Aşık Dertli
Dertli Âşık
Şair Dertli; (Bolu/1772-Ankara/1846?) yakın zamana (20 Mayıs 1990) kadar Gerede’ye bağlı olan Yeniçağa nahiyesi, Şahnalar Köyü’nde doğmuştur. Dertli’nin babası Kara Hüseyin Oğulları’ndan Bayraktar Ali Ağa adında oldukça varlıklı bir ırgattır.
Asıl adı İbrahim olan Âşık Dertli, 19. yüzyılın ünlü âşık, halk saz şairlerindendir. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin merkezinde birçok saz şairi yetişmiş olsa da Emrah ile Seyrani istisna tutulacak olursa Dertli kadar şöhret olan çıkmamıştır.
Çocukluğunu davar sığır gütmekle geçiren İbrahim, bu yaşlarda gezici âşıklardan etkilenerek saz çalmayı ve şiir söylemeyi öğrenmiştir. Ancak ondaki bu şairlik ilhamı ve kuvveti anadan doğma bir kabiliyettir. Hatta saza merakından dolayı bir tahta parçasına atkuyruğundan tel gerip saz çalmaya çalışmıştır.
Gençliğinde, önce İstanbul’a sonra da Konya’ya gitmiştir. Konya’da âşıkların uğrak yeri olan Hacı Asım Usta’nın kahvehanesinde ocakçı olarak çalıştığı beş yıl içinde birçok âşıkla tanışan Dertli, burada Lütfi mahlasıyla şiirler söylemiştir. Bu kahvehane adeta ariflerin, zariflerin ve şairlerin toplanma merkezidir.
İbrahim buraya devam edenlerin din, ilim, fikir, edebiyat ve sanat sohbetlerini dinleye dinleye olgunlaşmış; şairliğine temel teşkil edecek kültür birikimi ise bu kahvehanede düzenlenen şair toplantıları ile pekiştirmiştir. Yani Dertli, burada ikinci bir hayata daha doğmuştur.
Daha sonra Halep, Şam ve Mısır’a giden Dertli, buralarda kaldığı on yılın ardından sazda ve sözde ustalaşmış olarak köyüne döndü. Bu arada evlenen Şair Dertli, iki çocuk sahibi oldu. Evlendiğinde kırk yaşlarındaydı.
Maişet derdiyle köyünde oturamayıp ekseriyetle seyahate çıktı. Önceleri maişet zarureti ile başlayan bu seyahatler sonunda Dertli’de serazat ve rint bir ruh hali meydana getirmiş ve vatan onun gurbette tahayyül ettiği bir hayalî arz haline gelmiş bütün teselli ve tatmini sonu gelmez seyahatlerde bulmuştur.
Dertli, İstanbul, Konya ve Mısır’da pek tabii hem çalıştı hem de âşık fasıllarına katıldı, bu arada tekkelere de gitmeyi ihmal etmedi. Maceralar ve seyahatlerle geçen hayatında birçok âşık ve dervişle tanışmış düşüp kalkmıştır.
Genel kültürü ve edebi terbiyesi Konya, Kahire ve İstanbul gibi önemli kültür merkezlerinde âşık mahfillerinde, tekkelerde (o devrin kültür sanat merkezleri) inkişaf etmişti.
Âşık Dertli zevk ve eğlenceye düşkün, aile sorumluluğundan uzak, gezginci bir hayat tarzına alışmıştı ve bunu seviyordu da. Âşıklık belki de biraz bunu gerektiriyordu, hem bu sadece bir maceraperestlik değil, bir bakıma geçim derdi idi de..
Geçim derdi derken Dertli, zamanın ayanı topraklarını elinden aldığı için ekip biçeceği, geçimini temin edeceği toprağı olmadığından geçimini ancak sazıyla, sesi ve şiirleriyle temin edebiliyordu.
O şairliği sadece bir zevk ve eğlence olarak görmüyordu. O zamanlar şairler diyar diyar gezer, usta âşıklarla atışırlar, zengin konaklarında fasıllara katılırlardı. Buralarda sazını çalar, dokunaklı güzel sesiyle dinleyenleri mest eder, dinleyenlerin hem hayranlığını hem de cömert ikramlarını toplardı.
Yani âşıklık geçim kaynağıydı, bu işten para kazanıyordu. Bir bakıma bu günün sanatçıları idiler. Zenginlerin konakları.. şöhret o biçim, alkışlar, ikramlar öylesine.. şaşaalı bir hayat.. ve şöhret.. İşte gezip dolaşmayı tetikleyen en büyük etken de bu olsa gerek..
Düşünün bu gün ses sanatçıları turneler düzenliyor, şehir şehir ülke ülke dolaşıyor ve konserler veriyorlarsa o çağın da sanatçıları pek tabii bu âşık saz şairleri idi. Yani âşıklık, saz şairliği onların meslekleri idi. Bu saz şairleri geçimlerini bu yolla sağlarlardı.
Bu yüzden âşık Dertli’yi kuru kuruya zevke ve eğlenceye düşkün olduğundan devamlı geziyor diye göstermek belki yanlış olur. Elbette zevke ve eğlenceye düşkün olabilir ama, anlatmak istediğim, bunun aynı zamanda bir meslek olduğu ve bir geçim işi olduğu..
