- 894 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KELİMELERİN YETERSİZLİĞİ
Günlük yaşantımızda gerek fikri gerek hissi birçok konuda oluşan duygu ve düşüncelerimizi ifade edebilmek için bazı işaretler kullanımına gereksinim duyarız. Bu işaretler duygu ve düşüncemizi aktardığımız insanlar tarafından da bilinen işretler olmalı ki kolayca anlaşılabilsin.
Karşılıklı ifade edilen düşünce ve duygular kelimelerin bir araya gelerek oluşturduğu cümlelerden meydana gelir. Tüm dillerde üç aşağı beş yukarı bu hep aynıdır. Bunlar çoğumuzun bildiği şeyler aslında. Fakat şu soruyu es geçemiyoruz her nedense; kelimelerin oluşturduğu cümleler tam olarak düşünce veya hislerimizi karşılıyor mu? Evet, asıl problem burada. Ve bana soracak olursanız tam manasıyla karşılamıyor derim. Hatta kelimelerle ilgili şunu da söylemeden geçemeyeceğim; bana kalırsa dünya dillerini sembolik ifade eden kelimelerin gelişimi, insanoğlunun duygu ve düşüncesine oranla ilkel dönemini yaşıyor.
Diyalog halinde olduğumuz insanlarla zaman zaman iletişim engeline takılıyoruz. Bunu bilimsel verilere dayandırdığımız vakit karşımıza çeşitli veriler çıkıyor. Bu iletişim engeline sebep olan bazı unsurlar arasında; statü farkı, cinsiyet farkı, alıcıdan kaynaklanan engel, bilgi düzeylerindeki farklılıklar, konuya karşı ilgi yetersizliği, farklı dillerle iletişim kurmaya çalışmak, dinleme eksikliği, konuşmacının konuya hâkimiyeti vb. gibi birçok konu yer alır. Ama bana göre asıl neden kelimelerin yetersizliğidir. Çünkü her insanın zekâ yapısı farklıdır ve hisleri de bu doğrultuda farklılık gösterir. Günümüze kadar, çeşitli evrimler geçirerek hâlâ varlığını sürdüren kelimeleri ilk ortaya atan benim yüzlerce yıl sonra ne düşüneceğimi nerden kestirebilir veya ne hissettiğimi nereden anlamış olabilir. Bu yalnızca o insanın kendisi gibi insan olan diğer canlıların da aynı şeyleri düşünüp ve aynı şeyleri hissedebileceği konusunda kendince akıl yürütmesi olayıdır. Yani genel konularda. Belli bir süre zarfında bunun çok önemli bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. Ancak günümüzde çok daha fazla gelişme göstermesi gerekirken büyük düşünceleri ifade ederken orijinal kelimeler üretip yayamıyoruz. Ve büyük hislerimizi hâlâ “aşk” kelimesiyle ifade edebiliyoruz ancak. Oysaki günümüzde birçok konuda olduğu gibi aşk konusunda da değer yargıları değişiyor. Önemini yitirebiliyor. Düşünsenize ben şu an bir bayana karşı benim için kutsal sayılabilecek hisler duyuyorum. Bunu ona veya bir başkasına nasıl anlatırım. “âşık oldum” diyerek. Evet, bu kadar basit. Ama içimde olan şeyleri, bildiğim kelimelerle anlatsam olayın, bir kelimenin ifade edebileceği manadan daha büyük anlamların anlaşılabileceği gibi farklı bir boyutu ortaya çıkar. Örneğin onu düşündüğümde kalp atışlarım birden hızlanıveriyor, tuhaf bir heyecan kaplıyor bedenimi, anlamını bilmediğim bir acı canımı yakarken aynı zamanda da mutlu olabiliyor ve farkında olmadan yüzümde beliren tebessüme engel olamıyorum. Onu düşünürken sanki başka bir evrene geçiyorum, her şey bir anda siliniyor, zihnimin en ücra köşeleri bile onun düşüncesiyle dolup taşıyor. Kalem kâğıt alıp ona söyleyemediğim şeyleri