye, görünen-görünmeyen tüm var olana saygılıdır. Çünkü onda Yunus’ un “Yaradılanı severim,Yaradan’ dan ötürü” anlayışı vardır. Dolayısiyle, kendinden çok küçük yaştakilere dahi en derin saygı duyan eşi bulunmaz bir gönle sahiptir. Şiirlerindeki derinlik ve ufuk işte bu kaynaktan neşet etmektedir.
Yaa işte böyle gönlümün sultanı...
Bu sebeple altın zincirin Veysel’ den sonraki halkası olan bir ozanın yüreği ve aklı da böyle olur işte...
SEFİL SELİMİ’ DEN ALTIN DEĞERİNDE MANİLER
Üstad Sefil Selimi, altın değerinde cinaslı maniler kaleme almıştır. Kaleme aldığı manilerinde diğer tüm şiirlerinde görüldüğü gibi, derin ve etkileyici tasavvuf dalgaları bulunmaktadır.
Ozanın kişilik yapısı bu manilere de doğrudan yansımıştır. Sözünü kimseden sakınmayan, gerçekleri bir kırbaç gibi insanın yüzüne vuran kişiliği bu cinas yüklü manilerde ön plana çıkmaktadır. Orta Anadolu’ nun bozkırında esen ayazlar misali, onun söylemleri bir anda yüzünüze vurmakta, oradan da içinizin iklimlerine şekil vermektedir. Yol gösterici ve öğütçü yanını asla elden bırakmaz.
Bakınız ozanımızın dumanı üstünde maniler zincirini sizlere takdim etmeye çalışayım da, tespitlerimde ne kadar haklı olduğumu görünüz.
“Yol uğrattık bu dağa
Can dayanmaz bu dağa
Susadık su içerken
At bağladık budağa
Bileği vur bıçağa
Ayak uydur bu çağa
Seversen bir güzel sev
Gönül verme alçağa
Seçtik karayı, ağı
Suya sarkıttık ağı
Öyle bir gün geldi ki
Halka yutturdu ağı.
Kışın rastladım çığa
Düştü kaçtım açığa
Akıl yorup sır verme
Aklı baştan kaçığa
Yük yükledik kızağa
Gittik geldik uzağa
Sefil Selimi göz aç
Sakın düşme tuzağa
25-4-2001
Hırsız tıktılar bağa
Tutup bağladık bağa
Saçını hep kazıdık
Başı döndü kabağa.
Soğan doğradık yağa
Dilerim rahmet yağa
Dostlarım başa bakar
Düşman bakar ayağa.
Bu yıl bostan belledik
Dersimizi belledik
Kuzuyu koyuna kattık
Kulağını bel’ledik.
Sağ ol canım çok yaşa
Kış yaz oturma yaşa
Aynı gün doğan ikiz
Tarih olur yaş yaşa.
Kim okuya, kim bile?
Üç kişi gittik bile
İnsan hataya düşer
Göz görüp bile bile.
Libas yatır ütüye
Kuşlar muhtaçtır tüye
Suçluya kelepçe vur
Fırsat kollar ki tüye.
Güldür fakir naçarı
Ağlatma yaş saçarı
Sefil Selimi kolla
Gönlü sana açarı
30-4-2001
Tezim var içerikli
Kolamız iç erikli
Bizim köye gidelim
Köyümüz İç Erikli.
Seni sevdim enişte
Frene bas “enişte”
Arabada oturma
En işte be en işte.
Gözü peke koç ağa
Uçağa bin uçağa
El oğlu beyden yaman
Yaka verme kaçağa.
Der eden yuka dere
Vardık gül dere dere
Bölüp ayırmak kötü
İnsanlar insan dere.
Vücut üstünde deri
Gönül taşır kaderi
Beni benden saklar
Özümdeki Hak deri.
Anam aş yapar yerdik
Fazla yiyeni yerdik
Ölmedik çok çiğnendik
Sonunda zati yerdik.
Çalgıcı çalgı çaldı,
Yücelmedi alçaldı
Sefil Selimi’yi gördü
Dudağına al çaldı.
1-5-2001
Kervan yürür it ürer
Yapraklanır oy ürer
Pek çoğu gider yaya
Yolcu yolda at sürer.
“Yeyip” içtiğim acı
Evvel sen sana acı
Gönül ister hoş olsun
Köy kasaba ilacı.
Bal yapar balcı arı
Pay almışım pay yarı
Sefil Selimi sordu
Nerde aşkın diyarı?
Bugün geldik yüz yüze
Deryada yüze yüze
Cahiller aşık sevmez
Bekler derimi yüze.
Biraz ağzını kapa
Seyreden hisse kapa
Yağmur yağa, su dola
Göletlere ve Kap’a.
Sizler ince, ben kaba
Dönmüşüm bakır kaba
Açık seçik yaşarım
Girdi sanma nikaba.
Güzellik taşıyor yaz
Seyret birer birer yaz.
Güzün, kışın soğuktur
Kulak düşürür ayaz.
Orman yarısı koru,
Derler yeşili koru.
Sefil Selimi yanar
Dıştan görünmez koru.
1-5-2001
Aklım imanıma eş,
Kendi nefsinle güreş.
Ben yiğidim diyorsan,
Kabrini elinle eş.
Uyuyanlar görür düş,
Bir kâmil eline düş.
Akıl, fikir almasın,
Ne Fikriye ne Be,düş.
Evliyi ve bekarı,
Tutar kazancı, karı.
Sözü yabana atma
Sel olur dağın karı.
İriye de Kos koca,
Çulu dövdür tokaca.
Hanım evde iş görür
Ekmeğe koşar koca.
Sefil Selimi’den tez,
Olmalı herkesten tez.
Dağda eser fırtına
Ya eve gel ya da tez
1-5-2001
Yeleklerde var çıt çıt
Konuşma,çıkartma çıt.
Odun kırsan eder küt,
Çubuk kırılır der: çıt.
Doktorluk okulu Tıp.
Damlalar düşer tıp, tıp.
Aynı duyguyu taşı
Çirkin huyları atıp.
Elimde kaşık sapı,
Kağnıyla çektik sapı.
Viraj viraj dolaştık,
Sap dedim duymaz “sap”ı.
Çiviyi çakar keser,
Sancı soluğum keser.
Sevdiğine mektup yaz
Yazmazsan umut keser.
Saydım kırkdokuz elli,
İnsan ayaklı elli.
Diyar diyar dolaştım,
Herkes başka bir el-li.
Gönül kurban adadı,
Payı dağıttı dadı.
Bedava her ne olsa
Balı aratmaz dadı.
Yayvandır sini, leğen;
Eşler fazla gül eğen.
Etek öper, gaf yapar
Boyun büken, bel eğen.
Kalıçla nohut biçtim,
Tartarak baha biçtim.
Geçmişte terzi idim
Kumarı kesip, biçtim.
Gemiyle deniz geçtim,
Kendi kendimden geçtim.
Sefil Selimi’yem ben
Rakibi kolay geçtim.
1-5-2001
İpek böceği kurdu,
İnce koza dokurdu.
Beyaz bina içinde
Ne yazar ne okurdu.
Şişe ağzında tapa,
Kulak verdim tap tapa.
Zalim şeytan arada
Koymaz kul Hak’ka tapa.
Başımda sert yel eser,
Kültürüne katar eser.
Ayrı ayrı tanımaz
Bu eser ki ülkeser.
Düşünüp farkına var,
Sevenin yanına var.
Herkeste neler varsa
Bizde de aynısı var.
Yürü yol tepe tepe,
Dağın dik yeri tepe.
Falan ahıra girdi
Az kaldı katır tepe.
Deryada bindik sala,
Köpükler sala sala.
Sefil Selimi düşün
Herkes konur o sala.
1-5-2001
Ve şiirler:
KELEBEK
Diyeceğim pek çok zamana sığmaz
Gezdiğin her yerde gez be kelebek
Her insana kıymet vermeye değmez
Unutma bir yana yaz be kelebek.
İnsanlardan kaçış günü batışı
Gece üstümüze uyku atışı
Ben seni taşıyım sen beni taşı
Yemin ederim ki söz be kelebek
Telvesiz tortusuz şu kahvemi iç
Tesbihimi hoş gör manasını seç
Satır satır oku perdesini aç
Haksızsam derimi yüz be kelebek
Katiyen bulunmaz sizlerde yalan
Bizlerde kahbelik,bizlerde yalan
Sefil Seilimiyim yüzlerde yalan
Sizdeki tertemiz öz be kelebek
Boyumuzu aşar kazdığım kazı
Nemrudun gözünü kapatır tozu
Mukayese ettim sizlerle bizi
Bizden üstünsünüz siz be kelebek
25-01-2000
KELEBEK
Bir çıkmaza girdim takıldım kaldım
Yardım et işlerim zor be kelebek
Çok vahşetler gördüm yıkıldım kaldım
Sen halden anlarsın dur be kelebek
Zamanınız kısa yolunuz uzun
Kafa kol kırmayan kolunuz uzun
Suskun yaşarsınız dilimiz uzun
Soruma bir cevap ver be kelebek
Güneşin batışı ayın batışı
İnsanlardan kaçış matem tutuşu
Sizlerde ömürün çabuk bitişi
İnsanlığa çok şey der be kelebek
Hayat tarzınızın gizli her yönü
Allaha tam uyar bugünü dünü
Tanrının kuranın islamlık dini
Sizlerin gönlünde var be kelebek
Sıkıntı vermeden zarar vermeden
Çalmadan çırpmadan insan vurmadan
Ne hapise ne mezara girmeden
Sefil Selimiyi sor be kelebek
25-01-2000
GÖÇ BE KELEBEK
Size hayvan diyen hayvandan sakın
Hele ki insandan kaç be kelebek
Dünyayı seyir et etrafa bakın
Doğruyu yanlışı seç be kelebek
Sapık kimselerin gölgesinden kork
Tuzağına düşme dalgasından kork
Katilin katliam bölgesinden kork
Yere konma gökte uç be kelebek
Bir dost bulamamış Kul Himmet usta
Pir Sultan asılmış Aşıklar yasta
Otuz yedi kişi yandı Sivasta
Göz yaşımı doldur iç be kelebek
Geleceğe dair hesabınız yok
Biz insanız size borçlarımız çok
Durma bir an evvel gök kubbeye çık
Dünyada yaşamak suç be kelebek
İnsan oğluyunan olma yan yana
Sen kendini kurtar acıma bana
Sefil Selimiden nasihat sana
Kimsesiz yerlere göç be kelebek
25-01-2000
KOPSUN
Terörist guruplar mutlaka ölsün
Kökleri kurusun kafası kopsun
Kainatta herkes yaşıya bilsin
Pislikler çürüsün kellesi kopsun
Dehşetlere düştük şoklar geçirdik
Pek çoğumuz altımıza kaçırdık
Benzimiz sarardı rengi uçurduk
Hepsi de erisin kafası kopsun
İnsan öldürene insan denemez
Ilımlı davranma geri dönemez
Allahsız vahşiler Hakkı anamaz
Çakal sürüsünün kellesi kopsun
İnsan hakları var adalet hani
Öldüreni korur haklıya mani
Her yerde atını oynatır cani
Katil gavatların kafası kopsun
Doğrular dürüstler yaşayabilsin
Şu karanlık dünya ışıyabilsin
Canlılar canını taşıyabilsin
Cana gastedenin kellesi kopsun
Ürüyen ürüsün kulağım duymaz
Gerçek insan olan kimseye kıymaz
Bu sefil Selimi sevgiye doymaz
Sevmeyen kahpenin kafası kopsun
25.1.2000
KELEBEK
Teklifim ciddidir nolur kabul et
Ben de senin gibi olsam kelebek
Hiçbir şeye zarar vermiş değilsin
Sizden ders almaya gelsem kelebek
Her kötülük biter şu yer yüzünde
Para pul tutkusu yoktur gözünde
İbretler haykırır her bir sözünde
Seninle yan yana kalsam kelebek
Öyle hasretim ki bir rahat güne
Vahşet ateşleri yağar dört yöne
Aşım ve ekmeğim bulandı kana
Kansız gözelerden dolsam kelebek
Ufak tefeksin ya sahibin yüce
İhtiyacın yoktur sahte bir güce
Sefil Seliminin talebi rica