*****
Çünkü babası çok zengin iken Çağa ayanı Hendekçioğulları’ndan Halil Ağa’nın tarla taban neleri varsa ellerinden almasından dolayı sefil duruma düşmüştür.
Çağa ayanı, şairin babası Bayraktar Ali Ağa’ya bir meseleden dolayı kin gütmekte ama bir türlü de Bayraktar Ali Ağa ile başa çıkamamaktadır.
Bayraktar Ali Ağa’nı ölümünü fırsat bilen Çağa Ayanı Halil Ağa, bu hıncını Ali Ağa’nın oğlu İbrahim’den çıkartmıştır. İbrahim’in nesi varsa, tarla taban mal mülk hepsini kısa zamanda elinden almış bu genç delikanlıyı ser sefil ortada bırakmıştır. Ekip biçecek tarlası kalmayan İbrahim bu yüzden çok geçim sıkıntısı çekmiştir.
Artık İbrahim Şahnalar’da barınamayacak duruma düşer; yakın köylerden Deveciler Köyü’ne gider ve burada Hacı Ömer Ağa’nın kapısında yanaşmalık yapar. Ancak buradaki horlayıcı tutuma dayanamayarak buradan ayrılıp İstanbul’a gider.
Bu sıralarda yaşı 24-25’tir. Şimdi olduğu gibi o zamanlarda İstanbul’a büyük talep vardır, Anadolu’dan iş aramaya çıkan İstanbul’un yolunu tutar. Fakat bu yığılmayı önlemek için III. Selim’in çıkardığı ferman gereği “çiftçi ve bekar tayfası” taşralıların İstanbul’da belli bir süreden fazla kalması yasaklanır.
Bu yüzden Derti’nin İstanbul macerası burada biter. Buradan yukarıda bahsettiğim gibi Konya’ya Hacı Asım Usta’nın kahvehanesine gider. Oradan Mısır.. Mısır dönüşü evlilik..
25 yaşında İlk İstanbul macerası, 5 yıl Konya, sonra 10 yıl Mısır.. Köye dönüp evlendiğinde anlaşılan 40 yaşlarındadır.
Dertli, saz çalmada ustaydı ve sesi de gayet güzeldi. Bu yüzden yine aldı sazı eline, düştü Anadolu yollarına.. Diyar diyar gezdi Anadolu’yu. Bu seyahatler ve başıboş hayat onu içki ve sefahat âlemine daldırdı.
Anadolu’da rüştünü ispatlayan Şair; sevilen, zevkle dinlenen bir halk şairi olarak gönüllerde taht kurdu. Güzel ve dokunaklı sesi ve maharetli saz çalmasıyla ve başarılı şiirleriyle âşık fasıllarında, zengin konaklarında büyük ilgi gördü ve üstat olarak tanındı.
Derli, Anadolu’daki bu yaygın ve saygın şöhretinden istifade ederek tekrar tecrübeli bir arif ve şair olarak elli üç yaşlarında (1825) İstanbul’a gitti. Saray tarafından himaye edilen âşıkların bulunduğu ünlü kahvelere takıldı. O zamanlar bu kahvehaneler o devrin sanat merkezleri, sanatçıların ve sanatseverlerin buluşma noktası idi.
Şair, buralarda kısa sürede adını duyurdu ve kabul ettirdi. Özellikle Beşiktaş, Tahtakale ve Çemberlitaş’taki Semaî Kahvehanelerinde adı dilden dile dolaşmaktadır. Şiire, sanata, musikiye ilgi duyanlar buraları doldurmaktadır.
Elbette şöhreti kısa sürede buralarda zirve yapan Dertli’yi çekemeyen “eskiler”i bir hayli tedirgin etmiştir. Kendi tahtlarını sarsan bu yeni rakibin tez zamanda ipini çekmek ve itibarını sıfırlamak gerekmektedir.
Bu şairler bir gün Şair Dertli’nin çözememesi için tuzak olarak çok zor bir muamma hazırlayıp, bunu Tavukpazarı Semâi Kahvehanesi’nin duvarına usulünce asarlar. Tabii Aşık Dertli durumdan habersiz.. Muammayı duvara asıp fırsat kollayan şairler bir yolunu bulup işi Dertli’ye yüklerler.
Bunun bir imtihan olduğunun farkına varan şair Dertli, kahvehanedeki büyük kalabalık ve bu kalabalığın meraklı heyecanlı bekleyişi karşısında duvardaki muammaya şöyle bir göz atar. Alır sazı eline, dolar sözü diline, sonra vurur inceden inceye sazın teline..
Çözmesi oldukça zor olan bu muammayı/bilmece vezin ve kafiyesine uygun olarak hemencecik çözüverir ve dokunaklı güzel sesiyle dinleyenleri coşturup arka arkaya alkışları toplar.
