KOYU LACİVERT BİR HÜZÜN
Nusaybin….. Ülkemizin sınır ucunda tarihini hüzünle yazan bir buruk ilçe… Bir yanı Suriye’de kalmış, adını KAMIŞLI koymuşlar… Ve insanları…. Bölünmüş aile manzaraları. Amca Kamışlı’ da yeğen Nusaybin’de. Teyze’nin abla hasreti gömülmüş karşı tarlalara… Bu ilçenin insanları 70’lı yıllarda kaçakçılıkla geçim sağlarlardı. Hani Özal döneminde adı “sınır ticareti” olan. Zaten birbirinin yabancısı olmayan iki kasabaydı Nusaybin ile Kamışlı. Akşam hep erken inerdi bu şehrin üstüne. Ve karanlığa gömülürdü bütün köyleri. Çünkü aydınlık yasaktı o yıllarda… Ev içinde çıra yakılırdı sadece. Zira kaçakçılar için pusula görevi görebilir düşüncesiyle jandarma yasaklamıştı aydınlığı. Nusaybin’in fakir bir köylüsüydü Şahin…. Ailesi marabalıkla geçinir ne var ki mahsül sonu bile karınları doymazdı… Çünkü toprak sahibi ağa özde iyi bir adamdı ama bir sürü mazeretler uydururdu, hasat zamanı; gübre,mazot, biçerci parası vesaire vesaire…
Şahin, askerliğini Etimesgutta tankçıydı olarak hitam etmişti. Uzun askerlik vazifesi içinde hiç izin bile kullanmamış ve ailesine, köydeki beşik kertmesi yari olan ve aynı zamanda amcasının kızı yani dotmamı Saliha’ya bir an evvel kavuşmaktaydı aklı fikri…22 ayı bir tek mektup almadan ve bir tekine de cevap vermeden bitirmişi. Her mektubu gelen askerin mutluluğuna bakıp bakıp hüzünlenir ve birliğin gizli bir duvarına verip sırtını gizlice gözyaşı dökerdi.Okuma yazma bilmezdi, anlatamazdı derdini adam akıllı.. Hani bir laf vardır ya ; “ağzı var dili yok” , Şahin’de her ikisi de mevcutken konuşamazdı. Şahin’in bir de bir arkadaşı vardı civan mı civan, has delikanlı… Her ikisi de 22 inde… Ve sadece askerlik ayırmıştı onları… Serhan Manisa’da piyade olarak yapmıştı askerlik vazifesini. Bir gün arayla gelmişlerdi köylerine, ellerinde tezkereleri…. Serhan da bir maraba ailenin oğluydu ve geçim sıkıntısı her iki ailede de had safhada hissediliyordu. Artık vazife evin bu genç delikanlılarına düşerdi. Bir gece düşündüler, sabaha kadar. Tabakalarında tütün bitene kadar çektiler sardıkları cigaraları. Aldıkları her nefes biraz daha cesaret veriyordu yüreklerine… Kararlarını vermişlerdi sınırı geçip kaçağa gideceklerdi. Köyden temin ettikleri bir eşeğin sırtına yüklediler 20 Kiloluk 2 adet VİTA YAĞ tenekelerini. Şahin askere gitmeden bir defa geçmişti sınırı ve tecrübeli sayılırdı. Ne varki sınırı geçmek kolay değildi. Hem nöbetçi askerler 50 metre de bir nöbet yerlerinde tetiklerdi, hem de mayınlarla donatılmış bir tarladan geçmek gerekirdi. Mayınlar Kore savaşından kalma Amerikan mayını idi. Ve pimli olduğu için üzerine basıldığı an pimi düşer, adım atıldığında da infilak ederdi. Bir çok yiğit toprağa düşmüştü mayın patlamasından. Her köyde en az 3-4 kişi de ayaklarını vermişlerdi mayına. Akşam erken inmedi bu kez, zaman geçmek bilmiyordu. Şahin beşik kertmesi dotmamıyla buluştu köyün hemen arkasındaki tepelik yerde. Ve anlattı Şahin kaçağa gideceklerini. Saliha tedirgin oldu ve Şahin’i vazgeçirmeye çalıştı fikrinden. Ama başka bir çare de gözükmüyordu. Zira ailenin geçim yükünü sırtlamayan bir genç nasıl evlenebilirdi ki? Koyu lacivert bir hüzün çökmüştü sevdalıların