- 1724 Okunma
- 26 Yorum
- 0 Beğeni
FAZLA BABANIZ VAR MI?
Yeryüzünün boşa akan bütün suları gibi, engel tanımadan ve gümrah bir cesaretle aktı gözyaşlarım. Dağ gibi, tümsek gibi, yığın gibi kabardı kalbim. Her göz kırpışımda asırlardır silkelenmemiş halılar gibi toz çıktı kirpiklerimden. Tozlar yaşa bulandı, bir çift çamurlu yol oldu yüzümde. Yumuk parmaklarıyla bir ayrılık anı çizdi çocuk gözbebeklerim. Giden, giderken uzun pardösüsü dalgalanan, şapkası yana devrilmiş, atkısı rüzgara uçan gri bir adam silueti. Babam!
***
Kapı aralığından dinledim. Balıkesir’e kalabalık bir işçi grubu gidiyormuş. İyi iş dedi babam. Yemek var, kalacak yer var. Bin iki yüz lira da maaş veriyorlar. Annem kaşlarını çattı. “Olmaz” dedi. Sen ağır kaldıramazsın ki! İnşaat nene gerek?”
Sustular. Babam Maltepe paketini cebine sokup masadan kalktı. Sandalyesinde yılgın bir adam gölgesi kaldı, gördüm.
Annem bir süre babamın arkasından baktı. Sonra kalkıp masadaki çay bardaklarını topladı. Yalnız bisküvi tabağı kaldı ortada. O da gidince babamın ardından, saklandığım yerden çıkıp tabaktaki bisküvileri yedim. Eğer bilseydim yarın neler olacağını, bisküvi yemekle oyalanmaz, girer babamın koynuna ağlardım…
***
Her ay kasabadaki postaneye gittik annemle. Sonra çarşıya uğradık. Kendine yumak ve etamin aldı annem. Bana da şekerleme. Bazen de lastik top.
Günler geçti. Güneş battı çıktı. Yağmur yağdı kurudu. Ağaçlar yeşerdi soldu. İki sandalyemiz kırıldı. Perdemiz eskidi. Tenceremiz yandı. Komşular girdi çıktı kapımızdan. Takvim şişti tükendi iki kez. Halamın bir oğlu oldu. Dayım Adıyaman’a tayin oldu. İhtilal çıktı. Memleket karıştı duruldu. Babam hiç gelmedi.
Ben şüphelendim bu durumdan. Başkalarının babası geliyordu arada. Gittim Kamile Halama sordum. Balıkesir nere? Sustu da dudaklarını ısırdı. Sonra elli kuruş tutuşturdu elime “ Git gofret al” dedi. Bir gofrete satmadım sualimi. Avluda oturdum ağladım. Annem koştu geldi yufka açmaktan. Kolları dirseklerine kadar hamur. Terlemiş de inci inci olmuş ak alnı. Sarılıp öptü beni. Halam ona neden ağladığımı söyleyince çöktü dizlerinin üzerine, boyunu boyumla bir yaptı. “Yalan yok” dedi. “Baban gelmeyecek.”
“Öldü mü” dedim. “Keşke ölseydi” dedi. Gelmeyecekti ya. Ötesinin ne anlamı vardı. Ölmüşmüş kalmışmış. Oysa kamyon alacaktı bana. Bin defa söz vermişti telefonda. Benim boyumda bir kamyon. O şoför olacaktı ben muavin. Dereden kum çekecektik saati on liraya. Annem peynirli poğaça getirecekti bize öğlenleri. Koca adamlar gibi kaşlarım çatık çekecektim el frenini. Arabesk dinleyecektim en efkarlısından. Koca adamlar gibi yorgunca yiyecektim yemeğimi. Baş köşeye çömelmiş babama bakacaktım arada gururla.
Akşam oldumu sokacaktık emektarı evimizin önündeki derme çatma barakaya, elimizi yüzümüzü yıkayıp, ütülü beyaz gömleklerimizi giyip kahveye kadar gidecektik. Sıradağlar gibi omuz omuza. Yan yana. Annem “Yemek vakti nereye” diye söylenecekti arkamızdan. “Heyt be” diyecekti göreneler. “İki civan yarattı Allah, bir de dünyayı.” İki el tavla oynayacaktık ikizlerin kahvesinde. Mahsusçuktan yenilecektim ona. Tatlı serzenişler dökülecekti dilimden.