Böylece sanat gücünü kuvvetli bir şekilde ispat etmiş olan şair; muammayı çözene verilecek olan ödülü de diğer âşıklara dağıtarak cömertliğini de göstererek âşıkların ve etraftakilerin sevgi, saygı ve takdirlerini de kazanır. Böylece şöhreti dillerden dillere dolaşmaya başlar.
Dertli’nin bu şöhretini duyan ve eskiden beri tanıyan Eski Bolu Mutasarrıfı Hüsrev Paşa, Dertli’yi kendisine Şamdan Ağası olarak alır.
II. Mahmud zamanında Hüsrev Paşa’nın sebep olduğu fes inkılabını öven “fes” redifli kasideden dolayı II. Mahmud tarafından Çağa Ayanlığı (bir nevi kaymakamlık) ile ödüllendirilir(1827). Vaktiyle zulmüne uğradığı Hendekçioğullarından Halil Ağa’da’nın yerine Çağa âyanı yapıldı. Böylece gençliğinde kendisine eziyet eden malını mülkünü elinden alan âyanın o da âyanlığı almıştır.
Dertli’yi çekemeyenler aleyhte çalışmalara devam etmişler. Bir müddet ayanlık görevini yürüten Dertli, görevi kötüye kullandığı yönündeki ve topladığı vergileri zimmetine geçirdiği yönünde yapılan iftiralar yüzünden geçirdiği soruşturmalar sonunda bu görevinden alınır. Bu vesileyle sıkıntıya düşen Dertli tekrar yollara koyulur(1834).
Yaş bir hayli, ilerlemiş yetmişine merdiven dayamıştır. Kader onu bu kez Bilecik’in Gölpazarı ilçesine savurmuştur. Burada bir gün geçirdiği bunalım yüzünden olacak ki, alır bıçağı eline çalar boynuna.. Neyse ki Allah’tan bir şey olmadan yetişirler de, elinden alırlar bıçağı..
Bu olay 1840 muharrem ayında olmuştur ve O, bu olayı Kerbela şehitlerine duyduğu sevgiye bağlar.. Bu olaydan sonra Dertli diye nam salan şair, daha önceleri Lütfi mahlasıyla yazmakta iken “Dertli” mahlasıyla yazmaya başlamıştır.
Dertli, bundan sonra bir iki küçük memurluğa atandıysa da pek dikiş tutturamadı. Bu arada Çağa - Ankara / Kastamonu arasında kısa gidiş gelişler yapmaya devam etti. Özellikle Ankara’da âşık fasıllarına katıldı.
Ankara’da tanıştığı âşıkları koruyup kollayan, münevver, şiiri edebiyatı seven, bir ara Diyar-ı Bekir Voyvodalığı da yapmış olan Ankara eşrafından Alişan Bey’in de takdirini kazana Dertli, yaşamının son yıllarını onun konağında geçirdi.
Bir ara Alişan Bey’in kız kardeşi Bostan Hanım’a yazdığı şiirden dolayı, Alişan Bey kızıp o’nu konaktan kovduğu ve bir müddet sonra affedip tekrar konağa çağırdığı söylenir. Alişan Bey’in konağında ölen şair, bir şiirindeki vasiyetinde Müneccim Tepesindeki mezarlığa gömülmek istemiş ve bu mahalde olan Ankara-Samanpazarı’nda Koyunpazarı Camii’nin haziresine (mezarlığı) gömülmüş.
Dertli’nin mezarı ve bu mezarlık, bu gün Samanpazarı’ndan Koyunpazarı’na giden yoldan Cebeci’ye ayrılan yolun üzerinde bulunduğu için sonradan buralara yol yapılırken yola karışarak kaybolmuştur.
Daha sonra (1955) anısına Gerede-Yeniçağa yolu üzerinde Yeniçağa’ya giderken sağ tarafta ( bu gün Dertli diye bildiğimiz mevkii) bir tepe üzerine bir anıt taşı dikilmiştir. Burası mezar/kabir niteliği taşımayan, içinde cenaze bulunmayan, sadece şairin anısına düzenlenmiş bir anıttan başka bir şey değildir.
1.M. Fuad Köprülü, Saz Şairleri (Ankara-2004), 679;
2.Ahmed Talat Onay; Aşık Dertli - Hayatı, Divanı (Bolu -1928); (Osmanlıca)
3.Şemseddin Kutlu; Dertli, Kültür ve Turizm Bakanlığı (Ankara-1988);
4.Meydan Larousse, Dertli, 5/ 222;
5.TDV İslam Ansiklopedisi, Dertli (İstanbul-1994), 9/186-187;
6.Türk Dili ve Edebiyat Ansiklopedisi, Dertli, İbrahim (İstanbul-1977), 2/ 253-255;
7.Ana Britannica, Dertli (İstanbul-1987), 7/175;
8.Ana Britannica, Ayan (İstanbul-1992), 3/79.
9. Zekai Konrapa, Bolu Tarihi (Bolu-1965), 359-3632.
10. İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri (Ankara-2000), c.3 / 1248-1252.
11. Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyat Tarihi (Meb) s.854-855.
12.Mehmet Berberoğlu, Dertli (Bolu-1955).
Eğitimci/Araştırmacı-Yazar Murat Ergüven
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.