Aşkınızla dağlar delsem kelebek
26.1.2000
KELEBEK
Çifte standardı bilmezsiniz siz
Yeriniz bellidir belli kelebek
Bütün yer yüzünü pis eyleyen biz
Hepinizin gülüdür güllü kelebek
Paha biçilemez bağlılık bizde
Kervanınız sapmaz her zaman düzde
Nasıl uçarsınız ayni bir izde
Cinsiniz işlidir işli kelebek
Çok şey diyorsunuz dinleyen nerde
Gönlümüz kulaksız anlayan nerde
Sizler gibi güzel inleyen sizde
Derdiniz gizlidir gizli kelebek
Fırtınanız yoktur kışınız yoktur
Hayaliniz yoktur düşünüz yoktur
Ekmek kavganız yok aşınız çoktur
Yurdunuz özlüdür özlü kelebek
Maddeci olmayan manayı bilen
Parasız yaşayan paralı olan
Öldürmemek için kendisi ölen
İncecik süslüdür süslü kelebek
Birbirine kattım çok ile azı
El için avını kovalar tazı
Sefil Seliminiz hoş yazar bazı
İnsandan hislidir hisli kelebek
26.1.2000
DEDİ
Öküzden inekten ismini sordum
Öküz de inek de sizsiniz dedi
Düşündükten sonra söze hak verdim
Eşşek de sinek de sizsiniz dedi
Öküzler çift sürdü inek süt verdi
İkisi de deri verdi et verdi
İnsan oğlu yeminizi kıt verdi
Bunak da dönek de sizsiniz dedi
Yırtıcı her hayvan aslanla ayı
Kaplanla ejderha içdiği suyu
İnsandan zorunan almıyor payı
Ördek de tavuk da sizsiniz dedi
Yamacıma kedi köpek oturdu
Biri der ki beni ava götürdü
Avdan döndük dış kapıda yatırdı
Kedi de köpek de sizsiniz dedi
Dinledim dinledim yığıldım kaldım
Sefil Selimiyem hissemi aldım
İtiraz etmedim çok memnun oldum
Salak da savak da sizsiniz dedi
Hayvancıl insancıl hayatın dili
Birbirine uymaz yağmuru yeli
İnsan yaşantısı suçlarla dolu
Keriz de kerik de sizsiniz dedi
Ve bir başka şiiri:
İYİYİZ DİYOR
İster kabul edin ister etmeyin
Çöplükler insandan iyiyiz diyor
Kullanıp eskidip yırtıp attılar
Yırtıklar insandan iyiyiz diyor
Döküp saçtığımız top yekün şeyler
Kendi lisanıyla anlatır söyler
Yükümüzü çeker çok yardım eyler
Topraklarlar insandan iyiyiz diyor
Bütün hayvanları alalım ele
Hepsinde de geldiler bir anda dile
Kurtlar kuşlar böcek tuttu el ele
Maymunlar insandan iyiyiz diyor
İzanım mizanım ölçümle tartım
Düşünmeyi değer eksikle artım
İsmimi taşıyan hüviyet kartım
Kartlar da insandan iyiyiz diyor
En yırtıcı hayvan karşıma çıktı
Tabanı yağladı kuyruğu sıktı
Kaçarken bazı da geriye baktı
Kükredi insandan iyiyiz diyor
Böyle bir kıyasın doğruluk payı
Yiğenini boğar emmiyle dayı
Aç kalsa kimseyi öldürmez ayı
Ayılar insandan iyiyiz diyor
Kabul etmiyorsan hainlik etme
Hiçbir yaratığa taş dahi atma
Sefil Selimiye boşuna çatma
Hayvanlar insandan iyiyiz diyor
26.1.2000
DİYOR
Hayvan derisinden yaptık ve giydik
Çarıklar insanlar vefasız diyor
Her şey yüzümüze haykırdı duyduk
Koruklar insanlar vefasız diyor
Evcil keçilerle yabani keçi
Turşu kurduğumuz küplerle fıçı
Küheylan atların yelesi saçı
Eğerler insanlar ahlaksız diyor
İnsanlar nankördür çok fırsat verme
İstismar ederler sakın hoş görme
Yırtıcı da olsa arslanı vurma
Aslanlar, insanlar, şifasız diyor
Şakağım zonkluyor kalbim çarpıyor
İnsan zannettiğim başım çırpıyor
Filler yüzlerime sular serpiyor
Kaplanlar insanlar imansız diyor
Bundan böyle bizler bizi sevelim
Elleri dövmeye kalkmsaın elim
Ey Sefil Selim bilimsel ilim
İlimler insanlar faydasız diyor
26.1.2000
ŞİKAYET ETTİ
Silahlar bombalar toplar tüfekler
Fişekler insanı şikayet etti
Suçları sıralar üst üste yükler
Kuşaklar insanı şikayet etti
Her boyda malzeme her boyda demir
Demiri eriten ocakla kömür
Bir kuruş uğruna harcanan ömür
Beşikler insanı şikayet etti
Eşya ter döküyor buhar saçıyor
Dağ taş dilleniyor ağız açıyor
Yıllar aylar günler yemin içiyor
Kuşluklar insanı şikayet etti
İftira sanmayın bühtan sanmayın
İyi araştırınca bana kanmayın
Çok dikkatli olun nara yanmayın
Aşlıklar insanı şikayet etti
Derine enmedim yüzleme gettim
Az bir tarafının ucundan tuttum
Bütün tarihleri hep alt üst ettim
Başlıklar insanı sikayet etti
El ele tutmayan el ele tutan
Suçları işleyip suçsuza atan
Ayni bir döşşekde yıllarca yatan
Döşşekler insanı şikayet etti
Enleri boyları yönü yöresi
Okullar kitaplar sınıf sırası
Ey Sefil Selimi ağı karası
Boşluklar insanı şikayet etti
27.1.2000
BİZLERE
Ah şu fani dünya ah şu zalimler
Kafa tuttu kurşun attı bizlere
Çuh be fani dünya çuh be be zalimler
Neler etti neler etti bizlere
İyilik güzellik fenalık niçin
Zenginlik fakirlik imtihan için
Nedenini bir bir ayırın seçin
Kazzık attı zehir kattı bizlere
Ne düşmanlar belli ne dostlar belli
Gönüller gizlidir dudaklar ballı
Sırtımızdan enmez dilsizle dilli
Gelen çattı geden çattı bizlere
Kanadımız kırık kolumuz kırık
Hava çevirmiyor zurnamız yarık
Karnımız şişmiyor hepimiz arık
Şişman battı zayıf battı bizlere
Kurnazlar elinde oyuncak olduk
Kimleri sevdiysek ondan dert bulduk
Ey Sefil Selimi bir şey mi çaldık
Haksız öttü haklı öttü bizlere
27.1.2000
ÜMİT
Ütükler ütükten üşür mü üşür
Ükela üstelik ürür de ürür
Üretgen üretir üreyen ürer
Üşütmez üşümez ürümez ümit
Ufaklar ufağın uzun uzunun
Uşaklar uzağın uluk uluğun
Urfa Urfalının umman ummanın
Uzanana uzan usanma ümit
Uc uca ulanan uzar da uzar
Usulca usulca uçlanır umar
Ufuklar ufuktan ufuğa uçar
Uçmayan uçamaz uçalım ümit
Ünü temiz ütmez üten ütülür
Ülkeler ülkeye ülkü üfürür
Sefil Selimimiz üzmez üzülür
Üslenen üslenir üzülme ümit
27.1.2000
CUMHURİYET
Ben böyle diyorum sen ne dersen de
En kutsal varımız cumhuriyettir
Her zaman hayatta daima önde
İlk ve son yarimiz cumhuriyettir
Vatanı koruyan bayrağı tutan
Sorunları çözen cana can katan
Güneşinen doğan kalplerde yatan
Dillerde ferimiz cumhuriyettir
Bilinç kaynağımız bilgi yönümüz
Milletçe ulusça Bayram günümüz
İzinden gidersek aydın önümüz
İlahi töremiz cumhuriyettir
Türkiye ufkunda parlayan şu’a
Her sınıf insanın yaptığı duva
Alemi kaplayan soluk ve hava
Ruhdaki çıramız cumhuriyettir
Bu olguyu savun bir adam sayıl
Türkiye ömründe şu yetmiş beş yıl
Kuruluş gününde gel el ele ol
Umut ve çaremiz cumhuriyettir
Anladığın dilden işte birkaç söz
Yirmi dokuz ekim manasıyız biz
Dokuz yüz yirmi üç tarihinde siz
Mutluluk süremiz cumhuriyettir
Dil din ayırmayan meşrep seçmeyen
Eşit ilkelerden hiç vaz geçmeyen
Cihanda barışa yara açmayan
Laiklik pişrimiz cumhuriyettir
Kara ırk beyaz ırk kim olur olsun
Ayni şuur ile yüreği dolsun
Ters düşersem Allah canımı alsın
Ölümsüz dirimiz cumhuriyettir
Ülke ona muhtaç herkesi korur
Hükümleri işler her yanlış erir
Sefil Selimiye pek çok ders verir
Alâ eserimiz cumhuriyettir
26.1.1998
BAHAR
Barları bahçeye bahşeder bahar
Bizleri bizlere bağlar bağınan
Böğründe bağrında bahrinde bahar
Bunları bizlere bağlar bağınan
Beyinler başları bulduktan beri
Batağa bırakmaz balı biberi
Barışın burcunda birdeki barı
Bazları bazlara bağlar bağınan
Sefil Seliminiz binlere bakar
Binler başağında bire baş büker
Babalar bebekten beşikten bıkar
Bezleri bezlere bağlar bağınan
20.1.2000
İSTER
İnsanlar ikilik imacı ister
İkiyi irdele işle de işle
İftiracı isbat isbat ilacı ister
İyiyi iğnele izle de izle
İkrar ilkeleri ilimler için
İrfanı izzeti ikramı için
İtikat içince inlerse için
İnlerse inlesin inle de inle
Sefil Selimiyi ittim inişe
İptidacı itin ismine işe
İnceler inceyi iplerler işe
İlahi iplerle iple de iple
24.1.2000
KEKMEM
Kendimi kekerim kimseyi kekmem
Korkaktan korkağım karadan kara
Kâmilden kâmilim korkutmam korkmam
Kısadan kısayım kareden kare
Kafesim koruyor korkusuz kuşu
Kefeni kokutur kirli kem kişi
Kıyıda köşede kör kütük keşi
Kaç kere keşlendi kerreden kerre
Kurbana kurbanım kesildim kesmem
Kimseye küfretmem kasılmam kasmam
Sefil Selimiyem küstürmem küsmem
Kerpice kerpicim küreye küre
20.1.2000
ŞİİRLERİNDEN DÖRTLÜKLER
“Yar Badesi” kitabından
Hakimiyet Matbaası -1963
“Günbulut Ahmet’ ten çektim elimi
Yâr mahlas tanıdı Sefil Selimi
Aşk oduna dağlatmışım telimi
Öter yanık yanık söyle kitabım”
................................................
“İçtim dudak kâsesinden
Deli etti yar badesi
Hayat buldum busesinden
Kulu etti yar badesi
Gönlüm ardı sıra akar
Üzerime ateş döker
Bir nazarda sinem yakar
Çalı etti yar badesi
Bağladı saçında tele
Verdi beni seher yele
Kaptırdı aşıkı sele
Gölü etti yar badesi
Halıyım iplik olmuyor
Kirkidim ele almıyor
Meramım yerin bulmuyor
Çulu etti yar badesi
Tezgahına elim ermez
Dergahını gözüm görmez
Aşıkıyım halim sormaz
Dulu etti yar badesi
Dost dilinden sarhoş oldum
Dert imiş elinden aldım
Sefil Selimiyem öldüm
Salı etti yar badesi.”
DÜŞTÜM
“Aşkın harlı tandırına
Elim kolum bağlı düştüm
Felek zulüm kendirine
Deli gibi yağlı düştüm.