Bütün mahalle benimle birlikte öğrendi babamın gelmeyeceğini. Fısıldayarak dağıldılar başımızdan. Kamile Halam da evine girdi ağlayarak. Bir annem bir ben kaldık orta yerde. Benim gözlerimde koca bir çengel. Anneminkilerde ardı sıra üç nokta…Öyle durduk sessizce. Ağlamadık ama.
***
Mustafaların bahçesinde oynuyorduk bir akşam. Annem çağırdı, gitmedim. Annesi tavuk kaynatıyordu Mustafa’nın, avluya kurulmuş sobadaki kazanda. Genzime işledi mübareğin kokusu. Gitmedim de pişmesini bekledim. Ne vakit sonra bir kanat tutuşturdular elime. Et desen et değil, kemik desen kemik değil. Tam yiyecekken, Mustafa’nın annesinin sözlerini duydum. Yanındaki kadına eğildi “Babasız garip” dedi. “ Karısını beğenmemiş de bırakmış adam.” Akrep oldu elimdeki kanat. Kıvrıldı da soktu parmaklarımı. Zehri ta ciğerime işledi. Fırlatıp attım tavuğu kadınlara. Koşa koşa anneme gittim.
Annem Kamile Halamla sofada oturuyordu. Ağlamış da gözleri şişmiş. Beni görünce kaşlarını çattı. “Neredesin hayırsız?” Hiçbir şey demedim. Gittim yatağa girdim.
Konuştular sessizce. Dinledim.
“Kapıma kilit olur” dedi annem. “Anan tez gelsin köyden.”
Halam çıkınca, kalkıp yanına gittim annemin. Küskün küskün baktı bana. Biraz sonra sofrayı kurdu. Tarhana, bulgur, ekmek yedik.
Yerken hep anneme baktım. Ne güzeldi, ne güzel! Upuzundu saçları. Sabun kokulu, mis gibi. Gözleri toprak rengi. Ağlamış da sulamış toprağını. Ne güzel bakıyordu işte. Ne güzel susuyordu dudakları. Ne güzeldi elleri. Hiç çirkin olur muydu bir çocuğun annesi?
Sarıldım öptüm onu.
O zaman ağladık.
Sabah nenem geldi köyden. Elinde şişkin bir bohça. Fasulye çuvalını avluya yıktı arabacı. Yanında iki de soğan filesi. Çok şükür kilidimiz vardı artık. Fasulyemiz, soğanımız.
Yaşayıp gidecektik işte, ne olacak?
***
Büyüdüm biraz daha. Issız yanaklarım büyüdü. Soğuk parmaklarım, kireçli kalbim. Birkaç çocuk daha büyüdü benimle. Mahallenin o yıl beşten çıkan çocuklarından Murat’ın önlüğünü istedi annem. Aldı geldi eve, sevine sevine. “Bak oğlum” dedi. “Bu önlük. Okula gidilir bununla.” Masanın üzerine yaydı onu. Cebi sökük, ütülenmekten parlamış, kara kara bir şey. Bilmem neden; üzüldüm. Yüzümü astım. “Cebini dikerim” dedi annem. “Bir de yaka ile mendil işlerim sana, takıveririz şuraya. Paşalar gibi olursun.”
***
Okulun ilk günü ağardı saçlarım. Öğretmen “Kalemi olmayan arkadaşından alsın” dedi bana bakarak. Aslında biz de alacaktık rengarenk okul bir şeyleri. “Yetişmedi örtü, haftaya kaldı alışveriş” dedi annem. Sıkılarak döndüm sağa sola “Fazla kalemi olan var mı” dedim. “Fazla defteri, fazla silgisi. Hayır… fazla babası olan var mı?”
***
Gündüzleri bağ bahçe işlerine koştu annem. Geceleri iş işledi. Yumağı beş liraya. Mahallenin kızlarını çeyizledi. Kızlar birer birer serdi evlerine annemin gözyaşlarını. Her evde bir çileli annem oldu. Annem arttıkça arttı. Sandıklara doldu. Pencerelerden asıldı, yerlere serildi, yemek yendi üzerinde, koltuğa koyup yaslandılar ona. Babam hiç gelmedi.
Eğreti bir tutunuşla geçti gençliğim. Yaşar gibi değil, iter gibi, kan ter içinde nefes nefese…Hep bir şeyi beklemenin sıkıntısıyla, çeke çeke tükettim günleri.