yüreklerine. Sarılmak bile ayıp kabul edildiğinden birbirlerinin gözlerinin içine baka baka ayrıldılar. Saliha’nın son sözü “Allaha emanet ol ! Seni sevdiğimi,beklediğimi unutma” oldu. Köyün çıkışında buluştu Şahin ile Serhan… Serhan tedirginliğini gizleyerek cesaretli tavırlar sergilemeye çalışıyor ama Şahin farkında olduğundan “merak etme yarın şafak vakti buradayız” diyerek telkinlerde bulunuyor, elinden geldiğince güven aşılıyordu ona. Tilkitepe köyüne yaklaşmışlardı. Bu sınır ucunda bir köydü. Oradan taş atsan Suriye tarafına düşerdi.O köyde cami olmadığından Suriye tarafında bulunan camiden ezan sesi duyulur köylüler ibadetlerine buna göre yapıyordu. Köyün hemen arkasından geçen tellerin yanına yaklaştılar ve evvelce ayrılmış telleri elleriyle aralayarak emektar eşeği geçirdiler karşı tarafa. Kendileri de geçtiler.25 metrelik tampon sahada soluklandılar, canları cigara çekmek istiyor ama buna olanak yoktu. Sigaranın yanan ucu bile tehlikeydi onlar için. Zira nöbetçi erler tarafından enselenmeleri işten değildi.
Sınır boyu mayınlarla döşeliydi. Evvelce kullanılan bir yerden çömele çömele geçiyordu iki arkadaş. Şahin önde yüklerini taşıyan eşekleri arkada ve Serhan da onun peşinde dakikada 1 metre olmak üzere ilerliyorlardı. Mayınlardan birine basmak an meselesi… Yürekleri ağızlarında… Şahin biraz daha deneyimli olmanın verdiği hava ile arkadaşına “merak etme, yoksulluk bile öldüremedi bu mayın öldüremez” diyerek hem espri yapıyor hem de yaşanan gerilimi azaltmaya ve heyecanı dindirmeye gayret gösteriyordu. Şahin’in elinde takriben yarım metrelik bir şiş vardı. Onu toprağa saplıyor mayın taramasını biraz ilkel olsa da yerine getirerek tedbiri elden bırakmıyordu. Zikzaklar çizerek yol alan iki arkadaş yirmi metre kadar soluksuz ilerlediler. Artık yaklaşık bir beş metrelik yolları kalmıştı. Şahin durakladı ve “merak etme bundan sonrası açık” dedi. Biraz soluklandılar ve kalan beş metrelik mayın yolunu da aşarak mayınsız tarafa attılar kendilerini. Artık Suriye tarafındalardı…
Sağ salim aşmışlardı mayın tarlasını ne var ki gün ağarmadan sınıra 5 km uzaklıkta Amude nahiyesine varmaları ve Şahin’in babasının kuzeni olan akrabalarına ulaşmaları gerekmekte idi. Hedef belli yol tehlikesizdi. Önce tabakalarını çıkardılar ve birer tütün sigarasının keyfine varmak için başladılar sarmaya. Son derece tehlikeli bir süreci aşmanın vermiş olduğu keyif ciğerlerine kadar çektikleri tütünün dumanına bile yansıyordu. Serhan dönerek Şahin’e “ biz de artık rüştümüzü ispatladık ekmek tutacak elimiz öne düşmeyecek başımız “ diyerek bundan sonraki hayatları için ilk ipuçlarını vermeye çalıştı. Şahin biraz daha soğukanlı bir edayla “ henüz bitmedi tehlike, geldik ama bu gelişin bir de dönüşü var” diyerek Serhan’ı rehavete girmemesi için uyardı. Konuşa konuşa geldiler Amude nahiyesine… Amude Suriye’de kalmış bir ova kentiydi. Ne dağlık bir yanı ne de yeşile hasreti dindirecek bir ağacı bulunmaktaydı. Burada yaşayan insanların çoğunlukla Nusaybin’deki insanlarla kan bağıyla akrabası olması sebebiyle yabancılık ekmeyeceklerdi. Gün ağarmış sabah ezanı okunmaktaydı. Biraz da zaman geçsin diye cami avlusuna doğru