- 1053 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN KUMAŞI AĞIR OLUR
İnsanların hayatları ve kumaşların dokusu birbirinden bağımsız iki konu gibi görünse de bazıları için durum farklıydı; mesela Orhan için. İçimizden sadece biriydi o. Yaşadıkları; kendi penceresinden bireysel, bizim penceremizden bakılınca toplumsal bir durumdu. Ona, hayat ve kumaşı birlikte düşündüren faktör ise büyük bir olasılıkla mesleğiydi.
Orhan, kendini bildi bileli dokuma sektörünün içindeydi. Dar gelirli bir ailenin çocuğu olarak sektörün başında olması da imkansız görünüyordu zaten. Gözü gönlü hep toktu. Ama karnı yarı aç gezerdi. Yine de kumaş satan bir dükkanın asgari ücretli tezgahtarı olmaktan mutluydu.
Akrep ve yelkovan birbiriyle yarışırken aylar, günler su gibi akıp gidiyordu. Uykusuz geçirdiği bir pazar gecesi korktuğu başına gelmişti. Sabah bir hayli gecikmişti. Yataktan alelacele doğruldu. Başını eşi Nilay ve bir buçuk aylık bebeğine doğru çevirdi. Her ikisi de derin uykudaydı. Beşikte, yumuk elleri iki başının hizasında melek gibi uyuyan kızı Seda’nın yanaklarına dudaklarını hafifçe dokundurdu ve kokusunu içine çekti.
Sessiz adımlarla giysi dolabının kapağını açtı ve mavi beyaz kısa kollu çizgili gömleğine uzandı. Bir anda gömlek demir askısıyla birlikte yere düştü. Nilay, yerinden fırladı ve bebeğine baktı. Sonra işaret parmağını dudağının üzerine koyarak “Sessiz olur musun lütfen! Uyanırsa vallahi işe göndermem sen bakarsın ona göre” dedi dişlerini sıkarak.
Nilay’ın sert çıkışı, Orhan’ın içindeki bütün güzel duyguları yaralayıvermişti. Sabah kahvaltısı yerine eşinin fırçasını yemek sinirini bozmuştu. Ama bunun geçici bir durum olabileceğini, bebek büyüyünce her şeyin daha normal bir hale geleceğini düşlüyordu. Olaya Nilay’ın cephesinden bakınca “annelik kolay iş değil. Sabaha kadar uyutmuyor kerata” dedi içinden.
Gömleğini giyindikten sonra kapı arkasındaki pantolonunu alelacele kavradı.
“Çıkarken para bırak. Alacaklarım var”
Eşinin bu sözü Orhan’da benzinin üzerine fırlatılmış ateş etkisi yaratmıştı. “Bırakacağım ama lütfen idareli kullan. Çünkü daha maaş almama beş gün var” dedi sinirli bir ses tonuyla.
“İdare idare! Sayende Yüksek İdare Kurulu Başkanı olacağım. Yeter artık. Üç kuruş para veriyorsun arkasından da bir sürü talimat!”
Orhan “Yeter artık bıktım” dediğinde Seda artık uyanıktı ve ağlama sesi yatak odasını dolduruyordu.
Orhan, buzdolabının önünde durdu ve sonra geri antreye doğru yönünü çevirdi. Ayakkabısını ayağına geçirir geçirmez dış kapının kolunu hızla kendine doğru çekti. Kapının yüksek sesle kapanışı Orhan’ın sanki hayata haykırışı gibiydi.
Kendi kendine telkinlerde buluna buluna otobüs durağına geldi. Saat 07.15’te bindiği otobüsten kırk beş dakika sonra inmiş ve çalıştığı dükkanın sokağına dönmüştü.
Sıradan yaşadığı hayatta yaptığı her iş de sıralıydı. Kapıyı açacak, dükkanın içini ve kapısının önünü temizleyecek ve sonra tezgahın başına geçerek müşterilere gün boyu hizmet edecekti.
