- 665 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Son Nefese Sürecek Bu Girdap Yaşam...
Biz sevinçlerimizi ve de kaderlerimizi birbirimize gömerken, şimdilerde acılarımla baş başa gözyaşlarımı tek başa bir başa içime dolduruyorum...
Yalnızlığın veya çaresizliğin kuralı bu muydu, yoksa bilmediğim?
Zar kapılarının ardındaki yaşamımı tutsaklıktan kurtarmak için beden sızılarıma ve organ çökmelerime aldırmadan var gücümle geçmişin yüklerini hâlâ omuzluyorum...
Ben bilmez miyim gülmeleri,
ben bilmez miyim mutlulukları,
ben bilmez miyim sevginin gücünü
ve
ben bilmez miyim sevgi ile el ele tutuşmaların sonsuz gizemli yürek vurgunlarını?
Neden şimdilerde bilmeze gelip de hepsini yok sayıp geçmişin karanlık dehlizlerine gömülüyorum...
Neden hâlâ yaşamı zorluyorum, neden hâlâ nefesleri zorluyorum, kaç bedelin kaç ömre yeteceğini bilmiyor muyum?
Daha ne kadar sürecek bu sevginin perişan ettiği yaşamımdaki zamanlar?
Daha ne kadar sürecek bu kendime isyanım ve daha ne kadar sürecek bu anı mezarlığını deşmem?
Son nefesin sonsuzluğu yoktur bilirim ve son nefese sürecek bu girdap yaşam...
Direnecek miyim, yoksa pes edip kabullenişe mi geçeceğim, her şeyi yok sayamayıp boyun mu eğeceğim ezilmişliğimin darbelerine?
Rıza mı göstereceğim bunca yılın darbelerine, bir anda yok sayıp?
Hangi yaşam karelerinin neden fululeştiğini bilmeze gelip, sevginin kutsal bağıyla tekrar mı bağlanacağım?
Olmaza gelen bu düşüncelerin ağırlığıyla yaşamı zorlamak çok daha mı kolaydı...
Ek yaşam zamanlarındaki kayboluşlar bunlar...
Ben kimdim ve bu sevgideki parçalanmadaki rolüm neydi?
Az daha merhametli olabilseydim, az daha katlanabilir kalabilseydim içinde daha mı yeşerecekti sevgi yolundaki çimenlerde yaşamım mı darlıktan kurtulacaktı?
Kâbus rüyalarımın arkasındaki şaşkınlığı bilmiyor muydum, nedenlerini, niçinlerini çünküsüzlüğe bağlarken, sevgide çünkünün çok yavan kalacağını bilmiyor muydum, çünküsüz bir yaşam vaat etmemiş miydik birbirimize, nedendi şimdi bu şaşkınlıklarımız ki?
Hırpalanmış bir gün sonu bu yedi köşe yalnızlığı...
Gölgelerimi katladıkça kırık aynalara, kahredici bir kesiklikle çıkıyor bedenim gölgelerinin katlanmış hâli ile ve sadece şaşkınlığım yedi köşe, köşe yalnızlığım değil, kapı ardı boşluklarda kayboluşlarım bu tutunamadığım sevgiden sonraki yaşamım...
Bir biri ardına sıralanmış yüreğime acı veren olaylar, sanki olmuşluğun ardında kalan hesaplar dökülüyor ıslak çarşafın üstüne...
Koskoca kâbuslu rüyalar öyle uzak öyle yakın, öyle çok ki baş edilecek yeri yok, yedi baş, yedi gölge, yedi beden sanki ayrı ayrı hesaplaşmalar, ayrı ayrı yalvarışlar, ayrı ayrı pişmanlıklar, ayrı ayrı hayatlar sanki yapışmış kırık aynanın izlerinin arkasına...
Acılar sanki kanımıza işlemiş, sanki kanın akışı değişmiş, sanki kanın rengi alacalaşmış...
Rengi kaçmış bir rüya bozuntusu bunlar, sadece uykusuzluğun sürgün olduğu bakışlar yapışmış göz diplerine. Ölü kuşların hareketsiz gözlerindeki donukluk bu şaşkınlığımın ardındaki bakışlarım, sanki hasrete bulanmış bütün renkler...
Ve kimsesizlik, yalnızlık ve de tutarsız düşlerin ardında kalan ölü hisler bunlar...
Zehirlenmiş yalanlarla perperişan olmuş yaşam şartlarındaki bedenle başı boş bir yaşam uğraşı bunlar...
Zorlamasına açılan ağızlardaki donuk gülücükler bunlar, sahipsiz bir var oluşun içindeki hırpalanış ve terk edilecek nefeslerin karışık hırıltılarıyla seslerin ölü töreni bunlar...
Acınası, acındırılası bir sevginin içinde ölü seslerinin son raksı bu ışıkla titreşim oynayışları...
Ölü günlerin savurduğu yeni yaşam öncesi savruk düşler bunlar, yeni yaşam nerede başlayacak, kimle sürecek, kimsiz yine nerede sonlanacak?
Kim, kim ki kim bu hayatı ölü seslerin kısık hırıltılarının ardına saklayan?
Ne olduğu, nereden geldiği belli olmayan sert ayazların kavruk rüzgârlarının kuru kuruya şamarları bunlar.
Buz kesmiş etten bedenimin kırılgan düşlerinin ardında kalan kırılgan ışık demetleri ile göz kısması bunlar.
Vazgeçilmiş hayatların belki de son pişmanlıkları bunlar...
Vazgeçemediğim yaşamdaki belki de son pişmanlıkları bunlar.
Son sesler, son düşler, son yaşam karelerinin uzağı, son yakarışlar belki de son görülen mutluluk rüyalarının ertesi zamanlar bunlar...
Sessizliğin son çırpınışları, belki de bu son yakarışlar...
Dibine dibine çömeleceğiz bu dipsiz yaşamın sonuna ulaşmak için...
Ruhlarımızın birleştiği, düşlerin ardında kalan sen varlığı ile cebelleşmeydi bu gecelerin içinde kalan kâbus rüyaları...
Kopuşamayan düşüncelerin ayrılıksız görüntüleriydi sen varlığının düşlere düşen beraberliği...
Belki de sen, hayatımın bendeki armağanıydın, bir ucu mutluluğa, diğer ucu bitimsiz acılarla kavuşan, hoş görülüğüne sığınmış sonsuz kasvetlerin oluşturduğu sen varlığıydı belki de çıkmazlarda boğuştuğum...
Belki de boş verilmiş yaşam mutluluklarının ardından boşuna koşuşlardı bunlar...
Ardına hep özlem sığınmış, ardında hep özlemek kalmış...
Belki de yetişemediğimiz bir yaşam hızıydı ki biz hep ağır kalmış hep geç kalmış, hep gecikmiş zamanların ardında kalmış, hep özleme atılmış isteklerimizle, kendi varlığımızdan geç kalmış görüntülerle uzatmış gitmişik bu zamanları...
Belki de boşuna yaşadık bu isteklerimizin gerçekleşmediği zamanları...
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.