- 1060 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sen Ağladıkça Ben...
Sana seni sevdiğimi söylemenin kaç yolu vardı bilmiyorum ama en kötüsü sonuçta beni reddetmendi. Bazen o kadar emin olmanıza rağmen, dudaklardan dökülmeyen bir iklimdir sevda. Mevsiminde yapmasını beklediğiniz yağmur yerine saldırgan bir güneş açar göz alabildiğine. Sonra kilitlerinizde arındığınız bir anda ise sağanak yağmur bastırıverir, hiç belli olmaz. Benim için bir şarkıydı o. Benden başka herhangi birinin ağzındayken aşka, sevgi dolu yüzüne kavuşamayacak bir şarkı. Dinledikçe öğrenilecek ama asla benimki kadar yakmayacak okuyanın içini. Basit görünümlü bir aşkla sarıldım ona. "Kolay olması canını acıtmadığı anlamına gelmez" diye isyan ediyordu hayatımın öteki yarısı.
Ben hayatımın bu geveze diğer yarısını hiç sevmedim, bir sır vermiş olayım sana, sevgili kabartılmış kulağım ruhuma. Onunla uzlaşabilmek için seçtim romanları. Bir gece yarısı buz kalıplarına dönüşmüş kalbimi akıtmasın diye ranzadan aşağı, ben hep üst katta uyuyan adamı sevdim. Altta uyurmuş gibi yapan horultu dinlemeye mecburken ben ondan yana kullandım tercihimi.
Ama seni çok sevdim, hem de anlamsızca. Tanımadığın bir adamın, kocaman resmin için ardına kadar açtığı kalbi hoş karşılamak tereddütlerle doludur belki senin kadar güzel bir kadın için. Kendisini yazıların içerisine düşürüp her fırsatta sana daha yakın olabilmeyi çılgıncasına arzulayan bir adam ne kadar doğru ve ne kadar samimi olabilir ki? Sen de o kadar haklısın işte. Sevgiyi öç almak için kullanan insanların terk ettiği bir kadını tanımaya başlayabildiğim için, her şeye rağmen şanslı bir adam sayıyordum kendimi. Sen itiraz etsen bile, o uslu durmayan yüreğin muhakkak legalleştirecekti aşkın alfabesini sökmeye çalışan bu çocuğu. Bunu bildiğim için kadeh düştü ellerimden gönülsüzce. Şakaklarımda birikti yağmurlar. Bırakış anı değil bu. Sadece hızlıca çevirdim yaprakları, kendimi eve kilitleyip bir başına bıraktıktan sonra tekrar kendimi sahillere vuran benim hiç aldanmayışımın ispatıydı. Gizlendim duvarlara. Resminle konuşurken olduğum kadar cesur ve eve dönerken kimsesiz, yetim kalmış vaziyette sevgiden... Kavuşmama cümlelerimi getirdim sana. Bir menfaat beklemeden, yeltenmeden ufacık bir sevgi karşılığına. Sadece burnunla dudağının arasına sürdüm işaret parmağımı. Sonra çerçeveyi tamamladım fırsat vermeden konuşmana. Sustun, inanmadın belki sokmak bile istemedin arta kalan zamanlarına. Ama ben şimdi... Her esen rüzgarda saçlarını tarayan bir el, her yosun kokusunda tenine söylenmiş bir yalanım. Şimdi ve artık...Kendinle kaldıkça ikiyle çarp beni. Çoğalan bir hayranım güzel gözlerine aldanmış. Aldanmış derken, seni ihanete zorlamak için değil tabi, ihanetin zor kullanmasına göğüs germek için daha çok aşık olmak sana, işte meselem bu bundan sonra.
Bir okul çıkışıydı vakit. Örtünmüştü zaman sımsıkı. Terli avuçlarını gömdü, yumruk yaptı dokunup seçsin diye yumuşacıklığın. Bocaladım tabi, ilk cümleydi dudağıma üşüşen ve ben sevdayı sokak lisanına çeviremeyecek kadar uzak büyümüştüm mahalle icadı hayattan. Bazıları dinlemeyi çok sever ya, sen de biraz öyleydin işte. Sanki bir başlasam konuşmaya hiç susturmayacaktın, öyle koyun koyuna düşecekti güzel gözlerin yüzüme ve ben romanın ilk yapraklarını sürecektim tenine. "Dur" demedin hiç, tıpkı "Başla" demediğin gibi. Ama ben yine de o kadar çok şeyin desteğini aldım ki sana gelirken ve hızla sen düşerken kollarıma.