yazmak istiyorum. Alıp yazıyorum da. Ama ona söyleyemediğim o kadar çok şey var ki ve benim bildiğim kelimeler o kadar çaresiz ki içimde olan fırtınayı anlatmakta aciz kalıyorlar. Bunlar yalnızca onu düşündüğümde olan şeyler. Ya onu gördüğümde? Evet, onu gördüğümde ise yine aynı fizyolojik değişimlere maruz kalıyorum ama bu kez daha şiddetli. Kalbimin fırlayacağını hissediyorum ve uzun zamandır duymadığım bir ses duyuyorum, beni korkutan bir ses; kalbimin sesi, o kadar gürültülü çarpıyor ki neredeyse kulaklarımı sağır edecek. Ve bacaklarım birden titremeğe başlıyor. Yürümekte bile zorluk çekiyorum. Lisanım ise onu görünce sanki kilit kuşanmış bir halde sükûnunu korur. Hiçbir şey söyleyemez, lal oluyorum bir anda. Gözlerim sebepsiz dolmaya başlıyor, ortada üzülecek bir neden yokken öyle birden bire dolmaya başlıyor. Ve ona bakamıyorum. Gözlerini görünce ölüyorum. Anlatamıyorum… Evet, böyle bir hisle karşı karşıya iken ben kalkıp yalnızca “aşığım” diyerek mi anlatmaya çalışmalıyım. Aslında doğru, zamanında bu tür hislere bürünen insanların ortak kelimesi “aşk” idi. Ancak günümüzde halk arasında aşk kelimesi bu acıların, cefaların, elemlerin karşılığı değil. Anlamını yitirmiştir artık. “aşk” anlamını yitirip gömülmeği bekleyen diğer kelimeler gibi, yaşayan ceset olup iletişim bozukluğuna daha fazla neden olmamak için yeni anlamdaşını bekliyor. Ve artık gömün beni diye feryat ediyor.
Hayatımıza yön verecek o yüce hisse muktedir olduğumuz vakit yapacağımız tek şey o hissi, o hisse neden olan şahsa iletmektir. Ama bu ileti o kadar ustaca olmalı ki onu etkileyebilmeli. Aksi takdirde bilinmesinin hiçbir faydası görülemez. İçimizde kopan fırtınayı olduğu gibi anlatmak çoğu zaman işe yaramaz. Çok duygusal terimler kullanırsak karşı tarafın da tam aksi yönde bir realist olduğunu düşünürsek işimiz sarpa sarar. Demek istediğim asolan bizim ne hissettiğimiz değil karşı tarafın neyi, nasıl anlayacağıdır. Onun kulağına hoş gelsin diye belki de içimizdeki en temiz duyguyu bile farkında olmadan kirletiyoruz. Olduğu gibi anlatmaya kalksak biliyoruz ki içimizi anlatmakta yetersiz kalacak kelimeler ve çuvallayacağız. Elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce anlatalım desek karşı tarafın anlamayacağını düşünmek gerekir. Bu takdirde boşu boşuna hislerimize deşifre etmiş oluruz. Karşı tarafın anlamayacağını biliyorum çünkü her insanın anlayışı farklıdır. Her insanın aşk tarifi farklıdır. Her insanın sihirli kelimeleri farklıdır. Doğru zamanda doğru dokunuşları yapmayı başaramazsak o kutsal hislerimizin veya düşüncelerimizin katili olmuş oluruz.
Bizler ne düşündüğünü ne de hissettiğini karşı tarafa tam manasıyla aktaramayan aciz varlıklarız. İçimizdeki düşünce ve duyguları anlatmaya biraz yaklaşmış olanlara şair, edebiyatçı diyoruz. Ki onlarda tam manasıyla aktaramamış ve anlatamamışlardır. Hatta ben bile şu an bildiğim tüm kelimeleri kullanarak zihnimde oluşan bir anlaşmazlığı ifade etmeğe çalışıyorum ancak düşüncelerime bakıyorum da yine de tam manasıyla anlatamamışım. Cesur şairin biri ise bu durumu itiraf ederek bir şeyleri, “ kelimeler kifayetsiz kalıyor/anlatamıyorum…” diyerek anlatmaya yaklaştığını göstermiştir.