Kafasındaki her iş az önce planlı iken şimdi tamamlanan faaliyetler arasına girmişti. Her ne kadar geç kalmış olsa da patron gelmeden işleri yetiştirmişti. Derin bir nefes alarak renk renk kumaşların istiflendiği bölüme geçti. Yeni gelenleri, çok satılıp kumaş topunun yarısına gelenleri, bir de neredeyse toz bezi çıkacak kadar olan azalmış parça kumaşları gruplandırdı. İşe dalmak evdeki huzursuzluğunu da bir anda unutturmuştu. Fakat gömleği daha sabahın ilk saatlerinde nemlenmişti bile.
“Orhan neredesin! Neden dükkanın vitrini toz içerisinde. Eline hemen bir bez alıp, ayna gibi parlayana kadar siliyorsun bu camı anlaşıldı mı! Aldığın parayı hak etmeyin bil!
Patronun gür sesiyle irkilen Orhan, kumaşların olduğu bölümden öne doğru çıktı ve koşar adımlarla Muhittin Beyin yanına gitti. İçinden “ya sabır” diyordu sürekli.
“Efendim daha dün sildim. O yüzden bugün ellemedim. “
“Ben anlamam. Her gün silinecek. Hem dur bakalım! Bugün sen geç mi kaldın yoksa”
“Evet efendim. Ama bir daha olmaz. Merak etmeyin.”
Başını sağa sola sallayan patron önden, Orhan arkadan tekrar girdiler dükkanın içine. Biri kendine ayrılan odasına diğeri ise tezgahın başına geçti.
Dükkan açılmıştı açılmasına ama bir saattir kapının önünden geçen bir Allah’ın kulu bile müşteri olarak içeriye girmemişti.
Kumaşı kumaş yapan nasıl ipliklerse, insanı insan yapan da duyguları ve davranışlarıydı. Kumaşlar gibi insanlar da renk renkti. Kimi sarışın, kimi esmer, kimi kumral. İnsanoğlu, neredeyse doğanın güzelliğiyle yarış halindeydi.
Eli, ipek bir kumaşın üzerinde dairesel hareketlerle gezindi. Sonra gözü kadife ve saten kumaşlara kaydı. “Bu da kumaşın şansı işte!” diye düşündü. Yarın bir gün zengin bir kadının üzerinde giysi olduğunda etiketinde bir sürü kullanma talimatı olacak: yalnız kuru temizleme yapılır vs. vs. gibi. Giyene de üstündeki kumaşının özelliğine paralel olacak gösterilen ihtimam. Ne de olsa hassas, narin, zarif bir hanımefendidir denecek. Ya da kumaşın cinsine göre beyefendi her neyse…
Sonra gözünü basma, Amerikan bezi vs. gibi daha ucuz kumaşlara çevirdi.
Kuru bakliyatları koymak için dikilen çuvalları hayal etti. Bunları akıl eden hep içindekini düşünmüş; kurtlanmasın, nemlenmesin gibi. Alan için, dışı sadece bir araç. Onun amacı sadece ve sadece içindeki bozulmadan kullanmak.
Sonra dudak büktü. "Misafir odasındaki köşe süsü olarak duran bir kırlent kadar değer görmedim şu hayatta" dedi başını sallayarak.
"Yüreğimin güzelliği kimin umurundaydı ki. Başta babam ve amcam ne kadar yüklendiler bana. Onlar için bir numara hep ağabeyimdi. O yorgun, o çalışıyor aman rahatsız etmeyelim. Hassastır kırmayalım. Ya ben! Vurun abalıya!”.
Eşiyle olan evliliğini değerlendirdi kendince. Sokakta şüpheli bulunan bir paketten farksızdılar. Neredeyse; bir bomba imha uzmanının gelmesi ve içindekilerin boş mu dolu mu olduğunu test edip, onları uzaklarda patlatması gerekti. Çünkü birbirlerine olan patlamalarında gerçek ruh dünyalarını asla göstermiyorlardı. İçerideki gürültünün kuru mu yoksa gerçek mi olduğu ayan beyan ortada değildi. Anlatsalar açık açık, belki de incir çekirdeğini doldurmayacaktı sorunları. Belki de lüzumsuzdu hepsi. Günlerce konuşmadıkları olurdu.