Nenem ölmeden önce amcamın kızıyla evlenmemi vasiyet etti. Amca baba yarısı. Bir baba aldılar, bir baba verdiler böylece bana. Üstelik kendi kanımdan. Üstelik çok benzeri kendi babamın. Oysa ben hiç yarım olmamıştım, tüm kimsesizliğime rağmen. Çoktu benim annem. Doluydum. Bir baba fazla geldi. Taştım. Taştım da hanemi su bastı. Ağlayanım arttı. Bir köşede annem ağlardı zaten, amcamın kızı da eklendi ona. Kara çatkılar çatıp alınlarına, kocadan muzdarip iki beyhuzur, diz dize ağlaştılar. Bildim de ses etmedim. Çok şey birikti dilimin ucunda. Heveslerim yumrukladı durdu aklımı. Bir yanım hep aykırı durdu. Bir yanım hep savaşa hazır. Bir yanım mücahit. Bir yanım serdengeçti. Bir yanım ise hep kendi kendine konuştu. Hilkat garibesi, silik ve cılız.
Hocalara gitti annem gizli gizli. Buhurlar yaptırdı, muskalar, okunmuş sular. İçtim, midem bulandı daha beter. Gün gün sevdiysem de amca kızını, baba olurum diye korktum. Elimi uzak tuttum elinden. Olur da bir gün çirkin bulurum diye, bakasım gelmedi tarafına.
***
Hiç evlenmemiş babam. Oradan oraya uçmuş firari bir çınar yaprağı gibi. Sırtında yatağı yorganı. Dolanmış memleketi özgürce. “Esrarkeş olmuş” dedi ona rastlayan bir tanıdık. Yatıp çıkmış karakolda. Sonra dövmüşler onu adam akıllı. Façasını bozmuşlar bir güzel. Yüzünde boydan boya bir yarık varmış.
Annem ağladı onun için. Deli kadın. Gözünün feri söndü. Yirmi beşinde kocalı dul kaldın. Çoktan soğudu öptüğü yerler. Gözleri silindi anılarından. Geride bir fotoğrafı bile yok. Yalnızca giderken bize bıraktığı emanet gölgesi var: Şapkası yana kaymış, atkısı uçuşan, yola durmuş bir adam.
Bir akşam yolumu kesti amcam. Anamı sordu, sonra kızını. Yüzümü eğdim “İyiler” dedim. Yürüdük. Havadan sudan konuştuk biraz. Söz döndü dolandı babama geldi. Sesi titredi. Korka korka açtı ağzını. “Baban” dedi, “Çok hasta. Al onu yanına. İnsanlık sende kalsın.” Keskin bir buz kütlesi oturdu içerime. Göğsümde biberli rüzgarlar esti. Al bastı gözlerimi. Düşecek gibi oldum da kahvenin masalarından birine tutundum. Koştu geldi birkaç arkadaş. Yüzlerine baktım. Baktım. Baktım.
***
Her gece acıta acıta yumdum gözlerimi. Babamı düşünmemek için, amca kızını aldım yanıma. Annem bilmedi sebebini. Muskalar tuttu sandı. Üç aya varmadan bir koç kesti adak diye. Mahalleye dağıttı hayrıma. Mustafa’nın annesine hususi etli yanından verdi.
Geçmedi içimdeki azap. Ömürlük nefretim çatladı bin yerinden. İçinden kokuşmuş özlemler fışkırdı.
***
Annem odamıza daldı bir gece. Yüzü yaşmağından beyaz. Kemik parmaklarını gezdirdi yanaklarımda. “Kalk” dedi. “Babanı getirdiler.”
“Bana sormadan mı?”
“Sana sormadan…”
Kalktım avluya koştum. Kapıda bir sürü asker. İçlerinden biri omzuma dokundu. “Başınız sağ olsun” dedi. Arabadan çıkarttıkları tabutu ayaklarımın dibine bıraktılar. Parıl parıl bir kutu. Kimse demez içinde ölü var. Sehpa gibi bir şey. Al tozunu, parlat cilasını bir kat daha. Sonra üzerine iğne işi bir örtü at. Geç karşısına seyret.
Bir kutu ki; içindekinden güzel.
“Neden siz” diye sordu annem. Ne garip, ağlamadı hiç. Utandı belki de. Belki de bir kuytuda tekrar çıkartmak üzere saklamıştı feryadını.