Sicim oturdu boynuma
Dağıldı ateş koynuma
Bir harf yazıldı beynime
Şiddetinden bağlı düştüm
Göz çanağım mercan doldu
Kara saçım ak ak oldu
Yar cemali aklım çeldi
Balık gibi ağlı düştüm
Yaktı beni aşk tandırı
Boynumda darın kendiri
Sefil Selimi ölü diri
Yar gönlünden ayrı düştüm.
DALDI
Aşıkım sevdiğim adını bilmem
Uzattı badeyi deryaya daldı
Dertlere tutuldum nedense ölmem
Azıttı fidayı hem kayıp oldu
Gittiği yollara bakar dururum
Yarem artar çare yoktur eririm
Ağıt figan ile nehre yürürüm
Tozuttu yolları bağrımı deldi
............................................”
DİYE DİYE
“Kanat salda kanat derin yaramı
Damlasın kanlarım yar diye diye
Kanat kadar yakın eyle aramı
Bakayım gözüne gör diye diye
Kırık kanat ile çöle düşeyim
Güneş eyle gözlerini pişeyim
Emir buyur kabrimi ben eşeyim
Kefenimi sende sar diye diye
Düşmüşüm aşkına vahası hanı
Yoluna iz yaptım kanımla tanı
Ben şaşırdım yetiş peşinden yönü
Bağırıp gelirim dur diye diye
Sefil Selimi’ nin kolları kırık
Dayanmadı bana verdiği çarık
Sarılmadan kaldık böylece arık
Yoruldum halimi sor diye diye.”
YOK MUDUR
Deli etme beni nedir bu derdin
İnsaf defterinden sende yok mudur
Zelil edip beni gayene erdin
Sevgimin zerresi sende yok mudur
Koşarım peşinden dağdan dağlara
Uğratırsın yolum karlı sığlara
Esir ettin çözülmeyen bağlara
Güzel söyle gözün bende yok mudur
Kalbimin tahtını işgal eyledin
Kuş misali kafesimde söyledin
Bir kez gör sen aşkını neyledin
İnsafın mekanı tende yok mudur
Uyansın sendeki aşkımın dili
Kalbimde çalınsın ismin’in zili
Aşkımın cevabı kanda yok mudur.
YOKTUR
Şeref elbisesi satın alınmaz
Yırtma ki dikilecek teli de yoktur
Haysiyet gizlidir yeri bilinmez
Ortada akacak selide yoktur
Her iki meziyet görünmez unsur
Düşürme elinden sesi çok yansır
Senin ile yaşar eskimez bu sır
Varlığın isbata dili’de yoktur
Nimetler ölçemez uzun boyunu
Tarife cümle az temiz soyunu
Mevladan almıştır asil huyunu
Göze gözükecek belide yoktur
Zayetmem bederim cam şişesinde
Saklarım kasamın ar köşesinde
Tapulattım onu hak gişesinde
Üstünü örtecek çuluda yoktur
Şeref haysiyettir hayata direk
Ar,namus uğruna terbiye gerek
Sefil Selimi sen tüketme yürek
Bu sırra erecek velide yoktur.
BENİ
Ak gerdanlık beyaz gerdan
Akça bilek kara beni
Uzun kiprik taka gözler
Tezden verir dara beni
Ak düşen saçın uzunu
Sökemem ömür buzunu
Geçemem sazlı sözünü
O düşürür zara beni
Kaşı siyah dudağı bal
Gamzeleri açıyor gül
Yanakları sanki al al
O geçirir yere beni
Etek sayvan beli ince
Gözleri benziyor tunca
Has bahçede sarı gonca
O götürür nara beni
Boyu selvi huyu güzel
Döküyor ömrümden gazel
Sefil Selim sevdi ezel
O düşürür zora beni.
ÇEKİNMEDEN
Giyerim çulunu çuha yerine
Elinden dost senin ver çekinmeden
İçerim zehiri bade yerine
Doldurda kaseyi gör çekinmeden
Alırım derdini melhem yerine
Azap kafi değil bile yerine
Kurbanım güzelim damla terine
Ekmeğime katık sür çekinmeden
Güneş ol bedenim yakarak bitir
Toprak ol yeniden istersen bitir
Su istersem hem de al zehri getir
Ben içeyim sende sar çekinmeden
Başında tel olam yolarak bitir
Uzat kollarını aşık’a yetir
Mezarına beni beraber götür
Sorgunu vereyim sor çekinmeden
Sefil Selimi’nim gel beni üzme
Geçemem yazmadan su ile süzme
Öldürdün aşığı yalınız gezme
Beraber gezelim yar çekinmeden.
ŞİŞEYİ
Mey ile sulansın benim mezarım
Almayın elimden nede şişeyi
Aşk şarabı yolunadır bu zarım
Çalmayın belimden bade şişeyi
Olmuşum meyhane keş berdevamı
Yarim layık gördü böyle revamı
Ruhum sevdi bu yoldaki devamı
Kırmayın beldeki sade şişeyi
Her kes elindeki kaseye bakar
İçtikçe özümü berrakça yıkar
Kanlarım gittiğim yollara akar
Irmayın aşıktan dide şişeyi
Meyhur oldum mey bardağı elimde
Yarin ismi gezer daim dilimde
Bir yangın başladı beden ilimde
Sormayın siz benden mada şişeyi
Meyle yıkan cenazemi kaldırın
Mezarıma bitmez meyi doldurun
Sefil Selimiyi deme daldırın
Görmeyin kendinin tadı şişeyi.
YAR DİYEREK
Dile geldi aşkımdaki ilk bahar
Güller açar,dallar yar yar diyerek
Bezendi dağların yolları zümrüt
Kuşlar uçar kollar yar yar diyerek
Aşkımın baharı sayılmaz gözlü
Güzelim karşımda ay gibi yüzlü
Vaitler göl gibi kaynıyor özlü
Kaşlar çatık kıllar yar yar diyerek
Saz oldu aşk derdi elime geldi
Tezenem çağların yığını oldu
Kendi elim saçım sakalım yoldu
Yaşlar yeter seller yar yar diyerek
İstemem aşkımdan son güz olmasın
Açılan hayeller geri solmasın
Bedenimi kara yerler almasın
Taşlar garip yollar yar yar diyerek
Sararmasın aşkın açan bölümü
Sardı kollarına Sefil Selimi
Seyir ettim hayat bostan gülümü
Haller beter diller yar yar diyerek.
ÖTER DURURUM
İrfan okulunun mum ışığında
Yanmaya başladım tüter dururum
Hakikat tarlası has başağında
Günlerin hızıyla yeter dururum.
Bir çocuk misali yar beşiğinde
Büluğ yaşa erdim gün döşeğinde
Sarılı gezerim hak kuşağında
Renklerin içinde öter dururum.
Kervanlar göçünün ham eşeğinde
Giderim atiye can fişeğinde
Yolculuk hitamı ten döşeğinde
Geceli gündüzlü yatar dururum.
Ömür harmanının vakit tığında
Savrulmaya girdim öbek çağında
Serilince kaldım topuk sığında
Toprağın koynunda batar dururum.
Tek tek düşüyorum hayat bağından
Gel gel ediyorlar mezar dağından
Sefil Selimiyem yarin sağından
Ömrümü yerlere katar dururum.
ÖLÜM SAÇSA DA
Sevdim tabiatın akla karasın
Çekerim derdini ölüm saçsa da
Bağrımda saklarım derin yarasın
Kanımı düşmanca çekip içse de
Gezerim aşkıyla yatak bilmeden
Usanmadı beni yere çalmadan
Geri durmuyorum sevip gülmeden
Umulmadık yerden dertler saçsa da
Methetmeye ömrüğm kısa geliyor
Türlü çeşit gözü sinem deliyor
Saklayıp aşıkı hergün yalıyor
Bırakıp kendini nere kaçsa da
Affeder kötünün tekmil suçunu
Kollarına dolar gelep saçını
Evine nakleder er geç göçünü
Bırakmaz dışarda yıllar geçse de
Tabiata aşık oldum ağlarım
Varımı yoğumu ondan sağlarım
Bağrımı bağrına yatar dağlarım
Sefil seliminin kanın içse de
MEZAR TAŞIM
Siyim siyim süzülürüm toprağa
Sarar bobinimi son mezar taşım
Döker hazan ile kara kipriği
Sürer sabunumu son mezar taşım
Dikilir başımda yılmak bilmeden
O beklerdi ben mekana gelmeden
Yalvarır kabrime kira almadan
Dürer kefenimi son mezar taşım.
Selamıma durur yere yatarak
Saklıyor o beni temiz tutarak
Kendini toprağa dertle katarak
Sarar bedenimi son mezar taşım
Karlara yağmura siper oluyor
Benim için dura dura soluyor
Kolumu boynuma hazin doluyor
Kırar bellerimi son mezar taşım
Ziyaret edenin elini öper
Üşümesin diye üzerim kapar
Sayılmaz ölçüde iyilik yapar
Yorar kendisini son mezar taşım
Sefil Selimi der kabire girdim
Kendi yatağımı elimle serdim
Oldu bana ebedi yardım
Erir sabrederek son mezar taşım.
YORGUNUM GÜZEL
Binbir renge bilmem nasıl girerim
Şirin endamına vurgunum güzel
Söyle bu gayene nasıl erersin
Aldatırsan beni dargınım güzel
Selvi gibi uzun uzun uzarsın
Yanıklar başında deli tozarsın
Bir alemin defterini yazarsın
Çatlatma sen beni gerginim güzel
Türlü halvet ile cana gelirsin
Cemi alem suçlarını bilirsin
Canımı bir anda niye alırsın
Korkutma gel beni sargınım güzel
Durmuyorsun asla niye bir telde
Akıp çağlıyorsun bulanık selde
Yoksa balık mısın ilahi gölde
Yüzdürme gel beni venginim güzel
Bazı yanar dağsın dumanın gözde
Keklik olup ötme derede özde
Gelip geçiyorsun kervanla düzde
Aldatma sen beni görgünüm güzel
Sefil Selimi den küsüp ayrılma
Ben ölmeden sen yanımdan ırılma
Düşüp ayaklara ele kayrılma
Koşturma ardından yorgunum güzel.
DONA DONA
İçelim yayla suyunu
Ellerimiz yuna yuna
Görelim çoban ayını
Bellerimiz dona dona
Gezinerek yayla başında
Kekik kokuyor aşında
Sütler kaynıyor taşında
Yellerimiz dona dona
Yayla havasını tadak
Oynayalım orda kodak
Köremezle kaymak yudak
Çillerimiz dona dona
.................................”
YETMİYOR
Hayat okuluna talebe oldum
Dersleri çok ağır aklım ermiyor
Öğretmeni güner karşımda bldum
Sorduğu suvale akılm ermiyor.
Sahası ölçülmez uzar afaka
Tahtası yazılmaz benzer şafaka
Temkinli olmazsan düşersin faka
Vurduğu tokata büklüm yetmiyor.
Şartları ağırdır kantar çekemez
Kitap etsem ömür dahi dikemez
Bir harfin gücünü dünya sökemez
Gördüğü hesaba seklem yetmiyor.
Merdiveni yüksek ucu semada
Her basamak yalan dünya demede
Ne kadar yürüsen ölüm yemede
Sardığı kefene iklim yetmiyor
Sefil Selimiyim okulum hayat
Alırlar bedeni sonunda diyet
Ne burda ne yerde etmeden fiyat
Aldığım notlara naklim yetmiyor.”