yaklaştılar. Eşeklerini hemen oracıkta bir elektrik direğine bağlayarak abdest aldılar. Ne olur ne olmaz diyerek sırayla namaza durdular. Zira eşeklerinin çalınma ihtimalleri vardı. Bu da bütün hesaplarının alt üst olmasına sebep olacaktı. Ceplerinde toplan 9 liraları mevcuttu. Bütün umutları Türkiye’den getirmiş oldukları o iki teneke yağı bir esnafa satıp ordan elde edecekleri 40 lirayla alacakları kumaş ve çaydaydı. Bu işleri bitirdikten sonra da KAMIŞLI’ ya varıp nargile çekeceklerdi. Camiden ayrıldılar ve birkaç sokak ileride bulunan Şahin’in akrabalarına vardılar. Mahmut amca kapıda karşıladı onları ve hasretle kucakladı Şahin’i ve “yıllar ne çabuk geçiyor, koca adam olmuşsun” diyerek peşinden Serhan ile kucaklaştı. Avlunun içine aldı eşeği ve bağladı bir kazığa. İki arkadaş doğru adrese gelmenin huzuruyla birbirleriyle bakıştı ve hafif bir gülümseme belirdi yüzlerinde. Karınları son derece açtı ama söyleyemediler. Zaten onbeş dakika sonra mercimek çorbası önlerine konulmuştu. Nusaybin adetleriyle aynıydı Amude adetleri. Onlar da kahvaltıda hep çorba içerlerdi. Tandır ekmekleri eşliğinde bitirdiler çorbalarını… Sofrada ev halkı da vardı… Hal hatır faslından sonra Şahin, Mahmut amcaya dönerek “ iki teneke VİTA yağımızla geldik,bunları satmamız lazım” diyerek yardım istedi. VİTA yağı sadece Türkiye’den geliyor ve Suriye’de çok makbul karşılanıyordu. Mahmut amca “hiç sorun değil buradaki esnaflar elimizi bile öper alırlar” diyerek Şahin’in sırtını sıvazladı. Şahin de ona “bir emanetin var bende unutmadan vereyim, babam sana yarım kilo HURS tütünü yolladı” diyerek belinde sakladığı tütünü uzattı. Mahmut amca büyük bir keyifle açtı bez parçasına sarılı tütünü ve “ bundan iyi hediye olmazdı” diyerek teşekkürlerini ifade etti. Çıkmadan birer cigara saralım dedi. Şahin aldı tütünü ve kendi eliyle sardığı iki sigaradan birini Mahmut amca’ya diğerini de Serhan’a uzattı. Muhtar çakmağını çıkarıp cebinden kızarttı uçlarını. Akabinde kendisine sardığı sigarayı da büyük bir keyifle içmeye başladı. Ev halkından müsaade istendi ve çarşıya doğru yol alındı. Buldukları ilk dükkana daldılar. Esnaf görünce eşek sırtında tenekeleri kapıda karşıladı onları.Ve almaya hazır olduğunu beyan etti. Pazarlıklar yapıldı ve teneke başına 22 lira 50 kuruşa verebileceğini söyledi. Uzatmaya gerek yoktu. İki teneke indirildi sırtından eşeğin ve 45 Türk lirası karşılığı gelen 250 Suriye lirasını alarak dükkancıyla vedalaştılar. Az ileride kumaşçılar vardı. 2 top şifon kumaş seçildi ve her top için 80 Suriye lirasına anlaşıldı. Nusaybin’de o dönemde şifon kumaş çok tutuluyordu. O da sadece Suriye’den getirtiliyordu. Akabinde çay satan bir yere girdiler ve 25 kilo çayı da aldılar. Eşeğin sırtına güzelcene yerleştirdiler. Eyeri dolan eşeği arkalarına takarak Mahmut amca’nın evine doğru yol aldılar…Şahin, eşeği tekrar Mahmut amcasının avlusuna aldı ve bağladı. Dönüşe en az 10 saat vardı. KAMIŞLI’ya gitmek istediklerini söyleyerek izin istedi.Kamışlı’ya dolmuş vardı ve Mahmut amca da, “dolmuşa biner gidersiniz ama son dolmuşu kaçırmayın orda kalırsınız” diyerek uyardı misafirlerini. Yirmi dakikalık bir yolculuk sonrası iki kafadar