Komutan tabutu göstererek “Bir bakın önce size mi ait” dedi. Çekildim iki adım geriye. “Bizim değil bu ceset” dedim. “Dirisi de bizim değildi.” Şaşırdı herkes. “Nasıl olur” dedi komutan “Adı falanca.” Olmuş da ne olmuş? Muzun içini yiyip, kabuğunu bize mi attı felek? “Billahi kabulüm değildir.” Annem dinlemedi beni. “Açın bakalım” dedi. Açtılar.
Babam!
Şapkası yana devrilmiş, rüzgarda atkısı uçuşan pehlivan.
İki eliyle yüzünü örttü annem. Amca kızı bir çığlık attı. Dağ gibi, tepe gibi, tümsek gibi kabardı kalbim. Ufaldım da bir karış kaldım. Titreyerek dokundum kesik yanağına. Şakağında kabarmış bir delik. Etrafında pıhtılaşmış kara kan izi. Göğsü kevgire dönmüş. Alt dudağını ısırmış. Açamamışlar öyle kalmış. Zaten vurulduktan sonra çok yaşamamış. Ne çirkin Allah’ım! Ne korkunç! Bu mu anamı çirkin diye bırakan adam?
Bunun yüzünden mi sararıp soldu baharımız?
Suriye sınırında, eşek sırtında, karşıdan toz geçirirken vurulmuş Balıkesir’e yolcu ettiğimiz babamız…
***
Aklayıp paklayıp gömdük onu cami yanına. Nenemin kıyısına. Her Cuma giderim kabrine. Ayak ucunda durur, söyleyemediğim ne varsa söylerim. On yıl oldu, daha on yaşıma gelinceye kadar biriktirdiklerimi söyleyemedim. Meğer ne çok susmuşum ben. Cerahat gibi dökülmekte sitemlerim. Döküldükçe iniyor içimdeki dağ, tepe, tümsek…
Ne vakit arkasını dönüp giden ve ardından atkısı uçuşan bir adam görsem, ayaklarına sarılasım geliyor be adam! “Anam çirkinse ben güzelim, gitme” diyesim geliyor, ağlaya ağlaya, sümüklü çocuklar gibi…
...ENGİNDENİZ ...
YORUMLAR
Değerli Kalem, yazınızı okuyunca iki duygu sonrası iki karara varıyor insan....
Birincisi,böylesine güzel bir edebiyat ummanına bütün ustalığını döken Engindeniz'in bilgelik ve ustalık damıtan gönlünü okumanın güzelliği,
İkincisi, böylesine akıcı,ders verici,çarpıcı cümlelerle bezeli bir yazıdan sonra okumanın gönlümüze ve ağzımıza bıraktığı tatdan sonra yazmanın sığ kalacağı düşüncesi...
Ne kadar çok şey öğrendim bu yazınızdan....
Selam ve saygılarımla
Söyleyecek söz bulamadım.
"Mahallenin kızlarını çeyizledi, kızlar serdi birer birer annemin göz yaşlarını"
Her öykünüzün her bölümü çok güzel bu yüzden tırnaklamaya kıyamıyorum ama bu bölüm başka bir dokundu bana, kim bilir belki de şu an melek olan annemin de çok elişi yapmasından kaynaklanıyordur, ama anacığım çok şanslıydı babamdan yana, hep çok sevdi ve hastalığı boyunca bebek bakar gibi baktı babam bizlere dahi bırakmadı.
Âciz kalıyorum yazdıklarınız karşısında,kutlayabilirim sadece, muhteşemdi yine.
Selam ve sevgimle.
Bir kaç kez dönüp dönüp okumuştum.Yorumumu en sona bıraktım.
Okudukça yazının içine gömüldüm. Yaşanan acıyı, bir nefes gibi ciğerlerime çektim. O çocukta ve o anada kendimi ve anamı gördüm bir nebze; benim de çocukluğum babamın yolunu beklemekle geçerdi. Babam, şofördü; günlerce onsuz geçerdi günler. Geldiğinde de bir yerlerden ya uçmuş olur ya da yapmış olduğu kaza ile kimilerin bacağı, kolu kopmuş ya da ölüm dolasıyla ceza evine tıkıldığının haberi gelirdi. Hapishenelere yatak taşımak, görüş günlerini iple çekmekle geçerdi zamanımız. Annem, her zaman suskun; gözleri yaşlı olmasına rağmen bir anaç tavuk gibi dış belalardan korumak için kol kanat gererdi hepimizin üzerlerine...
Velhasıl kendi öykümü yazsam bu denli güzel yazamazdım...