GÖZLERİN
Zahirde batında iki cihanda
Maddeye manaya gözdür gözlerin
Ruhlar aleminde ahret dünyada
Hayatın sırrına gizdir gözlerin
Güneş sıcağını yıldıza veren
Aydınlık çarhını Odur çeviren
Geceyi gündüzü her gün deviren
Zamanda ve ayda hazdır gözlerin
Kitaplarda öykü canlıda derman
İsa’ya Musa’ya Nuh’lara ferman
Hekimlere hekim Lokmana lokman
Eyyübün derdine bezdir gözlerin
Allah kavramını nurla bir eden
Kainatın kapsamını seyreden
Resûli Ekrem’de baş ile beden
Ümmeti Rızvanda özdür gözlerin
Sabah şafağının attığı yerde
Ufuğa gerilen karanlık perde
Canların Cennete gettiği yerde
Günahsız kimsede yüzdür gözlerin
Cehennemde küfür günahkar yakan
Sorgu sual soran meleğe bakan
Ummanda çalkanan ırmağa akan
Dört mevsim içinde yazdır gözlerin
Deyip yazmadığım Hiç de denmeyen
Seni görüp var mı başı dönmeyen
Ateşlere düşüp içi yanmayan
Bütün aşıklara közdür gözlerin
Yazmak istiyorum noksan kalıyor
Kirpiklerin yeri göğü alıyor
Tabiat başında bir saç oluyor
Gören gözlerdeki izdir gözlerin
Güzeller imrenir kıskanır seni
Bu kürre-i arzın evveli sonu
Canlının cansızın arkası önü
Herkesin kozuna kozdur gözlerin
Yolun kabre varsa ölü uyanır
Muhammet seslenir Ali uyanır
Ey Sefil Selimi can mı dayanır
İlimden alimden uzdur gözlerin
30.1.2000
SİVAS DA
Bizanslı Selçuklu Osmanlı devri
Çadır kurdu Keven söktü Sivas’ta.
Çoğunluk azınlık kabayla sivri
Hayat sürdü kağnı çekti Sivas’ta.
Tarihi devirdik sayfalar açtık
Köprüler kurdular üstünden geçtik
Cumhuriyet adlı rejimi seçtik
Anayasa ocak yaktı Sivas’ta.
Ferfana, gelenek, imece, töre
Madımak, üç ayak oynardı yöre
Halay çeker idik iz süre süre
Çok şey öldü göçü çekti Sivas’ta.
Cirit oynanırdı yarışırdı at
Düğünde tey tey yükselir kat kat
Davula zurnaya biraz bahşiş at
Güzel çoktu nizah yoktu Sivas’ta.
Rençberler harmanda ayran içtiler
Gençler ramazanda ekin biçtiler
Kışın önümüzde çığır açtılar
Pek çok kabadayı çıktı Sivas’ta.
Kültürü, folkloru, türküsü, sazı
Güçlü aşıkları atıştı bazı
Sekili odalar çözerdi buzu
Sıcak vurdu terler aktı Sivas’ta.
Küçükler büyüğe sevgi beslerdi
Komşular iftara fakir seslerdi
Herkes birbirini kırmaz süslerdi
Ahali yan yana tekti Sivas’ta.
Bölücüler halka nifak soktular
Temiz insanlara kurşun sıktılar
Birlik isteyene karşı çıktılar
Her kökten kimseler yekti Sivas’ta.
Bayramdan bir evvel arefe günü
Memmecim giliği çocuk düğünü
Cazip yönleriyle anlattım dünü
Atalar muhabbet ekti Sivas’ta.
Camiler, kümbetler, hamamlar, hanlar
Müzeler dopdolu kılıçlar kınlar
Minarede ezan okuyan canlar
Ağıt düzdü, türkü yaktı Sivas’ta.
Köylü köyde mera sürdü, döğüştü
Partizanlar partizanla boğuştu
Eskiye nazaran çok şey değişti
Aydınlar canından bıktı Sivas’ta.
Şiveler, lehçeler girmiş iç içe
Pazar kurmuş, sergi sermiş iç içe
Dünya var olalı durmuş iç içe
Nice cahil beylik çöktü Sivas’ta.
Ustalar ördüler kerpiçten duvar
Emzikli avratlar yaydılar davar
Tek tük küheylanda gemini gever
Zaman sikkeleri söktü Sivas’ta.
Kadı’nın yerinde yüksek okul var
Hukuk, tıp tahsili yapan akıl var
Fenle edebiyat misli nakil var
Eğitim bayrağı çekti Sivas’ta.
Dikim evi vardı haniya nerde?
Ufak atölyeler ilâç mı derde
Fabrika yok fakir çilede darda
Ahali boynunu büktü Sivas’ta.
Teknik ilerledi derler ve lâkin
İşçiler iş ister aç kalan sakin
Huzura hasretiz felç tuttu sükun
Mutfaklarda şimşek çaktı Sivas’ta.
Otobüs durağı taksi durağı
Minibüsler taşır orta direği
Bütün kesimlerin yanar yüreği
Geçim develeri ıktı Sivas’ta.
Parayı kazanan tez elden göçtü
Yatırım yapmaktan çekindi kaçtı
İyi meziyetler diplere geçti
Tacirler mezara soktu Sivas’ta.
Kışları gayet sert yazları ılık
Rüzgârlar çarçabuk değişir kılık
Geçler evlenemez kızları kalık
Bekar kaldı pabuç çaktı Sivas’ta.
Bir taraftan değil, bin taraftan bak
Kahveler dopdolu git piponu yak
Herkes birbirine koşuyor ayak
Torlar körler bana taktı Sivas’ta.
Her yerde gözyaşı ekmeğe katık
Suratları asık kaşları çatık
Ağzımız kapalı dilimiz tutuk
Bir yer tutan bizi kaktı Sivas’ta.
Aklımı yitirdim oy hemşehrim oy!
Ufaklı irili, dertlerim boy boy
Bu yemek taptaze sofralara koy
Burnuma mis gibi koktu Sivas’ ta.
Altını, üstünü takip et ara
İnsanım diyorsan herkese yara
Bu Sefil Selimi etmez beş para
Acım dinmez sevgi vakti Sivas’ta.
31.1.2000
DÜNYADA
Araştır incele birkaç yönünden
Hakkın güzelliği saklı dünyada
İster önünden bak ister sonundan
Zahirin batına nakli dünyada
Bütün cismaniyet aslını arar
Herkes birbirinden bir onu sorar
Kainatta her şey kendini yorar
Allah’ın izahsız aklı dünyada
Yer yüzü gök kubbe göze görünen
Uçanla yürüyen hatta sürünen
Bulunmaz bilinmez yüze bürünen
Sıfatı suret şekli dünyada
İlimi bilimi sevgisi aşkı
Hayatı ayeti sohbeti meşki
Kudreti kuvveti rahmeti köşkü
İman sahibinde yüklü dünyada
Cehennemle cennet gayya kuyusu
Sırat köprüsünün atı seyisi
Günahın sevabın hesap sayısı
Kendi sırtımızda ekli dünyada
Kıyamet gününün bu meydan yeri
Seslenir anlatır ikiyi biri
Sefil Selimi’de bir zerre varı
Doğar yaşar azlı çoklu dünyada
2.2.2000
SİVAS
Bizans Selçuklunun Osmanlıların
Hayat damarına kan kattı Sivas
Gizli yanı yoktur tarihten sorun
Cumhuriyet için can attı Sivas
Her devir bir müddet yaşadı geçti
Dört eylül bağrını Ata’ya açtı
Mustafa Kemal’in izini seçti
Kurtuluş gününü gün etti Sivas
Geçmişimiz acı unutma oku
Bu halk omuzunda taşır o yükü
Bayramlar zaferin yüzü yüz akı
Bütün gönülleri şen tuttu Sivas
Yeni bir başlangıç memleket için
Atatürk’e kasıt acaba niçin
Her zaman sevmezsen kellemi biçin
Gazi düşmanına bin çattı Sivas
İşde kayalardan akseden seda
Mamure şehrine canımız feda
İç içe yaşayan eyledi eda
Konana göçene on getti Sivas
Zaman aynasına harita çizen
İstikbal bağında korkusuz gezen
Cehaleti yıkan başını ezen
Laiklik yönüne yön attı Sivas
Hürriyet kanunu temelinde biz
Devrimler çağdaşlık kavramında siz
Açtıkları çığır gider düpe düz
İze getmiyene kin güttü Sivas
DEDİM DEDİ
Dedim hayat çok zor yen şu zorluğu
Zorlar bana kolay, zor sende dedi.
Dedim her yer hınzır yen şu zırlığı
Hınzır bana alay zır sende dedi.
Dedim şehir köyün tadı kalmadı
Ata nasihatı verdim almadı
Sütlerimi sağdım razı olmadı
Şerlerden bahsettim şer sende dedi.
Dedim yad yabanı silip atalım
Korku çekmeyelim rahat yatalım
Alem hoş yaşasın huzur katalım
İnanmadı bana kir sende dedi.
Dedim imanından şüphem var benim
Nolur otur hal hatırım sor benim
Yerim yurdum gönlüm gözüm dar benim
Daha alçaksınız hor sende dedi.
Dedim kabul amma üstüme gelme
Yalvardım yakardım gel asi olma
Ben bir günahkârım sırtına alma
Zati yanıyorsun kor sende dedi.
Dedim kıymetlisin kürkünü yığma
Az başını kaldır kaşını eğme
Eğer yağmur isen bahçeme yağma
Yağmur bende fakat kar sende dedi.
Dedim yüreğime yara vurdun sen
Nefs atına bindin hemen geri en
Benliğini yıkan pehlivanım ben
O kadar öğünme tor sende dedi.
Dedim dağarcığım sevgi aşk dolu
Sanatın şiirin bende öz dili
Fazla saçmaladın be ahmak dedi
Gerçeği görmeyen kör sende dedi.
Dedim müptelayım güzele has’ a
Kazandım, yüklendim keder, gam tasa
Bir zaman Musa’ ya olmuştum asa
Bırak palavrayı dar sende dedi.
Dedim anlaşmaya senin gözün yok
Sefil Selimi’ den üstün sözün yok
Kavgacı insansın açık yüzün yok
Yalancı, riyâkar hır sende dedi.
30.01.2000
GÖZÜN SEVGİLİM
Aşkın kitabını mutlaka yazar
Can verir can alır gözün sevgilim
Seni sevenlerin ömrü çok uzar
Can korur can bulur gözün sevgilim
Leyla ile mecnun kıskanır seni
Kerem ile Aslı şaşırır yönü
Yunus Emrelere o verdi ünü
Can görür can olur gözün sevgilim
Örnektir misaldir gelip gidene
Aşkınız hayattır başa bedene
Gece gündüzleşir bir defa dene
Canlara gün gelir gözün sevgilim.
Dilim tutuluyor, nabzım duruyor
Kalbimde döşümde küt küt vuruyor
Adınızı duysam kanım kuruyor
Can kusar can solur gözün sevgilim
Asla hiçbir kimse benzemez sana
Ahrazı getirir aşkın lisana
Sefil Selimiyem dermandır bana
Cansıza can salar gözün sevgilim.
30.01.2000
ÖZÜR DİLERİM
Bütün tersliklerin suçlusu insan
Düzgünler namına özür dilerim
Ay yüzü kirlendi, pislendi cihan
Gezginler adına özür dilerim.
Herkes birbirine sıkıntı verir
Eline düşürür zayıfı sürür
Kötüler iyinin sırtında yürür
Ezginler namına özür dilerim.
Kapı önlerini temiz tutmayan
Yeşilleri kesip orman etmeyen
Bir tohum çekirdek yere atmayan
Azgınlar namına özür dilerim.
Eşleri vurulan, cücüğü ölen
Yuvası dağılan, perişan olan
Kanadı kırılan, yalınız kalan
Kuzgunlar namına özür dilerim.
Görevim kapsamlı yöresi geniş
Toplumun kanayan yarası geniş
Çalışıp ararsak çaresi geniş
Bezginler adına özür dilerim.
Çevrede her şeyi koruyan için
Güzelliğe derman arayan için
Sefil Selimiye yarayan için
Kızgınlar namına özür dilerim.
23.01.2000
ÇOK
Şu fani dünyamım kazığı koptu
Üçbeş kuruş için satılmışlar çok
Mutlaka kubbenin direği saptı
Yağmaya, talana katılmışlar çok.
Aklımı yokladım başımda değil
Alemi seyrettim düşümde değil
Öyle sert lokma ki dişimde değil
Çiğ kalmış pişmeden yutulmuşlar çok.
Kırk kere maşallah yıktılar yükü
Çeneyi döndüler geçtiler bük’ ü
Burunu düşürür saçtığı koku
Leşler arasına atılmışlar çok
Maazallah demeli durum bes beter
Hadise pek mühim gözlere batar
Ahbap sandıklarım batakta yatar
Hayat kumarında ütülmüşler çok
Hatırımda konuk birkaç dostum var
Rest çekene karşı üç beş restim var
Sefil Selimiyem gönül destim var
Pınar yollarında tutulmuşlar çok.