Kamışlı’ya vardı ve ilk iş olarak bir kıraathaneye daldılar. Birer nargile istediler. Çay eşliğinde nargile keyfini çıkardılar. ’Biraz da alışveriş yapalım’ diyerek Şahin, Serhan ile birlikte 10 tane tespih seçti. Artık paraları bitmiş ve dönüş için şartlar oluşmuştu. Son dolmuşla Amude’ye döndüler… Akşam çökmeye başlamış, yol hazırlıkları için hava oluşmuştu. Vedalaştılar oradaki akrabalarıyla. Dönüş başlamıştı…İki arkadaş Amude nahiyesinden sınıra vardılar. Karanlık çökmüş ve Türkiye’deki sınır köyleri siyahlara bürünmüştü. O dönemde elektrikler olmadığı gibi çıra yakmak bile bazen jandarma müdahalesine yol açabiliyordu. Zira ışıktan faydalanan kaçakçılara bu ışıklar pusula görevi görüyordu. Şahin aklı başında yiğit bir delikanlıydı. Geldiği yolu aklına yazmıştı ve aynı yoldan geri dönme konusunda bir sorun yaşamayacaktı. Tellerle örülü Suriye sınırındaydılar. Telleri aşıp tampon bölge olarak adlandırılan mayınlı sahaya gireceklerdi. Etraf zifiri karanlıktı. Tellerden ilk önce Şahin daldı ve Suriye’den yüklemiş oldukları kaçak çay, kumaş ve tespihler altında sıkıntılı eşeği soktu telden. Serhan eşeğin arkasından içeriye girdi. Şahin fısıldayarak konuşuyor ve Serhan’a “ aman dikkat et basma mayına” diyordu. Eşek bir an yön değiştirdi ve yular Şahin’in elinden kaçtı. Panikledi Serhan ve istem dışı ayağa kalkarak eşeği yakalamak istedi. Bu esnada ayaklarının altından bir ses yankılandı “KIRÇ”. Bu basılan mayının pim sesiydi. Anlamıştı Serhan mayına bastığını. Ve Şahin’e “dur” dedi. “Bastım mayına Şahin”. Sesindeki tedirginlikle paniğini hissettirdi Şahin’e. Şahin’in başından kaynar sular döküldü. O anda ne beşik kertmesi Saliha aklındaydı, ne fukara babası. Dünyasının yıkıldığı andı belki de. Döndü arkaya ve Serhan’a “dur yerinden sakın kıpırdama” dedi. Serhan ise büyük bir deprem yaşıyor ve ruhunu teslim etmek istiyordu artık. Şahin’e “ lütfen sen yoluna devam et, benim kısmetim buraya kadarmış bari sen kurtar kendini bakmaya mecbur olduğun bir ailen, seni hasretle bekleyen bir nişanlın var, hakkını helal et” diyerek iknaya çalıştı can dostunu. Şahin kızmaya başlamıştı bu sözlere “bana lütfen söz ver, ben gelene kadar kıpırdamamaya söz ver” dedi. Arkadaşlığımız adına dostluğumuz adına söz ver dedi. Serhan, Şahin’in aklından geçeni merak ediyordu ve ona son bir kez seslendi. “Benim için her şey bitti Şahin lütfen git kurtar kendini “ . Ne var ki Şahin’in pes etmeye ve Serhan’ı kaderine terk etmeye niyeti yoktu. Serhan’ın ağzından aldı yemini. Serhan kıpırdamayacaktı, Şahin gelene kadar. Şahin eşeği alarak sınırı geçti. Ve hemen sınır ucunda bulunan Tilkitepe köyüne vardı. Emanet etti kaçak yüklü eşeğini bir tanıdığına. Ve bir kazma ile kürek aramaya koyuldu. Aranan bulundu. Yola düşüldü tekrar. Bir kez daha tellerin altından daldı mayın tarlasına, aklını yitirmek üzere olan Şahin. kurtarmalıydı arkadaşını ve köye boynu bükük koymamalıydı sevdiklerini. Serhan’ı sağlam götürmüştü ama bir ayağı kopuk ya da ellerinden yoksun döndürmemeliydi. Bütün bu düşüncelerle boğuşan Şahin varmıştı yanına tekrar Serhan’ın. Ve mayın taramasını yaptığı ilkel şişini bir kenara bırakarak başladı kazmaya Serhan’ın