Rüzgarın minik pençeleri sıyırdı saçlarını, oralı olmadın. Benim karşı sokağında olduğumu bildiğin için atladın kaldırımları. Hızlı en az kalbimin sürati kadar hızlıca geçtin bakışlarımı. Benim için kocaman bir romandı ruhuma bulaştırdıkların. İlk sen bitiverdin gözlerimde, soludum bir yabancıyı. Sanki uyanamamış gibi defalarca baktığım aynanın derisindeydi dokunuşların. Her defasında gerçek olduğuna biraz daha inandım. Önce ısıttım ellerini avuçlarımda. Sonra ellerin kapattı gözlerimi ve ezberlemem için tek bir fısıltın kuşattı beynimi. "Sus" dedim İstanbul, İzmir, Antalya, Ankara, Manisa... "Sus". Bir tek sesinle dönebilirim hayata. Bu bir büyüydü. Yumuşacık ellerinin avuç kokusuna üşüştü şarkılarım. Üfledim ve kulağımı okşadı dudakların. Büyüyordum ve işe yarıyordu büyümüz. Artık baktığım her noktada sen devam edecektin. Hiç gelmesen de hep varmış gibi. Canlı, sıcak, utangaç ve de «Bir zamanlar aşıktım ona» edebiyatından soyutlayarak vücudunu. Tılsımını kaybettiğin sahibinde kalma duygusunu geri getirecektim sana. Ellerin geri çekildi sonra. Parmaklarımın arasını doldurdum saçlarınla. Yüzümün önüne şeffaf bir kafes kurmuştum yıllarca. Şimdi anahtarını uzattı dudağımın istek parçaları. "Çal". Notaya ve ilhama gereksinim duymadan karşıla rüzgarın başlattıklarını.
Ben bir kadeh şarap oldum. Sonra dilini uyuşturan tadı soludum geceden izin alarak. Hayır, karanlık çökmemişti daha. Yüzlerimiz ilelebet geçirgen ve soyunmaya hevesli duruyordu dipdiri. Bir şey anlatmama gerek yok, teferruatlarını koyabilirsin tartıya. Gözlerim, dalganın daha güçlü biçimde geri gelmek için geri çekilişi gibiydi o an. Hissettikçe artan bir şiddetle, aynı bardaktan su içer gibi, damarımın içine dikiyordum yüreğini. Kısacık bir tekrar yapıp ezberimi karıştırmamak için tekrar öptüm seni. Bu kez ilk tereddüt ve çekinmenin yabancılığından uzak, yıllardır sevişiyormuş gibi. Sevdiğin her şeyi bildiğimi varsayıp sadece kendi doğrularımı uyguladım vücudunda. Bu defa hesap tutanlar yanılıyordu. Hiç bir sevgilinin erişemeyeceği bir noktada bıraktık vücutlarımızı, sarkıttık aşağıya. "Hayır. Yükseklik korkusu olan benim" dedim cesaret vermek için sana ama ilk sen kapattın gözlerini, bakamadın aşağıya.
Hiç ayrılmadı ellerimiz. Bir saniye bile dokunmaktan vazgeçmedik kah bilinçli kah tesadüf eseriymiş gibi ama her defasında bir öncekinden daha sıcak ve istekli. Gözümüzün bir bakışta yetişemeyeceği noktaya uzandık ayak uçlarımızla. "Ne kadar narinsin ve öpülesi" diye soluklandım. İlk defa ayakkabısızdı ayakların. Ve ilk defa öpmeyi bu denli maksatlı saydım yüreğimin dehlizlerinde. "Bir ses var" dedin parmak işaretinle. Heyecanlanmış gibi yaparak böldün uykumuzu ama ben bağışıklık kazanmıştım savuşturma numarasıyla yaptığın cilvelere. Sertleştirdim parlak yüzümü. Birazcık gölge biraz da kaş darbeleriyle daha çekici bir adam olduğumu zannederek kabardı cesaretim. Hala öyle sıcak ve savunmasızdın ki... Eridim içinde. Zamanın neşteriyle hayata dönmüş pişmanlıklarının sıktı boğazını sarılmalarımız. Sıkı tuttum, boynunda geçmeyen parfümün çığlıklarıyla anımsadım senin için kaleme aldıklarımı. O an, işte tam orada bana en yakın olduğundu vakit. Hasta olana kadar ıslanmaya terk ettim vücudumu, içime işleyen yağmurun suçlusu sendin ama ben şemsiyemizi bir sokak başında altımızda tutup dakikalarca seni öpmeyi, kendimi mutlu saydığım tüm anılarla değiş tokuşa hazırdım.