14.04.1999
KİM
Ey can çok şaşkınım, hayretime bak:
O kim? Şu kim? Bu kim? De, bendeki kim?
Ya beni ayıktır, ya da hemen yak;
O kim? Şu kim? Bu kim? De, bendeki kim?
Gizli midir? Açık mıdır? Yok mudur?
Bir midir? Bin midir? Daha çok mudur?
Şeytan mıdır? Melek midir? Hak mıdır?
O kim? Bu kim? Şu kim? De, bendeki kim?
Yıldızda, bulutta, ayda, günde var;
Seste mevcut, kanda mevcut, canda var;
Her zerre içinde, dört bir yanda var,
O kim? Şu kim? Bu kim? De, bendeki kim?
Sen de Âşık ol da aşk ne imiş gör!
Ben benden sorarım, sen de senden sor.
Dinle, düşün, gereğince cevap ver.
O kim? Şu kim? Bu kim? De, bendeki kim?
Cümle kitapları oku, karıştır,
Alimleri, ilimleri araştır;
Hataya düşmeden iyi soruştur:
O kim? Şu kim? Bu kim? De, bendeki kim?
Mevlâna ney’ini çalmış, dinletmiş,
Yunus gelmiş aynı şeyi anlatmış.
SEFİL SELİMİ’yi her an inletmiş,
O kim? Şu kim? Bu kim? De, bendeki kim?
DİKEN VAR DİKEN
Bir gül vardır herkes elde tutamaz,
Çünkü arasında diken var, diken..
Gül dikensiz,diken gülsüz yatamaz,
Gülden de kıymetli diken var, diken..
Bir diken var, bir dikenden dert yanar,
Bir diken var, o da dikeni anar.
Bir diken var kendisini pek kınar,
Bilmez ki kendini diken var, diken..
Bazı dikenler de dikene batar;
Dikenin altında dikenler yatar.
Diken gül desteler, diken gül tutar,
Güllerin bağında diken var, diken..
Bir diken ki gülün döşünde yatar,
Bir diken var, gülün bağrına batar.
Güldiken var her meydanda gül satar,
Alıp yakasına diken var, diken..
Diken ile gülü aldım bir ele,
Her diken olamaz gül ile bile.
Gül dikene hayran, diken de güle,
Güle göz diken var, diken var, diken..
Çok gül gördüm diken ile bir olmuş,
Gülü diken kesip eline almış.
SEFİL SELİMİ’ye yâri gül salmış,
Bakın bir yanında diken var, diken..
B E N İ M
“Bende bir ben vardır benden içeri,”
Yunus böyle demiş ondaki benim.
Sen seni incele senden içeri,
Sen bende, ben sende, sendeki benim.
Kayıs mecnun olmuş beni sorarken,
Pir Sultan asılmış beni ararken;
Ferhat Şirin için kaya yararken,
Kuvvet verdim aynı dondaki benim.
Nesimi’yken deri verdim yüzüldüm,
Satır satır her künyeye yazıldım.
Mansur iken sokularda ezildim,
O söylenir şöhret, şandaki benim.
Emrah ile belde belde dolaştım,
Kerem ile yandım Hakk’a ulaştım,
Nefsi yendim kendim ile güleştim.
Bir göründüm amma, bindeki benim.
Seyranî’nin damarıydım, kanıydım,
Ruhsatî’nin hecesiydim, ünüydüm,
Karacaoğlan, Karakız’ın canıydım,
Dadaloğlu adlı tendeki benim.
Veysel’de yaşadım hayli ün yaptım,
Devreyledi bedenimi sin yaptım.
Beni ben var ettim, beni ben yaptım,
Bende ben yaşarım bendeki benim.
Gelen geldi, giden gitti, hepsi bir...
Kim ne söyler ise hep de beni der.
Bu SEFİL SELİMİ mevcut şeydedir,
Âşık, maşuk dört bir yöndeki benim.
H A S I M D I R
Gece gündüz hiç değişmez bir kanun:
Hayat yaşayana hoş bir hasımdır.
Nedir, neye yarar bedenin, canın?
Ömrün bir masaldır, yaş bir hasımdır.
Ahret iman ile, dünya mal ile,
Kendini tanıtır arı bal ile,
Demişler ki: Gel uğraşma el ile,
İnsana akılsız baş bir hasımdır.
İster uyanık ol, istersen uyu,
Herkese ok atar feleğin yayı.
Çirkin yerinmesin çirkinim deyi,
Elma yanak, kara kaş bir hasımdır.
Saçlı çamur atar saçsız olana,
Şimdi küfür boldur suçsuz olana,
Zayıf görünene, suçsuz olana,
Cırnağı yırtıcı kuş bir hasımdır.
Zamanı harcamak en büyük kayıp,
Her hal yer yüzünden kalkıyor ayıp.
Yalanı geçerli sermaye sayıp,
Aldanma yaptığın iş bir hasımdır.
Kahrı pek ağırdır devire işin,
Önünü sonunu hesap et,düşün.
Rızasız lokmanın, rızasız aşın,
Yenilmesi zarar, aş bir hasımdır.
Yırtığın var ise al bunu yama,
Kıymetini bilmez çaldırma hama.
Başını yastığa zamansız koma,
Seni tez azdırır düş bir hasımdır.
Geldik gitmek için belli bir gün yok,
Arkası görünmez iniş yokuş çok.
Ey SEFİL SELİMİ aktan daha ak,
Eş eşi bulmazsa eş bir hasımdır.
K A Y N A Ş M A M A S I
Ne görülmüş şeydir, ne duyulmuş şey?
Yaprak ile dalın kaynaşmaması..
Hayret vericidir, vay canına, vay;
Bülbül ile gülün kaynaşmaması..
Kafa bir dağ ise akıl madendir,
Bir yerde bir olan bir yerde bindir,
Hemi hoş değildir, hem de çirkindir,
Kullar ile kulun kaynaşmaması..
Neşeli günüme elem, yas katar;
Söz dikendir duymayana çok batar.
Hastayı sancıdan sancıya atar,
Acı ile balın kaynaşmaması..
Kimisine güzel, kimisine hor,
Çorak yerden bitki almak zor mu zor..
Dereleri vadileri susuz kor,
Damla ile selin kaynaşmaması..
Çoklar aza azlar çoğa süs verir,
Beraberlik mahsülünü has verir,
Ey SEFİL SELİMİ bozuk ses verir,
Teller ile telin kaynaşmaması.
B A Ğ L A N I R
Dağda, bağda heder olan çiçekler,
Arının elinde bala bağlanır.
Gün günü doğurur, gün günü saklar,
Derlenir, toplanır yıla bağlanır.
Aş pişer muhtaçtır ateş koruna,
Her nesne yardımcı biribirine.
Çekirdek toprakta döner ürüne,
Ürün yetişirken dala bağlanır.
Bir nokta sayarsak seni ve beni,
Işır meselenin gizli her yönü.
Hayat yaprağının arkası önü,
Kuldan devir eyler kula bağlanır.
Az düşün, çok düşün neticesi bu..
SEFİL SELİMİ’nin söylediği şu:
Deryaların aslı bir damlacık su,
Sele vücut verir, göle bağlanır.
S E N İ K İ M S E V E R
Meteliksiz cebin, cıscıbır halin,
Seni kim beğenir? Seni kim sever?
Dudağın çatlamış toz toprak elin,
Seni kim beğenir? Seni kim sever?
Omuzunda zincir sicim yarası,
Yüzük yüzük derin açık arası,.
Yüzlerinin isi, pası, karası;
Seni kim beğenir? Seni kim sever?
Dağlar koyağında ot arasında,
Gâhi çalı gibi gâh arasında,
Cepheye koşarsın harp sırasında,
Seni kim beğenir? Seni kim sever?
Suçun ve günahın köyde doğduğun,
Terbiye, nezaket, sabır sağ duyun.
Hizmetkârı sensin ağanın, beyin,
Seni kim beğenir? Seni kim sever?
Taşbaşı yatağın, rüzgâr yorganın,
Yara, bere, nasır tekmil organın.
Aç kalırsın olmasa şu urganın,
Seni kim beğenir? Seni kim sever?
Bazı bir değneğin, bazı bir aban,
Bir dilim ekmeğe döversin taban.
Çiftinle çubuğun, iş görmez yaban.
Seni kim beğenir? Seni kim sever?
Ne açık kalırsın, ne de doyarsın,
Yarım karın gezer kışta buyarsın.
Eller için hep kendini kıyarsın,
Seni kim beğenir? Seni kim sever?
Kazanıp, çalışıp vermişsin borca,
Beş para da olsa koymadın hurca.
SEFİL SELİMİ’yi görme sen horca,
Seni kim beğenir? Seni kim sever?
G İ D E R
Aşk ehli aşkından uzak oldukça,
Bozulur imanı körlenir gider.
Kâmil sohbetinden ırak kaldıkça,
Düşer cehalete toplanır gider.
Ham görüş dik başa belâ getirir,
Çiğ işlem insanı ezer, batırır;
Bed kişi her şeyi zora götürür,
Dertler artar kolay zorlanır gider.
Âlim de, zalim de yan yana yaşar;
İyi adam kalp evini tam döşer.
Sakat kafa sağlam kula ters düşer,
Gönlü gözü almaz darlanır gider.
Akları pis eder is ile paslar,
Kötüyü hoş görür has eder haslar,
Âşıklar sırtını aşkına yaslar,
O sebepten fazla zarlanır gider.
Ey SEFİL SELİMİ söyle,necisin?
Tatlıyım diyorsun pek de acısın.
Sevmeyen düşmanı seven tacısın,
Öven de, döven de hoşlanır gider.
S E V E S E V E
Ne döğüş, ne savaş, ne kan, ne ölüm,
Teslim aldı beni yâr seve seve.
Ne silah, ne bıçak, ne kin, ne zulüm,
Bağrım senin olsun, yar seve seve.
Yazın, kışın güzel, çirkin hali var.
Kara çalı deme ağ gel, gülü var.
Tabiatın gayet özge dili var,
İnceden inceye der seve seve.
Araştır kendini, varoluş için?
Hak da hizmet eder insanlık için.
Dost ile düşmanla hoş ol, hoş geçin.
Dünyaya hâkim ol, dur seve seve.
Azın çokta, çoğun azda nesi var?
Utanç veren çilesi var, yası var.
İnsanın da, hayvanın da hası var,
İyiliğe döner tor seve seve.
Zekâyı saklayan çehre değil, baş;
Bir kilo saf altın, bir de kara taş,
Tartıya girince gelir başa baş,
Sarraf değerini kor seve seve.
Derdin varsa dertsizlere dert etme,
İçinde besleyip azgın kurt etme,
Bedenini kötülüğe yurt etme,
İçten içe seni yer seve seve.
Her sevginin acı tatlı anı var,
Cisimlerin kıymetince canı var;
SEFİL SELİMİ’nin binbir yanı var;
Öğrenmek istersen, sor seve seve.
G Ü N A H M I
Ben benden uzağım, sen senden uzak,
Ben beni, sen seni bulsak günah mı?
İnsanı kendine etmişler tuzak,
Kurtarış yolunu bilsek günah mı?
Bilgisiz bir beyin sırrı meçhul dağ,
Anadan doğmak hiç bil kendini, doğ.
İlim zinciriyle cehaleti boğ,
Zâlim değil, âlim olsak günah mı?
Bir katrenin fethedilmez hisarı,
Akıl başın, beden aşkın eseri.
İmam Hakk’ın, dünya kulun esiri,
Yeri göğü teslim almak günah mı?
Olgun zekâ ham zekânın tacıdır,
Hayat, hikmet, kudret insan gücüdür.
Sıfat siret, varlık yokluk necidir?
Adem deryasına dalsak günah mı?
Bilinmeyen bir şık değil bu şıkım,
Karaya karayım, aklara akım.
Şeytana şeytanım, hak için hakım,
Dostu dost bilerek ölsek günah mı?
SEFİL SELİMİ’nin bedeni, canı,
Sana bağlı arşın kürsün her yanı.
Ben yokum, sen varsın, sen seni tanı;
Benliği, senliği silsek günah mı?