“Şu kumaştan sizce kaç metre çıkar?”
Orhan, hemen kendine geldi ve müşterisinin gösterdiği kumaşa gözlerini dikti.
“Ne amaçlı kullanacaksınız efendim.”
“Özel bir yemeğe gideceğiz. Dar bir elbise düşünüyorum. Rengini ve kalitesini çok beğendim. Fakat bu kumaş bayağı az gibi görünüyor. İnşallah yeter.”
“Aksilik başka da kalmadı bu kumaştan. Ama sizin bedeninize göre düşününce bu kumaşın yeteceğini umuyorum”
Orhan, elindeki tahta metreyle kumaşı ölçtü hatta arttıyordu bile. Eline makasa aldığında müşteri bağırmaya başladı.
“Durun durun! Sizin elleriniz kirli gibi. Önce bir güzel yıkayın. Sonra kesersiniz”
Orhan, hayatında ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyordu. Sakin bir ses tonuyla “ellerim temizdir efendim endişe etmeyin” dedi.
Tam kesiyorken kadın tekrar "durun durun" dedi hararetle.
Orhan, o sırada makası kaydırdı ve kumaş eğri kesildi.
“Sizin gibi acemi birini kim oturttu buraya. Patron nerede! Rezil oldu canım kumaş! okunma artık”
Orhan şaşkındı. Bir anda Muhittin Bey yanlarına geliverdi. Müşteri elbette haklıydı her zaman ama kendi de haklıydı. Sonuç hiç de iç açıcı değildi. Patron, “kumaşlarla vedalaş bakalım. Artık benimle çalışmıyorsun! Güle güle sana!” dedi alaycı bir ses tonuyla.
Orhan “yazıklar olsun sana başka da bir şey demiyorum” dedi kapıdan çıkarken.
Bilinçsizce yürüyordu sokaklarda. Başı, kazan gibi olmuştu. Patrona göre hava hoştu tabi şimdi arkasından eleman aranıyor diye bir ilan assa anında bir sürü adam bu işe talip olurdu. Patronu; temizlikçi elemana ayrıca para vermemek için yıllarca ona iki işi bir arada yaptırmıştı. Sonuç fiyaskoydu işte.
"Acaba müşteriyi kızdırdım mı?" diye düşündü "ama bir şey yapmadım ki!" dedi içinden. Nasıl otobüse binip nasıl indiğini hatırlamıyordu bile.
Evin kapısının önünde bir süre bekledi. Şimdi Nilay’a bu durumu nasıl açıklayacaktı. Hemen iş bulabilecek miydi? Hüngür hüngür ağlamak istiyordu. Fakat kendini frenliyordu.
Anahtarı çevirdi ve sessizce içeriye girdi. Nilay, salonda kızını emziyordu. Başını Orhan’ın kireç gibi yüzüne çevirdi.
“Hoş geldin. Sen hasta mısın?” diye sordu.
Başını iki yana sallayarak yatak odasına geçti Orhan. Üstüne eşofmanlarını geçirdikten sonra banyoya doğru yöneldi. Nilay, tekrar aynı soruyu yöneltti Orhan’a.
“Üstüme gelme! Daha eve yeni girdim! Bir elimi yüzümü yıkayayım “ dedi yüksek sesle.
Nilay‘ın son cümlesi Orhan’ı çıldırtmıştı sanki.
“Güya kumaş dükkanında çalışıyorsun. Önümüz bayram, şu karıma da güzel bir elbiselik kumaş getireyim dediğin yok. Gerçi kendi kılığında kötü. Artık bu hayattan usandım Orhan. Bir de asık suratını çekiyorum!”
Orhan, bir hışımla içeriye girdi. Dudakları kıpırdıyor ama ses çıkaramıyordu. Soğuk soğuk terliyor, göğsündeki baskıdan dolayı nefes alamıyordu. Sadece "Ben çok kötüyüm" diyebildi yere yığılırken.
Nilay, çığlıklar içinde kapı komşusunun zilini çaldı.
"Orhan’a bir şey oldu! Yardım edin yalvarırım. Onsuz ben yaşayamam!" diyordu gözyaşları arasında.