- Gitme. Aşkı aşk yapan... İsimsiz bir coğrafyada bırakma beni gözyaşlarımla.
- Çok mu ağlayacaksın gittiğim zaman?
- Buna mecburum. Ben başka bir kadınım aslında. Senin tanıdığın değil. Kollarında başka... Sen yokken başka...
O an şehvet fışkıran yüzünde hapsolmuş, bakir acıyı fark etmiştim. Zehrini inceden kuşanmış, asil görünümlü ama sahibi koyu bir hakaret olan, ellerinden kamçı-kırbaç yapmış bir adamın öfkesiydi tenine bandığım. Keşke sana hiç sezdirmeden bu zehri vücudundan almanın bir yolu olsaydı... Baş parmağımı sürdüm gözlerinin altına. Çok azdı henüz. Tenimdeki ıslaklığı bastıracak kadar ve daha tuzlu. Makyajını akıtmayı ben değil o başarmıştı. Rujunu tıka basa doldurmuştu ağzımı ama o güzel gözlerinin hazırlığını bozan, bir sahtekarın yıllanmış hoyratlığından başkası değildi.
- Çok mu farklıyız? O ve ben... Tam ters miyiz?
Gözlerinin rengini duvarlara bulaştırma imkanım olsaydı, o an hiç düşünmeden en güzel fırçayı sürerdim göz pınarlarına. Tüm dünyamı bu rengi bir alışkanlık haline getirmek için dönüştürürdüm. Kendimi gizlemeye yeltendikçe daha çok seviyor ve aşık olmaya yüz tutuyordum. İtirafı zor bir oyundu bu. Ben duyguları çıkartıldığında alelade bir adamdım. Ama sadece onlarla el ele tutuştuğunuzda asla kopamazdınız benden. Sevgiyi dudaksız bıraktım bir kez daha. Ucuzlamasın diye ve o serserinin bile aynı cümleleri kullandığını bildiğim için...
- Hayır. Aksine aynı gibisiniz. Öyle benziyorsunuz ki... Benim sadece mutluluğumu istediğini senden önce söyleyen adamdı o. Düşün işte...
- O halde benzin dök kalbime.
"Hayır" dedi bir solukta ve yumak oldu bedenimle. Ağlamayı süresiz bir şiddete dönüştürdüğü o an, daha fazla öğrenmeyi gereksiz görmüştüm. Başını ve hıçkırıklarını göğsüme yasladıktan sonra saçlarını bu defa bir çocuğu okşar gibi emanet ettim ellerime. Sesim duyulmamış bir öfkeyle sıyrılıyordu gölgesinden. O güne dek sadece tiz ve elverişsiz bir nefestim belki de ancak artık büyüme vakti gelmişti. Göğsümün kavisli kollarını şişirdim cömertçe. Kadınların en beğendiği noktamdı burası ve ilk defa bir bayanı baştan çıkarmak yerine teselli etme gayesiyle ayrılıyordu dilimlere. Önce dudağım kopuk bir dürtüyle başlattı sonra beynim bütün vücudumu sardı, eşlik ettim ağlarken ona. Sadece eşlik ettim, bu yangın daha fazla büyümesin diye. Bir yalnız kalma operasyonuydu bu. Sen ve ben... Yeterince kalabalık ve en yakınlaştığımız anda bile bu kadar uzakta, açamadığımız yüzlerce sır gömülmüştü gözlerimizin ortasına.
Sen ağladıkça...
çoğalan her ne varsa
sesini bölen bir gece uykusunda
hıçkırıkları saydam bir duvar
bir güneş örtüsü kondurdukça
pencereden buğu yapmış
gözlerimin ortasına
ikiye katlanır yüreğim
ölçüsüz maviliklere soyunup
avuçlarına sayar birer birer
sevdaya sarılmış kırgınlıklarını
dizine bulaşır hıçkırıklarım
ufacık bir çocuk olurum
sen ağladıkça...
daha çok sarılmak gelir içimden
ertelediğim sana aşık olmayı
düşürürüm kollarımdan
kanarken kirpiklerin suratımda
yayılır dudaklarına sessiz harflerim
sonra sesli olanların gölgesinde
kalınlaşırım koca bir adam boyu
sen ağladıkça
ben daha çok aşık olurum sana