Y E B E N İ
Kafam kapak attı kızarmaz, pişmez,
Miden kaldırırsa çiğ çiğ ye beni.
Hem gören, hem duyan hor görmez, şaşmaz;
Ateşe atma da sağ sağ ye beni.
Derimi yüzersen nefes ver şişir,
Dişine değmeyim kıvamlı pişir,
Ocağı kor eyle tavına düşür,
Tuzla ki kokmayım döğ döğ ye beni.
Altım kor, üstüm kor, etrafım da kor;
Evir çevir haşla, iliğimi sor..
Geçir cırnağına kararınca yor,
Neyim varsa senin öğ öğ ye beni.
Gözüne çöp batsa çıkarma sakın,
Çöpün ucundadır mezen ve rakın.
Soframda kaşığın, döşümde okun,
Gırtlağım elinde boğ boğ ye beni.
Akılsız başımım tüyü, tüsü yok,
Kesilse de, asılsa da sesi yok,
Direnci yok, siniri yok kası yok,
İstediğin yöne eğ eğ ye beni.
Malıma, canıma oynarsın oyun;
Her ne eylesen de bükerim boyun.
Sen çiftlik ağası, ben de bir koyun,
SEFİL SELİMİ’yem sağ sağ ye beni.
Y E N İ D E N Y E N İ Y E
Ayla güneş döne döne,
Erer yeniden yeniye.
Tazelenir günden güne,
Sürer yeniden yeniye.
Razı olmaz yoğa, vara,
Çekmez onu hiçbir dara;
Kaygı, umut vara vara,
Varırı yeniden yeniye.
Arzu bizi rahat koymaz,
Karın doyar, gözler doymaz.
Devirler devire uymaz,
Girer yeniden yeniye.
Hasmını getirir dize,
Kulu harcar eze eze,
Sorun açar ki taptaze,
Serer yeniden yeniye.
Hemi yaşat, hemi yaşa,
Emeğini verme boşa.
Gönül derde düşe düşe,
Sarar yeniden yeniye.
Yara vurur izi gitmez,
SEFİL SELİMİ güç yetmez;
Ömür biter, eksik bitmez,
Türer yeniden yeniye.
G Ü L E G Ü L E
Çok gülüşün arkasında çok hile,
Gülleri zedeler har güle güle.
Yanlışlık, doğruluk tutmuş el ele,
Doğruluğu böler, yer güle güle.
Her cismin aslında mevcut bir maya,
Elinde yüzünde sahte bir boya.
Ömür gergefinde vakitler oya,
Kısa hayatını der güle güle.
Hoş düşünce beyni yıkar, arıdır,
Er kişinin dürüstlüğü kârıdır.
Sağlık tenin sermayesi, varıdır,
Yokluğu çatlatır var güle güle.
Ahlâksıza atsam, çatsam yeridir;
Özü çürük kendi kendin çürüdür.
Bazı azgın durur, bazı sırıtır,
Mahsus cilve eder yâr güle güle.
Duyarsan, anlarsan anlat ve duyur,
Haklı ol, haklıyı haddince kayır.
Şerrin kafesine sıkışmış hayır,
Dökülür anlından ter güle güle.
İnsanlığı ilim, bilim var eder,
Bilinç arabası taşımaz keder.
SEFİL SELİMİ’yi dert eyler heder,
Kolaylık beziyle sar güle güle.
H A K N E D E N S A K L I
“Mekânsıza mekân olmaz” demişler;
Ya bu oturan kim mekân içinde?
“Ölen ölür, geri gelmez” demişler;
Ya bu dirilen kim meydan içinde?
Bu esrara yetmez ham insan aklı,
Haksız olan demez haklıya haklı.
Her şey açık iken Hak neden saklı?
Âşık, mekân, mâşuk, mihman içinde.
Menfiye menfidir, müspete müspet.
Beden can üstünde kisbettir, kisbet.
Varım, varlığımı eylerim isbat:
Herkes bir parçamdır cihan içinde.
SEFİL SELİMİ’nin adı, Hak adı;
Hakk’ı bilmek âşıkların muradı.
Kendisinde olan sırrı aradı,
Devretti âlemi devran içinde.
B Ö Y L E D İ R
Bu bir ağ yazıdır, ehli dil okur,
Mürüvvettir mührü nübüvvet değil.
Geçmez bir akçedir umut ve şükür,
Ârife, sadıka ibadet değil.
Hamlık var, haslık var, âlâsını seç,
Efdal olabilmek ölmekten de güç;
Dış kapı, iç kapı, içten daha iç;
Okuyup öğrenmek, velâyet değil.
Hakk’a kul olmanın nüvesi aşktır,
Dünyanın, ahretin duası aşktır,
Mevlâ’nın çehresi, yuvası aşktır,
Âdemi hak bilmek kabahat değil.
Safsatadır dış tarafa renk vermek,
Bilmediğin şeye bahise girmek,
Kendinden gayriyi ateşe sürmek,
Feci alçaklıktır, maharet değil.
Her varlıkta aynı ölçü ne gezer?
Çok vücut var iki taşlı bir mezar.
Âşık ilhamını tartarak yazar,
Ne mucizat, ne de keramet değil.
Beden bir kaynaktır, suyu saf yüzdür,
İnce bilinç, keskin görüş tam sözdür,
Kemal ehli olmak asıldır, özdür,
Sıdkı hulûs ferde cehalet değil.
Vahdete kavuşup tekle tek olmak,
Her eşyada mevcut olup yok olmak,
Yerden biten alıp ayla gök olmak,
Olamayan kula ihanet değil.
Kör duygular dağdır, hallaç ol da yık.
Şaşkınlık tufandır, bul yolunu çık.
Kurban ol, kurban kes hepsi aynı şık,
Feragat mâlike feraset değil.
Kellem bahis olsa dilimi bükmem!
SEFİL SELİMİ’yem göz yaşı dökmem.
Acze kılıç çekmem, üstüne çökmem,
Yoksula sataşmak marifet değil.
H E P B İ Z D E N G İ D E R
Başından vazgeçip can meydanına,
Kurban olmak için kul bizden gider
İman yığınına, aşk harmanına
Taneyi seçmeğe yel bizden gider.
Vücut mülkündedir mezar yerimiz
Birdir bin işime mâlik pirimiz
Ebedi âlemde Şahtır yârimiz
Kur’ an’ a, Hünkâr’ a yol bizden gider.
Ağ deve üstünde yükümüz vardır
Ehli beyit ile kavlimiz birdir
Lokmamızı tatmak zehirden zordur
Kâmil sofrasında bal bizden gider.
Yol bilmeyen dağı, taşı dolanır
Susuz yolcu bir gözden sulanır
Cahil nâdan bu sözüme bulanır
Ehli hal olana hal bizden gider.
Sefil Selimi’ nin sözü duyana
Meyli muhabbetle özün yuyana
Benimle oynama çocuk diyene
Selman olsa bile gül bizden gider.
AŞKIN BEDENİMDE
Aşkın bedenimde tahribat yaptı
Ateşin ormanı yaktığı gibi
Korlar can evime sığmadı, taştı
Yanardağdan lâvın aktığı gibi.
Ruhumda aşk yeli dinmeden eser
Kasırga koparır vererek hasar.
Sevda alanımı âfetler basar
Sellerin bentleri yıktığı gibi.
Bakışın çıkardı inan, bir anda,
Misli görülmedik zelzele bende
Ceryana kapıldım, yalan yok bunda
Şimşeğin havada çatığı gibi.
Aklıma düşersin ikide birde
Sefil Selimi’ yi bırakma darda
Ağlayıp gezerim her an, her yerde
Bulutun yağmuru döktüğü gibi.
BÖYLEYİM İŞTE
Tarif eylemişsin fani şeklimi
Pek medhetme beni tor gibiyim, tor...
Taşırım ya hiç beğenmem aklımı
Kendini taşlayan şer gibiyim, şer...
Pek çirkin bir kulum güzel yanında
Herkesi severim irfan yönünde
Açılmış defterim Hakk’ ın önünde
Her hesap içinde var gibiyim, var...
Tenim aşk taşıyan şişe misali
Dinlerim ya duymam bir çok masalı
Sevdiğim gönlüme ayak basalı
Ayaklar altında yer gibiyim, yer...
Umut bostanına çekirdek ekmem,
Çorağa güvenip has tohum dökmem.
Dağa taşa doğru araba çekmem
Düz yoldan şaşmayan er gibiyim, er...
Nezaket ilmini okudum, geçtim
Ahzabı, namerdi, yiğidi seçtim.
Şimdi çok sarhoşum doğmadan içtim
Bazı hapis, bazı hür gibiyim, hür...
Gâhi pek kabayım, gâhi çok ince
Bilmem ki nasılım acaba sence?
Bir şeye yaramam acizim bence
Yağıp da eriyen kar gibiyim, kar...
Hürmet, saygı, sevgi, selâm sunarım
Böyle çağlar akar gönül pınarım
Sefil Selimi’ yem dostu anarım,
Beni ananlara yâr gibiyim, yâr...
DÖNMEYEN BENİM
Zaman değişiyor, dünya dönüyor
Sevdiğim, sözünden dönmeyen benim
Güneş de batıyor, ay da sönüyor
Devamlı yanıp da sönmeyen benim.
Kimi çok seviyor, kimi bıkıyor
Bir kere söz veren bin yol çıkıyor
Güzelim dilinden kevser akıyor
Elinden içip de kanmayan benim.
Elâlemin beş on tane yâri var,
Sevdanın da kolayı var, zoru var
Bülbüllerin bir gül için zarı var
Bülbülüm, her güle konmayan benim.
Gelmesi imkânsız yere gitsem de
Günahın çekmeye nara gitsem de
Sefil Selimi’ yem dara gitsem de
Senden başka bir yâr anmayan benim.
DÖNMEYEN BENİM
Kafam sema, gözüm bulut,yağmur bol;
Ufkumu bulatıp sel etme,vazgeç..
Kelime pınarım taşmış iken dol,
Bent tutup çevremi göl etme,vazgeç..
Fikir kümelerim sır vermez yada
Umut bebelerim düşer feryada,
Bir tek canlı kalmaz yalan dünyada,
Çözme gam bohçamı, gel etme vazgeç..
Hayat yıldızlarım parlayıp söner
Ah çeksem buz tutar, deryalar donar,
Zar etsem ay, güneş dayanmaz yanar
Söyletip dünyayı kül etme, vazgeç..
Beyin çekirdeğim yer gök atası,
Ruhum et kemiğim ilim sitesi.
Bedenim alemin yedi kıtası,
Gez beni,yad eli yol etme, vazgeç..
Toprakta,ısıda,suda,gökteyim;
Her cisim içinde gizli noktayım
SEFİL SELİMİ’yem varda,yoktayım
Sana son gibiyim,el etme, vazgeç..
KEVSER IRMAĞI
Kevser ırmağında saki olan yar,
Bir bardak dem ikram etmez mi ola?
Sıratın yolunu iyi bilen yar,
Benimde elimden tutmaz mı ola?
Her yanımı harlı ateş çevirdi,
Vücut sarayımı yaktı, kavurdu.
Yaptım, mamur ettim; geri devirdi,
Viranemde güller bitmez mi ola?
Aman medet! duy sesimi,dardayım,
Sorma hallerimi gayet zordayım,
Cehennemden daha beter kordayım,
Yanarım, yandığım yetmez mi ola?
Zındanda kalsam da gam yemem gene,
SEFİL SELİMİ’yle dursan yan yana,
Olmak istiyorum dostla can cana,
Muradımca bülbül ötmez mi ola?
DOST ARARSAN
Sadık olan dost ararsan
Mezarlıkta mezar taşı.
Yıkılmaz mekan ararsan
Mezarlıkta mezar taşı.
Kurda kuşa vermez seni,
Kalleş değil vurmaz seni
Kırılır da kırmaz seni
Mezarlıkta mezar taşı
Çürütmeyim diye çürür,
Her çeşit afetten korur.
Nöbetini bekler durur,
Mezarlıkta mezar taşı.
Ziyarete gelse beni,
O karşılar ancak seni
Her gayenin önü sonu
Mezarlıkta mezar taşı.