Kısa bir süre içinde ambulans gelmişti fakat yapılan tıbbi müdahalelere bir türlü cevap vermiyordu. Orhan, üzerinde çeşit çeşit elbise eskitmemişti ama elinden o kadar çok kumaş gelip geçmişti ki. Şimdi ise tamamen beyazlar içindeydi.
Aysel AKSÜMER
YORUMLAR
Kaleminizden güzel bir öyküyü daha, beğenerek okudum.
Tebrik eder, saygılarımı sunarım.
Aysel AKSÜMER
Siz gibi kalemlerin paylaşımlarına duygularımızı yazmadan geçip gitmenin haksızlık olduğunu düşünüyorum.
Dün gece okumuş ama yoğunluktan yorum yapamamıştım..
Kaleminiz için söyleyeceğim şudur ki
Sizi tarzınızın kaleminizin tadına varan Aysel hanım bugün ne yazdı acaba diyerek muhakkak sayfanıza uğrar.
Okuduğum bu öyküdeki doyuruculuğu tarif edemem
hem insan hem duyguları hem iç dünyaları ve tabi bir de olay yani hareket okuyucuya gerçekcilikle aktarılmış
Çok çok tebriklerim
ve saygılarımla değerli yazarım.
Nilgün ARIKAN tarafından 8/25/2011 10:33:06 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aysel AKSÜMER
çöldeki kelebek
deneme öykü gibi uzun yazılarda ise henüz emekliyorum
sizi okuyarak kendimi geliştireceğimi yürüyemesem bile tay tay adımlar atabileceğimi hissediyorum.
İyi ki kaleminizle tanışmışım çünkü bu bir şans
Saygım ve sevgim büyük..
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Gündüz okudum ama çok meşguldum yazamadım ancak zaman bulabildim.
Çok güzel kurgulanmış bir yazı. Bağlantılar yerine oturmuş. Çok farklı bir öykü.
Tebrikler, sevgilerim yoluyorum. İyi geceler...
Aysel AKSÜMER
harika iki ölçülü kıyaslama okudum içinde her şeyi olan v e mutsuz insanı gördüm ve gerçekler bir daha gün yüzüne çıkkıyor hep mutsuzluk mutsuzluk mutsuzluk sevgilerimle
Aysel AKSÜMER
insanların üerinde ki elbiseler hep dikkatimi çeker ruh hallerini yansıtıyor diye düünmüşümdür.. kumaşlarla bunu bağlantı kurarak öykü haline getirmen düşünelerime ışık oldu canım her zamanki gibi güzeldi..sevgi ve selamlarımla..
Aysel AKSÜMER
Aysel Hanım...kurgusuyla,örgüsüyle, akıcı diliyle hoş bir metindi...canı gönülden tebrikler
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
dervişim
Aysel AKSÜMER
Aysel AKSÜMER
Katılıyorum, kurgu yine mükemmel. Ama sizin öyküleri örten bir kılıfınız var, kendi kaleminize has. İşte onu kuşanmak her babayiğidin harcı değil. Belki fark etmiyorsunuz bunu yaparken ama çalışarak akzanılacak bir şey değil. Daha ziyade okumaktan geçen bir deneyim bence. Öykü bir insan ve siz de bir terzi. Onu en uygun biçimde giydirip kuşandırıp sunuyorsunuz ki netice itibariyle onu çekici bulmamak olanaksız. Tebrikler, çok sağlam bir çalışma.
Aysel AKSÜMER
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Aysel AKSÜMER
Yine güzel kurgulanmış bir öykü... İnsan-kumaş (ve insan-tabiat) bağlantısı başarılı kurulmuş. Orhan'ın iç dünyası da güzel yansıtılmış. Sürükleyici, merakla okutan bir üslubunuz var. Hele son kısım bence çok dikkat çekiciydi. Aynı zamanda yine kumaşlarla bağlantı kurularak sonlandırılması gerçekten başarılıydı. (Küçük bir düzeltme: Bir yerde Seda yerine Nilay denmiş.)
Tebrikler, başarılar...