mayına bastığı yerin hemen yanını. Öyle büyük bir hararetle kazdı ki yarım saat içinde Serhan’ın atlayıp boylu boyunca yatması için bir hendek oluşturdu. Kan ter içinde kalmıştı. Ama bu şansı Serhan’a vermesi gerektiğine inanmıştı kalben. Bu arada gün ağarmak üzereydi. Artık bir saatten bile az vakitleri vardı. Yoksa gün ışıyacak ve nöbetçi jandarmalara yakalanacaklardı. Kafasından geçen olayı bitirmiş ve Serhan’a atlaması için çukuru hazırlamıştı. Her şeye rağmen gene de tehlike vardı ve o terli haliyle son bir kez Kucaklaştı dostuyla. Hakkını helal ederek. Şahin “ben şimdi ayrılıyorum tellere varınca elimdeki kuru dalı kıracağım, sesi duyunca sen atla çukura” dedi. Ve mayınlı sahadan yavaş yavaş tellere, dolayısıyla Türkiye sınırına doğru çömele çömele yol aldı. Varınca tellere kalktı ayağa ve elindeki kuru dalı kırdı. Gecenin sessizliğinden faydalanmış ve kırılan dalın sesini duyurmuştu Serhan’a. Kelime-i Şehadet getiren Serhan bir anda attı kendini çukurun içine. Büyük bir gürültü ile infilak eden mayın şarapnelleri başının üstünden geçiyor ama çukurun içi güvenli gözüküyordu. Bir dakika kadar bekledi ve ilk önce ellerine baktı. Her iki eli de sağlamdı. Ayaklarına dokundu ikisi de yerinde duruyordu. Bu bir mucizeydi herhangi bir uzvunu yitirmeden kurtulmuştu mayından. Bunu elbette kadim dostu Şahin’e borçluydu. İçi kıpır kıpırdı. Bu gürültüye jandarmaların intikali en fazla 5 dakikayı alırdı. Ve mayın tarlasından çıkması için çok fazla bir vakti yoktu. Cevval hareketlerle tellere kadar geldi. Şahin’i arıyordu gözleri. Gün ışımak üzereydi ama ilk anda göremedi onu. Az yürüdü ayağına bir şey takıldı. Şahin’di yerde yatan sırt üstü. “Şahin Şahin” dedi ama ses vermiyordu Şahin. Bir anda eline bir sıcaklık geldi. Mayından fırlayan bir şarapnel parçası kafasını yarmıştı. Oracıkta can vermişti o yiğit delikanlı. Serhan dünyasının yıkıldığını hissetti. Sevinci hüzne dönüştü hüznü ise ölüm sessizliğine. Aldı kucağına kafasını ve bıraktı kendini sabahın sessizliğine. Üstünden atlayan ölüm kalleşçe Şahin’i bulmuştu. Gün ağarmış ve cemse dolusu asker olay yerine varmıştı. Bırakmadı dostunu ve oracıkta ölmek istedi onunla. Nitekim geldi jandarma ve uzaktan seslendi “eller yukarı teslim ol” . Ecele teslim olmayı bile işten saymayan Serhan’ın elbette kıpırdamaya niyeti yoktu. Nutku tutulmuş dünyası yıkılmıştı. Silahsız olduğunu gören bir jandarma “komutanım silahı yok” diye bağırdı. Bunun üzerine 3 jandarma teslim almaya yöneldi. Ve kolları arasında Serhan’ın bir ceset olduğunu gördü jandarmalar ve mayın patlamasından öldüğünü ve Serhan’ın da köyden yardıma koşan biri olduğunu düşündüler. Zaten kaçak yüklü eşek de orda değildi ve kaçak herhangi bir eşya da gözükmüyordu. Şahin’in cansız bedeni cemseye alındı. Ve Serhan da karakola götürüldü. Ne var ki sorulan hiçbir soruya cevap vermedi Serhan. Üstünde de hiçbir eşya çıkmaması sebebiyle birkaç saat sonra serbest bırakıldı. Fakat Serhan bir daha köyüne de dönmedi. O günden sonra Serhan’ı bir gören de olmadı…
2002-İSKENDERUN
MÜSLÜM KIZIL
KOYU LACİVERT BİR HÜZÜN Yazısına Yorum Yap
"KOYU LACİVERT BİR HÜZÜN" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.