Kara yerin altı üstü
Sefil Selimi’ nin dostu
Ne küstürdü, ne de küstü
Mezarlıkta mezar taşı.
YAS TUTACAĞIM
Ele bayram düştü, bana yas düştü
Yüzüm gülenece yas tutacağım.
Bu gönül dünyanın güneşi aştı,
Sabah olanaca yas tutacağım.
Bebek yürür emekleyip, düşerek;
Damlalar sel olur akar, coşarak;
Güneş, güneş oldu, doğup aşarak;
Hisse alanaca yas tutacağım..
Evler yapılırken değer taş taşa,
Muhtaç değilmidir bir baş bir başa?
Canı satlık olan aciz yurttaşa
Çare bulununca yas tutacağım.
İnilti duyulur sazı yorunca,
Tunç olsa da erir ataş sarınca.
İş gücüyle meşhur olan karınca,
Dağı delenece yas tutacağım.
Tenim zayıf derdim, ağır taşımaz;
Bir beninle koca dünya ışımaz.
İnsan oğlu ebediyen yaşamaz,
Diri kalanaca yas tutacağım.
SEFİL SELİMİ’yem aşık oldukça,
Adım kalacaktır yer gök kaldıkça.
İnsan oğlu yeryüzüne geldikçe
Gaflet ölenece yas tutacağım.
KARINCA
Misale bak, al hissenden vazgeçme,
Bir böcektir, dağlar söker karınca.
Ne cazip iş görür, her işten seçme;
Mehengi meydana döker karınca.
Haznesine erzakını bol yığar,
Eseri en meşhur esere değer.
Suya köprü kurar,kendini boğar,
Yaşamak azmine bakar karınca.
Yolu var, yolsuza yol tarif eder.
Hakkında denilen varımış,nider..
Yeri karıştırır, taşları dider,
Tarla sürer tohum eker karınca..
Dünya kurulalı söylenir namı,
Neyle inşa etmiş? Ne muhkem damı.
Karanlığa ışık saçar göz camı,
Ocağını erken yakar karınca...
Merdanı punduna düşürmüş, yenmiş,
Ne avara durmuş, ne de üşenmiş;
Derin düşündükçe derine inmiş
Kazdıkça derinden çıkar karınca...
Zindanlarda yaşar, sanki pek suçlu,
Kitaplardan özlü,tarihten içli..
Makinadan sağlam, insandan güçlü
Fabrikadır teker teker karınca...
Sen beni, ben seni bildiğimiz gün
Bu örnekten bir pay aldığımız gün
Ey Sefil Selimi öldüğünüz gün,
Kabrimize toprak çeker karınca..
DOST DOST
Kıyamet kopuyor deseler bile,
Mahşer yerlerinde ararım dost, dost...
Tenimi kabire koysalar bile,
Sorgu sualciden sorarım dost,dost...
Geceden gündüzden,zamandan andan,
Seni seziyorum bedende candan;
Dünya ikimize olsa da zindan
Aşkınla bir çadır kurarım dost,dost...
Umulmadık anda çevirse ölüm,
Sırat köprüsüne uğrasa yolum,
Halatla,zincirle bağlansa kolum,
Sesini duyarsam kırarım dost,dost...
Yıdırımlar çarpsa dahi serime,
Ataşlar koyulup yansa derime,
Başka bir kişiyi sevsen yerime
SEFİL SELİMİ’ni vururum dost,dost...
SİTEM
Elinden içtiğim mey ile bade
Zehirmiydi? Ey dost,vay yıktı beni.
Külhana çevirdi tenimi sade
Morul morul tümden oy,yaktı beni.
İnanın ki sözümde yoktur hiç hilaf,
Yoluna can koydum olsam da telef,
Her tarafım sanki kor ile alaf,
Yerle gök arası duy,sıktı beni.
Derdin yüreğimi kemirdi,oydu;
Eritti derimi,sırf kemik koydu,
SEFİL SELİMİ’de dertlere doydu
Görmeye gel n’olur tan vakti beni..
ÇAĞRI
Lime lime limelendim elinden,
Limem feryat eder, “dost yetiş, yetiş! ”
Pare pare parelendim elinden,
Paremden kan gider, dost yetiş, yetiş!
Oylum oylum duman çıkar serimden,
Külümü savurdu yıllar yerimden,
Gece gündüz bizar kaldı zârımdan
Oluyorum heder, dost yetiş, yetiş!
Bunaldı imdat et Sefil Selim’ e
Medet çağırıyor dilde kelime.
Razı olamıyom sensiz ölüme,
Dert sinemi dider, dost yetiş, yetiş!
BAĞLANMA
Gökte yağan kara yerde kurt düşer,
Beyazdır diyerek kar’a bağlanma.
Hem şaşırır, hem de kendisi şaşar,
Gözlü sanıp bakar köre bağlanma.
Aşıklar dolanmış bir dost aramış,
Sık dokumuş ince ince taramış.
Hoşlar hoşa, şerler şere yaramış
Yolun sarpa düşer, şere bağlanma.
Ehil de, cahil de bir beden taşır,
Aşkı okuyanın duygusu ışır,
Ey Sefil Selimi sen seni pişir
Ham ocağa, çiğli kora bağlanma.
GÜZEL
Sunduğun o dolu az geldi bana
Doldur da içeyim dolundan güzel.
Attım gururumu kul oldum sana,
Öpeyim mübarek elinden güzel.
Yavru gözlerinde beliren mâna,
Oynattı aklımı, istersen kına.
Ocaklara döndüm ben yana yana,
Farkım yoktur meşe külünden güzel.
Esirin olmuşum, dilersen astır;
İyi meziyetler hep sana hastır.
Sefil Selimi’ ye eylersen destur
Koklasın bağında gülünden güzel.
GEZ ARA YERDE
Kaldık dar içinde, dar da daraldı
Sizler ara yerde, biz ara yerde.
İnsan da daraldı, yer de daraldı
Çokluk ara yerde, az ara yerde.
Müşkül müşkülatla kolayı ezer,
İhtiras, iftira yanyana gezer,
Herkes bir destere, herkes bir hızar,
Kafa ara yerde, göz ara yerde.
Bu yükü taşımaz teneke, kürek
Tartmaya, ölçmeye terazi gerek.
İnsanları yiyor insanda merak
Dişler ara yerde, yüz ara yerde.
Döküldü herkesin eli ve kolu
Parça parça gördüm, buldum her kulu
Değiştirmiş çoğu ağızı dili
İsbat ara yerde, söz ara yerde.
Sefil Selimi’ ye bu yük, yük deüil
Geçim için bükül, eğil de eğil.
Ey insan öldün mü? Kalk artık sağıl,
Gezin ara yerde, gez ara yerde.
AYNI KİTABIN
ROTTERDAM MEKTUPLARI BÖLÜMÜNDEN
GEL
Yiğidim, erkeğim, efendim, beyim
Saçlarım ağardı dökülmeden gel...
Bulutum, yağmurum, bilmem ne deyim?
Güzelliğim çöküp yıkılmadan gel...
Koç katıldı, koyun-kuzu seçildi,
Birkaç yerden eksik gedik açıldı;
Çayır-çimen, arpa-buğday biçildi
Yeni yıl ekinler ekilmeden gel...
Komşuların gidenleri geliyor,
Gençliğime acı,telef oluyor.
Çoğu gurbet elde ölüp kalıyor,
Ölüm ocağımız yıkılmadan gel.
Kulağında çınlıyorsa sözlerim
Seni bana aşık eden gözlerim,
Öpmek için uzandığın yüzlerim
Eriyip toprağa dökülmeden gel..
Bazı elemdeyim,bazı yastayım,
Sen gideli çok dert çektim hastayım,
Bu gün dedim mektup yazıp isteyim,
Sevgin bedenimden çekilmeden gel...
Yaşlandım,düşüyor ağzımdaki diş,
Ben sana koşarım sen de bana koş,
Birkaç tane kerpiç,birkaç tane taş,
Kabirde bağırma dikilmeden gel...
Ey SEFİL SELİMİ gurbeti gezme
Sadıksan sahip ol ahdini bozma,
Pirini seversen yar beni üzme!
Genç iken belimiz bükülmeden gel...
ÇAREM YOK
Gurbette yaşamak zor ve ağırmış,
Varmak için can atıyorum,çarem yok.
Vatanımdan dostlar beni çağırmış,
Sarmak için can atıyorum,çarem yok.
Sapı döktüğümüz harman yerini,
Unluk yuduğumuz ardıç kürünü,
Bostanda karpuzla hıyar pürünü,
Görmek için can atıyorum,çarem yok..
Tavukların su içtiği yalağı,
Mangır mangır mangırdayan balağı,
Çocukların belendiği beleği,
Sermek için can atıyorum,çarem yok..
Komşulardan sapıttığım hızarı,
Alıp veremediğim kalın gözeri,
Gizli gizli taşın akşamüzeri,
Kırmak için can atıyorum,çarem yok.
Burunsuz kızların deli kirazı,
Duruyor mu çaldığımız terazi?
Boz kaldıysa rehin olan arazi,
Sürmek için can atıyorum,çarem yok.
Kumarcıdan kaçırırdım yemeni,
Ortakçıdan yürütürdüm samanı,
Bibimgilden zekat gelen çamanı,
Dürmek için can atıyorum,çarem yok.
Faiz ile aldığımız parayı,
Ev sahibi tehir etsin kirayı,
İsterlerse açacağım arayı,
Vermek için can atıyorum,çarem yok.
Tarla bulup bolca ekin kıskayı,
Çok bitirsin,keskin alın muskayı,
Duydum kurtlar yutmuş çoruk toskayı,
Vurmak için can atıyorum,çarem yok.
Halamın gelinlik kına tasını,
Abdest ibriğini, namaz mesini,
Dedemgilin çok vuruşan tosunu,
Yormak için can atıyorum, çarem yok.
Gün aşmadan aşamıyom çağları,
SEFİL SELİMİYE’yi bağlar bağları.
Dişlerimle,tırnağımla dağları,
Yarmak için can atıyorum,çarem yok.
ÜZGÜN PEK FAZLA
Köyümüzde ne var diye sorarsan
Yeygisiz, geygisiz, üzgün pek fazla.
Sınıkçılık öğren kırık sararsan
Döğüşten, çekişten ezgin pek fazla.
Aç kalanlar akşam sabah yel yutar
Zenginin köpeği yatakta yatar;
Bazısı kediye hizmetçi tutar
Canından vazgeçen bezgin pek fazla.
Bir şişe gaz kaldı o da bitiyor,
Şaştımaşı burnumuzda tütüyor,
Tüm evcek horanta hasta yatıyor,
Bağırsak ishali, bozgun pek fazla.
Yiğenlerin etti beni çok taciz
Emmin ile dayın geçimden âciz
Halanın fesi de edildi haciz
Bu yıl alacağa gezgin pek fazla.
Ahıra kurduğun tahtalı uçtu;
Yemsizlikten demkeş güvercin kaçtı;
Camızyağı bize biraz borç açtı,
Sığıra salmıyok, kuzgun pek fazla.
Elli kuruş savsan bir mektup atsak,
Sende de yoğusa oğlağı satsak;
Miras kel kuzuyu davara katsak,
Kurtlar yer mi ola? azgın pek fazla.
Yazacağım çok ya, kâğıt param yok;
Züğürt bir aşığım yüzde karam yok.
Haksız iş yapanla benim aram yok,
Sefil Selimi’ ye kızgın pek fazla.
VARDI VARACAK
Gardaş sen de dinle benim derdimi:
Halsizim bu diller durdu, duracak.
Geçim için terk eyledim yurdumu
Cenazem köyüme vardı, varacak.
Gece gündüz tabanımı yalıyom
Verem oldum, omuzumdan soluyom
Çıbanıma melhem kireç çalıyom
Doktorlar yaramı sardı saracak.
Bir incirle birkaç hafta yaşıyom
Yürümeye dermanım yok düşüyom
Çıplak kaldım kışın, yazın üşüyom
Tenim topraklara girdi, girecek.
Zeyrek lapasından hamur yuğurdum
Yiyek diye birkaç komşu çağırdım
Boğazımda kaldı suya bağırdım
Daraldım soluğum durdu, duracak.