Ellerine sağlık Aynur kardeşim. Bu sefer gözlerim dolu olarak bol keseden tam puan verdim ha...(Beni duygulandırdın:-))
Selam ve saygılar efendim.
bakınız nasıl da zorunluluktan doğan bir evlilik gündeme gelmiş ,bir baba bulmak ve amca kızıyla evlenip mutsuz olmak ,aşksız sevdasız geleneksel bir düğün sonrası erkek nasıl da içine atmış ve sorguluyor -annem nuskalar yazdırıyor gibi-neden nuska yazdırıyor anne oğlunun mutlu olması için gelin kıza ısınabilmesi için,hep babaları veya erkekleri suçlarız da hiç dönüp bakmayız büyüklerin hatalarına ,belki de aynı hatalar yapılmıştı adam uzaklaşıverdi evden bir çırpıda ,belki de yarın oğlan uzaklaşıverecek evden bir uzak kalışta ,yok bunun garantisi ,aşksız sevdasız bir evlenme,aşksız sevdasız bir kadın ,bir adam ve çocuklar
.
sevgiler
lacivertiğnedenlik tarafından 9/7/2011 2:58:47 PM zamanında düzenlenmiştir.
''Yerken hep anneme baktım. Ne güzeldi, ne güzel! Upuzundu saçları. Sabun kokulu, mis gibi. Gözleri toprak rengi. Ağlamış da sulamış toprağını. Ne güzel bakıyordu işte. Ne güzel susuyordu dudakları. Ne güzeldi elleri. Hiç çirkin olur muydu bir çocuğun annesi?
Sarıldım öptüm onu. ''
Anne kadar güzel bir anlatım, bir o kadar da içten ve etkileyici...
Nerelerdesiniz dye merak etmiştim, öykünüzü görünce mutlu oldum. Yine yüksek kalitede birşeyler okuma zevkine vardım sayenizde. Bir yandan öykü akıyor, öte yandan özgün metaforlarla ince bir sanat dokunuyor. Zaten baba çocuk ilişkisi gibi herkesin kalbini vuracak bir konu seçmişsiniz. Kaymaklı ekmek kadayıfı buna denir herhalde. Elleriniz dert görmesin.
selam...yazınızı gözlerimdeki yaşlar beslenerek iri damlalar halinde düşüp yüzümü yıkayasıya okudum.......böylesine insanı ta canevinden vuran eserini kutlarım......tebrikler.....böyle insanlar dirisinden fayda gelmez fakat ölüsünden sevdikleri sorumlu olur...olan olmuş gayri...lütfen.....üzülmeyin..size yakışan da aynı durum dan ders alıp sevdiklerinizin kıymetini bilmek.kısa yaşamın tadını çıkarabilmektir.........şimdi size yazdım ama bende anamı bilmiyorum...dogarken ölmüş...bayram günü koşar gider im.kalk derim kalk ANAM.... çokmu gördün ANA kokusunu der kara topragı avuçlarım..içimde biriken gözyaşlarımla topragını ıslatırım....bayramda benimkiler 3 gün kasabada evde durdu geldiler...ben kaldım bir hafta ...ve kendimce konuştum...sizin dediyiniz gibi ne kadar çok içmde büyük aşılmaz vadiler varmış...agladıkca .rahatladım...halada denizde damla bile sayılmasada gönlümü avutuyorum...kimseye göstermeden gözyaşlarımı......SİZE GÜL DİYARINDAN SEVGİ VE GÜLLER DEN BAŞINIZA TAÇ TAKIYORUM...
Hiç kimse... Bay hiç kimse belki. Üstlenemeyeceğin yükün altına girme, ezilirsin diye. Çok kolaydır bir kaybedene bu sözleri sarf etmek. Ben iyi bilirim ve anlarım. Mücadele etmiştir adam. Belki bir hayal belki bir yangın için ama mutlaka düşünceleri yıllar evvel onu yargılayamayacağımız titizlikteydi. Olmadı mı olmuyor... Ve hiç fikir yürütemeyeceğimiz bir şeyler gösterebiliyor kapıyı da mezarı da başka bir şehri de susmayı da...vs... Bazen son el oynar adam. Ya hep ya hiç. Şundan eminim, hiç kimse, bay hiçkimse de dahil, kumar oynamayı sevdiği için veya bir alışkanlık haline getirdiği için oynamaz. Hepsi bu...
Tebrikler, çok güzeldi her zaman olduğu gibi.