Hasır döşek ile başbaşa kaldım
Dur derdimi deşme, bugün çok doldum
Döküldü etlerim iskelet oldum
Rüzgâr kemiğimi kırdı, kıracak.
Okuyan olursa yazdım bir liste
Sakın üzülüp de kalmayın yasta
Devlet hasta, millet hasta, yâr hasta
Mehrican bizleri vurdu, vuracak.
Ne gören var, ne duyan var, ne bilen
Herkesin elinde sermaye yalan
Sefil Selimi’ niz ölüyor, galan
Hoca selâmızı verdi, verecek...
ÇILDIRDI DEME
Anlamak hoş şeydir kuldaki derdi
Derdim dillenirse çıldırdı deme.
Samimiyet geniş, yok önü, sonu
Bu yıl ayrılmışız, bıldırdı deme.
Kudret kulda mekân, zaman aramaz
Aşık sizi ister şeklen varamaz
Aşk bir sudur, güller susuz duramaz
Suyu kesip gülü soldurdu deme.
Zay etmen dostluğu en zor durumda
Şimdi çok yalnızım dert var serimde
Kimse dayanamaz olsa yerimde
Dert ile bizleri yıldırdı deme.
Mantığım hakimdir okul içinde;
Gerçi uzaktayım şekil içinde,
Aararsan yerimi akıl içinde
Bizim aşık gene daldırdı deme.
Dilerim ki hep sağ olsun canınız,
Ne ile geçiyor vakit, anınız?
Ben de gelsem boş mu olur yanınız?
Gitti ahbaplığı öldürdü deme.
Nihat, Hasan, Ali, Davut’ a, Nuh’ a
Kavuşmak istiyom gardaş bir daha.
Sarrafım velâkin biçemem baha
Saklarım gönlümde çaldırdı deme.
Ne ilktir, ne sondur yazdığım satır,
Biraz saz çalalım gel hele otur
Sefil Selimi’ ye bir mektup yatır
Adresini yanlış bildirdi deme.
ÇARNAÇAR
Usul usul deyim, usul ol, usul;
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Hafif hafif ince düşün velhasıl
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Musibet çoğaldı gelmiyor ardı,
Ekmeksizin Efo bir adam vurdu;
Kana buluyordu az daha yurdu
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar
Azdıkça azıyor elin delisi
Çotparmağın mal mülk satan Ali’ si
Satıp yedi un koyduğu telisi
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Mıymıntı’ nın Kolu Kırık ev aldı,
Sakat oğlan hepten döşekte kaldı,
Tedarik görmeden karakış geldi
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Çenesiz’ in donsuz kızı satıldı,
Düğün bitti, ferdası gün tutuldu.
Çördük Dursun soyguncuya katıldı
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Büyük uşakları hep azap verdim,
Bıldır bu yılkinden az idi derdim,
İki küp turşuya çok borca girdim
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Cıbırladık tangır elek, tangır saç;
Bir hafta yedi gün her günümüz aç;
İşe gideceğim bulamıyom güç
Herşey karman çorman sen ben çarnaçar.
Ev bark şaldır şafak, bacalar camsız
Korkuyom uçarsa kalırım damsız;
Çorak da çekmedin gayretsiz, gamsız
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Sosur İbo keçileri kaçırdı,
Şalvarsız da barkanayı göçürdü,
Sırık Molla Çiğdem Kız’ ı kaçırdı,
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Cin avradın tavşan suratlı eşi,
Mısmıl diye sattı yedirdi leşi.
Elpeten görmedi ananın döşü
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Besbeter gidiyor seneden sene,
Tokluyu, şişeği taladı kene.
Tek tavuğa yapamadım bir pine
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Soğuk vurdu on maşala kum pürü,
Kes de edemedik mılcıdı purü.
Un bulgur yerine saklıyom çiri,
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Şemeret ol, aydan aya mangır Sal,
Nikelleri ilk de mezar yeri al.
Arayı da çok uzatma şahbaz gel,
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
Konu-komşu, gavim-hısım, el ve biz,
Candan el çekiyok nasılsınız siz?
Ey Sefil Selimi dört bucağı gez
Herşey karman çorman, sen ben çarnaçar.
DERDİN HER ÇEŞİDİ BENDE
Derdi dert ile sararım
Derdin her çeşidi bende.
Dert içinde dert ararım
Derdin her çeşidi bende.
Dertsiz kalsam yaşayamam,
Bir olmuşuz boşayamam.
Arabam yok taşıyamam
Derdin her çeşidi bende.
Unutmam derdi anarım,
Dertlilikten dert yanarım.
Derdin içinde dönerim
Derdin her çeşidi bende.
Dert gidiyor çok hoşuma
Çekemezsen sen taşıma
Dert karışır hem aşıma
Derdin her çeşidi bende.
Dertsiz kalırsam yatamam,
Milyon verseniz satamam.
Derdi yabana atamam
Derdin her çeşidi bende.
Derdi sevdim doyamıyom,
Biriktirdim sayamıyom.
Sürü ettim yayamıyom
Derdin her çeşidi bende.
Dert çekerim duysun mertler
Sefil Selimi’ de dertler.
Gerçi dertli bütün fertler
Derdin her çeşidi bende.
GELİRİM
Yâr, senin yoluna mayın dizseler
Üstüne aşkınla basar gelirim.
Parçalayıp yüzüm yüzüm yüzseler
Derimi duvara asar, gelirim.
Lime lime ayırsalar tenimi,
Arşa kadar kapatsalar önümü,
Damarımdan kazısalar kanımı,
Dağları yerlere yasar, gelirim.
Kollarımı kırık kırık kırsalar,
Kemiğimi yarık yarık yarsalar.
Ölsün diye mavzer ile vursalar
Yarama fişeği basar, gelirim.
Kara taşa urgan ile sarsalar,
Canımı sinemden çekip ırsalar,
Sefil Selimi’ yi dara gerseler
Ümidi bedenden keser gelirim.
DEĞİŞMEM
Avrupa’ yı bana bahşiş verseler,
Vatanımın küllüğüyle değişmem.
Ezkaza şahlığı reva görseler,
Belendiğim höllüğüyle değişmem.
Vatan bende ben vatanda tam oldum,
Hasretiyle gırtlağaca gam doldum;
Vatan için can verdikçe can buldum
El yurdunu bir puluyla değişmem.
Kemiğimde, iliğimde izi var,
Şu yarama al yurdumdan toprak sar.
Ülkemdeki bir kabirden daha dar,
Ne kabriyle, ne salıyla değişmem.
Gördüm ecnebiyi medhetme bana,
Özyurdunda yaşa hem kana kana.
Birkaç damla tere, bir damla kana
Yad serveti yurt malıyla değişmem.
Hasret çeken içten içe iniler
Orda neşe olsa derdi yeniler,
Özlemlerim birbirini günüler
Bu arzumu yad haliyle değişmem.
Sefil Selimi’ ye ora git deme,
Töresini töremize kat deme,
O yerleri bu yer gibi tut deme,
Darlığını bolluğuyla değişmem.
AYNI ESERİN ŞARKIŞLAM BÖLÜMÜ
ŞARKIŞLAM
Bağrında aşıklar bostanı vardır
Tevek sende, meyva sensin Şarkışlam.
Adının, tadının destanı vardır,
Şair sensin, şiir sensin Şarkışlam.
Gölyeri’ ne döktük bu yıl harmanı,
Benpınarı verdi dize dermanı;
Amansız soğuğu, çetin fermanı,
Yerin cennetlere dönsün Şarkışlam.
Bu otakta sanki mevsimler deli,
Temmuz, Ağustos’ ta kıstırır dolu,
Ekeneği basar yağmurun seli
Böyle imiş demek şansın Şarkışlam.
Atlar yarış eder soluk soluğa
Terleyenler dayar ağzı oluğa,
Bazı yerde rast gelirsen kalağa
Yıkık tarafların onsun Şarkışlam.
BİZDEN DIŞARI
Dertler pek çoğaldı haddini aştı,
Hem de milyondaki yüzden dışarı.
Özüne bent tuttuk üstünden aştı
Bizi sele verdi, sizden dışarı.
Sarhoşlar geziyor solda ve sağda,
Çok şükür soyguncu kalmadı dağda.
Rahatlık varımış duydum bu çağda
Adı var ya, tadı bizden dışarı.
Kimisi bozguncu, pusuda yatar;
Kimisi kervancı, yükünü tutar;
Nereye gidiyor bilmem bu katar?
Yol meydanda iken izden dışarı.
Önderlere bakar hisse kaparız,
Bir gün geçim için etek öperiz,
Doğru yürün sonra yoldan saparız,
Götürmeyin kulu düzden dışarı.
Yanyana oturak olmıyak ırak,
Çalışak beraber, etmiyek merak.
İnsafsız ustaya olmıyak çırak
Yakar da çıkarmaz gözden dışarı.
Doğru konuşana hak mıdır dayak?
Söylüyek, dinliyek yeter ki duyak
Gel Sefil Selimi haklıya uyak
Kalmıyak bir yanda gözden dışarı.
BÖYLEYİM
Ehli irfan için candan geçerim
Cahil ölse mezarına taş koymam.
Softaların bühtanından kaçarım,
Arif meclisini batsam boş koymam.
Gafillerin küfür çıkar dilinden,
Çok kan olur fitnelerin yelinden.
Cami yaptırsalar kısnık malından
Bir gün dahi secdesine baş koymam.
İnatçının herkesedir zararı,
Yobazların yurda olmaz yararı,
Fakirin dinlenmez doğru kararı,
Üzüntüden bu ağzımda diş koymam.
Yitirdim uykuyu ayık gezerim,
Kıymet bilen ile olur pazarım,
Her nerde kazılsa benim mezarım
Kefenime bir kokacak leş koymam.
Böyledir düşüncem, böyledir aklım
Çağlar beni yese, olsam dört büklüm
Kocasam, değişse suratım, şeklim
Dost bağına bülbül yiyen kuş koymam.
Yurdu bölenlere kılıç çalarım,
Gerçeğe atana bakar gülerim.
Türk’ e Türkiye’ ye sağlık dilerim,
Hiç kimseyi bu sevgimden dış koymam.
İzaha çalıştım çeşitli şekli,
Hisse alan alır var ise aklı.
Bütün iyilikler bu teze ekli,
Kötülüğü asalete eş koymam.
Sefil Selimi’ yi çekip assanız,
Parça parça ayırarak kesseniz.
Kara yerin tâ dibine bassanız
Çıkagelir gözünüzde yaş koymam.
İRŞAT ET BENİ
Dostum eğer sen “enelhak” dediysen
Kâmilsin demektir, irşat et beni.
“Vahdeti vücut”tan lokma yediysen
Sofranda katreyim, al da yut beni.
Hat ile noktada karar kıldıysan
Bir tek hırka ile derviş olduysan
Yeşil elden düsturunu aldıysan
Ariflerin meclisinde sat beni.
Bir babda ustayım, bir babda çırak,
“Mustakim” şerhinden değilim ırak.
Kirli yün gibiyim, sizdeyse tarak
Kirişinde didik didik dit beni.
Benlik illetine değilim esir,
Aşıklar altında hasırım, hasır
Mizan içindeyim eylemem kusur,
Tatlı tatlı konuş dille ut beni.
Bizden mülk almaya var mı paranız?
Kimler sarar, hangi yönden yaranız?
Talimgâhta kaçıncı saf sıranız?
Birinci saf ise safa kat beni.
Aşıkım yâr için düştüm cefaya
Mağrurluk etmemek farzı kifaye
Sefil Selimi’ de budur sermaye
İster öldür, ister sev de tut beni.
YORUMLAR
AŞIK SEFİL SELİMİ
evet Türk Edebiyatı için bir debi derya
kendine özgü yazış biçimleriyle unutulmazlar arasında yazılan
adına kitaplar yazılan
üniversitelere tez konusu olan koskoca bir çınar
Ancak maalesef ki zaman zaman
kadirşinas halkım vefa ölçülerinde yeterince hakkaniyetli davranamıyor
Ruhu şad olsun...
Paylaşıyorum Hocam izninizle
Ayrıca vefalı yüreğiniz için kendi adıma teşekkürü bir borç bilirim
Kutlarım...